Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

16 Temmuz 2023 Pazar

Sihir Hadisine İtirazlar ve Cevapları

 Aişe radıyallahu anha’dan:

سَحَرَ رَسُولَ اللهِ r رَجُلٌ مِنْ بَنِي زُرَيْقٍ يُقَالُ لَهُ لَبِيدُ بْنُ الأَعْصَمِ حَتَّى كَانَ رَسُولُ اللهِ r يُخَيَّلُ إِلَيْهِ أَنَّهُ يَفْعَلُ الشَّيْءَ وَمَا فَعَلَهُ حَتَّى إِذَا كَانَ ذَاتَ يَوْمٍ أَوْ ذَاتَ لَيْلَةٍ وَهْوَ عِنْدِي لَكِنَّهُ دَعَا وَدَعَا، ثمَّ قَالَ يَا عَائِشَةُ أَشَعَرْتِ أَنَّ اللَّهَ أَفْتَانِي فِيمَا اسْتَفْتَيْتُهُ فِيهِ أَتَانِي رَجُلاَنِ فَقَعَدَ أَحَدُهُمَا عِنْدَ رَأْسِي وَالآخَرُ عِنْدَ رِجْلَيَّ فَقَالَ أَحَدُهُمَا لِصَاحِبِهِ مَا وَجَعُ الرَّجُلِ؟ فَقَالَ مَطْبُوبٌ قَالَ مَنْ طَبَّهُ ؟ قَالَ لَبِيدُ بْنُ الأَعْصَمِ قَالَ فِي أَيِّ شَيْءٍ؟ قَالَ فِي مُشْطٍ وَمُشَاطَةٍ وَجُفِّ طَلْعِ نَخْلَةٍ ذَكَرٍ قَالَ وَأَيْنَ هُوَ؟ قَالَ فِي بِئْرِ ذَرْوَانَ فَأَتَاهَا رَسُولُ اللهِ r فِي نَاسٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَجَاءَ فَقَالَ يَا عَائِشَةُ كَأَنَّ مَاءَهَا نُقَاعَةُ الْحِنَّاءِ أَوْ كَأَنَّ رُؤُوسَ نَخْلِهَا رُؤُوسُ الشَّيَاطِينِ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللهِ أَفَلاَ أَسْتَخْرِجُهُ؟ قَالَ قَدْ عَافَانِي اللَّهُ فَكَرِهْتُ أَنْ أُثَوِّرَ عَلَى النَّاسِ فِيهِ شَرًّا فَأَمَرَ بِهَا فَدُفِنَتْ

“Zurayk oğullarından kendisine Lebid b. Asam denilen bir adam, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e büyü yaptı. Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bazı işleri yapmadığı halde o iş kendisine yapıyormuş gibi geliyordu. Nihayet bir gün ya da bir gece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dua etti. Sonra tekrar dua etti, sonra tekrar dua etti. Sonra bana:

Ey Aişe! Kendisinden fetva istediğim şey hakkında Allah bana fetva verdi. Bana iki adam geldi. Biri başucuma, diğeri de ayakucuma oturdu. Başucumda olan, ayakucumda olana ya da ayakucumda olan, başucunda olana:

”Bu kimsenin rahatsızlığı nedir?” diye sordu. O da:

“Büyülenmiştir” dedi. Diğeri:

“Onu kim büyüledi?” dedi. Diğeri:

”Lebid b. Asam” diye cevap verdi. Diğeri:

“Büyü neye yapılmıştır?” dedi. Diğeri:

”Bir tarak, saç döküntüsü ve erkek hurma tomurcuğu ile yapılmıştır” diye cevap verdi. Öteki:

”Nerededir?” diye sordu. Diğeri: 

”Zervan kuyusunda” diye cevap verdi.” Aişe radıyallahu anha dedi ki: 

”Daha sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabelerinden bazı kimselerle birlikte oraya gitti. Sonra bana:

Ey Aişe! Vallahi, kuyunun suyu kına ıslatılmış su gibi kızıl, hurması da şeytanların başları gibi idi” buyurdu. Ben: 

”Ey Allah'ın rasulü! O büyüyü çıkartıp çözmedin mi!” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

Allah bana şifa verdi. Çıkartarak kötülüğünün insanlar arasında yayılmasını istemedim. Emrettim ve onu gömdüler” buyurdu.”

Hadisi Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapıldığına dair bu sahih rivayeti kabul etmeyenlerin itirazları dört noktada toplanmaktadır:

Birinci İtiaz: “Sihrin Bir Hakikati Yoktur” Görüşü

Mu’tezile’den bir grup ve Ebu Mansur el-Maturidî[1] bu yolu tutmuşlardır. Sonrakilerden Cemaluddin el-Kasimî[2], Tahir İbn Aşur[3] ve daha başkaları da bu görüşe tabi olmuşlardır. Mu’tizle görüşü nebilerin mucizeleri ile sihirbazların sihrini eşitleme esası üzere kuruludur. Onlara göre sihrin hakikatinin kabul edilmesi halinde sihir ile mucize birbirinden ayırt edilemez!

Mu’tezile’nin nübüvveti kabul etmeleri için nebiden başkasından harikulade halleri inkâr etmeleri gerekiyor! Bu durumda sihri, velilerin kerametleri ve bütün harikulade halleri inkar etmeyi gerekli görüyorlar!

Bu yüzden Mutezile’den Kadı Abdulcebbar (vefatı 415 hicri) sihrin hakiki olduğunu kabul etmenin, sihirbazların elinde meydana gelen şeylerin de insanlarla cinlerin aciz kaldıkları mucizelerden sayılması gerektirdiğini zannetmiştir.[4]

Sihrin etkisni birimizin verdiği zarar türünden bir şey olmasıyla sınırlamış, bu yüzden sihirbazın sihir yaptığı kişiye uzaktan zarar verebileceğini inkar etmiştir.[5]

Aişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiği hadiste de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, uzakta olan Lebid’in sihirinden etkinmiştir. Bu da onun itikadının tam aksinedir. Kadı Abdulcebbar bu yüzden bu hadisi inkâra kalkışmış, Ebu Bekr el-Cessas daha da ileri giderek bunu mülhitlerin uydurduğunu iddia etmiştir![6]

El-Cessas gibilerin inkârı karşısında el-Hacavi’nin şu sözü gibi söylenir: “Hadiste hiçbir etkisi yoktur. Çünkü İbnu’l-Cessas hadis imamlarından değildir. Ahkamu’l-Kur’ân kitabı işte önümüzde! Orada Sahihayn hadislerine kabul veya red olarak yöneldiğini göremiyoruz! Sanki o ikisinin (Buhârî ve Muslim’in) hiç rivayeti yokmuş gibi!”[7]

Hadis hakkında bu yüz kızartıcı inanç, Muhammed Abduh’un hadiste geçen sihir kelimesini, selefin anlayışından bağımsız bir şekilde yalnızca lugavî manada “hayal ettirmek” ile sınırlamasından kaynaklanmaktadır. O şöyle diyor: “…Kur’an’da sihir kelimesi çeşitli yerlerde geçmiştir. Bunu şu körler gibi anlamamız gerekmiyor! Zira sihirin lügatteki manası bir şeyi hakikatinden çevirmektir… Bize ne oluyor da kişiyle karısını ayıran sihri; kişiyi karısından, kadını kocasından yüz çevirten habis yol olarak anlamıyoruz?”[8]

Tevildeki bu genişletmeden Seyyid Kutub da ilerlemiş, Felak suresinde geçen “Neffasât(üfleyenler)” kelimesi hakkında şöyle demiştir: “Sihir eşyanın tabiatini değiştirmez, ona yeni bir hakikat meydana getirmez. Lakin hislerde ve duyu organlarında sihirbazın arzu ettiği şekilde hayal meydana getirir. İşte bu Kur’ân-ı Kerim’in Musa aleyhi's-selâm kıssasında tasvir ettiği sihirdir… Onların ipleri ve asâları gerçekte yılanlara dönüşmedi. Lakin insanlara ve onlarla beraber Musa aleyhi's-selâm’a hareket eden yılanlar şeklinde hayal ettirildi… İşte bu sihrin kabul etmemiz gereken tabiatidir. Bu tabiat insanlarda etki eder, onların duyu organlarında hayal edilmesi istenen şeyler hayal ettirilir… Hisler korku ve eziyet duyar, sihirbazın arzu ettiği yöne doğru yönlendirilir. Sihrin tabiatını ve düğümlere üflemeyi anlama konusunda bu sınırda dururuz…”[9]

İkinci İtiraz: “Bu Hadisi Kabul Etmek Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebliğ Konusunda Güvenilirliğini Sarsar” Görüşü

‌‌Diyorlar ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapılabileceği ve yapmadığı bir şeyi yapmış gibi hayal ettirilebileceği kabul edilirse, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından tebliğ ettiği şeylerin de bu türden olması ihtimali söz konusu olur ve dine güven kalmaz.”

Muhammed Abduh Amme Cüzü Tefsir’inde diyor ki: “Sihrin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in nefsinde etki ettiği ve hatta yaptığı bir şeyi yapmamış zannedecek kadar etkilediği kapalı bir husus değildir. Bu hastalıkların bedene etkisi türünden değildir. Sıradan olan yanılma ve unutma türünden de değildir. Bilakis bu akla dokunan, ruhu yakalayan bir şeydir… İddia ettikleri gibi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in aklının karışması mümkün olursa, tebliğ etmediği bir şeyi tebliğ etmiş zannedebilir veya kendisine nazil olmuş bir şeyi nazil olmamış zannedebilir.”[10]

Seyyid Kutub da Abduh’un söylediği minval üzere devam etmiş, şöyle demiştir: “Bu rivayetler, nübüvvetin korunmuşluğu ilkesine aykırıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün fiillerine, sözlerine, sünnetlerine ve şeriata inanmak gereğiyle bağdaşmaz.”[11]

Abduh ve Seyyid Kutub, bu haberi inkâr etmeleriyle sünneti destekledikleri zannı vermeye çalışsalar da, Rafizîlerin ve sünnet inkârcısı taifelerin şüphelerini tekrar etmekten ve kalplere şüphe atmaktan başka bir şey yapmamışlardır!

İmamiyye taifesinden Haşim Ma’ruf şöyle diyor: “Rabbinin nitelediği gibi hevasından konuşmayan bir nebinin şarlatanların iftirasıyla, şuurunu kaybetmesi ve rüşdünü yitirmesi nasıl doğru olabilir? Bununla beraber Kur’ân onu ancak kendisine vahyedileni konuşmakla nitelemiştir! Bütün insanlara onun söz ve fiillerine uymaları farz kılınmıştır! Sihir yapılan kişi hak olmayan bir şey söyleyebilir. Diğer insanlara caiz olmayan fiilde bulunabilir. Şuurunu ve idrakini yitirmiş olabilir.”[12]

Yine Samir İslambulî şöyle demiştir: “Akla etki eden bu sihir nübüvvet makamıyla açık bir şekilde çelişir. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem aklına etki edecek tahrif, halusinasyon, hezeyan, delilik ve diğer aklî hastalıklardan korunmuştur. Bu rabbani korumadır. Vahyin zayi olmaktan ve o konuda şüphelerden korunması için bu zorunludur. Nebîye sihir yapıldığını söylemek, vahyi lekelemektir. Çünkü sihir yapılan kimseden bir şey alınmaz. Çünkü o tebliğ ehliyetini, aklına ve eşyalara hükmüne dair güvenilirliğini kaybetmiştir.”[13]

İsmail el-Kurdî’nin anlayışı ise bu şüpheyi Allah Teâlâ’nın şu sözüne dayandırmaya ulaşmıştır: “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 67) Diyor ki:

“Allah’ın, rasulünü insanlardan gelecek her türlü etkiden koruyacağına dair sözünü inkâr edip de hiçbir değeri olmayan, yalnızca Buhârî ve Muslim’de geçen bir hadisi mi kabul ediyorsunuz?”[14]

Üçüncü İtiraz: “Nebi Sallallahu aleyhi ve sellem’e Sihir Yapıldığını Kabul Etmek Kur’ân’ı Yalanlamak Demektir” Görüşü

Muasır sünnet inkârcılarından Muhammed el-Gazali, hadis ehline ve bu haberin ravilerine karşı çirkince saldırarak şöyle diyor: “Bu sahihse, müşriklerin: “Zalimler dediler ki: Siz ancak büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz” (Furkan 8) şeklindeki sözleri neden doğru olmasın?”[15]

Bu şüpheye Kur’ân’ı bu şekilde alet etmek eski bir Mu’tezile metodudur. Neredeyse, öncekilerden hadisi reddeden herkesin sözlerinde, inkârcıların birbirlerinden miras aldıkları bu metod vardır. Hatta Muhammed Abduh, sihir hadisini inkâr eden Ezher’lilerden birine reddiyesinde alay ederek şöyle diyor:

“Sihri ispat etmek için Kur’ân ile delil getiriyor ve nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapıldığını reddetmek için Kur’ândan yüz çeviriyor! Müşriklerin O’na yaptıkları iftirayı zikrediyor ve bu konuda te’vil ediyor! Halbuki o, bu konuda değildir! Müşriklerin kastettikleri şey açıktır! Çünkü onlar: “Şeytan ona selamı giydirdi” diyorlardı. Şeytanın giysisi onlara göre sihir olarak biliniyordu. Böylece darbı mesel getiriliyordu. Bu da Lebid’e isnad edilen sihrin etkisinin aynısıdır. Onların iddialarına göre aklı ve idraki karışmıştı.”[16]

Dördüncü İtiraz: Sihir Şeytanın Amelindendir. Nefislere Etkisi Süflî ve Habistir. Onun Etkisi Ancak Zayıf Nefislerde ve Şehvetli Tabiatlerde Görülür. Temiz Nefis Sahibinin Bundan Etkilenmesi Mümkün Değildir” Görüşü:

Bu itirazı Reşid Rıza şu sözleriyle takrir etmiştir: “Önceki ve sonraki alimler katında kararlaştırılmış olan hususlardan biri şudur: Bu etki (sihrin etkisi) ancak kuvvetli nefis sahibi tarafından, zayıf nefis sahibine karşı söz konusu olur. Çünkü zararlı nefislerin yüksek ve temiz nefislere etki etmesi mümkün değildir… Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in nefsi en yüce ve en kuvvetli nefis olduğu için ondan aşağıda olanların ona etki etmesi söz konusu olamaz.”[17]

Muhammed el-Gazalî diyor ki: “Bu hayallendirme zayıf nefislere etki ediyorsa, Yahudi birinin en kuvvetli beşerî nefse sahip olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e etki etmesi nasıl söz konusu olabilir? Organlarında ve ruhunda bu etkinin manası nedir? Hâlbuki sihir, bunun varlığını iddia edenlere göre gizli bir kuvvete dayanmaktadır, maddî vesilelere değil…”[18]

Bu İtirazlara Cevaplar

Birinci İtiraza Cevap:

Birinci itiraz: “Sihrin bir hakikati yoktur, o ancak hayal gördürme ve olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermedir” şeklindeydi. Buna şu şekilde cevap verilir:

Ehl-i Sünnet sihirin hakiki olarak meydana geleceği hususunda ittifak etmiştir. Sihrin bazısı hastalandırır, bazısı öldürür, bazısı kişi ile eşinin arasını ayırır ve daha başka etkileri Allah’ın izniyle meydana gelir. Sihrin hakikatinin varlığı konusunda delilleri şu iki zorunlu ilmin sonucudur:

Birincisi: Dinî delillerden elde edilen ilim.

İkincisi: Hissî zorunluluklara dayalı ilim.

Birincisi hakkında icma akdolunmuştur. Sözüne itimad edilenlerden hiçkimsenin buna muhalif olduğu bilinmemektedir. Yalnızca Ebu Hanife’den nakledilen bir söz vardır ki o da zaten bid’at ehlinin bir imamıdır. Sünnet ehlinden sayılmamaktadır.

Bu konuda icma nakledenlerden birisi de el-Vezir İbn Hubeyre’dir. Şöyle demiştir: “Sihrin bir hakikati olduğu hususunda icma ettiler. Ancak Ebu Hanife’ye göre onun bir hakikati yoktur.”[19]

İbnu’l-Katan el-Fasî el-İkna kitabında şöyle demiştir: “Sihrin meydana geleceğine ve sihirbazların ancak Allah’ın izniyle zarar verebileceklerine iman etmek hususunda icma ettiler.”[20]

Ebu Abdillah el-Kurtubî dedi ki: “Şurası Allah Teâlâ’nın ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in haber vermesi ve ile kesin bir gerçektir ki, sihir vardır ve meydana gelir. Kendileriyle icmanın akdolunduğu çözüm ve karar ehli bunda ittifak etmişlerdir. Onların bu ittifaklarından sonra Mu’tezile’nin süprüntülerine ve hak ehline muhalefetlerine itibar edilmez.”[21]

‌‌İbnu’l-Kayyım, Mu’tezile’nin sihrin hakikatini inkar etmelerini zikrettikten sonra şöyle demiştir: “…Bu görüş, sahabeden ve seleften mütevatir olarak gelen rivayetlere, fakihlerin, tefsir ehlinin, hadis ehlinin, tasavvuf ehlinden kalp sahiplerinin ve akıl sahibi olarak tanınan kimselerin ittifaklarına muhalif bir görüştür.”[22]

Bu icma kitap ve sünnette sihrin hakikati ve etkisi olduğunu bildiren naslara dayalı bir icmadır. Bu naslardan bazıları şöyledir:

Naslardan Deliller

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَاّ بِإِذْنِ اللَّهِ}

Şeytanların Süleyman’ın mülkü hakkında uydurduklarına uydular. Süleyman kâfir olmadı; asıl şeytanlar sihri ve Babil'deki Harut ve Marut adlı iki meleğe indirilenleri insanlara öğreterek küfre girdiler. Oysa o ikisi: “Biz (insanlar için) bir fitneyiz; sakın küfre girmeyin!” demedikçe, hiç kimseye öğretmezlerdi. O ikisinden karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı; oysa onunla, Allah'ın izni olmadıkça, hiç kimseye zarar veremezlerdi!” (Bakara 102)

Ayetin delil olan birinci yönü: Allah Azze ve Celle Suleyman aleyhi's-selâm’ın sihir yaptığı iddiasını reddetmiş ve bunu şeytanlara nispet etmiştir.[23] Zira Suleyman aleyhi's-selâm’ın elinde zuhur eden insanları ve cinleri zaptetme gibi mucizelerin sihir olduğunu söyleyerek Suleyman aleyhi's-selâm’a sihir nispet ediyorlardı. Allah Teâlâ onları bu konuda yalanlamıştır.[24]

İkinci delil olma yönü: Allah Subhanehu iki meleğin sihir öğrettiklerini haber vermiştir. Eğer onun bir hakikati olmasaydı onu öğrenmek ve öğretmek mümkün olmazdı.[25]

Üçüncü delil olma yönü: Allah Subhanehu sihirbazların kişiyle karısını ayırmalarını zikretmiştir. Burada sihirin etkisi ve kişiyle karısını ayırmak suretiyle gerçekleşmesi açıktır. Nitekim Allah Teâlâ bunu mevsule olan “mâ” edatıyla ifade etmiştir ki bu da bir şeyin var olduğu ve hakiki olduğuna delalet eder.[26]

Bu, Muhammed Abduh’un iddia ettiği gibi sadece “Kişiyle karısını ayıracak şeylere yönlendiren ince ve habis bir yol” değildir. Muhammed Abduh bu yorumunda sihir kelimesinin lugat manalarından birine dayanmıştır. Bilakis Allah yapanın ve yaptıranın küfrünü gerektiren bir işten bahsediyor ki, eşleri yalnızca birbirinden nefret ettirmek küfrü gerektirmez!

Diğer bir delil şudur: Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

{وَمِن شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ}

Ve düğümlere üfleyen kadınların şerrinden…” (Felak 4)

‌‌Ayette delil olan kısım şudur: Allah Azze ve Celle, nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e düğümlere üfleyen kadınların şerrinden kendisine sığınmasını emretmiştir. Burada “neffâsât” kelimesiyle ister düğümlere üfleyerek sihir yapan kadınlar kastedilmiş olsun[27], isterse de kötü nefisler[28] kastedilmiş olsun fark etmez. Şayet sihrin bir hakikati olmasaydı Allah nebisine onun tehlikesinden sığınmasını emretmezdi. Bununla beraber tefsir imamlarından birçoğu Felak suresinin nüzul sebebi olarak Lebid b. El-Asam’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e büyü yapmasını zikretmişlerdir.[29]

İbn Kayyım el-Ceviyye bu konuda şöyle demiştir: “Bu ayet, bu üflemenin büyü yapılan kimseye onun gıyabında zarar verdiğinin bir delilidir. Şayet şu kimselerin iddia ettikleri gibi, zarar yalnızca doğrudan bedene zahiri zarar vermek şeklinde olsaydı, üfleme ve “neffasat” kendisinden sığınılması gereken bir şer olmazdı.[30]

Sihrin yalnızca hayal ettirmekten ibaret olmasıyla sınırlandıran itirazcıların kuruntularına gelince, onlar Allah Teâlâ’nın şu ayetini delil getirdiler: “

{فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِن سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَى}

Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.” (Tâhâ 66)

Burada onların şüphelerine ve Ehl-i Sünnet’e karşı konumlarına bir dayanak yoktur. Çünkü Ehl-i Sünnet hayal ettirtmenin sihrin şubelerinden bir şube olduğunu inkâr etmemektedir. Lakin bununla beraber sihrin hayalin söz konusu olmadığı hakikati vardır. Birinci türünü ayet ifade etmektedir. Bu yüzden ikinci türü inkâr edilemez. Umumun cüzlerinden birinin zikredilmesi tahsisi gerektirmez! Bu yüzden Ehli Sünnet sihri yalnızca hayal ettirmekle sınırlayanlara karşı çıkmaktadır.

  İbn Hacer şöyle demiştir: “Ayet, sihrin yalnızca hayal ettirmekten ibaret olduğunu iddia edenlerin dayanağıdır. Hâlbuki burada buna bir delil yoktur. Çünkü bu ayet Firavun’un sihirbazları hakkında varid olmuştur. Onların sihri bu şekilde idi. Bundan dolayı bütün sihir türlerinin hayal ettirmekten ibaret olması gerekmez.”[31]

İtiraz sahiplerinin: “Bu hadisi kabul etmek, nübüvvetin batıl olmasını gerektirir” şeklindeki iddialarına gelince;

Ehl-i Sünnete göre bu hadisi kabul etmek nübüvvetin bâtıl olmasını gerektirmez. Çünkü onlara göre nebilerin mucizeleri ile sihirbazların ve kâhinlerin sihri arasındaki fark güneşten daha açıktır. Bunun bir sınırı ve hakikati vardır. Şüphe ancak nebilerin mucizeleri ile sihirbaz ve kâhinlerin sihirleri arasında ayrım yapamayanların, ikisinin arasındaki farkı tespit edemeyenlerin ve yaratıcınının maksadı, kudreti ve hikmetine yönelik farkı göremeyenlerin zihinlerinde meydana gelmektedir.

Mu’tezile ve onlara uyum gösteren Ebu Bekr el-Cessas gibileri Aişe radıyallahu anha hadisinde ve daha başka hadislerde sihrin meydana gelmiş olmasını nebilerin mucizelerinin iptali olarak iddia etmişlerdir. Çünkü onlara göre nebilerin getirdikleri ile sihirbazların yaptıkları aynı mertebededir. Bu bâtıl bir iddiadır. Çünkü nebilerin mucizeleri insanların ve cinlerin kudretlerinin dışında olan, Allah’ın kevnî sünnetlerinin dışında meydana gelen hadiselerdir. Sihirbazların sihri ise insanların alışageldikleri şeylerin dışında meydana gelen hadislerdir. Bu ikisinin arasındaki fark düşünen kimseler için gayet açıktır:

1- Sihir, kehânet ve benzerleri, sahipleri tarafından bilinen alışılagelmiş işlerle yapılır. Adetlerinin üzerinde şeyler değildir. Hatta onun her bir türünün nebiler dışında ona devam eden ehilleri vardır. Alıştırmalarla, çalışılarak ve şeytanların teshiri ile elde edilir. Nebilerin mucizeleri ise Allah’ın nübüvvetini tasdik ettiği kimseler dışındakilere bu imkân kapalıdır. Bu ancak nebiler ve onlara tabi olanlar için (keramet şeklinde) söz konusu olur. Hiçkimse mucizeyi elde etmeye çalışmakla ona ulaşamaz.

2-  Sihirbazların ve kâhinlerin getirdikleri şeylere onun benzeriyle muaraza etmek mümkündür. Nebilerin mucizelerine karşı ise hiç kimse onun bir benzeriyle muaraza edemez.

3- Sihirin – özellikle gözle yapılan büyünün – sihirbaz tarafından nefsinin ona yönelmesine ve azimetini ona bağlamasına ihtiyacı vardır. Ondan gaflet ettiği zaman etkisi kaybolur. Mucize ise böyle değildir. Zira o Allah Azze ve Celle tarafından olduğu için buna ihtiyaç yoktur.

4-  Nebi ancak kulların dünya ve ahiret maslahatlarına yönelik şeyler emreder. İyiliği emreder, kötülükten yasaklarlar, tevhidi, ihlası, doğruluğu emrederler, şirkten, yalandan, zulümden yasaklarlar. Akıllar ve fıtratlar buna uyum gösterir. Nebilerle geleni ve onların getirdiklerini kabul ederler. Sarih akıl ve sahih nakiller bunu kabullenmeyi gerektirir. Onların muhalifleri ise şirki ve zulmü emrederler, dünyaya tazim ederler, amelleri günah ve düşmanlıktır.

5-  Nebiden önce nebiler gelmişlerdir. Bu nebi ancak kendisinden önce gönderlen rasullerin emrettiği türden şeyler emreder. Onun ölçüleceği benzerleri vardır, onlarla değerlendirilir. Yine sihirbazların da kendisiyle kıyaslanarak değerlendirileceği benzerleri vardır!

İlim ehli nebiler ile sihirbazlar arasındaki bunun gibi farkları açıklamışlardır.[32]

Hissî Deliller

Sihrin hakikatini inkâr edenlere muhalif olan hissî zorunluluklara gelince şu şekilde cevap verilir:

Ümmetler farklı dinler, farklı ırklar ve farklı memleketleriyle sihrin hakikati olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü onun büyülenen kimsede meydana gelen etkilerine, aklına veya bedenine isacet eden acılara veya kişiyle eşini ayırmasına veya öldürmesine, dünyayı ondan çevirmesine, bir şahsı sevdirmesine veya nefret ettirmesine, bir kadını eşiyle ilişkiden bağlayıp alıkoymasına şahit olmuşlardır. Bu “Tasfih/kaplama büyüsü” olarak bilinmektedir. Okunarak gömüşmüş şey çıkarılınca veya yedirilen şey kusturulunca büyü bozulmakta ve kadın kocasıyle önceki tabiatine dönmektedir. Bu durumlara defalarca şahit olunmuştur.

Sihrin bazı türleri sevgi, nefret, iyiliği ve kötülüğü ilkâ etmek gibi kalplere hakiki olarak tesir eder. Bazısı acı, hastalık gibi bedene tesir eder. Büyüyü yapan, büyülemek istediği kimseyle doğrudan temas etmeden, ondan uzakta olduğu halde bunları yapar. Ona şeytanları musallat eder.

Bunların çoğu tılsımlar denilen şekiller çizerek veya iplere düğüm atıp belirli rukyelerle üfleyerek yapılmaktadır. Bu rukyelerde yıldızlardan yardım isteme, cinleri çağırma veya şeytanların isimleriyle ve öncekilerin ilahlarına dua etme vardır. Bu şekillere büyülenmek istenen kimsenin ismi yazılır veya resmi konulur yahut onunla alakalı bir elbise ve benzeri şeyler konulur, kelam ona yönlendirilir ve Allah’ın izniyle büyülenen kişi bu büyüden etkilenir. Yahut o kimsenin memleketine has işaretler kullanılır.[33]

Sihirbazlar maddeleri başka bir şeye çeviremezler. Nitekim İbn Hacer şöyle demiştir: “Ancak sihirbazın sihriyle cansız varlıkların hayvana döndürülmesi veya bunun aksi ve benzerleri inkâr edilir. Bunlar sihirbazın güç yetiremeyeceği şeylerdir.”[34]

Bu yüzden bu büyü olayları hissî olarak gerçekleşir ve haber olarak mütevatirdir. Fakihlerin eserlerinde bu konularda sorulan meseleleri zikrettiklerini görürsün.[35] Bunun etkilerinin hükmünü araştırmışlardır. Mesela büyüyle birini öldüren kimsenin hükmünü fıkhî açıdan araştırmışlardır. Sihir yapanın mürted oluşunu ve küfrünün hükmünü değerlendirmişlerdir. Şayet sihrin hakikati olmasaydı ve yalnızca göz yanıltmaktan ibaret olsaydı bütün bu ayrıntılara girmezlerdi.

Ebu’l-Abbas el-Kurtubî şöyle diyor: “Allah Teâlâ’nın ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in haber vermesiyle sihrin varlığı ve meydana gelmesi kesindir. Kim bunu inkâr ederse o bir kâfirdir.[36] Allah’ı ve rasulünü yalanlamıştır. Yine şahit olunarak bilinen hakikati de inkâr etmiştir.”[37]

Nitekim daha önce İbn Kuteybe (vefatı 276 hicri) sihrin hakikatini inkar edenlere hayret ederek şöyle demiştir:

“Bu görüşe giden müslümanlara da, Yahudilere de, Hristiyanlara da, kitap ehlinin tümüne de, Hind, Rum, Cahiliyye arapları ve İslam ehli tüm ümmetlere muhalefet etmiştir.”[38]

Sihrin hakiki olarak meydana geldiğini gösteren delillerden ve İslam imamlarının ittifaklarından sonra Ebu Hanife’den nakledilen sihrin hakikatini inkar ettiğine dair söz ile şunu kastetmiş olabilir: Sihir varlıkların kendisini değiştirip başka bir şeye dönüştüremez. Sihirbaz asayı yeyip içen bir yılana dönüştüremez, ancak bunu hayal ettirebilir. Yoksa Ebu Hanife’den sihrin mutlak hakikatini nefyettiğine dair bir şey sabit olmamıştır. Allah en iyi bilendir.

Nitekim Ebu Hanife’den sihrin hakikatini kabul ettiğine dair görüş de nakledilmiştir.[39]

Hatta Hanefi imamları bu ikinci nakli ashabının mezhebi olarak belirlemişlerdir.[40]

Onların mezhebinde araştırma ehli olanlar Ebu Hanife’den bu şekilde tahriç etmişlerdir. Zira Ebu Hanife’den aktarılan diğer söz şerî delillere, icmaya ve hissî gerçeklere aykırıdır.

Hanefilerden Enver Şah el-Keşmîrî (vefatı 1353 hicri) şöyle demiştir: “Sihrin tesiri sağlıklı kimseyi hasta etmek veya bunun aksi şeklindedir. Ama mahiyetini değiştirmek şeklinde değildir. Mahiyetini değiştirmek ancak hayal ettirtmek şeklinde olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.” (Tâhâ 66) İpler yılana dönüşmemişlerdi. Lakin ona öyle hayal ettirttiler. Ebu Hanife’ye nispet edilen sihrin yalnız hayal ettirme şeklinde olduğuna dair görüş de böyledir. Mutlak olarak sihrin etkisini nefyetmeyi kastetmemiştir. Zira bu etki bilinmekte ve şahit olunmaktadır. Ancak Ebu Hanife sihrin varlıkların mahiyetini değiştirmesi hakkında bunu söylemiştir.”[41]

Bu açıklama el-Maverdî’nin[42] de (vefatı 450 hicri) gönlünün yattığı açıklamadır. O şöyle demiştir: “İnsanlar sihrin hakikati konusunda ihtilaf ettiler. Fakihlerin, Şafii, Ebu Hanife, Malik ve kelamcıların çoğunluğunun görüşü sihrin hakikati olduğu ve tesir ettiği şeklindedir.”[43]

El-Maverdî Mu’tezile meşrepli birisi olduğu için[44] onun sözünü özellikle naklettim. Şayet Ebu Hanife veya imamlardan bir kimse sihrin hakikatini inkâr ediyor olsaydı Maverdi bunu dikkatten kaçırmaz, mutlaka zikrederdi!

İkinci İtiraza Cevap:

İkinci itiraz: “Nebiye sihir yapıldığına dair hadisi kabul etmek rasulün ismetini ve tebliğdeki güvenilirliğini sarsar” iddiası idi.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapıldığını kabul etmek böyle bir şeye sebep olmaz. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ismeti (korunmuşluğu) dini tebliğ hususundadır. Nitekim bunun gerçekleştiğine dair kesin deliller sabit olmuştur. Bunun gerçekleştiğine itikat, O’na sihir yapılamaz olmasına bağlı değildir. Çünkü ismet, delilleriyle ve bütün hallerinde gereçekleşen burhanlar ile onun zatında sabittir.

El-Mazerî şöyle diyor: “Bid’atçilerden bazıları sabit yollarla gelen bu hadisi inkar ettiler ve bu durumun nübüvvet makamından düşüreceğini ve kuşku meydana getireceğini iddia ettiler. Bütün bu vardıkları görüşler bâtıldır. Bunun (Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapılmasının) dinin kurallarına güveni yok edeceğini, “Belki de ona Cibril aleyhi's-selâm hayal ettirildi, görmediği şeyi gördüğünü ve kendisine vahyedildiğini zannetti, söyledikleri bâtıldır” demelerinin mümkün olacağını iddia ediyorlar! Onun Allah Subhanehu katından tebliğinde bu durumun sarf edildiği ve korunduğu hususunda delil kâim olmuştur.”[45]

Bu inkârcılara şöyle deriz: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tebliğde hata ettiğine dair bir deliliniz var mı ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e büyü yapıldığını ispat eden hadisi eleştiriyorsunuz? Zira daha önce geçtiği gibi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ismetinin sübutu bu hadisi inkâr etmenize bağlı değildir.

Sonra deriz ki: sihir nebilerin bedenlerinde cereyan edebilir. Çünkü onlar beşerdir. Başkaları için söz konusu olan hastalık ve illetler onlar için de söz konusudur. Sihrin onların bedenlerine etkisi öldürmekten daha fazla değildir.[46] Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir, insanlara etki eden eziyetten ve hastalıklardan öte bir şey değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sihir çözülünce: “Muhakkak ki Allah bana şifa verdi” demiştir. İbnu’l-Kassar el-Malikî’nin dediği gibi, şifa ancak illetin ve hastalığın ortadan kalkması halinde olur.[47]

Sihrin tesirinin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in nefsine ve idrakine yönelik olduğu söylense de fark etmez. İşte kardeşi Musa aleyhi's-selâm’ın gözü ve idraki büyülenmiş, hatta ona ipler ve asa hareket eden yılanlar şeklinde hayal ettirilmişti! Onun şerefli nefsine bu büyü etki etmişti! Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{فَأَوْجَسَ فِي نَفْسِهِ خِيفَةً مُّوسَى}

Mûsâ, birden içinde bir korku duydu” (Tâhâ 67)

Bu durum onun ismetine halel getiren bir durum sayılamaz.

Yahut Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e yapılan sihrin yalnızca bedenine etki ettiği söylense de fark etmez. Aişe radıyallahu anha’nın: “Ona hayal ettiriliyordu…” sözünü: “Hanımlarına yanaşmaya gücü varken onlara yaklaştığında sihrin etkisi onu yakalıyor ve bunu yapamıyordu”[48] şeklinde açıklayanların görüşü böyledir.

İki durumda da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e büyü yapılmış olması ismet sıfatını zedelemez.

Şayet: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e isabet eden sihir muhayyilesinde veya gözünde tesir ettikten sonra onun şerefli nefsinde de etki etti” denilse bu da ismet sıfatını zayıflatmaz. Bu tıpkı üzüntü, keder, unutma ve yanılmanın arız olması gibidir.

 Rivayetlerde ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e yapılan büyünün yalnızca kendisine ârız olan hayal ve hücum eden düşünceler şeklinde etki ettiği ifade edilmektedir. Aişe radıyallahu anha’nın yanına gelmediği halde geldiğini zannetmiştir.  Bu durum âdeti dışında meydana gelen bir düşünce ve zandır.[49]

Zan ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hakkında imkânsız bir şey değildir.[50] Üstelik bu zan dünya işlerine has bir konuda, hanımları hakkındadır. Başka bir konuda değildir. Bunu İbn Uyeyne’nin rivayetinde Aişe radıyallahu anha’nın şu sözü açıklıyor:

كان يَرى أنَّه يأتي النِّساء، ولا يَأتيهنَّ

‌‌“Kadınlara gelmediği halde onlara geldiğini görüyordu.” El-Humeydî’nin rivayetinde ise şu lafızladır:

أنَّهُ يأتِي أهلَه، ولا يأتِيهِم

“Ailesine gelmediği halde geldiğini sanıyordu.”

Diğer bir rivayette geçen:

أنَّه يفعَلُ الشَّيء ولا يفعله

“Bir şeyi yapmadığı halde yaptığını hayal ediyordu” sözü ise kinaye babındandır. İşiten kişinin bununla cimanın kastedildiğini anlaması yeterlidir. Nitekim diğer rivayetlerde bu tasrih edilmiştir. Bazı ravilerin umumi ifade kullanmış olması kinaye içindir, bütün fiillerini kapsamaz.

İtirazcıların: “Allah seni insanlardan korur” ayetini delil getirmelerine gelince, hadiste geçenler bu ayete aykırı değildir.[51]

Bizler ayetin nassında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sihirden korunacağını göremiyoruz! Ancak mücmel olarak korunacağı vardır. Burada ancak usulcüler katında bilinen iktiza delaleti ile mahzuf takdir edilerek açıklanabilir.[52]

Böyle bir takdir de ancak şu şekillerde olabilir:

Ya “öldürülmekten korunması” takdir edilir ki bu Şafii ve bazı tefsir imamlarının tercihidir[53], bu takdir yapıldığında ayetin hadise aykırı olduğu iddiası boşa çıkar.

Ya da “insanların eziyetlerinden korunması” takdir edilir ki bunu takdir etmek sahih olmaz. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in siyretine bakan herkes görür ki insanlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e hakaret, topuklarını kana bulamak, azı dişlerini kırmak, yahudilerin zehirlemesinden etkilenmek gibi türlü bela ve eziyetler ulaştırmışlardır. Allah bunlarla O’nun derecesini yükseltmiştir.

Eziyetlerden korunması, buradaki ismete dâhil olmadığına göre şüphesiz ki sihir de bu eziyetlere dâhildir!

Hem sonra “insanların eziyetleri” diye mahzuf takdir edilebilecek olsaydı dahi bunun şartlı eziyet olarak yorumlanması gerekirdi. Bunun mutlak olarak eziyet değil de tebliğe mani olan eziyet diye takdir edilmesi gerekirdi. Tefsir ehlinden bazı muhakkiklerin tercihi böyledir.[54] Nebî sallallahu aleyhi ve selleme isabet eden sihir ise risaleti tebliğine mani olmamıştır!

Üçüncü İtirazın Cevabı

Üçüncü itiraz: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapıldığını kabul etmek, Kur’ân’ı yalanlamak olur. Çünkü şöyle buyrulmuştur: “Zalimler dediler ki: “Siz ancak büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz.” Şeklinde idi.

Bu anlayışı reddetmek için el-Muallimi’nin şu cevabını aktarmak yeterli olacaktır:

“Müşrikler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e yalan nispet edemeyeceklerini, O’nun verdiği haberlerde Allah Azze ve Celle’ye iftirada bulunduğunu söyleyemeyeceklerini biliyorlardı. Bunun üzerine başka bir yola kalkıştılar. Onun cinlerle irtibatta olduğunu, cinlerin ona diledikleri şeyi ilka ettiğini, O’nun da cinleri tasdik edip insanlara bunları haber verdiğini iddia ettiler.

Onların attıkları şüpheler bu iddianın etrafında dönüyordu. “Onda delilik var, mecnundur, kâhindir, sihirbazdır, büyülenmiştir, şairdir” şeklindeki sözleriyle kastettikleri budur. Şair olduğunu iddia ederlerken Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in cinler tarafından ilka edilen şiirleri söylediğini kastediyorlardı. Bu yüzden şairdir dediler. Yani cinler diğer şairlere ilkâ ettikleri gibi ona da ilka ediyorlar demek istiyorlardı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şiir kendinden şiir söylediğini veya Kur’an’ın şiir olduğunu kastetmiyorlardı

Bu anlaşıldıysa, müşrikler “Siz ancak büyülenmiş bir adama tabi oluyorsunuz” şeklindeki sölzeriyle de nübüvvet işinin tamamen sihir olduğunu, - iddialarına göre - şeytanların ona hâkimiyet kurmuş olduğunu, O’na Kur’ân’ı ilka ettiklerini, emrettiklerini, anlattıklarını, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in de bütün bunları tasdik ettiğini, bunların Allah’tan ve meleklerden geldiğini zannettiğini kastediyorlardı.

Şüphe yok ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e vahyin fetreti döneminde arız olan durum, müşriklerin iddia ettikleri şey değildir.”[55]  

Her halukârda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e arız olan hal uzun sürmemiş, Allah Teâlâ ondan bunu kaldırmıştır. Bu hastalığı meşhur olacak kadar uzamamıştır. Şayet uzasaydı naklini gerektiren sebepler çokça bulunduğu için elbette mütevatir olarak nakledilirdi. Çünkü ashabı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in durumuna çok fazla özen gösteriyorlardı. Lakin kendisine büyü yapılarak kadınlara karşı bağlanması kısa sürmüştür.[56]

Bu yüzden İsmailî’nin Ebu Damra yoluyla rivayetinde: “Kırk gece” sürdüğü geçer.[57]

Vuheyb’in Hişam b. Urve’den rivayetinde “altı ay” şeklinde gelmiştir.[58]

Bu iki sürenin arası şöyle bulunur: Altı aylık süre mizacının bozulmasının başlangıcından itibaren olan süredir. Kırk gün ise hastalığın hâkim olduğu süredir.[59]

Dördüncü İtirazın Cevabı

Sihrin şeytanın amelinden olduğu ve habis nefislere etki ettiği, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bedenine tesir edemeyeceği iddiasına gelince şöyle cevap verilir:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem nefsi bakımından üstün olduğu halde insan şeytanlarının eziyetine maruz kalması mümkün olduğuna göre cin şeytanlarının eziyetine maruz kalmasına mani nedir? Hem Allah ondan bütün eziyetleri gidermiştir. Ne aklen ne de naklen buna mani bir durum yoktur.

İşte kardeşi Eyyub aleyhi's-selâm, şeytanın bedenine musallat olmasına maruz kalmış, hatta hastalanmıştır. Nitekim Allah Teâlâ onun hakkında şöyle buyurmuştur:

{وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ}

Kulumuz Eyyûb'u da an. O, Rabbine: “Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi” diye seslenmişti.” (Sad 41)

Muhammed el-Emin eş-Şantkitî diyor ki: “Bu durum, Şeytan’ın Eyyub aleyhi's-selâm gibi birine musallat olmasına aykırı değildir. Çünkü tasallut aileye, mala, bedene karşı hastalık gibi beşerî arazlar türünden olabilir. Nebiler de buna maruz kalabilirler. Çünkü onlara da hastalık, ailesinin ölümü, malının helak olması gibi türlü sebepler arız olabilir. Bu sebepler, şeytanın belaya uğratarak musallat olmasına mani değildir.”[60]

Şeytanın Allah’ın nebisi Eyyub aleyhi's-selâm’a musallat olması mümkün olduğuna göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e musallat olması neden mümkün olmasın?

El-Muhelleb b. Ebi Sufra (vefatı 435 hicri)  diyor ki: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şeytanlardan korunması, onların Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e tuzak kurmak istemelerine mani bir durum değildir. Nitekim Sahih’te şeytanın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in namazını bozmak istediği, Allah’ın ona imkân vermediği geçmiştir. Sihir de böyledir. Onun zararı tebliğ ile alakalı bir eksikliğe sebep olma derecesine ulaşmamıştır. Bilakis o diğer hastalıkların verdiği zarar cinsindendir. Konuşma konusunda zayıflaşmak, bazı fiillerden aciz kalmak veya bazı şeylerin olduğunu hayal etmek gibi sürekli olmayan, bilakis geçici olan, şeytanların Allah tarafından iptal edilen tuzaklarıdır.”[61]

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in temiz ve yüce olmasından dolayı habis nefislerin ona bir kötülük ulaştıramayacağını iddia etmelerine gelince, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zatında sadıktır. Uhud’da ona musallat olmadılar mı? Şerefli ayağını kanatmadılar mı? Azı dişini kırmadılar mı? Neredeyse öldüreceklerdi! Bunu ona ancak habis ve alçak nefis sahipleri yapmadılar mı?

Hem Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e dokunan sihrin şeytanî ruhlar vasıtasıyla yapılıp bedenine hükmettiğini söyleyen kimdir?  Her sihirle beraber onun yanında şeytanî bir sebep veya sihrin hadimi yoktur! Bilakis hadisin zahirinden anlaşıldığı üzere kuyunun suyuna cinsel soğukluk için atılan bazı özel ve doğal maddeler ile sihir yapılmıştır.

Bu maddeler bedenin organlarında etki eder. Sihri ile kastedilen bedene yaptığı bu etkilerdir. Sihir ilminde bu “İttisal kanunu” diye bilinir. İnsan bedeni ile ilişkilendirilen şey durmaya devam ettikçe etkisinin de devam etmesi esasına dayalıdır. Hadiste de Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in dinçliği üzerinde bu etki görülmektedir. Belli tılsımlar yapılır ve büyülenmek istenen kişinin bedeninde etki etmesi için onunla bu ilişkilendirilir.

Lebid’in yaptığı sihir de işte budur. Bu en kuvvetli ve en tehlikeli sihir türüdür. Allah en iyi bilendir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bedenine Allah’ın dilemesi ve hikmetiyle bu sihrin etki etmiş olmasına aklen bir mani yoktur. Aksi halde şu inkârcıların iddia ettikleri gibi sihrin bir etkisi olmasaydı, Allah’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e düğümlere üfleyen kadınların şerrinden sığınmasını emretmesinin ne faydası olurdu?

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihirin isabet ettiğini bildiren bu hadis burada zikredemeyeceğimiz birçok incelikler ve ibretler içermektedir. Bu durum nübüvvet makamını zedeleyen bir unsur değildir. Bilakis nübüvvete delalet eden şer’î delillerdendir.

Nitekim hadis imamları bu hadisi kabul ile karşılamışlardır.[62] Her türlü kötülükten Allah’a sığınırız.



[1] Bkz.: Maturidi et-Tevhid (s.209)

[2] Bkz.: Mehasinu’t-Te’vil (9/577)

[3] Bkz.: et-Tahrir ve’t-Tenvir (1/633)

[4] Bkz.: Kadı Abdulcebbar Şerhu Usulu’l-Hamse (s.568-572) İbn Teymiyye en-Nubuvvat (1/484)

[5] Bkz.: Muteşabihu’l-Kur’ân (s.708, 102)

[6] Cessas Ahkamu’l-Kur’ân (1/60)

[7] El-Hacavi el-Fasi ed-Difâ’ Ani’s-Sahihayn Difaun Ani’l-İslam (s.107)

[8] Mecelletu’l-Menar (33/41-43)

[9] Fi Zilali’l-Kur’ân (6/4007)

[10] Mecelletu’l-Menar (33/41-43)

[11] Fi Zilali’l-Kur’ân (6/4008)

[12] Dirasat Fi’l-Kâfî ve Sahihu’l-Buhârî (s.247)

[13] Tahriru’l-Akli Mine’n-Nakl (s.244)

[14] Nahvu Tef’il Kavaidu Nakdi Metni’l-Hadis (s.160)

[15] El-İslam ve’t-Tâkâtu’l-Muattıla (s.54)

[16] Mecelletu’l-Menar (33/41-43)

[17] Mecelletu’l-Menar (33/33)

[18] Muhammed el-Gazali El-İslam ve’t-Tâkâtu’l-Muattıla (s.54)

[19] Ondan bunu İbn Kesir Tefsir’inde (1/371) nakletmiştir.

[20] El-İkna Fi Mesaili’l-İcma (1/58)

[21] Kurtubi El-Cami Li Ahkami’l-Kur’an (2/46)

[22] İbn Kayyım Bedaiu’l-Fevaid (2/227)

[23] Bkz.: İbn Battal Şerhu Sahihi’l-Buhârî (9/442)

[24] Bkz.İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/223)

[25] Bkz.: Kurtubi el-Cami Li Ahkami’l-Kur’an (2/46)

[26] Bkz.: Şankiti Advau’l-Beyan (4/546)

[27] Bkz.: Taberî Camiu’l-Beyan (24/749)

[28] Bkz.: İbn Kayyım Bedaiu’l-Fevaid (2/221)

[29] Bkz.: Kurtubi el-Cami (2/46) el-Ferra Meaniyu’l-Kur’ân (3/301) el-Vahidi Esbabu’n-Nuzul (s.473)

[30] Bedaiu’l-Fevaid (2/227)

[31] Fethu’l-Bari (10/225)

[32] Bkz.: İkmalu’l-Mu’lim (7/89) İbn Teymiyye en-Nubuvvat (1/558-560) el-Keşmirî Feyzu’l-Bari (6/141)

[33] Bkz.: İbn Aşur et-Tahrir ve’t-Tenvir (1/633-634)

[34] Fethu’l-Bari (10/223)

[35] Bkz.: İbn Rüşd el-Beyan ve’t-Tahsil (16/444) İbn Kudame el-Mugni (9/28) Nevevi Ravdatu’t-Talibin (9/347) İbn Nuceym el-Bahru’r-Raik (5/139)

[36] Ancak muayyen şahıslarda tekfirin manileri gözetilir. Mu’tezile ve onlardan etkilenenlerin te’villeri gibi maniler söz konusu olabilir.

[37] El-Mufhim (4/569)

[38] Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis (s.261)

[39] Bkz.: İbn Mulakkin et-Tavdih (27/536)

[40] En-Nehru’l-Faik (3/254) Durru’l-Muhtar (1/44)

[41] Feyzu’l-Bari (4/293)

[42] Ali b. Muhammed b. Habib Ebu’l-Hasen el-Maverdi: Basra’da doğmuş, sonra Bağdad’a taşınmıştır. Birçok beldede kadılık yapmıştır. Sonra Abbasi halifesi el-Kaim Bi Emrillah zamanında baş kadılığa getirilmiştir. Mu’tezile mezhebine meylederdi. Bağdad’da vefat etmiştir. En meşhur eserleri Edebu’d-Dunya ve’d-Din ve el-Ahkamu’s-Sultaniye kitaplarıdır. Bkz: Zirikli el-A’lam (4/327)

[43] El-Haviyu’l-Kebir (13/93)

[44] Zehebi Mizanu’l-İtidal’de (3/155) şöyle der: “Ali b. Muhammed Ebu’l-Hasen el-Maverdi: Nefsinde saduktur lakin o Mu’tezilîdir.”

[45] El-Mazeri el-Mu’lim (3/159)

[46] Aliyu’l-Kari Mirkatu’l-Mefatih (9/3795)

[47] İbn Battal Şerhu Sahihi’l-Buhârî (9/442)

[48] Et-Tayyibi el-Kaşif An Hakaiki’s-Sunen (12/3772)

[49] El-Muallimî el-Envaru’l-Kâşife (s.249)

[50] Bkz.: İkmalu’l-Mu’lim (7/87) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/227)

[51] Bkz.: el-Kasımî Mehasinu’t-Te’vil (9/577) el-Kurdî Nahvu Tef’ili Kavaid (s.160)

[52] Bkz.: ez-Zerkeşi el-Bahru’l-Muhit (4/219)

[53] Bkz.: Beyhakî Sunenu’l-Kubra (9/14) Begavi Mealimu’t-Tenzil (3/79)

[54] Bkz.: Taberî (8/567) Beydavi Envaru’t-Tenzil (2/136) İbn Kesir Tefsiru Kur’âni’l-Azim (3/151-152)

[55] El-Envaru’l-Kâşife (s.252)

[56] Bkz.: Muhammed Habib eş-Şankiti Zadu’l-Muslim (2/224)

[57] İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (10/237) bu rivayete işaret etmiştir.

[58] Ahmed (40/405 no: 24347) İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (10/237) sahih demiştir.

[59] Fethu’l-Bari (10/237)

[60] Advau’l-Beyan (4/852)

[61] Fethu’l-Bari (10/227)

[62] Hâkim’in el-Medhal İle’l-İklil’de (s.39): “Bu hadis Sahih’te tahric edilmiş olsa da şazdır” demesinden hareketle hadisi yalanlamaya kalkışanlar sevinmesinler! Çünkü Hâkim’in şazın tarifi konusunda kendisine has bir kullanımı vardır. Nitekim Marifetu Ulumi’l-Hadis’te (s.119) şöyle der: “Şaz: Sika bir ravinin tek kaldığı, metin veya isnad olarak başka bir sika tarafından aslına mutabaat edilmeyen hadistir.” Hâlbuki ona göre mutlak sıhhatle çelişen bir şazlık değildir. Nitekim buna dair üç tane örnek zikretmiştir ki bunları el-Mustedrek’te tahric ederek sahih demiştir. Sonra el-Medhal İle’l-İklil kitabında bu sözle kastettiği şeyi kendisi açıklamıştır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e sihir yapılması hadisini, sıhhatinde ittifak edilen sahih hadislerin dördüncü kısmına örnek olarak zikretmiştir. Bu dördüncü kısım sika ve adil olup da tek kalan ravilerin ferd ve garib hadislerine dair kısımdır. Böylece Aişe radıyallahu anha hadisi sahihtir ve hüccettir. Şazlıkla nitelemesi ise yalnızca teferrüd (sika ravinin tek kalması) ile alakalıdır. Ayrıntı için bkz.: Abdulkadir el-Muhammedî eş-Şaz ve’l-Munker ve Ziyadetu’s-Sika (s.86-94)

Hâkim’in sikanın teferrüdünü şazlık olarak zikretmesi ve Sahihu’l-Buhârî’de geçen Enes radıyallahu anh’ın rivayet ettiği: “Kays b. Sa’d’ın menzili…” hadisini şaz hadise örnek zikretmesi hakkında Hafız İbn Hacer şöyle demiştir: “Hâkim bunun sahih olduğunu kabul ediyor ancak şaz diye isimlendiriyor. Istılahta tartışma olmaz.”

Özetle: Mustalah âlimlerinin sikanın mutlak teferrüdü olarak kastettikleri şeyi Hakim “şaz” diye isimlendirmiştir. Hâkim’e göre bu şazlık (yani mutlak teferrüd) sıhhate mani değildir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)