Bir önceki yazımda taklid ve taassup ehlinin nasların lafız
veye anlamlarında yaptıkları tahriflerden örnek zikretmiştim. Bu yazımda ise Batinî
zındıkların Ehl-i Sünnet müslümanlar nezdinde itibar gören âlimlerin eserlerine
müdahalede bulunarak kendi bâtıl akidelerine revaç getirmeye çalışmalarından
bahsedeceğim.
Bu hususta perde arkasından birçok hile ve
oyunlar sergilenmektedir. Bunların batıl hedeflerinin deşifre edilmesi gerekir.
Ümmeti bölmek ve sünnetten uzaklaştırmak için Ehl-i sünnet itikadına yönelik
eskiden beri süren Bâtinî bir oyun mevcuttur. Ehl-i sünnete müntesip görünen
bazı cahil ve gafil kimseler de kimi zamanlar bilerek veya bilmeyerek bu oyuna
alet olmuşlardır. Hatta bu kimselerden bir zat “Mezhepsiz İslam”[1]
adında bir kitap yazarak Ehl-i Sünnet’in fıkhî mezhepleriyle kâfir İsmailiyye
mezheplerini bir arada değerlendirmiştir. Diğer meşhur bir şahıs da aynen dört
mezhebe uymak gibi Şia mezheplerine uymanın da caiz olduğuna dair fetva
vermiştir.[2]
Hatta bazı bid’atçi ve Batınî guruplar Sünnîler arasında yaygın olan dört
fıkhî mezhebe kendilerini nispet ederek, sapık fikirlerini yaymak için
kendilerine daha elverişli ortamlar oluşturmuşlar ve imamlara kendi sapık
eğilimlerini teyit anlamına gelecek birtakım sözler nispet etmekten dahi geri
durmamışlardır.[3]
Zahirî fıkhıyla amel eden fakihlerden biri olan Muhyiddin
İbn Arabî’nin kitaplarına Bâtinî zındıklar pekçok müdahalelerde bulunmuşlar, hangilerinin
gerçekten İbn Arabi’ye ait, hangilerinin onun adına uydurulmuş sözler olduğu
ayırt edilemez hale gelmiştir. Hatta onun asrıa yakın dönemde yaşamış olan İbn
Teymiyye, işin içinden çıkamamış, söz konusu hurafeler her kimse ait ise onu
tekfir etmiştir. İmam Abdulvehhab eş-Şa’ranî, İbn Arabî’nin eserlerine küfür olan
itikadları zındıkların sokuşturduklarını ifade etmiştir. İmam Şa’ranî daha
kendisi hayatta iken bu zındıkların kendisinin eserlerine de müdahalede
bulunarak bâtıl sözler eklediklerini ve her tarafta yaydıklarını açıklamıştır.
Şeyh Abdulkadir el-Geylanî rahimehullah’ın el-Gunye adlı
kitabına cahil sufiler tarafından yapılan eklemelere ve O’nun adına uydurulan
bazı eserlere müstakil çalışmalarımda işaret etmiştim.
İmam Zehebi’nin büyük günahlara dair el-Kebair kitabı
oldukça muhtasar bir risale olduğu halde, cahil vaizler kitabın her bâbına birçok
hurafe hikâyeler eklemişler, Türkçe’ye yapılan bazı tercemelerde de bu tahrif
edilmiş metinler esas alınmıştır.
Ebu’l-Leys es-Semerkandi’nin Tefsiri olarak basılan ve
Türkçe’ye de tercüme edilen kitap, Ebu’l-Leys es-Semerkandi adına uydurulmuş
birçok eklemeler içermektedir.
Sağlam Yayınları arasında çıkan 4 ciltlik Taberi Tarihi adıyla basılan
eserin İmam İbn Cerir et-Taberi’nin tarihi ile hiçbir alakası yoktur. Nitekim orijinal
Taberi Tarihinin tercümesi sonradan Ankara Okulu yayınları arasında
neşredilmiştir.
İlmî emaneti asla gözetmeyen hilekâr tahrifçilerin yolunda giden bazı
muasırlar da bu cürümlerin benzerini işlemektedirler. İbn Ebi Zemenin’in Usulu’s-Sunne
adlı eserine yapmış olduğum tercüme ve tahkikte, yayınevi kim olduğu bilinmeyen
Haricî sapığı birilerine dipnotlar koydurmuş, bu dipnotlarda birçok sapıkça
açıklamalar eklemişlerdir. Dipnotlardaki bu sokuşturmaların kime ait olduğunu
da belirtmemişler, sanki benim açıklamalarımmış gibi zannedilmesine meydan
vermişlerdir! Nitekim web sayfamda bu konuyla ilgili uyarı yayınladım.
Bu tahrifçilerin alameti şudur: Bu kimseler ilmî emaneti asla gözetmezler!
Bazen hadis veya tercüme metinleri, tercüme sahibinin kim olduğunu açıklamadan
kendi tercümeleriymiş gibi naklederler. Yahut hadislere yapılmış kaynak
tahricini, kendi tahriçleriymiş gibi kaynak gösterirler. Halbuki belki de
kaynakta belirtilen eserleri ömürlerinde görmemişlerdir, bu kitapların yüzünü
açıp bakmamışlardır! İlmî emanete böylesine hıyanet eden bu kimseler,
hevâlarına uygun şekilde tahrifler yapmaya da müsait kimselerdir!
Bu bid’atçilerden bazıları bu mezheplerin fıkhı ile ilgili kitaplar
yazarak, hadisleri reddedip bunun yerine kıyasla amel, fuhşun bazı çeşitlerine
cevaz gibi rezil fikirleri sanki o mezhebin görüşüymüş gibi yaymaya çalışırlar.
Tuhfe-i İsna Aşeriyye kitabının yazarı ‘Muhtasar’ isimli bir kitap yazarak bunu
İmam Malik’e isnat ettiklerini itiraf etmiştir. Bu kitapta İmam Malik’in adını
karalamak için köle ile livatanın caiz olduğunu yazmıştır.[4]
Bunlardan Seyyid Süleyman el-Hanefî (el-Kunduzi) en-Nakşibendî,
(Yenabiu’l-Mevedde kitabında) Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in “Bu din,
hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır“
hadisini Şia akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır.
Bu nedenle çağımız Şiilerinden Muhammed Hasan ez-Zeyn ‘eş-Şia fit-Tarih’[5]
isimli kitabında Şii itikadını zahiren Hanefî ve Sünnî olan bu şahsın görüşleri
ile desteklemiştir. Fakat gerçek şu ki Ehl-i Sünnet’in bu açıklamalarla hiçbir
ilgisi yoktur. Bu, bir diğer Şii Mustafa Kamil eş-Şeybî’nin de ifade ettiği
gibi Şia eğilimli tasavvufçuların görüşüdür ki, Nakşibendiyye tarikatı da
onlardandır.[6]
Müellifin Hanefî sıfatına aldanmamak gerekir.
Ayrıca bu hadisin, Şia’nın on iki imam inancıyla hiçbir ilgisi yoktur.[7]
Dört mezhepten birine bağlı görünerek ortaya gerçek inancını teyit edecek
fikirler atıp bu yolla batıl taifelerine hizmet edenlerin sayısı az değildir.
Muhammed Ebu Zehra’nın tespitine göre Necmüddin et-Tufî de maslahatın nassa
mukaddem olduğu konusundaki iddialarıyla aslında aynı görüşteki Şia'nın
propagandasını yapmayı hedeflemiştir. Çünkü Şia’ya göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
vefatından sonra, imam nassı iptal veya nesh edebilir. Ebu Zehra’nın da dediği
gibi Tufî, imam kelimesini anmadan Şiilerin bu konudaki fikirlerini aynen
sahiplenmiş ve nassın nesh veya maslahatı mürsele ile tahsisi fikrini öne
sürerek, İslam Cemaati’nin Şari’nin naslarına verdikleri kudsiyeti hafife
alarak izale etmeye çalışmıştır.”[8]
Bazen de meşhur Sünni imamları ile kendi önderleri arsındaki isim, lakap ve
künye benzerliğini kullanarak, kendi önderlerinin sözlerini Sünni imamlara
nispet ederler. İşin hakikatini bilmeyenler Kur’an ve Sünnet’e aykırı bu
sözlerin gerçekten İslam İmamlarına ait olduğunu sanırlar. Oysaki gerçekte bu
sözler Rafızi şeyhlerine aittir.
Rafizilerin isim, künye ve lakap benzerliklerini insanları dinde aldatmak
için kullandıklarını ilk fark edenlerden birisi İmam ed-Dehlevî ve
arkadaşlarıdır. Bunlar şöyle dediler. “Rafizilerin hilelerinden birisi de:
İsmen Sünnî imamlara benzeyen kendi adamlarının uydurdukları hadisleri,
imamlara nispet etmektir. Ehl-i Sünnet’ten durumun farkında olmayanlar ismi
geçen şahsın kendi imamlarından birisi olduğunu zannetmekte ve böylece bu
rivayeti kabul etmektedirler. Mesela; iki tane Suddî vardır. Bir tanesi büyük
Suddî, diğeri de küçük Suddî’dir. Büyüğü Ehl-i Sünnet’in sika imamlarından[9],
küçüğü ise hadis uydurmakla meşhur aşırı Rafizilerdendir.[10]
Aynı şekilde iki tane İbn Kuteybe vardır. Bir tanesi aşırı Rafizi Abdullah
b. Kuteybe, diğeri ise ehl-i sünnet
imamlarından Abdullah b. Müslim b. Kuteybe’dir.[11]
Sünni İbn Kuteybe ‘el-Maarif’ isimli bir kitap yazmasından sonra bu Rafizi de
insanları saptırmak amacıyla aynı isimde bir kitap yazmıştır.[12]
Şiilerin bu şekilde isim benzerliklerin suiistimal etmeleri birçok ehli
sünnet alimi gibi büyük imam Muhammed b. Cerir et-Taberî’yi de derinden
yaralamıştır. Şöyle ki O’nunla aynı zaman ve aynı beldede yaşayan Muhammed b.
Cerir b. Rüstem et-Taberî isimli bir Şiî, bu isimle Şiiliği teyit eden bazı
kitaplar yayınladı. Bu isimle sadece İmam İbn Cerir’i tanıyan halk ve hatta
bazı âlimler bu kitapları onun yazdığını sanarak ona karşı cephe aldılar. Öyle
ki İmam İbn Cerir vefat ettiği zaman halkın tepkisinden korkularak gece evine gömülmüştür.”[13]
İşte imam İbn Cerir bu olaydan böylesine çok eziyet görmüştür. Bu nedenle
İbn Kesir şöyle dedi: “O’nu Rafizilik ve hatta bazı cahiller de ilhad ile
suçladılar ki o bu iftiralardan beridir. Bilakis O, Allah’ın kitabı ve
Rasulü’nün sünnetini ilim ve amel olarak bilip yaşayan en büyük İslam
âlimlerinden birisidir.”[14]
Şiiler İmam İbn Cerir’e ayaklara meshin cevazı ve ayrıca iki ciltlik bir
hadis kitabı isnat etmişlerdir.[15]
İbn Cerir’e isnat edilen Şia kaynaklı bir diğer kitap da ‘el-Müsterşid
fi’l-İmame’ isimli kitaptır.[16]
İbn Kesir bu gizli oyuna dikkat çekerek şöyle dedi: “Bazı âlimler biri İmam
İbn Cerir, diğeri de Şii İbn Cerir olmak üzere iki ayrı şahsın bulunduğunu ve
söz konusu kitapların Şii olana ait olduğunu söylediler.”[17]
İbn Kesir’in işaret ettiği bu hususun kesin bir hakikat olduğu, bugün artık
ayan beyan açığa çıkmıştır.
Şia kaynakları Muhammed b. Cerir b. Rüstem b. Cerir et-Taberî, Ebu Cafer’in
H.310 yılında Bağdad’da vefat eden İmamiye âlimlerinden olduğunu yazmaktadır.
(İmam İbn Cerir de aynı tarihte vefat etmiştir.) Bu Şii’nin ‘el- Müsterşid
fi’l-İmame’ ve ‘Nuru’l-Mucizat fi Menakibi’l-Eimme İsna Aşere’ gibi kitapları
vardır.[18]
Ebu Ca’fer et-Taberî denilen bir başka Şii daha vardır ki o da aynı hileli
yola başvurmuştur.[19]
6. yüzyılda Şia’nın önderliğini yapan, Muhammed b. Ebi’l Kasım b. Ali
Et-Taberî denilen bir diğer şahıs ise İslam ümmetini tekfir etmiştir. Şöyle
diyor: Kim Ali’nin Ebu Bekr’e karşı üstünlüğünden şüphe ederse, Müslüman
görünse ve üzerinde İslam ahkâmı cari olsa dahi, o kimsenin hakkında küfür ile
hüküm verilir.”[20]
Bazıları[21]
bunun ile bir önceki Rafizi’yi birbirlerine karıştırmışlardır. Fakat aralarında
iki yüzyıl zaman farkı vardır.
Şiilerin bir benzer hileleri de Sünni imam İbn Kuteybe’ye yöneliktir. Şii
İbn Kuteybe’nin yazdığı ‘el-İmame ve’s-Siyase’ adlı kitabı meşhur Sünni âlim
İbn Kuteybe’ye nispet etmişlerdir ki bu durum birçok kişiye gizli kalmıştır.
Öyle ki Sünni bir âlimin kitabında Şiileri destekleyici görüşler beyan etmesi,
birçok araştırmacıyı hayretlere sevk etmiş, bundan dolayı da müellifin gerçek
kişiliğini araştırmışlar, fakat net bir bilgiye ulaşamamışlardır.[22]
Kitapta sahabeye yöneltilen suçlamalar ve Ali radıyallahu anh’ın, Ebu Bekr
radıyallahu anh’ın hilafetini reddettiği yolundaki açık Şia taraftarlığına rağmen,
bazı araştırmacılar bu hileleri dikkate almayarak kitabın yazarının Malikî
olduğunu söylemişlerdir.[23]
İşte Şia’nın bu hilesini ilk keşfedenlerden biri de, onları yakından tanıyan ve
onların Yahudilerden daha hilekâr olduklarını söyleyen Tuhfetu İsna Aşeriyye
kitabının yazarı Allame ed- Dehlevî olmuştur.
İmamlara yönelik bir diğer iftira da, hiçbir delile dayanmaksızın sadece
hasımlarının dedikodularından hareketle, imamların bazı konularda sünnet ve
cemaatten ayrıldıkları iddiasıdır. Bu şekilde birçok imama nice iftiralar
atılmıştır. İmamların İmamı Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e iftira atılır da tabiilerine atılmaz mı?
Son çağlarda en çok iftiraya maruz kalan imamlardan biri de İmam Muhammed
b. Abdulvahhab rahimehullah’dır. İmam’ın yöneltilen iftiraları bildikten sonra,
O’nun yazdığı kitapları inceleyenler, iftiraların ne denli büyük olduğunu
görürler. Davetinin hakikatini bilmeden dedikodulardan yola çıkarak İmam’ı
şiddetle eleştiren bir hocaya, İmam’ın hakikatini bilen bir öğrencisi, bir gün
İmam’ın ‘Tevhid’ isimli kitabından imamın ismini sildikten sonra onu hocasına
gösterir. Hoca yazarını bilmediği bu kitabı okur ve çok beğenir. Bunun üzerine
zeki talebesi bu kitabın, onun sürekli eleştirdiği Şeyh Muhammed b.
Abdulvahhab’a ait oluğunu söyler. Hoca mahcup olur hatalı olduğunu anlayıp,
gerçeği görür.
İmamların kendi eserlerine başvurulduğunda onlara karşı yürütülen hile ve
desiselerin farkına varılacaktır.
Bid’atçiler, imamlar ve mezhepleri hakkında her dönemde yalan ve iftiralar
düzmekten geri durmamışlardır. Fakat bunların yalan olduğu, imamların kendi
asli kaynaklarına başvurulduğu zaman hemen anlaşılır.[24]
Kendi inançlarını yansıtan eserler yazıp sonra bunu Sünnî âlimlere nispet
etmek Batinîlerin ve Rafizîlerin öteden beri başvurdukları hilelerdendir. İmam
Şevkanî ‘el-Fevaidu’l Mecmua’ isimli eserinde bu hususa dikkat çekmiştir.
Aynı noktaya dikkat çekenlerden biri de, Tuhfe’nin yazarıdır. Şiilerin
içinde batıl inançların bulunduğu ‘Sırru’l-Âlemin (Âlemlerin Sırrı) ismindeki
bir kitabı İmam Ebu Hamid el-Gazalî’ye nispet ettiklerini, sonrada bu kitaptan
ehl-i sünnete karşı delil getirdiklerini tespit etmiştir.[25]
Bu kitap H.1314 yılında Bombay, H.1324 ve 1327 yıllarında Kahire ve tarihsiz
olarak Tahran’da basılmıştır.[26]
Türkçe’ye de birkaç defa tercüme edilmiştir.
Dr. Abdurrahman Bedevî bazı müsteşriklerle beraber kendisinin de bu kitabın
Gazalî’ye ait olmadığı görüşünde olduğunu bildirmektedir.[27]
Çünkü yazar el-Mearrî’nin sohbetlerine katıldığından bahsetmektedir.[28]
Fakat bu doğru değildir. Çünkü el-Mearrî h.448’de vefat ederken, Gazalî h.450
yılında doğmuştur. Dolayısıyla onun sohbetlerine katılması mümkün değildir.[29]
Suveydî, batıl görüşleri içeren daha başka birçok kitabın bu yolla ehl-i
sünnet âlimlerine nispet edildiğini söyler. Ki bunu ancak ilimde ince zevk
sahibi olanlar fark edebilirler.[30]
Bidat ehlinin bir diğer hilesi de, ümmeti bölmek amacıyla bidatlerini teyit
anlamında birtakım sözler uydurarak onları imamlara nispet etmeleridir.
Alusi’nin, zamanının bir tanesi, en büyük âlimi dediği Hoca Nasrullah el-Hindî
olarak meşhur Şeyh Muhammed, Rafizîlerin bu hilelerine şöyle dikkat çekiyor:
“Hiç var olmayan birtakım kitap isimleri vererek oradan sahabeyi yerici ve
Şia’yı övücü ibareler naklederler. Bazen de ehl-i sünnetçe muteber kitapların
isimlerini vererek, o kitaplarda asla bulunmayan, kendi uydurdukları cümleleri
naklederler.[31]
Ve şöyle diyor: “Keşfu’l Ğumme” isimli eserinde Erdebilî sık sık bu hileli
yollara başvurmaktadır.”
Bir diğer hileleri de şudur: Ehl-i sünnet görünümünde kitaplar yazarak
içine kendi inançlarını destekleyen cümleler serpiştirirler. İmam ed-Dehlevî
şöyle diyor: “Rafizilerin başvurdukları bir diğer hile de şudur: İçinde sahih
hadislere de yer verdikleri kitaplar yazarlar ve bu kitaplarda ‘Dört Halife’den
de övgüyle bahsederler. Sonra dördüncü halife Ali (radiyallahu anh)’den bahsederlerken diğer halifelerden öyle
olumsuz bir şekilde bahsederler ki okuyucu şaşırıp kalır ve ehl-i sünnetin de
ilk üç halife hakkında bazı iddiaları kabul ettiğini sanır.[32]
Bir diğer hileleri de şudur: Sahih birtakım hadislere veya imamların
muteber sözlerine kendi inançları doğrultusuna eklemeler yaparlar. Mesela;
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
Tebük harbinde Ali radıyallahu anh’ı Medine’ye halife bırakması olayına şu
eklemeyi yapmışlardır: (Sen Medine’de halife olmadıkça benim gitmem mümkün
değildir).[33]
Oysa sahih hadisler ve tarihen sabittir ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem Tebuk’den önce ve sonra birçok gazvede Ali’yi Medine’de halife bırakmamış
bilakis, yanında cihada götürmüştür.
Bidatçilerin gizli hilelerinden biri de hayali hadis ve metinler uydurarak
bunları muteber kitaplardan aldıklarını iddia etmeleridir. Buna örnek olarak
İbn Mutahher el-Hıllî’nin “Minhacu’l-Kerame” adlı eserini verebiliriz.
İbn Mutahhar kitabında ehl-i sünnetin muteber kaynaklarından alıntılar
yapacağını iddia etmesine rağmen, kitabında sahihten çok mevzu hadis ve itimada
şayan olmayan kaynaklara yer vermiştir.[34]
Sa’lebî’nin tefsirinden[35]
ve Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden[36]
ayrıca Havarizmî, Firdevsî ve Mağazilî’den mevzu hadisleri seçerek almış
ve bunların sahih olduklarını iddia etmiştir.
Mesela: “Eğer
ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı.
Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu
ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından
melekler de (ona) yardımcıdır.” (Tahrim: 4) ayetindeki ‘Müminlerin iyileri’
ifadesinden muradın Ali olduğunu söyledi ve şöyle dedi: “Müfessirler müminlerin
iyisinin Ali olduğu konusunda icma ettiler.” Sonra bazı açıklamalar yaparak
bunu Ebu Nuaym’e isnad etti. İbn Teymiyye bu konuda icma bulunduğu yalanını
reddederek bu rivayetin mevzu olduğunu bildirdi.[37]
İbn Teymiyye Sa’lebî hakkında şöyle dedi: “Cumhur
ulema Salebî ve benzerlerinin rivayetlerinin hüccet teşkil etmediği hususunda
ittifak ettiler... Ancak hadisin sübutunun başka yolla bilinmesi hariç...”[38]
“Ebu Nuaym’ın Hilye veya Fadailu’l-Hulefa’da
rivayet ettiklerinin çoğunun batıl ve mevzu rivayetler olduğu hadis ilminden
nasibi olan herkesin bildiği bir husustur.”[39]
İbn Teymiyye Minhac’ının birçok yerinde Havarizmi,
Firdevsi ve Mağazili’nin durumlarına da değinerek onların yalan ve hadis
uydurma ehlinden olduklarını beyan etti.[40]
İbn Teymiyye yine şöyle demiştir: “Nesai’nin Ali
radıyallahu anh’ın faziletleri konusundaki bazı hadisleri mevzuudur.
Tirmizi’nin de Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri zayıftır. İbn
İshak ve benzeri siyer âlimlerinin faziletlerle ilgili rivayet ettikleri hadislerin
çoğu zayıftır.”[41]
Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye Minhac’ının özellikle de son cildinde bu konuya
dikkat çekerek bu kitaplardaki yanlışlıkları böylece düzeltmiş ve şöyle
demiştir: “Nasıl ki nahiv, kıraat ilminin, dil ilminin ve tıp ilminin erbabı
varsa, hadis ilminin de onlardan daha üstün erbabı vardır ve bu konuda onlara
müracaat edilmelidir. Onların sıhhatinde ittifak ettikleri hak, zayıflığı ve
uydurulduğu konusunda icma ettikleri ise batıldır. Üzerinde ihtilaf ettikleri
hususlar ise adalet üzere araştırma ve inceleme sahasıdır.
Bu ilmin erbabından bazıları şunlardır: Malik, Şube, Evzaî, Leys, Süfyan
es-Sevri, Sufyan b. Uyeyne, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, İbnu’l-Mubarek,
Yahya el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî, İbn Uleyye, Şafii, Abdurrazzak,
Firyabî, Ebu Nuaym, Ka’nebî, Humeydî, Ebu Ubeyd, İbnu’l-Medinî, Ahmed b. Hanbel,
İshak b. Rahuye, Yahya İbn Main, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Yahya ez-Zuhlî, Buharî,
Ebu Zur’a, Ebu Hatim, Ebu Davud, Muslim, Musa b. Harun, Nesaî, İbn Huzeyme, Ebu
Ahmed b. Adiy, İbn Hibban, Darekutni ve daha birçok ilim, nakil, rical, cerh ve
ta’dil âlimi.”
Buradan hareketle, ehli tarafından tevsik edilmedikçe Rafizî, Batinî ve
diğer bidatçilerin ehl-i sünnet kitaplarından yaptıkları nakillere
güvenilemeyeceği açıkça ortadadır.