İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu
Anha kitabında (no 129) rivayet ediyor: Humeyd el-A’rac rahimehullah dedi ki:
قَدِمَ
غَيْلَانُ مَكَّةَ فَجَاوَرَ بِهَا فَأَتَى غَيْلَانُ مُجَاهِدًا وَقَالَ يَا
أَبَا الْحَجَّاجِ بَلَغَنِي أَنَّكَ تَنْهَى
النَّاسَ عَنِّي وَتَذْكُرُنِي بَلَغَكَ عَنِّي شَيْءٌ لَا أَقُولُهُ إِنَّمَا
أَقُولُ كَذَا إِنَّمَا أَقُولُ كَذَا فَجَاءَ بِشَيْءٍ لَا يُنْكِرُهُ فَلَمَّا
قَامَ قَالَ مُجَاهِدٌ لَا تُجَالِسُوهُ فَإِنَّهُ قَدَرِيٌّ قَالَ حُمَيْدٌ
فَإِنِّي يَوْمًا فِي الطَّوَافِ لَحِقَنِي غَيْلَانُ مِنْ خَلْفِي فَجَبَذَ
رِدَائِي فَالْتَفَتُّ فَقَالَ كَيْفَ يَقْرَأُ مُجَاهِدٌ حَرْفَ كَذَا وَكَذَا؟
فَأَخْبَرْتُهُ فَمَشَى مَعِي قَالَ فَبَصُرَ بِي مُجَاهِدٌ مَعَهُ فَأَتَيْتُهُ
فَجَعَلْتُ أُكَلِّمُهُ فَلَا يَرُدُّ عَلَيَّ وَأَسْأَلُهُ فَلَا يُجِيبُنِي
قَالَ فَغَدَوْتُ إِلَيْهِ فَوَجَدْتُهُ عَلَى تِلْكَ الْحَالِ فَقُلْتُ يَا أَبَا
الْحَجَّاجِ مَا لَكَ؟ أَبَلَغَكَ عَنِّي شَيْءٌ أَحْدَثْتُ حَدَثًا مَا لِي؟
فَقَالَ أَلَمْ أَرَكَ مَعَ غَيْلَانَ وَقَدْ نَهَيْتُكُمْ أَنْ تُكَلِّمُوهُ أَوْ
تُجَالِسُوهُ قَالَ قُلْتُ وَاللَّهِ يَا أَبَا الْحَجَّاجِ مَا ذَكَرْتُ قَوْلَكَ
وَمَا بَدَأْتُهُ هُوَ بَدَأَنِي قَالَ فَقَالَ وَاللَّهِ يَا حُمَيْدُ لَوْلَا
أَنَّكَ عِنْدِي مُصَدَّقٌ مَا نَظَرْتَ لِي فِي وَجْهٍ مُنْبَسِطٍ مَا عِشْتُ
“Gaylan (ed-Dımeşkî)
Mekke’ye geldi ve bu civarda yerleşti. Gaylan, Mucahid rahimehullah’a geldi ve
dedi ki:
“Ey Ebu’l-Haccac! Bana
ulaştığına göre insanları benden yasaklıyor ve hakkımda konuşuyormuşsun. Yoksa
sana benden benim söylemediğim bir şey mi ulaştı? Ben ancak şöyle ve şöyle
diyorum.” Böylece karşı çıkılmayan sözler söyledi. Kalktığı zaman Mucahid
rahimehullah dedi ki:
“Onunla oturmayın! Zira o
bir Kaderî’dir.” Humeyd rahimehullah dedi ki:
“Ben bir gün tavaf
ederken Gaylan arkamdan yetişti ve elbisemi çekti. Ona döndüm. Dedi ki:
“Mucahid şu ve şu
ayetleri nasıl okuyor?” Ben de ona haber verdim, yanımda yürüdü. Mucahid
rahimehullah beni onunla beraber gördü. Mucahid rahimehullah’ın yanına
gittiğimde benimle konuşmadı ve selamımı almadı ve soruma da cevap vermedi.
Ertesi gün onu yine o halde buldum. Dedim ki:
“Ey Ebu’l-Haccac! Ne
oldu? Benden sana bir şey mi ulaştı? Ya da bir bid’at mı çıkardım? Bende ne
sorun var?” Dedi ki:
“Seni Gaylan ile beraber
görmedim mi? Hâlbuki onunla konuşmanızı veya oturmanızı yasaklamıştım.” Dedim
ki:
“Vallahi ey Ebu’l-Haccac!
Sözünü hatırlamadım ve söze ben başlamadım. O başladı.” Mucahid rahimehullah
dedi ki:
“Vallahi ey Humeyd! Benim
katımda doğru sözlülerden olmasan yaşadığım sürece benden güleryüz göremezdin.”
Faideler:
1- Bid’atçiler, kendilerini
cerh eden âlimleri meselelerin iç yüzünü bilmiyor gibi lanse etmek ve
kendilerine zulmedilmiş intibâı vermeye çalışırlar. Eskiden beri şeytanın
onlara fısıldadığı bir yöntemdir bu. Böylece duygusal ajitasyonla avam nezdinde
haklı görünmeye çalışırlar. Gaylan ed-Dımeşkî gibi Kaderiye sapıklığının ilk
önderlerinden olan bu habis de bu yönteme başvurmuştur!
2- Allah’ın kendilerine
uyulmasını emrettiği ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmete vasiyet
ettiği Salih Selef, sahabeye, tabiîne ve müçtehid âlimlere karşı nasıl bir
tutum içinde olunacağını menhec olarak ortaya koymuşlardır. Humeyd b. Kays el-A’rac
rahimehullah Tabiîn’in âlimlerinden biri olmasına rağmen kendisinden daha âlim
olan hocası Mucahid rahimehullah’ın görüşlerini rehber edinmektedir. Bu türden
seleften nakledilenler kitapları dolduracak kadar fazla ve bir kısmı meşhur
olup bilinmektedir.
Bu da gösteriyor ki,
sahabeye, tabiine, tebau’t-tabiine ve onların izinde giden müçtehit âlimlere
itibar etmeksizin herkesin doğrudan Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkararak amel
etmesi gerektiğini savunan zihniyet asla “Selefî” bir yöntem değil, bilakis
Haricîlerin yöntemi üzerindedirler.
Bu meselede iki tutarsız
tavır birbirine zıt olarak ümmette fitne oluşturmaktadır:
* Ya vahiyden deliline
itibar etmeden âlimlerin şahsî görüşlerinin taklid edilmesi,
* Ya da arap dilini
bilmeyen, arap diline hâkim olsa da sünnetin sahihini sakimini bilemeyen,
nasihi mensuhu, muhkemi muteşabihi, selefin ittifak ettikleri ve ihtilaf
ettikleri meseleleri bilmeyen kimselerin “taklide karşı çıkmak ve herkesin Kur’an
ve sünnetten hükmü kendi alması” zannıyla hüküm istinbatına kalkışmaları.
Taklidin haramlığına dair
birçok deliller açıklanmıştı. Bilakis kişi âlimse, arap diline, hadisin
sahihini sakiminden ayırabilecek usul bilgisine, muhkem muteşabih, nasih
mensuh, muttefakun aleyh ve muhtelefun fih meselelere hâkimse Kur’ân ve sünnet
üzerinde içtihat etmeli, bunu yaparken de selefi olmayan bir görüş ortaya
çıkarmaktan alabildiğine sakınmalıdır. Âlim olmayanlar ise güvenilir âlimlerden
delili sormalı ve böylece delile tabi olmalıdır.
Nitekim Allah Azze ve
Celle Nisa 59. Ayetinde “Ve sizden olan ulu’l-emre de (itaat edin)”
buyurmuştur. Sahabeden ve tabiinden birçok müfessir âlim ve fakihlerin bu
ayette geçen “ulu’l-emr” kapsamında olduğunu açıklamışlardır.
Nitekim aynı surenin 83. Ayetinde
şöyle buyrulur: “Onlara güven ve
korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Oysa onu Rasûl’e veya onlardan yetki
sahibi olanlara götürselerdi onun iç yüzünü araştırabilenler elbette ki onu
bilirlerdi…”
“İç yüzünü
araştırabilenler” diye tercüme edilen metinde istinbat kavramı geçer ki, bu
müçtehit âlimlerin güçlerinin yeteceği bir iştir.
Her iman eden
ferd, ferdî kulluğunda kendisine farz olanları, mustehap ve mubah olanları,
haram ve helal olanları Kur’ân ve sünnetten araştırarak, âlimlerden vahiy
delilini sorarak öğrenmek zorundadır. Lakin ilmî donanıma sahip olmayanlar
kendi başlarına bağımsız bir şekilde umumî istinbatta bulunamazlar, başkalarına
bu istinbatlarını dikte edemezler! Bu bir terördür! İlim terörüdür!
Vahyin naslarını
güzelce ezberleyebilenler başkalarına yalnızca ezberledikleri bu vahiy
metinlerini tebliğ ederler ama meselelerin farz, haram, helal, mekruh, mendup
gibi delalet ettiği hükümlerini istinbat edip başkalarına dayatamazlar ve
şahısların bidatçi, fasık, kâfir vb. olduklarına hükmedip başkalarından da buna
göre hüküm vermelerini isteyemezler! Bunlar ancak müçtehid âlimlerin yetkisinde
olan meselelerdir. Âlim olmayanlar burada yetkilerini aşamazlar!
Nitekim mesciddde taşlarla
zikir halkası kuran ilk haricilere karşı Ebu Musa radıyallahu anh onları
gördüğü zaman kendisi müdahalede bulunmamış, kendisinden yaşça küçük olmasına
rağmen daha âlim olan İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın rehberliğine başvurmuştur.
İbn Mes’ud radıyallahu anh de bu halkadaki insanlara sahabelerin yapmadığı bir
şey ortaya çıkardıklarını gerekçe göstererek karşı çıkmıştı.
Yine İbn Abbas radıyallahu
anhuma Harurî’lerin yanına tebliğe gittiğinde onların aralarında hiçbir sahabe
bulunmayışını, sahabenin Ali radıyallahu anh safında olduklarını hüccet getirmişti.
Hâlbuki ilk huruc eden Haricîler olan bu Harura’lılar Kur’an hafızı kimselerdi
ve sahabenin Kur’ân ve sünnet anlayışını önemsemedikleri için sapıtmışlardı.
İbn Vaddah el-Bid'a kitabında (no: 149-150) İmam Malik b. Enes rahimehullah’tan şöyle rivayet etmiştir: “Sabiğ yanında Allah’ın kitabıyla dolaşıyor ve: "Kim fıkıh öğrenmek isterse ona fıkıh öğretiriz. İlim öğrenmek isteyene Allah öğretir" diyordu. Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh onu yakaladı, yaş hurma dallarıyla dövdü, sonra hapsetti. Yaraları kuruyunca tekrar çıkardı ve dövdü. Sabiğ dedi ki:
“Ey mü’minlerin emiri! Eğer beni öldürmek istiyorsan hazırlıklarımı yap. Aksi halde beni şifaya kavuşturmuş bulunuyorsun. Allah da sana şifa versin.” Bunun üzerine Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh onu serbest bıraktı.”
Bu rivayette de selefinden ilim öğrenmeden ve rivayet icazeti almadan insanlara din anlatmaya kalkışan, herkesin ilim ehlinden bağımsız olarak doğrudan Kur'ân ve Sünnetten öğrenip tebliğ etmesi gerektiğini savunan kimselerin bid'atçilerden olduğu ve ona hecir uygulanacağı anlaşılmaktadır. Nitekim Ömer radıyallahu anh Sabig'i sürgün etmiş ve sürgün ettiği yerde insanların onunla konuşmalarını yasaklamıştır.
3- Bir şahsın bid’atçi
olduğuna hükmeden âlim, söz konusu o bid’atçi şahsa bidatini açıklamak zorunda
değildir. Bilakis burada Mucahid rahimehullah’ın yaptığı gibi onu hiçbir
şekilde muhatap almaz ve öğrencilerini onunla konuşmaktan sakındırır.
4- İlim ehli tarafından bid’atçi
olduğu açıklanan kimse ile görüşen bir şahıs da bid’atçilere katılır ve onunla
da irtibat kesilir, hecir uygulanır.
5- Bir amelin veya
muayyen bir şahsın bid’atçi olduğuna hükmetmek âlimlerin görevidir. Âlim olmayan
kimseler böyle bir hükümde bulunmaktan ve kendi başına muayyen şahıslara bid’atçi
hükmü verip hecir uygulamaya kalkmaktan geri dururlar. Ancak bid’at olduğu
bilinen bir görüş veya amel sahibi olup da herhangi bir âlim tarfından muayyen
şahsın bid’atçiliğine ve hecrine hüküm bilmiyorsa, hükmünü bildiği bu bid’at
hakkında o kişiyi uyarır ve o kişi de o
amelinde veya görüşünde ısrar ederse, şahsa hükümde bulunmaksızın bid’at sahibi
olan o şahıstan uzaklaşır, ilişkilerine mesafe koyar. Yine ilim ehli tarafından
herhangi bir bid’atçi grup hakkında umumen bidatçi olduklarına fetva
verilmişse, o grubun mensubu olan muayyen şahıslara hükümde bulunmaksızın
ilişkilerine mesafe koymalıdır.
Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah’tan:
“Said b. Cubeyr rahimehullah benimle karşılaştı ve dedi ki:
“Seni Talk (b. Habib) ile
beraber görmedim mi?” Ben:
“Evet, ne var bunda?”
dedim. Dedi ki:
“Onunla oturma! Zira bir Murciî’dir.” İbn
Vaddah el-Bid’a (135) Buhârî Tarih (4/359) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (659) Dârimî
(392) İbn Batta el-İbane (1234) Hallal es-Sunne (1347) Acurri eş-Şeria (301) İsnadı sahihtir.
Burada da görüldüğü gibi Tabiin âlimlerinden biri olan Eyyub
es-Sahtiyanî, Talk b. Habib’in durumunu bilmemektedir. Ondan daha âlim olan
hocası Said b. Cubeyr rahimehullah ise Murcie fırkası umumen bid’atine
hükmedilmiş fırka olması sebebiyle Eyyub rahimehullah’a itabda bulunmuş ve Talk’ın
Mürciî olduğunu bilmediğini görünce onun durumunu açıklamıştır.
6- Kitap ve sünnet nasları karşısında re’yleriyle,
kıyaslarıyla, keşif iddialarıyla ve siyasetleriyle muhalefet eden,
müteşabihlere tutunarak hakkı batıl, batılı hak göstermeye çalışan bid’at
ehline karşı hecr uygulamak/alakayı kesmek, onlara tebliğ etmeye çalışmamak
selefin uygulayageldiği bir menhecdir ve tevhidin şartlarından olan velâ ve berâ
rüknünün gereğidir. Bu hecri uygulamayanlar ve bid’at ehlini muhatap alarak açıklamaya,
tebliğ etmeye çalışanlar selefin menhecine muhalefet eden sapmış kimselerdir.
Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Al-i İmran suresi 7. Ayetini okumuş,
sonra da müteşabihlere tutunanlar görüldüğünde onlarla alakanın kesilmesini
emretmiştir. Onlara açıklayıp tebliğ etmeyi değil!