İsyankârlara tavır uygulanmasına itiraz edenlerin dinin vasat ve kolaylık dini olmasını öne sürmeleri şaşırtıcı işlerdendir! Sanki vasatlık ve dindeki kolaylık, yollarına tutulmakla emrolunduğumuz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şeyden başkasıymış gibi!
Şimdi vasatlığı düşün ve bu hevâlarına tâbi olanların
zannettikleri şey mi bir bak! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَكَذَلِكَ
جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ
الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً
“Sizi böylece vasat bir ümmet kıldık ki insanlara
şahitler olasınız ve rasul de size şahit olsun.” (Bakara 143)
Vasat bir ümmet tabirini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Adaletli”
demektir diye açıklamıştır. Burada talep edilen şey insanların çoğunun
âdetlerine veya hevâlarına aykırı bir din hükmü işittiklerinde: “Din vasattır”
veya: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır”[1]
diye hakkı inkâr ettiklerini açıklamaktır.
Cahil kimse bunu işitince zanneder ki, din vasat (orta
yollu) olduğu için bu (hak), karşı çıkılması gereken bir münkerdir! Sonra da
dindarları orta yolu terk etmiş oldukları iddiasıyla suçlar!
Bu kimseler aslında dindarları suçlamak ve onlara hakaret
etmek olan maksatlarını kapalı sözlerle ifade ederler!
Denilir ki: Evet, din vasattır, işlerin en hayırlısı orta
yollu olanıdır. Bu hususta tartışma yok! Biz de bunu söyler ve bunu emrederiz.
Dinde aşırılık etmekten ve orta yolu aşmaktan da Allah’a sığınırız. Lakin bu
vasatlık, orta yol nedir? Bunu akıllar veya zamanımız halkının üzerinde
oldukları şey mi belirliyor?
Vasat olan din ve işlerin en hayırlısı olan orta yol, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının üzerinde oldukları yol değil midir?
Bu, emrolunanları yapmak, yasaklananlardan uzak durmak değil midir? Ekleme ve
çıkarma yapmadan emrolunduğumuz vasatlık ve orta yol bu değil midir?
Ama eğer vasatlığın nefsinin arzularına uyan şey olduğunu ve
zamanının halkının alışageldikleri şey olduğunu iddia edersen dinde Allah’ın
izin vermediği yeni bir hüküm koymuş olursun! Yine Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem, ashabı ve onlara güzellikle uyanların yolunu eleştirmiş, onları
dinde vasat olmamakla itham etmiş olursun! Bu ise yeni bir din uydurma
sapıklığı cinsindendir!
Bu kimselerden,
sakalını kısaltan birine: “Bu sana helal değildir” denildiğinde: “İşlerin en
hayırlısı orta yollu olanıdır” diyor!
Görüyor musun nasıl bir gerekçe gösteriyor! Hak bir söz
söylüyor fakat bâtılı kast ediyor! Ona göre sakalını kısaltan kimse sakalı
tamamen serbest bırakan ile tamamen traş eden arasında orta bir yolu tutmuştur!
Şeytanı da ona: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye telkin ediyor!
Ona göre sakalı serbest bırakma emri orta yol değildir!
Kısır aklıyla ve iflas etmiş anlayışıyla dinin meselelerini
böyle tartıyor! Şayet günahını itiraf
etseydi ve bu sözü delil olarak getirmeseydi kendisi için daha hayırlı olurdu.
Çünkü bunun manası, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve onun emrine itaat
ederek sakallarını bolca serbest bırakanlar, yolların en hayırlısı olan orta
yola uymuyorlar demektir! Dinin ölçüsü insanların akılları olsaydı elbette din
zayi olur giderdi!
Böyle ahmaklara denilir ki: “Bir kimse Ramazan ayının
yarısında oruç tutsa ve Ramazan ayının tamamını oruçla geçiren birini görse,
sonra: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye gerekçe öne sürse ne
dersin?” O kimse: “Bu caiz değildir” diyecektir. Ona:
“Neden?” denilir. Der ki: “Çünkü Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem Ramazan ayının tamamında oruç tutulmasını emretmiştir” Ona
denilir ki:
“Sakal da böyledir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
sakalın tamamen serbest bırakılmasını emretmiştir. İşlerin en hayırlısı ve
vasat olanı senin hayal ettiğin şey değil, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
emrettiği gibi sakalını tamamen serbest bırakmandır. Ramazan orucu ve diğer
bütün meselelerde de böyledir.
Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde olduğu
şey ve O’nun emrettikleri işlerin en hayırlısıdır ve en vasatıdır. Bundan
fazlası ifrattır, bundan eksiği ise tefrittir. Bütün meselelerde ölçü budur,
senin aklın ve hevân değil!”
Böylece bâtıl ehlinin cahillerin zihnini karıştırmak ve
hevâlarına göre ölçü koymak için kullandıkları: aşırılık ve katılık, vasatlık
ve kolaylık kelimelerinin manasını da anlamış oldun.
İnsanların söyledikleri sözlerin Kitap ve sünnete arzedilmeleri
gerekir. Çünkü hakkı ve bâtılı tespit etmede asıl ölçü budur.
Şeyhulislam rahimehullah şöyle demiştir: “Vacip olan; Allah’ın
indirmiş olduğu kitap ve hikmeti (sünneti) bütün meselelerde ölçü kılmaktır.
Sonra insanların sözleri bu esaslara arz edilir. Kitap ve sünnete uygun olan lafız
ve manalar kabul edilir, kitap ve sünnete aykırı olan lafız ve manalar ise
reddedilir.”[2]
Zan ve hevaya tabi olmak ise haktan bir şey ifade etmez!
Yine bâtıl ehli dinin kolay olmasını gerekçe göstererek
Allah ve rasulünün murâd etmedikleri şeyleri kastediyorlar. Bu sözü ancak
işlemiş oldukları haramları ve terk etmiş oldukları farzları temize çekmek için
söylüyorlar. Kendilerinin bir münkerine karşı çıkıldığı zaman: “Din kolaydır”
diyorlar!
Onlara denilir ki: Doğru! Din kolaydır. Can korkusu söz
konusu olduğu zaman Allah sana leşten yemeyi mubah kılmıştır! Yine su
bulamadığın zaman sana teyemmüm etmeni meşru kılmıştır. Ayakta namaz kılmaya
güç yetiremediğin zaman sana gücünün yettiği şekilde namaz kılmayı meşru kılmıştır.
Hatta bütün bunlardan ötesi, gönlünün imanla mutmain olması şartıyla, can
korkun bulunduğu zaman küfür sözünü söylemeni dahi mubah kılmıştır. İşte bunlar
Allah’a hamd olsun ki dindeki kolaylıklardandır.
Din tamamen kolaydır. Hatta senin zor kıldığın şeyler dahi
kolaylaştırılmıştır. Lakin sen onu hakikati üzere bilmiyorsun.
Kolay olduğunu kastettiğin din nedir peki? Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiği dini mi, yoksa zamanındaki
insanların arzularına göre edindikleri dini mi kastediyorsun?
Eğer Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından
getirdiği dini kastediyorsan, kolaylık ile kastettiğin nedir?
İnsanların adet edindikleri sapmalara itiraz edildiği zaman:
“Din kolaydır” diyerek dilediklerini yapmaları mı?
Halbuki bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği
dine aykırdır! Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi, kendisinin
üzerinde olduğu yolu değiştirmekten, bozmaktan, ona ekleme ve çıkarma yapmaktan
yasaklamıştır! Bunun delilleri sayılamayacak kadar çok olup malum ve meşhurdur!
Eğer zamanındaki insanların üzerinde oldukları dini kastediyorsan,
bizim dinde insanların arzularına göre değişiklik yapma hakkımız yoktur! Her
zaman insanların üzerinde oldukları şey hak din değildir! Bilakis Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şey hak dindir!
Tuhaftır ki hevasına aykırı olan dînî emrilerin zorluk ve
katılık olduğunu idda eden kimse farkında olmadan zorluk ve katılığa
düşmektedir! İşte bu, Allah’ın kullarına olan merhametinin ve onlara sevap ve
cezada ihsanda bulunmasının delillerindendir. Nitekim ilim ehli günahların ve
isyanların insan tarafından lezzetli bulunacağını, bunun hissedilen bir durum olduğunu
açıklamışlardır ve bunu uyuz kaşıntısının lezzetine ve aç kimsenin zehirli
yemeği iştahla yemesine benzetmişlerdir.[3]
Bunun sonucunu düşün! Uyuz kaşıntısı ve benzerlerindeki
lezzet, onu kaşıdıkça o an sakinleşse de acısı katlanarak artar. Zehirli yemek
de lezzetlidir ama sonucu ortadadır.
Bazı insanlar şöyle diyebilir: “Ben günahlarda bu etkileri bulamıyorum.”
Ona denilir ki: Bu acı verici kötü etkiler vardır, lakin
seni aldığın lezzet ve şehvetler aldatmış, bunların ardına gizlenmiştir. Yoksa
bu etkiler mevcuttur ve işlemektedir. Bunu anlamak istersen kalbinin bağlandığı
şeyi yani Allah’a isyan imkanını kaybettiğini düşün,, kalbin buna razı olur mu!
Rabbine yemin olsun ki içinde bulunduğun durumu göreceksin! Eğer Allah’tan
korkarak onu terk edersen Allah Azze ve Celle senin kalbine onunla azap
etmekten kerimdir! Hatta onun yerine sana ferahlık ve sevinç lütfeder. Allah
için terk ettiğin şeyden daha hayırlısını sana verir.
Bu acıların en açık ve büyük olanı hayattan ayrılmaktır.
İnsan şehvetlerinden ve lezzet aldığı şeylerden ayrılınca ne olur? Onu,
bunların akibetleri karşılayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَحِيلَ
بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ
“Onlarla arzuladıkları şeylerin arasına engel konulmuştur.”
(Sebe 54)
Böylece kaçınmış olduğu zorluk ve katılık, sonunu
düşünemediği şekilde zorluk ve katılık olarak karşısına çıkmıştır. Yağmurdan
kaçarken doluya yakalanır!
Bu durumu, dinin emir ve yasağını anlamak açıklar. O sadece
bir mükellefiyet midir yoksa insanın ruhuna, kalbine ve bedenine uygun bir
rahmet ve ihsan mıdır?
Bunu anlamak isteyen kimse İbn Kayyım rahimehullah’ın: “Miftahu
Dari’s-Seade” kitabının ikinci cildine baksın. Yine Medaricu’s-Salikin kitabına
da. Bu iki kitap da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. İbn Kayyım rahimehullah bu esası
oldukça güzel açıklamıştır ki, bu ahiretten önce dünyada insana saadet
kazandırır, gönlünü genişletir. Bu esas; Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve
yasaklarından kaçınmaktır.
İnsanlardan birçok kimseye isyankârlara tavır uygulamak ağır
gelmektedir. Çünkü herkes az ya da çok bazı muhalefetlere düşüyor. Bu önemli
durum karşısında zayıf düşüyor ve gevşek davranması için kurduğu hilelere sığınıyor!
Bazen bu tutumun katılık olduğunu söylüyor, bazen de bu tavrı uygulayan şahsın
mizacıyla ilgili bir katılık ve cahillik olduğunu söylüyor! Bu konuda da kendi
lehine olmayan şeyleri gerekçe gösteriyor! Mesela Mescide idrarını yapan bedevî
kıssasını[4]
veya namazda konuşan adam kıssasını[5]
yahut Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi’yi ziyaret etmesini[6]
ve benzerlerini delil getirir. Bunları Allah Teâlâ için gazaplanmayı ve Allah’ın
emri olan isyankâr muhaliflere sert davranmayı iptal etmek için delil getirir!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın haramları
çiğnenince öfkelenmesini[7],
Tebük Gazvesinden geri kalan üç kişiden alakaları kesmesini[8],
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı eşlerine tavır uygulamasını[9],
perdede ruh taşıyan canlılara ait resim gördüğü zaman öfkeden yüzünün renginin
değişmesini[10]
ve buna benzer şeyleri unutuyorlar veya bilmezden geliyorlar! Bunlardan ibret
çıkarmazlar, çünkü hevaya aykırıdır!
Hatta isyankârlara katı davranılmaması ve hecir
uygulanmaması için delil getirirler ki, bu deliller onların kastettiklerine
delalet etmemektedir! Mescide idrarını yapan bedeviye Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem sert davranmamıştır. Çünkü o adam mescidi ve namazı bilmiyordu ki ona
sert davranılsın! Ona sert davranılsaydı bundan dolayı meydana gelecek zarar
daha büyük olurdu. Bu yüzden ona yumuşak davranıldı ve İslam’a ülfet etmesi
sağlandı. Bu İslam’ın ilk zamanlarındaydı. Bu bedevî de mescidinin hürmetini,
mescid ile deve ağılları arasındaki farkı bilmiyordu. Lakin bugün bir kimse
aynı şeyi yapsa ona karşı da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bedeviye
muamele ettiği gibi muamele edilebilir mi? Bu bozuk bir kıyastır! Çünkü artık
herkes mescidin saygınlığını, temiz tutulması gerektiğini bilir! Bu bedevinin
yaptığını bugün ancak bir suçlu veya deli bir kimse yapar!
Şimdi, Allah’ın haramlarının delinmesine karşı, bedevinin
mescidde yaptığına Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sert davranmamış olması
gerekçe gösterilerek yumuşak davranılması öne sürülebilir mi? Böyle bir gerekçe
öne sürmek dinde çözülme ve dinin değerini düşürmek demektir.
أوْحى الله إلى يوشع بن نون أني مُهْلِك من قومك
أربعينَ ألْفاً من خِيَارِهم وَسِتِّين ألفاً من شِرَارِهم فقال يا رَبُّ هؤلاء
الأشرَار فمَا بالُ الأخيَار؟! قال (إنَّهُمْ لَمْ يَغْضَبُوا لِغَضَبِي وَكَانوُا
يُواكِلُونَهُمْ وَيُشَارِبُونَهُمْ)؟.
Allah Teâlâ, Yuşa b. Nûn aleyhi's-selâm’a: “Kavminden
kırk bin hayırlı kişiyi ve altmış bin şerli kişiyi helak edeceğim” diye
vahyettiğinde Yuşa aleyhi's-selâm dedi ki:
“Ey rabbim! Şunlar şerliler, tamam da hayırlıları neden
helâk ediyorsun?” Allah Azze ve Celle buyurdu ki:
“Çünkü onlar benim öfkelendiğim şeye öfkelenmediler ve
onlarla beraber yeyip içmeye devam ettiler.”[11]
Kısaca söylemek gerekirse, İslam’ın ilk yıllarında
insanların çoğuna bazı hükümler gizli kalmıştır. Bu yüzden onların İslama
ısındırılmaları söz konusu idi. Bugün ise böyle değildir. Çünkü bugün bilmeyen
kimse bilen kimseyle aynı durumdadır. Bugün işlenen muhalefetler bilerek ve
ısrar ile işlenmektedir! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kıbleye tüküren
bir adamı imamlıktan azletmesi ve mescid halkında:
“Bunun arkasında namaz kılmayın!” demesi bu durumu
açıklar. Adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve:
“Ey Allah’ın rasulü! Sen onlara arkamda namaz kılmalarını mı
yasakladın?” demişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Evet! Çünkü sen Allah’a ve rasulüne eziyet verdin!”[12]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kimseye nasıl katı
davrandığına bak! Onu imamlıktan azletmiş ve mescid halkına onun arkasında
namaz kılmayı yasaklamıştır. Bütün bunlardan da ağırı kıbleye tükürmesinden
dolayı ona: “Sen Allah’a ve rasulüne eziyet ettin” sözüdür!
Şayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bugün
mescidlere sokulan hoparlörleri, mikrofonları, fotoğraf makinelerini, cep
telefonuyla resim çekilmesini, hatta mescidlerde telefondan çalan melodileri, namaz
kılarken zil sesi olarak çalan şeytan çalgılarını görseydi ne derdi? Vallahi
bunlar büyük fitnelerdir!
Zamanımız halkı böyle şeyleri umursamıyor ve böyle bir tavrı
uygun görmüyor! Bizim dini hevâlarımıza ve zamanların görüşlerine göre
değiştirmeye hakkımız yoktur! Aynı şekilde kabalıktan, katılıktan,
söylediklerimizi desteklemek için delil aramaktan da Allah’a sığınırız.
Maksadımız iki taraftan birini desteklemek değil, hakkı ortaya koymak, bâtıl
iddiaların bozukluğunu açıklamak, delil getirilen şeylerin onlara delil
olmadığını ortaya koymaktır.
Sertliğin yeri vardır böyle yerlerde yumuşak davranmak uygun
olmaz. Yine yumuşaklığın yeri vardır ki burada sert davranmak uygun olmaz. Her
kim bunlardan yalnız birini uygulamaya davet eder ve diğerini terk ederse o
bâtıldadır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir gün (savaş dönüşü)
bineği üzerindeydi ve yanında bulunanlara namazı binekleri üzerinde kılmalarını
emretmişti. Bir adam bineğinden atlayıp yerde kıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki:
“Muhalif düştü! Allah da ona muhalefet etsin!” Bu
asam İslam’dan çıkmadan ölmedi!”[13]
Bu adam meşru bir şey yapmış olmasına rağmen, yeri dışında
yaptığı için ona karşı kullanılan bu sert ifadeyi düşün! Çünkü o Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’e kendi görüşü ile muhalefet etmiştir! İbadette
aşırılık yapmak istemiştir.
Yine namazda gözü semaya kaldırmak hakkında şöyle
buyurmuştur:
“Bazı kimselere ne oluyor da namazlarında gözlerini
semaya kaldırıyorlar!” Sözünü sertleştirip dedi ki:
“Ya buna son verirler ya da gözleri onlardan alınır!”[14]
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Biriniz başını imamdan önce kaldırmasından dolayı Allah’ın
onun başını eşekbaşına çevirmesinden veya şeklini eşek şekline sokmasından
korkmaz mı?”[15]
Bu, namazda bir ihlâldir. İnsanların çoğunun nazarında bu
basit bir şeydir! Lakin ifadedeki sertliğe bakın! Peki ya tamamen namaz
kılmayana ne denir?
Hevâya tabi olan ve dini bozan kimseler yalnız bir yönden
bakar, diğer yönden terk eder. Hatta dinin gereğiyle amel edenlere hücum eder
ve onu çirkin sıfatlarla niteler!
Yine namazda konuşan sahabi kıssasını da gevşeklik için öne
sürerler. Yine namazda konuşan bu sahabi de, namazda konuşmanın helal
olmadığını bilmiyordu. Çünkü bu yasaklanmadan önce namazda iken konuşurlardı.
Bu konudaki yasak daha sonra gelmiştir. Bu sahabiye ise yasak ulaşmadığından,
yasaklanmasından sonra namazda konuşmuştur. Bilmeden yaptığı için ona sert
davranılmamıştır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudiyi ziyaret
etmesine gelince, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etmek için
gitmiştir. Bu kıssayı isyankârlara hatta kâfirlere yumuşak davranmaya ve onlara
sevgi besleyip meclislerine katılmaya delil getiren kimse dine karşı en büyük
iftirayı atmıştır ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemiştir!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ziyaret ettiği Yahudi
ölmek üzere idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etti,
o da müslüman oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu müşriklere ve kitap
ehline gidip onları Allah Teâlâ’ya davet etmek suretiyle de yapardı. Bu, onlara
sevgi beslemek ve onlarla ünsiyet ederek birlikte oturmak şeklinde olmamıştır!
Hiçbir müslüman böyle bir şey iddia etmez! Bu nasıl olabilir ki, Allah Teâlâ
kendisine şu ayeti indirmiştir:
لا
تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ
حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ
إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْأِيمَانَ
وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا
الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ
أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasûlüne
muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa
bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden
bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere
sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan
razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz
Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.”
(Mucadele 22)
Musa aleyhi's-selâm, Firavunu rabbine davet etmek için
gitmekle emrolundu diye, “Musa aleyhi's-selâm, Firavun’u ziyaret ederdi”
iftirası yapılabilir mi? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu Yahudi’yi Allah
Teâlâ’ya davet için gitmesi de işte böyledir!
Şeyh Hamd b. Atik rahimehullah şöyle demiştir: “Bir adam
gündüzleri oruç tutsa, geceleri namaz kılsa, dünyadan tamamen zahid olsa,
bununla beraber Allah için öfkelenip yüzü buruşmasa, bu adam Allah katında
insanların en nefret edileni, dindarlığı en az olanıdır. Büyük günah sahipleri
bile Allah katından bu kimseden daha ehvendir.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Farzları
terk etmek veya haramları işlemekle bilinen bir kimse kendisine hecir uygulanmasını
(tavır konulmasını) hak etmiştir. Ona tazir cezası olarak tevbe edinceye kadar
selam verilmez!”[16]
Bugün halkın geneli dinin bu yönünü terk etmiş olduklarından
Allah Azze ve Celle’nin ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in razı olmadığı
unsurlar giriş yolu bulmuş, şeytan da buna destekler ve savunma yolları hazırlamıştır.
Allah yardımcımız olsun.
Hatta insanın akrabaları ve yakınları kâfirlerden ve
günahkâr müslümanlardan ise Allah’ın emrini onlara karşı uygulayıp onlara
buğzetmesi ve tavır uygulaması, onlardan günahkâr müslümanları tevbe edinceye
kadar dargın durması gerekir.
ولا
يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لا يُوقِنُونَ
“İyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe
sevk etmesin!” (Rûm 60)
Samimî ilim ehlinin sözlerini düşün ve dinde şahsi
görüşüyle yorum yapan, fitneye düşmüş kimselerin sözlerinden sakın! Zira onların
çoğu bu zamanın deccalleridir!
Hak ehline düşmanlık edenlerin düşmanlıklarına
aldırma! Zamanımızdaki insanların kabul edip iyi gördükleri şey münkerin ta
kendisidir ve çirkin bulup karşı çıktıkları şey marufun/iyiliğin ta kendisidir!
[1]
Beyhakî Şuab (6601) İbn Sa’d Tabakat (7/142) İbn Asakir Tarih (58/304) Mutarrif
b. Abdillah b. Şıhhir rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmişlerdir. Ebu
Nuaym Hilye’de (2/286) Ebu Kılabe rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nispeti ise sahih değildir. Bkz.: Acluni
Keşfu’l-Hafa (1247)
[2]
Mecmuu’l-Fetava (17/306)
[3]
Bkz.: İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (1/24) İbn Kayyım Tariku’l-Hicreteyn
(s.100-106) İgasetu’l-Lehfan (1/30)
[4]
Buhârî (5679) Muslim (284) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.
[5]
Ebû Dâvûd (931) İbn Huzeyme (859) Muaviye b. El-Hakem es-Sulemî radıyallahu anh’den
[6]
Buhârî (1290) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.
[7]
Bkz.: Buhârî (6461) Muslim (2328)
[8]
Buhârî (4156) Muslim (2769)
[9]
Ebû Dâvûd (4602) Ahmed (25046) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (2609)
[10]
Buhârî (5758) Muslim (2107)
[11]
İbn Ebi'd-Dunyâ el-Emru Bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehyi Ani’l-Munker (75)
[12]
Ebû Dâvûd (481) İbn Hibban (1636)
[13]
İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (25/276) Hadisi İbnu’l-Mubarek Kitabu’l-Cihad’da
ve İbn Asakir Tarih’inde rivayet etmişlerdir.
[14]
Buhârî (717) Enes radıyallahu anh’den, Muslim (482) Cabir radıyallahu anh’den.
[15]
Buhârî (650) Muslim (427) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den.
[16]
Mecmuu’l-Fetava (23/252)