Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

7 Temmuz 2023 Cuma

Selefin Bid'atçiden Berâsı ve Haricî Menhecin İlim Terörü Hakkında Uyarı

 

İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu Anha kitabında (no 129) rivayet ediyor: Humeyd el-A’rac rahimehullah dedi ki:

قَدِمَ غَيْلَانُ مَكَّةَ فَجَاوَرَ بِهَا فَأَتَى غَيْلَانُ مُجَاهِدًا وَقَالَ يَا أَبَا الْحَجَّاجِ  بَلَغَنِي أَنَّكَ تَنْهَى النَّاسَ عَنِّي وَتَذْكُرُنِي بَلَغَكَ عَنِّي شَيْءٌ لَا أَقُولُهُ إِنَّمَا أَقُولُ كَذَا إِنَّمَا أَقُولُ كَذَا فَجَاءَ بِشَيْءٍ لَا يُنْكِرُهُ فَلَمَّا قَامَ قَالَ مُجَاهِدٌ لَا تُجَالِسُوهُ فَإِنَّهُ قَدَرِيٌّ قَالَ حُمَيْدٌ فَإِنِّي يَوْمًا فِي الطَّوَافِ لَحِقَنِي غَيْلَانُ مِنْ خَلْفِي فَجَبَذَ رِدَائِي فَالْتَفَتُّ فَقَالَ كَيْفَ يَقْرَأُ مُجَاهِدٌ حَرْفَ كَذَا وَكَذَا؟ فَأَخْبَرْتُهُ فَمَشَى مَعِي قَالَ فَبَصُرَ بِي مُجَاهِدٌ مَعَهُ فَأَتَيْتُهُ فَجَعَلْتُ أُكَلِّمُهُ فَلَا يَرُدُّ عَلَيَّ وَأَسْأَلُهُ فَلَا يُجِيبُنِي قَالَ فَغَدَوْتُ إِلَيْهِ فَوَجَدْتُهُ عَلَى تِلْكَ الْحَالِ فَقُلْتُ يَا أَبَا الْحَجَّاجِ مَا لَكَ؟ أَبَلَغَكَ عَنِّي شَيْءٌ أَحْدَثْتُ حَدَثًا مَا لِي؟ فَقَالَ أَلَمْ أَرَكَ مَعَ غَيْلَانَ وَقَدْ نَهَيْتُكُمْ أَنْ تُكَلِّمُوهُ أَوْ تُجَالِسُوهُ قَالَ قُلْتُ وَاللَّهِ يَا أَبَا الْحَجَّاجِ مَا ذَكَرْتُ قَوْلَكَ وَمَا بَدَأْتُهُ هُوَ بَدَأَنِي قَالَ فَقَالَ وَاللَّهِ يَا حُمَيْدُ لَوْلَا أَنَّكَ عِنْدِي مُصَدَّقٌ مَا نَظَرْتَ لِي فِي وَجْهٍ مُنْبَسِطٍ مَا عِشْتُ

“Gaylan (ed-Dımeşkî) Mekke’ye geldi ve bu civarda yerleşti. Gaylan, Mucahid rahimehullah’a geldi ve dedi ki:

“Ey Ebu’l-Haccac! Bana ulaştığına göre insanları benden yasaklıyor ve hakkımda konuşuyormuşsun. Yoksa sana benden benim söylemediğim bir şey mi ulaştı? Ben ancak şöyle ve şöyle diyorum.” Böylece karşı çıkılmayan sözler söyledi. Kalktığı zaman Mucahid rahimehullah dedi ki:

“Onunla oturmayın! Zira o bir Kaderî’dir.” Humeyd rahimehullah dedi ki:

“Ben bir gün tavaf ederken Gaylan arkamdan yetişti ve elbisemi çekti. Ona döndüm. Dedi ki:

“Mucahid şu ve şu ayetleri nasıl okuyor?” Ben de ona haber verdim, yanımda yürüdü. Mucahid rahimehullah beni onunla beraber gördü. Mucahid rahimehullah’ın yanına gittiğimde benimle konuşmadı ve selamımı almadı ve soruma da cevap vermedi. Ertesi gün onu yine o halde buldum. Dedim ki:

“Ey Ebu’l-Haccac! Ne oldu? Benden sana bir şey mi ulaştı? Ya da bir bid’at mı çıkardım? Bende ne sorun var?” Dedi ki:

“Seni Gaylan ile beraber görmedim mi? Hâlbuki onunla konuşmanızı veya oturmanızı yasaklamıştım.” Dedim ki:

“Vallahi ey Ebu’l-Haccac! Sözünü hatırlamadım ve söze ben başlamadım. O başladı.” Mucahid rahimehullah dedi ki:

“Vallahi ey Humeyd! Benim katımda doğru sözlülerden olmasan yaşadığım sürece benden güleryüz göremezdin.”

Faideler:

1- Bid’atçiler, kendilerini cerh eden âlimleri meselelerin iç yüzünü bilmiyor gibi lanse etmek ve kendilerine zulmedilmiş intibâı vermeye çalışırlar. Eskiden beri şeytanın onlara fısıldadığı bir yöntemdir bu. Böylece duygusal ajitasyonla avam nezdinde haklı görünmeye çalışırlar. Gaylan ed-Dımeşkî gibi Kaderiye sapıklığının ilk önderlerinden olan bu habis de bu yönteme başvurmuştur!

2- Allah’ın kendilerine uyulmasını emrettiği ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmete vasiyet ettiği Salih Selef, sahabeye, tabiîne ve müçtehid âlimlere karşı nasıl bir tutum içinde olunacağını menhec olarak ortaya koymuşlardır. Humeyd b. Kays el-A’rac rahimehullah Tabiîn’in âlimlerinden biri olmasına rağmen kendisinden daha âlim olan hocası Mucahid rahimehullah’ın görüşlerini rehber edinmektedir. Bu türden seleften nakledilenler kitapları dolduracak kadar fazla ve bir kısmı meşhur olup bilinmektedir.

Bu da gösteriyor ki, sahabeye, tabiine, tebau’t-tabiine ve onların izinde giden müçtehit âlimlere itibar etmeksizin herkesin doğrudan Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkararak amel etmesi gerektiğini savunan zihniyet asla “Selefî” bir yöntem değil, bilakis Haricîlerin yöntemi üzerindedirler.

Bu meselede iki tutarsız tavır birbirine zıt olarak ümmette fitne oluşturmaktadır:

* Ya vahiyden deliline itibar etmeden âlimlerin şahsî görüşlerinin taklid edilmesi,

* Ya da arap dilini bilmeyen, arap diline hâkim olsa da sünnetin sahihini sakimini bilemeyen, nasihi mensuhu, muhkemi muteşabihi, selefin ittifak ettikleri ve ihtilaf ettikleri meseleleri bilmeyen kimselerin “taklide karşı çıkmak ve herkesin Kur’an ve sünnetten hükmü kendi alması” zannıyla hüküm istinbatına kalkışmaları.

Taklidin haramlığına dair birçok deliller açıklanmıştı. Bilakis kişi âlimse, arap diline, hadisin sahihini sakiminden ayırabilecek usul bilgisine, muhkem muteşabih, nasih mensuh, muttefakun aleyh ve muhtelefun fih meselelere hâkimse Kur’ân ve sünnet üzerinde içtihat etmeli, bunu yaparken de selefi olmayan bir görüş ortaya çıkarmaktan alabildiğine sakınmalıdır. Âlim olmayanlar ise güvenilir âlimlerden delili sormalı ve böylece delile tabi olmalıdır.

Nitekim Allah Azze ve Celle Nisa 59. Ayetinde “Ve sizden olan ulu’l-emre de (itaat edin)” buyurmuştur. Sahabeden ve tabiinden birçok müfessir âlim ve fakihlerin bu ayette geçen “ulu’l-emr” kapsamında olduğunu açıklamışlardır.

Nitekim aynı surenin 83. Ayetinde şöyle buyrulur: “Onlara güven ve korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Oysa onu Rasûl’e veya onlardan yetki sahibi olanlara götürselerdi onun iç yüzünü araştırabilenler elbette ki onu bilirlerdi…”

İç yüzünü araştırabilenler” diye tercüme edilen metinde istinbat kavramı geçer ki, bu müçtehit âlimlerin güçlerinin yeteceği bir iştir.

Her iman eden ferd, ferdî kulluğunda kendisine farz olanları, mustehap ve mubah olanları, haram ve helal olanları Kur’ân ve sünnetten araştırarak, âlimlerden vahiy delilini sorarak öğrenmek zorundadır. Lakin ilmî donanıma sahip olmayanlar kendi başlarına bağımsız bir şekilde umumî istinbatta bulunamazlar, başkalarına bu istinbatlarını dikte edemezler! Bu bir terördür! İlim terörüdür!

Vahyin naslarını güzelce ezberleyebilenler başkalarına yalnızca ezberledikleri bu vahiy metinlerini tebliğ ederler ama meselelerin farz, haram, helal, mekruh, mendup gibi delalet ettiği hükümlerini istinbat edip başkalarına dayatamazlar ve şahısların bidatçi, fasık, kâfir vb. olduklarına hükmedip başkalarından da buna göre hüküm vermelerini isteyemezler! Bunlar ancak müçtehid âlimlerin yetkisinde olan meselelerdir. Âlim olmayanlar burada yetkilerini aşamazlar!

Nitekim mesciddde taşlarla zikir halkası kuran ilk haricilere karşı Ebu Musa radıyallahu anh onları gördüğü zaman kendisi müdahalede bulunmamış, kendisinden yaşça küçük olmasına rağmen daha âlim olan İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın rehberliğine başvurmuştur. İbn Mes’ud radıyallahu anh de bu halkadaki insanlara sahabelerin yapmadığı bir şey ortaya çıkardıklarını gerekçe göstererek karşı çıkmıştı.

Yine İbn Abbas radıyallahu anhuma Harurî’lerin yanına tebliğe gittiğinde onların aralarında hiçbir sahabe bulunmayışını, sahabenin Ali radıyallahu anh safında olduklarını hüccet getirmişti. Hâlbuki ilk huruc eden Haricîler olan bu Harura’lılar Kur’an hafızı kimselerdi ve sahabenin Kur’ân ve sünnet anlayışını önemsemedikleri için sapıtmışlardı.

İbn Vaddah el-Bid'a kitabında (no: 149-150) İmam Malik b. Enes rahimehullah’tan şöyle rivayet etmiştir: “Sabiğ yanında Allah’ın kitabıyla dolaşıyor ve: "Kim fıkıh öğrenmek isterse ona fıkıh öğretiriz. İlim öğrenmek isteyene Allah öğretir" diyordu. Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh onu yakaladı, yaş hurma dallarıyla dövdü, sonra hapsetti. Yaraları kuruyunca tekrar çıkardı ve dövdü. Sabiğ dedi ki:

“Ey mü’minlerin emiri! Eğer beni öldürmek istiyorsan hazırlıklarımı yap. Aksi halde beni şifaya kavuşturmuş bulunuyorsun. Allah da sana şifa versin.” Bunun üzerine Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh onu serbest bıraktı.”

Bu rivayette de selefinden ilim öğrenmeden ve rivayet icazeti almadan insanlara din anlatmaya kalkışan, herkesin ilim ehlinden bağımsız olarak doğrudan Kur'ân ve Sünnetten öğrenip tebliğ etmesi gerektiğini savunan kimselerin bid'atçilerden olduğu ve ona hecir uygulanacağı anlaşılmaktadır.  Nitekim Ömer radıyallahu anh Sabig'i sürgün etmiş ve sürgün ettiği yerde insanların onunla konuşmalarını yasaklamıştır.

3- Bir şahsın bid’atçi olduğuna hükmeden âlim, söz konusu o bid’atçi şahsa bidatini açıklamak zorunda değildir. Bilakis burada Mucahid rahimehullah’ın yaptığı gibi onu hiçbir şekilde muhatap almaz ve öğrencilerini onunla konuşmaktan sakındırır.

4- İlim ehli tarafından bid’atçi olduğu açıklanan kimse ile görüşen bir şahıs da bid’atçilere katılır ve onunla da irtibat kesilir, hecir uygulanır.

5- Bir amelin veya muayyen bir şahsın bid’atçi olduğuna hükmetmek âlimlerin görevidir. Âlim olmayan kimseler böyle bir hükümde bulunmaktan ve kendi başına muayyen şahıslara bid’atçi hükmü verip hecir uygulamaya kalkmaktan geri dururlar. Ancak bid’at olduğu bilinen bir görüş veya amel sahibi olup da herhangi bir âlim tarfından muayyen şahsın bid’atçiliğine ve hecrine hüküm bilmiyorsa, hükmünü bildiği bu bid’at hakkında o  kişiyi uyarır ve o kişi de o amelinde veya görüşünde ısrar ederse, şahsa hükümde bulunmaksızın bid’at sahibi olan o şahıstan uzaklaşır, ilişkilerine mesafe koyar. Yine ilim ehli tarafından herhangi bir bid’atçi grup hakkında umumen bidatçi olduklarına fetva verilmişse, o grubun mensubu olan muayyen şahıslara hükümde bulunmaksızın ilişkilerine mesafe koymalıdır.

Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah’tan: “Said b. Cubeyr rahimehullah benimle karşılaştı ve dedi ki:

“Seni Talk (b. Habib) ile beraber görmedim mi?” Ben:

“Evet, ne var bunda?” dedim. Dedi ki:

“Onunla oturma! Zira bir Murciî’dir.”  İbn Vaddah el-Bid’a (135) Buhârî Tarih (4/359) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (659) Dârimî (392) İbn Batta el-İbane (1234) Hallal es-Sunne (1347) Acurri eş-Şeria (301) İsnadı sahihtir.

Burada da görüldüğü gibi Tabiin âlimlerinden biri olan Eyyub es-Sahtiyanî, Talk b. Habib’in durumunu bilmemektedir. Ondan daha âlim olan hocası Said b. Cubeyr rahimehullah ise Murcie fırkası umumen bid’atine hükmedilmiş fırka olması sebebiyle Eyyub rahimehullah’a itabda bulunmuş ve Talk’ın Mürciî olduğunu bilmediğini görünce onun durumunu açıklamıştır.  

6- Kitap ve sünnet nasları karşısında re’yleriyle, kıyaslarıyla, keşif iddialarıyla ve siyasetleriyle muhalefet eden, müteşabihlere tutunarak hakkı batıl, batılı hak göstermeye çalışan bid’at ehline karşı hecr uygulamak/alakayı kesmek, onlara tebliğ etmeye çalışmamak selefin uygulayageldiği bir menhecdir ve tevhidin şartlarından olan velâ ve berâ rüknünün gereğidir. Bu hecri uygulamayanlar ve bid’at ehlini muhatap alarak açıklamaya, tebliğ etmeye çalışanlar selefin menhecine muhalefet eden sapmış kimselerdir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Al-i İmran suresi 7. Ayetini okumuş, sonra da müteşabihlere tutunanlar görüldüğünde onlarla alakanın kesilmesini emretmiştir. Onlara açıklayıp tebliğ etmeyi değil!

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)