Rebi es-Suudî’nin eş-Şiatu’l-İmamiyyeti’l-İsna Aşeriyye Fi Mizani’l-İslam kitabında Allame Muhaddis el-Elbani rahimehullah’a el-Humeynî hakkında sorulunca şöyle demiştir:
فقد وقفت على الأقوال الخمسة التي نقلتموها عن كتب المسمى بـ (روح الله
الخميني) راغبين مني بيانَ حكمي
فيها، وفي قائلها، فأقول وبالله تعالى وحده أستعين: إن كل قول من تلك
الأقوال الخمسة كفر بواح، وشرك صراح، لمخالفته للقرآن الكريم، والسنة المطهرة، وإجماع
الأمة، وما هو معلوم من الدين بالضرورة. ولذلك فكل من قال
بها، معتقداً، ولو ببعض ما فيها، فهو مشرك كافر، وإن صام وصلى وزعم أنه مسلم)
“Ruhullah el-Humeyni adlı kitaptan naklettiğiniz beş söze
vakıf oldum. Benden bu sözler ve sözlerin sahibi hakkında hükmümü açıklamam
istendi. Yalnız Allah Teâlâ’dan yardım isteyerek diyorum ki:
“Bu beş sözün hepsi de açık (bevah) bir küfür, sarih bir şirktir. Kur’ânu’l-Kerim’e, Sünnetu’l-Mutahhara’ya ve icmau’l-ümmete aykırıdır ve dinden zorunlu olarak bilinmesi gereken meselelerdendir. Bundan dolayı her kim bunu söyler, bir kısmına dahi itikad ederse o oruç tutsa da, namaz kılsa da, müslüman olduğunu iddia etse de müşrik bir kâfirdir.”
Şeyh Muhammed Eman el-Cami şöyle demiştir: “Birisi uzunca bir soru sormuştur, özetle muayyen tekfir hakkında sormuştur. “Muayyen tekfirin caiz olmadığını” mutlak olarak söylemek hatadır. Muayyen şahsı mutlak olarak tekfir etmek de aynı şekilde hatadır. Ayrıntıya gidilmesi zorunludur:
Muayyen (belirli) bir şahsı tekfir etmen yasak değildir.
Lakin tekfiri gerektiren şeyi işleyen kişi yaptığı şeyin tekfiri gerektirdiğini
biliyorsa, bu konuda bir şüphesi yoksa, cehaletle mazur olamayacağı bir yerde
yaşıyorsa, mesela tevhid ehli arasında, alimlerin bulunduğu beldede yaşıyorsa,
sıkıntısının şiddetlendiği bir anda: “Ey efendim! Ey fulan! Bana yardım et,
benim senden başka kimse yok, Allah nerede!?” derse bu apaçık (bevah) bir
küfürdür. Müslümanların arasında, İslamî bir çevrede yaşayan bu gibi şahıslar
için cehalet mazeret değildir, muayyen olarak tekfir edilir. Tekfiri gerektiren
bevah (apaçık), mazeret ve şüphenin söz konusu olmadığı bir küfür işlediğinde onun
muayyen bir şahıs olması tekfir etmene mani değildir. Eğer bu şahıs İslam’ın
adından başka hiçbir şeyin bilinmediği, salihlerden istigasede bulunmanın “salihlerle
tevessül etmek” adı altında süslendiği bir beldede ise, bu yaptığının ibadet
olan istigase değil de tevessül olduğunu zannediyorsa onun yaşadığı ortam
cahiliyye ortamıdır veya cehaletin çoğunlukta olduğu bir çevredir. Böyle bir
durumda bu kişi mazur olur. Yani birisi bunun küfür olduğnu söyler ve tekfir
edebilir, bir başkası da bunun küfür olduğunu söyler ama tekfir etmeyebilir.
Bunların ayrımının yapılması ve ayrıntıya gidilmesi gerekir. Ama sırf muayyen
bir şahıstır diye tekfir edilemeyeceği söylenemez.” Muhammed Eman el-Cami'den nakil bitti.
Evet, müslümanlık iddiasında bulunan muayyen şahsın hiçbir
zaman tekfir edilemeyeceği şeklindeki yaygın ifrat sebebiyle, sahibinin tekfir
edilmesi hususunda bütün alimlerin icma ettikleri “cemaatle namazın
yasaklanması” konusunda dahi “Sadece kadı tekfir edebilir, biz asla tekfir
edemeyiz” şeklinde düşünen, selefin menheci hakkındaki cehaletleri sebebiyle
şüpheye düşenler çıkabilmektedir. Bu şüphelerini ileri götürerek “Allah’tan
gayrından yardım isteyenleri neden muayyen tekfir etmiyorduk o halde” şeklinde
şeytanî vesveseler dile getiriliyor!
Muhammed Eman el-Cami’nin de fetvasında ifade ettiği gibi,
Allah’tan gayrından yardım isteme konusunda Türkiye’de ve birçok yerde Sufi
geleneğin hâkim olması sebebiyle insanların çoğunun muteber alim kabul
ettikleri saptırıcılar sahih hadislere yaptıkları batıl yorumlar ve uydurma
hadisleri hüccet getirmek suretiyle aldatmakta, şirki süslemekte, tevhid ehline
iftiralar atarak tevhid davetini ve davetçilerini çirkin göstermektedirler.
Bunun gibi, kıble ehlinden olup da cahil olan ve sahih ilme
ulaşmalarının önü kesilmiş olan kimselerin tekfirine maniler mevcuttur. Burada
ihtiyarî değil, iztirarî bir cehalet söz konusudur. Ancak namazın yasaklanması
böyle değildir! Her ülkede mezhep taklidi bataklığına düşmüş kimseler dahi,
kendi mezheplerinin, kendi meşreplerinin kitaplarına da baksalar, namazı
yasaklamanın apaçık bir küfür olduğunu net olarak görürler. Yine kendi mezhep
kitaplarında dahi maskeli ve mesafeli namazın asla Muhammed sallallahu aleyhi
ve sellem’in getirdiği namaz olmadığını görürler!
Şayet bir kimse cemaatle
namazı yasaklamanın küfür olduğunu, maskeli ve mesafeli namaz uydurmanın şirk
olduğunu bilmediğini iddia ederse bu iddia kabul edilmez. Çünkü buluğ çağına
girmiş her müslüman namazı öğrenmek zorundadır. Bu herkese farz olan
ilimdendir. İsterse kendi mezhebine göre öğrenmiş olsun, hiçbir İslamî mezhepte
namazı yasaklamanın meşru olduğu geçmez, maskeli ve mesafeli namaz geçmez!
Zaten böyle bir şey olsaydı, o İslam mezheplerinden sayılmazdı! Nitekim Huzeyfe
radıyallahu anh’den sabit olduğuna göre o, tadili erkanı tam yapmayan birini
görünce: “Şayet bu şekilde ölmüş olsaydın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
şeriatı dışında ölmüş olurdun” demiştir. Çünkü o şahıs namazı öğrenmek
zorundaydı ve öğrenmek isteseydi doğru namazı öğrenebilecek imkana sahipti. Bu yüzden Huzeyfe radiyallahu anh onun cehaletini
mazur görmemiştir. Lakin hanefi mezhebinin hakim olduğu bir yerde tadili erkana
uymadan namaz kılana cehaleti mazeret olabilir. Çünkü hanefiler tadili erkanı
vacip görmezler. Lakin en sapık mezheplerden biri olan Hanefi mezhebinde dahi
namazda ağzı örtmek tahrimen mekruktur, cemaatle namazı mesafeli kılmak
geçersizdir! Bu yüzden maskeli ve mesafeli namaz konusunda kimsenin cehaleti
mazeret değildir!
Biz insanları kendi bildiklerimizle ve kendi akidemizle değil,
onların kendilerinin sahip oldukları ilim ve akidenin gereğiyle tekfir
ediyoruz. Onların ulaşamadıkları ilme ulaşmamız sebebiyle tekfir ediyor
olsaydık sapık Haricilerden farkımız olmazdı. Lakin aradaki farkı idrak
edemeyenlere de artık ahmak demekten başka bir yol kalmıyor!
Bu konuda küfre sapan diğer bir fırka da Haricilerdir. Onlar
Maide 44. Ayeti sebebiyle muayyen şahısları haksız olarak alelıtlak tekfir
ettiler, lakin yöneticiler Allah’ın dini hakkında hükmetmeye kalkıp cemaatle
namazı haram, maskeli ve mesafeli namazı vacip kılınca, bu küfürde itaat
ettiler! Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme meselesi büyük küfürle
küçük küfür arasında değişen bir meseledir.
Allah’ın hükmünü inkar ettiklerini, beşeri kanunlar koymayı
helal saydıklarını, Allah’ın hükümleriyle beşeri hükümleri eşit gördüklerini
veya beşeri hükmü daha üstün gördüklerini, beşeri hükmü Allah’In dinine nispet
ettiklerini açıkça görmemiz haricinde yöneticilerin mürtet olduklarına
hükmetmeye şiddetle karşı çıkmak, yine bunlardan birini irtikap ettikleri sabit
olduğunda ise tekfir etmek, selefin menhecinden öğrendiğimiz şeydir.
Lakin cemaatle namazı ve haccı yasaklamak; Allah’ın dininde
hükmetmeye kalkma despotluğudur! Bu yasağı Allah’ın dininin gereği olarak lanse
etmek, beşerî despotluğu Allah’ın dinine nispet etmektir! Maskeli ve mesafeli
namaz uydurmak beşeri hükmü Allah’ın dinine nispet etmektir. Bu küfür, tekfirinde
icma edilen Cengizin Yasık kanunnamesinden bile daha açık bir küfürdür. Cengiz
han bile cemaatle namazı yasaklamaya cüret edememişti!
Tedebbür edenler için Ebu Umame radiyallahu anh’ın rivayet
ettiği şu hadis gayet açıktır:
لَتُنْتَقَضَنَّ
عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً، فَكُلَّمَا انْتُقِضَتْ عُرْوَةٌ، تَشَبَّثَ
النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا، فَأَوَّلُهُنَّ
نَقْضًا: الْحُكْمُ، وَآخِرُهُنَّ: الصلاة
“İslam’ın kulpları teker teker eksilecek, her bir kulp
eksildikçe insanları bir sonrakine teşebbüs edeceklerdir. İlk eksilen Hüküm
meselesi, sonuncusu ise namazdır!” (İbn Hibbân 6715) Ahmed (5/251) Taberânî
Mu'cemu'l-Kebîr (8/98) Hadis sahihtir.)
Evet, Allah’ın indirdiğiyle hükmetme meselesi, raşid
hilafetin sona ermesinden itibaren eksilmeye başlamış, nihayet tamamen
kaldırılmıştır. Putkafa kamal’in eliyle hükmün son halkası eksilmiştir. Namaz
konusunda önce Türkçe ezan uydurulmuştu. O zamanda insanlar bunu
kabullenmediler ve bu açık küfürde taguta itaat etmediler, bu küfür kalıcı
olmadı. Lakin son eksilecek halka olan namaz, kendisini İslam’a nispet eden, hatta
İslam kahramanı zannedilen, lakin Yahudiliklerini gizleyen İslam düşmanları
eliyle önce yasaklanmış, sonra meşru olan şeklinden başkalaştırılarak şekil
verilmiş, "namaz kılacaksanız bizim emrettiğimiz şekilde kılacaksınız, Allah’ın
ve rasulünün emrettiği şekilde kılamazsınız" denilmiş, buna kılıf olarak da
cahiliyye hurafesi olan “Hastalık bulaşması” yalanını gerekçe göstermişlerdir!
Evet, kim bunları ve bu konuda onlara gönülden itaat edenleri tekfir etmiyorsa
kendisi apaçık kâfirdir! Böyle bir namazı onaylamak, Allahı ve rasulünü yalanlamanın en açık şekillerindendir! Bundan daha açık bir küfür örneği bulmak çok zordur!