Eş-Şankiti rahimehullah Advau’l-Beyan’da (7/162) şöyle demiştir:
“Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Rabbine yemin olsun
aralarında geçen şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra verdiğin hükümden dolayı
nefsilerinde sıkıntı hissetmeden tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (Nisa 65)
Allah Azze ve Celle dinine muhakeme olmaya itiraz edenlerden
imanı nefyetmekte ve konuda kendisi adına yemin etmektedir ki hiç kimse Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile gelenlerle hükmetmedikçe ve bu konuda gönlünde
sıkıntı, darlık hissetmez olmadıkça iman etmiş olmaz.
Bu türün örnekleri şöyledir:
1- İslam şeriati yerine beşeri kanunlarla hükmedilmesine
itaat etmek
2- İslam dininin haram kıldığını bilmesi zorunlu olan; faiz,
zina, teberrüc, açılıp saçılma, kumar ve benzeri haramlığı nasla belirtilmiş
olan ve içtihada yer olmayan muameleleri helal sayma konusunda itaat etmek
3- Allah’ın mubah kıldığı; etleri yemek, birden fazla kadınla
evlilik, ferdî mülkiyet gibi şeyleri haram kılma konusunda itaat.”
Şankiti rahimehullah bu örnekler hakkında şöyle demiştir:
Helal Allah’ın helal kıldığıdır, haram Allah’ın haram kıldığıdır. Din, Allah’ın
kanun kıldığıdır. Onun dışında konulan her teşrî (kanun) batıldır. Allah’ın
dini yerine konulan kanunların Allah’ın kanunu ile aynı (misil) olduğuna veya
ondan daha hayırlı olduğuna inanmak bevah (apaçık) küfürdür, bunda hiçbir tartışma
yoktur.”
Zamanımızdaki hükümetler Allah’ın ve rasulünün emrettiği
cemaatle, safları sıklaştırarak kılınması gereken namazları yasaklamışlar,
bunun yerine maskeli ve mesafeli namaz uydurarak bunun Allah’ın ve rasulünün
emrettiği namazdan daha hayırlı olduğunu, hastalıklardan daha koruyucu olduğuna
iman etmişler, bu küfür itikadlarını da dilleriyle açıkça ifade etmektedirler.
Bu itikad sarih bir küfürdür, bu itikad sahiplerini tekfir etmeyen de kafirdir.
Onlar Allah’ın kaderine de iman etmeyen kimselerdir. Şüphesiz hastalıkları
yaratan, cemaatle namazda safları sıkılaştırmayı emreden Allah’ın kendisidir.
Şayet hastalık bulaşması diye bir şey olsaydı, Allah, hastalık zamanlarında
saflar arasına mesafe koymayı meşru kılardı. Nitekim cahiliyye halkının
bulaşıcı olduğunu iddia ettikleri hastalıklar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem zamanında da vardı ve asla cemaatle namazlar konusunda bu hurafe
inançtan dolayı sözde tedbir gibi şeyler meşru kılınmadı! Bilakis mütevatir hadiste "Bulaşıcı hastalık yoktur" buyrulmuştur!
Şeyh Suleyman b. Sehman el-Has’amî en-Necdî (v.1349 hicri) el-Huccetu ve’d-Delil
ve İzahu’l-Mahacceti ve’s-Sebil kitabında (s.43) şöyle demiştir:
“Dinde Allah’ın izin vermediği şeyi insanlara meşru kılmaya kalkmak
bevah (apaçık) küfürdür. Akıl ve dinden en ufak bir nasibi olan bir kimse dahi
bunda şüphe etmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yoksa onların birtakım
ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir
şeriat kıldılar? Eğer ayırdedici söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm
verilirdi. Gerçekten zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21)
Allah’ın şeriatinden olmadığı ve Allah’ın izin vermediği bilinen şeyler o
zındık tagutların şeriatindendir. Onlar Kitap ve sünnet naslarının zahirlerinin
zannî olduğunu iddia edenlerdir! Akılları ve bâtıl kıyaslarıyla uygun
gördüklerini aklî kesinlik olarak görürler. Onlar, Allah’ın kalplerini,
kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte gafiller onlardır!”
Muhammed b. Salih el-Useymin, Ta’likun Muhtasar Ala Kitabi Luma’ti’l-İtikad adlı eserinde (s.158) şöyle demiştir:
“Namazı terk etmek bevah
(apaçık) bir küfürdür. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilere
karşı ayaklanmayı bevah küfür söz konusu olmadıkça caiz kılmamıştır. Namaz
fiilini onlarla savaşılmasına mani kılmıştır. Bu da gösteriyor ki namazı terk
etmek onlarla savaşılmasını mubah kılar. Onlarla savaşmak ancak bevah küfür söz
konusu olduğu zaman mubah olur. Ubade radiyallahu anh hadisinde geçtiği gibi.”
Abdulaziz er-Racihî, er-Reddu Ale’z-Zenadika kitabında
(s.25) şöyle demiştir:
“Yöneticilere karşı ayaklanmak ne zaman caiz olur? Diğer
hadiste geçtiği gibi, bevah (apaçık) küfür meydana geldiği zaman caiz olur. Bu
hadiste “Ancak katınızda Allah’tan burhan bulunan bevah küfür görmeniz
müstesna” buyrulmuştur. Burada küfrün “bevah” diye nitelenmesi, apaçık ortada,
zahir, kapalılığı olmayan demektir. Küfür mevcut olursa ve ayaklanmaya güç
bulunursa iki şartla caiz olur:
1- Buna güç yetirebilmek
2- Bu kâfir şahıs veya kâfir hükümetin yerine müslüman
hükümet getirmek. Bunlar zorunludur.
Ama kâfiri azledip yerine başka bir kâfir gelecekse maksat
hasıl olmaz. Bu kâfirin yerine müslümanın getirilebileceğine dair galip zan
bulunmalıdır. Ama buna kudret yoksa ve
yerine getirebilecek, Allah’ın arzında Allah’ın hükmünü uygulayacak müslüman
yönetici yoksa bununla mükellef olunmaz. Bu imkanlar varsa ayaklanmakta sakınca yoktur.
“Katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık küfür
görmeniz müstesna” hadisi, “Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır”
hadisinde açıklanmıştır. Onlar aranızda namazı ikame etmezlerse kâfirlerdir!
Onlara karşı ayaklanmak caiz olur. Bu iki hadis gösteriyor ki namazın terk
bevah (apaçık) küfürdür!
Bu, namazın terkinin apaçık küfür olduğunun en kuvvetli
delillerindendir. İki hadis bir araya geldiği zaman, Avf b. Malik radiyallahu
anh’den gelen birinci hadiste: “Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır”
yani namazı aranızda ikame ettikleri sürece onlara karşı ayaklanmak caiz
değildir buyrulmuştur. Bunun mefhumu; onlar aranızda namazı ikame
etmediklerinde kafirlerdir ve onlara karşı ayaklanmak caizdir. İkinci hadiste: “Katınızda
Allah’tan bir burhan olan bevah (apaçık) küfür görmeniz müstesna” buyruluyor.
Yöneticiler namazı ikame etmedikleri zaman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
onlara karşı ayaklanmayı caiz kılmış, ikinci hadiste ise bevah küfür bulunması
şartıyla buna cevaz vermiştir. Bu da gösteriyor ki namazın terki apaçık küfürdür.
Bu, namazın terkinin açık küfür olduğuna en kuvvetli delillerdendir.”
Eş-Şankiti rahimehullah, Advau’l-Beyan (1/364) şöyle
demiştir:
“Şeytan’ın Kanunlarını Rasullerin Getirdiklerine Tercih
Ederek Tabi Olan Kimse:
Allah Teâlâ
وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَاناً
مَّرِيداً
“Halbuki ancak inatçı şeytana dua ederler” (Nisa 117)
buyurmuştur. Bu ayette inatçı şeytana dua etmeleri ile kastedilen ona ibadet
etmeleridir. Bunun benzeri şu ayettir:
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ
يَا بَنِي آدَمَ أَن لاَّ تَعْبُدُواْ الشَّيطَانَ
“Ey Ademoğulları! Sizden şeytana ibadet/kulluk etmeyin
diye ahid almadım mı?” Yine Halili İbrahim aleyhi's-selâm’ın şu sözünü
ikrar etmiştir:
يَا أَبَتِ لاَ تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ
“Ey babacığım! Şeytana ibadet etme” Yine meleklerin
şöyle dediklerini haber vermiştir:
بَلْ كَانُواْ يَعْبُدُونَ
الْجِنَّ
“Bilakis onlar cinlere ibadet ediyorlardı.” Yine
şöyle buyurmuştur:
وَكَذلك زَيَّنَ لِكَثِيرٍ
مّنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ
“Müşriklerden bir çoğuna ortak koştukları için evlatlarını
öldürmeleri böylece süslendi.”
Bu ayetlerde şeytana ibadet şekilleri açıklanmamıştır. Lakin
diğer ayetlerde onların şeytana ibadetleri, ona itaat etmeleri ve rasullerin
Allah Teâlâ katından getirdiklerinin yerine şeytanın teşri kıldıklarına tabi
olmaları şeklinde açıklanmıştır. Mesela Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ
إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ
“Muhakkak ki
şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkinde bulunurlar.
Onlara itaat ederseniz, muhakkak siz de müşriklerden olursunuz!” (En’am 121)
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ
وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللَّهِ
“Âlimlerini ve rahiplerini Allah’ın dışında rabler
edindiler.” (Tevbe 31)
Adiy b. Hâtim radiyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’e: “Onları nasıl rab edindiler?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
إِنَّهُمْ أَحَلُّوا لَهُمْ
مَا حَرَّمَ اللَّه، وَحَرَّمُوا عَلَيْهِمْ مَا أَحَلَّ اللَّه فَاتَّبَعُوهُمْ
“Muhakkak ki onlar, Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal, Allah’ın
helal kıldığı şeyleri de haram kılınca onlara tabi oldular.” (Tirmizî 3095)
İşte bu, onları rabler edinmenin manasıdır. Bu ayetlerden
hiçbir kapalılık olmadan açıkça anlaşılıyor ki, rasullerin getirdiklerine karşı
şeytanın teşri’ine tabi olan Allah’a kâfir olmuş, şeytana kul olmuş, Şeytanı rab
edinmiştir. Şeytana bu uymasını istediği gibi başka şeylerle isimlendirse de bilindiği
gibi, hakikatler, ona itlak edilen lafızlarla değişmezler.”
Yine eş-Şankitî rahimehullah şöyle demiştir:
“Âdemoğullarının efendisi Muhammed b. Abdillah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başka, ona muhalif olan bir teşrîye uyan herkesin bevah (apaçık) bir küfür işlediğini ve İslam dininden çıktığını en doğru beyanda bulunan Kur’an ifade etmektedir. Kâfirler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“Ölmüş olan koyunu öldüren kimdir?” dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlara:
“Onu öldüren Allah’tır” buyurdu. Dediler ki:
“Kendi
ellerinizle öldürdüüğünüze helal diyorsunuz, Allah’ın kerim eliyle öldürdüğüne
haram diyorsunuz. Siz Allah’tan daha iyi mi yapıyorsunuz?” Bunun üzerine Allah
Teâlâ şu ayeti indirdi:
وَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا
لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ
إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ
“Üzerine
Allah’ın adı anılmayanları yemeyin, çünkü bu elbette fısktır! Muhakkak ki
şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkinde bulunurlar.
Onlara itaat ederseniz, muhakkak siz de müşriklerden olursunuz!” (En’am 121)
(Bunun
benzerini Ebû Dâvûd (2819) İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir.
el-Elbani sahih demiştir. İkrime ve Said b. Cubeyr rahimehumallah’tan mürsel
yollarla da rivayet edilmiştir.)