Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

5 Ocak 2025 Pazar

Taklid, Taassup ve Tahrif 2

 Bir önceki yazımda taklid ve taassup ehlinin nasların lafız veye anlamlarında yaptıkları tahriflerden örnek zikretmiştim. Bu yazımda ise Batinî zındıkların Ehl-i Sünnet müslümanlar nezdinde itibar gören âlimlerin eserlerine müdahalede bulunarak kendi bâtıl akidelerine revaç getirmeye çalışmalarından bahsedeceğim.

Bu hususta perde arkasından birçok hile ve oyunlar sergilenmektedir. Bunların batıl hedeflerinin deşifre edilmesi gerekir. Ümmeti bölmek ve sünnetten uzaklaştırmak için Ehl-i sünnet itikadına yönelik eskiden beri süren Bâtinî bir oyun mevcuttur. Ehl-i sünnete müntesip görünen bazı cahil ve gafil kimseler de kimi zamanlar bilerek veya bilmeyerek bu oyuna alet olmuşlardır. Hatta bu kimselerden bir zat “Mezhepsiz İslam”[1] adında bir kitap yazarak Ehl-i Sünnet’in fıkhî mezhepleriyle kâfir İsmailiyye mezheplerini bir arada değerlendirmiştir. Diğer meşhur bir şahıs da aynen dört mezhebe uymak gibi Şia mezheplerine uymanın da caiz olduğuna dair fetva vermiştir.[2]

Hatta bazı bid’atçi ve Batınî guruplar Sünnîler arasında yaygın olan dört fıkhî mezhebe kendilerini nispet ederek, sapık fikirlerini yaymak için kendilerine daha elverişli ortamlar oluşturmuşlar ve imamlara kendi sapık eğilimlerini teyit anlamına gelecek birtakım sözler nispet etmekten dahi geri durmamışlardır.[3]

Zahirî fıkhıyla amel eden fakihlerden biri olan Muhyiddin İbn Arabî’nin kitaplarına Bâtinî zındıklar pekçok müdahalelerde bulunmuşlar, hangilerinin gerçekten İbn Arabi’ye ait, hangilerinin onun adına uydurulmuş sözler olduğu ayırt edilemez hale gelmiştir. Hatta onun asrıa yakın dönemde yaşamış olan İbn Teymiyye, işin içinden çıkamamış, söz konusu hurafeler her kimse ait ise onu tekfir etmiştir. İmam Abdulvehhab eş-Şa’ranî, İbn Arabî’nin eserlerine küfür olan itikadları zındıkların sokuşturduklarını ifade etmiştir. İmam Şa’ranî daha kendisi hayatta iken bu zındıkların kendisinin eserlerine de müdahalede bulunarak bâtıl sözler eklediklerini ve her tarafta yaydıklarını açıklamıştır.

Şeyh Abdulkadir el-Geylanî rahimehullah’ın el-Gunye adlı kitabına cahil sufiler tarafından yapılan eklemelere ve O’nun adına uydurulan bazı eserlere müstakil çalışmalarımda işaret etmiştim.

İmam Zehebi’nin büyük günahlara dair el-Kebair kitabı oldukça muhtasar bir risale olduğu halde, cahil vaizler kitabın her bâbına birçok hurafe hikâyeler eklemişler, Türkçe’ye yapılan bazı tercemelerde de bu tahrif edilmiş metinler esas alınmıştır.

Ebu’l-Leys es-Semerkandi’nin Tefsiri olarak basılan ve Türkçe’ye de tercüme edilen kitap, Ebu’l-Leys es-Semerkandi adına uydurulmuş birçok eklemeler içermektedir.

Sağlam Yayınları arasında çıkan 4 ciltlik Taberi Tarihi adıyla basılan eserin İmam İbn Cerir et-Taberi’nin tarihi ile hiçbir alakası yoktur. Nitekim orijinal Taberi Tarihinin tercümesi sonradan Ankara Okulu yayınları arasında neşredilmiştir.

İlmî emaneti asla gözetmeyen hilekâr tahrifçilerin yolunda giden bazı muasırlar da bu cürümlerin benzerini işlemektedirler. İbn Ebi Zemenin’in Usulu’s-Sunne adlı eserine yapmış olduğum tercüme ve tahkikte, yayınevi kim olduğu bilinmeyen Haricî sapığı birilerine dipnotlar koydurmuş, bu dipnotlarda birçok sapıkça açıklamalar eklemişlerdir. Dipnotlardaki bu sokuşturmaların kime ait olduğunu da belirtmemişler, sanki benim açıklamalarımmış gibi zannedilmesine meydan vermişlerdir! Nitekim web sayfamda bu konuyla ilgili uyarı yayınladım.

Bu tahrifçilerin alameti şudur: Bu kimseler ilmî emaneti asla gözetmezler! Bazen hadis veya tercüme metinleri, tercüme sahibinin kim olduğunu açıklamadan kendi tercümeleriymiş gibi naklederler. Yahut hadislere yapılmış kaynak tahricini, kendi tahriçleriymiş gibi kaynak gösterirler. Halbuki belki de kaynakta belirtilen eserleri ömürlerinde görmemişlerdir, bu kitapların yüzünü açıp bakmamışlardır! İlmî emanete böylesine hıyanet eden bu kimseler, hevâlarına uygun şekilde tahrifler yapmaya da müsait kimselerdir!

Bu bid’atçilerden bazıları bu mezheplerin fıkhı ile ilgili kitaplar yazarak, hadisleri reddedip bunun yerine kıyasla amel, fuhşun bazı çeşitlerine cevaz gibi rezil fikirleri sanki o mezhebin görüşüymüş gibi yaymaya çalışırlar. Tuhfe-i İsna Aşeriyye kitabının yazarı ‘Muhtasar’ isimli bir kitap yazarak bunu İmam Malik’e isnat ettiklerini itiraf etmiştir. Bu kitapta İmam Malik’in adını karalamak için köle ile livatanın caiz olduğunu yazmıştır.[4]

Bunlardan Seyyid Süleyman el-Hanefî (el-Kunduzi) en-Nakşibendî, (Yenabiu’l-Mevedde kitabında) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır“ hadisini Şia akidesine uygun bir şekilde açıklamıştır.

Bu nedenle çağımız Şiilerinden Muhammed Hasan ez-Zeyn ‘eş-Şia fit-Tarih’[5] isimli kitabında Şii itikadını zahiren Hanefî ve Sünnî olan bu şahsın görüşleri ile desteklemiştir. Fakat gerçek şu ki Ehl-i Sünnet’in bu açıklamalarla hiçbir ilgisi yoktur. Bu, bir diğer Şii Mustafa Kamil eş-Şeybî’nin de ifade ettiği gibi Şia eğilimli tasavvufçuların görüşüdür ki, Nakşibendiyye tarikatı da onlardandır.[6] Müellifin Hanefî sıfatına aldanmamak gerekir.

Ayrıca bu hadisin, Şia’nın on iki imam inancıyla hiçbir ilgisi yoktur.[7] Dört mezhepten birine bağlı görünerek ortaya gerçek inancını teyit edecek fikirler atıp bu yolla batıl taifelerine hizmet edenlerin sayısı az değildir. Muhammed Ebu Zehra’nın tespitine göre Necmüddin et-Tufî de maslahatın nassa mukaddem olduğu konusundaki iddialarıyla aslında aynı görüşteki Şia'nın propagandasını yapmayı hedeflemiştir. Çünkü Şia’ya göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra, imam nassı iptal veya nesh edebilir. Ebu Zehra’nın da dediği gibi Tufî, imam kelimesini anmadan Şiilerin bu konudaki fikirlerini aynen sahiplenmiş ve nassın nesh veya maslahatı mürsele ile tahsisi fikrini öne sürerek, İslam Cemaati’nin Şari’nin naslarına verdikleri kudsiyeti hafife alarak izale etmeye çalışmıştır.”[8]

Bazen de meşhur Sünni imamları ile kendi önderleri arsındaki isim, lakap ve künye benzerliğini kullanarak, kendi önderlerinin sözlerini Sünni imamlara nispet ederler. İşin hakikatini bilmeyenler Kur’an ve Sünnet’e aykırı bu sözlerin gerçekten İslam İmamlarına ait olduğunu sanırlar. Oysaki gerçekte bu sözler Rafızi şeyhlerine aittir.

Rafizilerin isim, künye ve lakap benzerliklerini insanları dinde aldatmak için kullandıklarını ilk fark edenlerden birisi İmam ed-Dehlevî ve arkadaşlarıdır. Bunlar şöyle dediler. “Rafizilerin hilelerinden birisi de: İsmen Sünnî imamlara benzeyen kendi adamlarının uydurdukları hadisleri, imamlara nispet etmektir. Ehl-i Sünnet’ten durumun farkında olmayanlar ismi geçen şahsın kendi imamlarından birisi olduğunu zannetmekte ve böylece bu rivayeti kabul etmektedirler. Mesela; iki tane Suddî vardır. Bir tanesi büyük Suddî, diğeri de küçük Suddî’dir. Büyüğü Ehl-i Sünnet’in sika imamlarından[9], küçüğü ise hadis uydurmakla meşhur aşırı Rafizilerdendir.[10]

Aynı şekilde iki tane İbn Kuteybe vardır. Bir tanesi aşırı Rafizi Abdullah b. Kuteybe, diğeri ise ehl-i sünnet imamlarından Abdullah b. Müslim b. Kuteybe’dir.[11] Sünni İbn Kuteybe ‘el-Maarif’ isimli bir kitap yazmasından sonra bu Rafizi de insanları saptırmak amacıyla aynı isimde bir kitap yazmıştır.[12]

Şiilerin bu şekilde isim benzerliklerin suiistimal etmeleri birçok ehli sünnet alimi gibi büyük imam Muhammed b. Cerir et-Taberî’yi de derinden yaralamıştır. Şöyle ki O’nunla aynı zaman ve aynı beldede yaşayan Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî isimli bir Şiî, bu isimle Şiiliği teyit eden bazı kitaplar yayınladı. Bu isimle sadece İmam İbn Cerir’i tanıyan halk ve hatta bazı âlimler bu kitapları onun yazdığını sanarak ona karşı cephe aldılar. Öyle ki İmam İbn Cerir vefat ettiği zaman halkın tepkisinden korkularak gece evine gömülmüştür.”[13]

İşte imam İbn Cerir bu olaydan böylesine çok eziyet görmüştür. Bu nedenle İbn Kesir şöyle dedi: “O’nu Rafizilik ve hatta bazı cahiller de ilhad ile suçladılar ki o bu iftiralardan beridir. Bilakis O, Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetini ilim ve amel olarak bilip yaşayan en büyük İslam âlimlerinden birisidir.”[14]

Şiiler İmam İbn Cerir’e ayaklara meshin cevazı ve ayrıca iki ciltlik bir hadis kitabı isnat etmişlerdir.[15] İbn Cerir’e isnat edilen Şia kaynaklı bir diğer kitap da ‘el-Müsterşid fi’l-İmame’ isimli kitaptır.[16]

İbn Kesir bu gizli oyuna dikkat çekerek şöyle dedi: “Bazı âlimler biri İmam İbn Cerir, diğeri de Şii İbn Cerir olmak üzere iki ayrı şahsın bulunduğunu ve söz konusu kitapların Şii olana ait olduğunu söylediler.”[17]

İbn Kesir’in işaret ettiği bu hususun kesin bir hakikat olduğu, bugün artık ayan beyan açığa çıkmıştır.

Şia kaynakları Muhammed b. Cerir b. Rüstem b. Cerir et-Taberî, Ebu Cafer’in H.310 yılında Bağdad’da vefat eden İmamiye âlimlerinden olduğunu yazmaktadır. (İmam İbn Cerir de aynı tarihte vefat etmiştir.) Bu Şii’nin ‘el- Müsterşid fi’l-İmame’ ve ‘Nuru’l-Mucizat fi Menakibi’l-Eimme İsna Aşere’ gibi kitapları vardır.[18]

Ebu Ca’fer et-Taberî denilen bir başka Şii daha vardır ki o da aynı hileli yola başvurmuştur.[19]

6. yüzyılda Şia’nın önderliğini yapan, Muhammed b. Ebi’l Kasım b. Ali Et-Taberî denilen bir diğer şahıs ise İslam ümmetini tekfir etmiştir. Şöyle diyor: Kim Ali’nin Ebu Bekr’e karşı üstünlüğünden şüphe ederse, Müslüman görünse ve üzerinde İslam ahkâmı cari olsa dahi, o kimsenin hakkında küfür ile hüküm verilir.”[20]

Bazıları[21] bunun ile bir önceki Rafizi’yi birbirlerine karıştırmışlardır. Fakat aralarında iki yüzyıl zaman farkı vardır.

Şiilerin bir benzer hileleri de Sünni imam İbn Kuteybe’ye yöneliktir. Şii İbn Kuteybe’nin yazdığı ‘el-İmame ve’s-Siyase’ adlı kitabı meşhur Sünni âlim İbn Kuteybe’ye nispet etmişlerdir ki bu durum birçok kişiye gizli kalmıştır. Öyle ki Sünni bir âlimin kitabında Şiileri destekleyici görüşler beyan etmesi, birçok araştırmacıyı hayretlere sevk etmiş, bundan dolayı da müellifin gerçek kişiliğini araştırmışlar, fakat net bir bilgiye ulaşamamışlardır.[22]

Kitapta sahabeye yöneltilen suçlamalar ve Ali radıyallahu anh’ın, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın hilafetini reddettiği yolundaki açık Şia taraftarlığına rağmen, bazı araştırmacılar bu hileleri dikkate almayarak kitabın yazarının Malikî olduğunu söylemişlerdir.[23] İşte Şia’nın bu hilesini ilk keşfedenlerden biri de, onları yakından tanıyan ve onların Yahudilerden daha hilekâr olduklarını söyleyen Tuhfetu İsna Aşeriyye kitabının yazarı Allame ed- Dehlevî olmuştur.

İmamlara yönelik bir diğer iftira da, hiçbir delile dayanmaksızın sadece hasımlarının dedikodularından hareketle, imamların bazı konularda sünnet ve cemaatten ayrıldıkları iddiasıdır. Bu şekilde birçok imama nice iftiralar atılmıştır. İmamların İmamı Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e iftira atılır da tabiilerine atılmaz mı?

Son çağlarda en çok iftiraya maruz kalan imamlardan biri de İmam Muhammed b. Abdulvahhab rahimehullah’dır. İmam’ın yöneltilen iftiraları bildikten sonra, O’nun yazdığı kitapları inceleyenler, iftiraların ne denli büyük olduğunu görürler. Davetinin hakikatini bilmeden dedikodulardan yola çıkarak İmam’ı şiddetle eleştiren bir hocaya, İmam’ın hakikatini bilen bir öğrencisi, bir gün İmam’ın ‘Tevhid’ isimli kitabından imamın ismini sildikten sonra onu hocasına gösterir. Hoca yazarını bilmediği bu kitabı okur ve çok beğenir. Bunun üzerine zeki talebesi bu kitabın, onun sürekli eleştirdiği Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab’a ait oluğunu söyler. Hoca mahcup olur hatalı olduğunu anlayıp, gerçeği görür.

İmamların kendi eserlerine başvurulduğunda onlara karşı yürütülen hile ve desiselerin farkına varılacaktır.

Bid’atçiler, imamlar ve mezhepleri hakkında her dönemde yalan ve iftiralar düzmekten geri durmamışlardır. Fakat bunların yalan olduğu, imamların kendi asli kaynaklarına başvurulduğu zaman hemen anlaşılır.[24]

Kendi inançlarını yansıtan eserler yazıp sonra bunu Sünnî âlimlere nispet etmek Batinîlerin ve Rafizîlerin öteden beri başvurdukları hilelerdendir. İmam Şevkanî ‘el-Fevaidu’l Mecmua’ isimli eserinde bu hususa dikkat çekmiştir.

Aynı noktaya dikkat çekenlerden biri de, Tuhfe’nin yazarıdır. Şiilerin içinde batıl inançların bulunduğu ‘Sırru’l-Âlemin (Âlemlerin Sırrı) ismindeki bir kitabı İmam Ebu Hamid el-Gazalî’ye nispet ettiklerini, sonrada bu kitaptan ehl-i sünnete karşı delil getirdiklerini tespit etmiştir.[25] Bu kitap H.1314 yılında Bombay, H.1324 ve 1327 yıllarında Kahire ve tarihsiz olarak Tahran’da basılmıştır.[26] Türkçe’ye de birkaç defa tercüme edilmiştir.

Dr. Abdurrahman Bedevî bazı müsteşriklerle beraber kendisinin de bu kitabın Gazalî’ye ait olmadığı görüşünde olduğunu bildirmektedir.[27] Çünkü yazar el-Mearrî’nin sohbetlerine katıldığından bahsetmektedir.[28] Fakat bu doğru değildir. Çünkü el-Mearrî h.448’de vefat ederken, Gazalî h.450 yılında doğmuştur. Dolayısıyla onun sohbetlerine katılması mümkün değildir.[29]

Suveydî, batıl görüşleri içeren daha başka birçok kitabın bu yolla ehl-i sünnet âlimlerine nispet edildiğini söyler. Ki bunu ancak ilimde ince zevk sahibi olanlar fark edebilirler.[30]

Bidat ehlinin bir diğer hilesi de, ümmeti bölmek amacıyla bidatlerini teyit anlamında birtakım sözler uydurarak onları imamlara nispet etmeleridir. Alusi’nin, zamanının bir tanesi, en büyük âlimi dediği Hoca Nasrullah el-Hindî olarak meşhur Şeyh Muhammed, Rafizîlerin bu hilelerine şöyle dikkat çekiyor: “Hiç var olmayan birtakım kitap isimleri vererek oradan sahabeyi yerici ve Şia’yı övücü ibareler naklederler. Bazen de ehl-i sünnetçe muteber kitapların isimlerini vererek, o kitaplarda asla bulunmayan, kendi uydurdukları cümleleri naklederler.[31]

Ve şöyle diyor: “Keşfu’l Ğumme” isimli eserinde Erdebilî sık sık bu hileli yollara başvurmaktadır.”

Bir diğer hileleri de şudur: Ehl-i sünnet görünümünde kitaplar yazarak içine kendi inançlarını destekleyen cümleler serpiştirirler. İmam ed-Dehlevî şöyle diyor: “Rafizilerin başvurdukları bir diğer hile de şudur: İçinde sahih hadislere de yer verdikleri kitaplar yazarlar ve bu kitaplarda ‘Dört Halife’den de övgüyle bahsederler. Sonra dördüncü halife Ali (radiyallahu anh)’den bahsederlerken diğer halifelerden öyle olumsuz bir şekilde bahsederler ki okuyucu şaşırıp kalır ve ehl-i sünnetin de ilk üç halife hakkında bazı iddiaları kabul ettiğini sanır.[32]

Bir diğer hileleri de şudur: Sahih birtakım hadislere veya imamların muteber sözlerine kendi inançları doğrultusuna eklemeler yaparlar. Mesela; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Tebük harbinde Ali radıyallahu anh’ı Medine’ye halife bırakması olayına şu eklemeyi yapmışlardır: (Sen Medine’de halife olmadıkça benim gitmem mümkün değildir).[33] Oysa sahih hadisler ve tarihen sabittir ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebuk’den önce ve sonra birçok gazvede Ali’yi Medine’de halife bırakmamış bilakis, yanında cihada götürmüştür.

Bidatçilerin gizli hilelerinden biri de hayali hadis ve metinler uydurarak bunları muteber kitaplardan aldıklarını iddia etmeleridir. Buna örnek olarak İbn Mutahher el-Hıllî’nin “Minhacu’l-Kerame” adlı eserini verebiliriz.

İbn Mutahhar kitabında ehl-i sünnetin muteber kaynaklarından alıntılar yapacağını iddia etmesine rağmen, kitabında sahihten çok mevzu hadis ve itimada şayan olmayan kaynaklara yer vermiştir.[34]

Sa’lebî’nin tefsirinden[35] ve Ebu Nuaym’ın Hilye’sinden[36] ayrıca Havarizmî, Firdevsî ve Mağazilî’den mevzu hadisleri seçerek almış ve bunların sahih olduklarını iddia etmiştir.

Mesela: Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz, (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (ona) yardımcıdır.” (Tahrim: 4) ayetindeki ‘Müminlerin iyileri’ ifadesinden muradın Ali olduğunu söyledi ve şöyle dedi: “Müfessirler müminlerin iyisinin Ali olduğu konusunda icma ettiler.” Sonra bazı açıklamalar yaparak bunu Ebu Nuaym’e isnad etti. İbn Teymiyye bu konuda icma bulunduğu yalanını reddederek bu rivayetin mevzu olduğunu bildirdi.[37]

İbn Teymiyye Sa’lebî hakkında şöyle dedi: “Cumhur ulema Salebî ve benzerlerinin rivayetlerinin hüccet teşkil etmediği hususunda ittifak ettiler... Ancak hadisin sübutunun başka yolla bilinmesi hariç...”[38]

“Ebu Nuaym’ın Hilye veya Fadailu’l-Hulefa’da rivayet ettiklerinin çoğunun batıl ve mevzu rivayetler olduğu hadis ilminden nasibi olan herkesin bildiği bir husustur.”[39]

İbn Teymiyye Minhac’ının birçok yerinde Havarizmi, Firdevsi ve Mağazili’nin durumlarına da değinerek onların yalan ve hadis uydurma ehlinden olduklarını beyan etti.[40]

İbn Teymiyye yine şöyle demiştir: “Nesai’nin Ali radıyallahu anh’ın faziletleri konusundaki bazı hadisleri mevzuudur. Tirmizi’nin de Ali’nin faziletleri konusundaki bazı hadisleri zayıftır. İbn İshak ve benzeri siyer âlimlerinin faziletlerle ilgili rivayet ettikleri hadislerin çoğu zayıftır.”[41]

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye Minhac’ının özellikle de son cildinde bu konuya dikkat çekerek bu kitaplardaki yanlışlıkları böylece düzeltmiş ve şöyle demiştir: “Nasıl ki nahiv, kıraat ilminin, dil ilminin ve tıp ilminin erbabı varsa, hadis ilminin de onlardan daha üstün erbabı vardır ve bu konuda onlara müracaat edilmelidir. Onların sıhhatinde ittifak ettikleri hak, zayıflığı ve uydurulduğu konusunda icma ettikleri ise batıldır. Üzerinde ihtilaf ettikleri hususlar ise adalet üzere araştırma ve inceleme sahasıdır.

Bu ilmin erbabından bazıları şunlardır: Malik, Şube, Evzaî, Leys, Süfyan es-Sevri, Sufyan b. Uyeyne, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, İbnu’l-Mubarek, Yahya el-Kattan, Abdurrahman b. Mehdî, Vekî, İbn Uleyye, Şafii, Abdurrazzak, Firyabî, Ebu Nuaym, Ka’nebî, Humeydî, Ebu Ubeyd, İbnu’l-Medinî, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Rahuye, Yahya İbn Main, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Yahya ez-Zuhlî, Buharî, Ebu Zur’a, Ebu Hatim, Ebu Davud, Muslim, Musa b. Harun, Nesaî, İbn Huzeyme, Ebu Ahmed b. Adiy, İbn Hibban, Darekutni ve daha birçok ilim, nakil, rical, cerh ve ta’dil âlimi.”

Buradan hareketle, ehli tarafından tevsik edilmedikçe Rafizî, Batinî ve diğer bidatçilerin ehl-i sünnet kitaplarından yaptıkları nakillere güvenilemeyeceği açıkça ortadadır.



[1] Bu kitabın yazarı meşhur arab edebiyat hocası Mustafa Şeka’dır. İhtisası dışına çıkarak söz konusu kitabı yazdı. Kitabında amacının İslam birliğini sağlamak olarak ifade etti. Fakat İslam ile hiçbir ilgisi olmayan İsmailiye, Kadıyaniye, Nusayriyye gibi ulamanın küfürlerinde ittifak ettikleri sapık akımları da İslam mezheplerinden kabul etmek gibi büyük bir hata işledi.

[2] Bu fetvanın sahibi meşhur âlim Şeyh Şeltut’dür. Şiiler bugün dahi bu fetvayı milyonlarca adet bastırarak her yere dağıtıyorlar. Fakat ‘Takrib Meselesi’ isimli kitapta da açıklandığı gibi Şeyh Şeltut diğer kitaplarında bu fetvaya aykırı görüşler beyan etmiştir. Şeyh Abdurrazzak el-Afifi’nin dediğine göre Şeyh Şeltut kolay aldanan bir şahısmış. Her halde Şiilerin takiye ve tatlı dillerine aldanmıştır.

[3] Minhacu’s-Sunne (2/179)

[4] Tuhfe (s. 45)

[5] eş-Şia fi’t Tarih (s.118)

[6] es-Sıla Beyne’t-Tasavvuf ve’t-Teşeyyu, (s. 110)

[7] Minhacu’s-Sunne, (4/206)

[8] Ebu Zehra, Ahmed b. Hanbel, (s. 326).

[9] İsmail b. Abdirrahman es-Suddî, Hicazî, tabiindendir. Kufe’de oturdu. Müslim ve Sunen Ashabı ondan hadis rivayet etmişlerdir. H. 127 yılında vefat etti. Bkz. el-Hulasa, (s. 35).

[10] Muhammed b. Mervan b. Abdillah b. İsmail el-Kufî. Hadis uydurmakla meşhurdur. Bkz. el-Cerh ve’t-Tadil (8/86) el-Hulasa (358).

[11] Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe. H. 276 yılında Bağdad’da vefat etti. Birçok eserlerinden bazıları şunlardır: Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis, El-Maarif, Müşkilu’l-Kur’an...

[12] Bkz: Muhtasaru’t-Tuhfe (s. 32).

[13] el-Bidaye ve’n Nihaye (11/146).

[14] el-Bidaye ve’n-Nihaye (11/146).

[15] el-Bidaye ve’n-Nihaye (11/147).

[16] Bkz. İbn Nedim el-Fihrist (s. 3335)

[17] el-Bidaye ve’n-Nihaye, (11/147)

[18] Bkz: Tenkihu’l-Makal (2/91), Mukaddimetu’l-Bihar (1/177).

[19] İsim benzerliğinden dolayı Medine gazetesi 4621. Sayısında ona ait bir makale yayınlamıştır.

[20] Beşaret’l-Mustafa, (s. 51).

[21] Prof. Fuad Sezgin, Kültür Tarihi isimli eserinde: (2/260).

[22] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s-Siyase (s. 20)

[23] Abdullah Useylan, el-İmame ve’s Siyase: sh. 20

[24] Bkz.: Dr. Abdulaziz b. Abdillatif, Davetu’l-Munaviin.

[25] Muhtasaru’t-Tuhfe, (s. 33).

[26] Abdurrahman Bedevî, ‘Muellefatu’l-Gazalî’ (s.225).

[27] Abdurrahman Bedevî, ‘Muellefatu’l-Gazalî’ (s.271).

[28] Sırru’l-Âlemin (s.82) Tercümesi: Âlemlerin Sırrı, Hisar yay. (s.111)

[29] Abdurrahman Bedevî, ‘Muellefatu’l-Gazalî’ (s 271).

[30] Nakdu Akaidi’ş-Şia. (s.25).

[31] Muhtasaru’s Savaik (s.51)

[32] Bkz: Minhacu’l-Kerame, Rafizi İbn Mutahher el-Hıllî, (s. 133)

[33] Bkz. Minhac’s-Sunne (3/907, 3/16, 4/94).

[34] Minhacu’l Kerame, (s.119)

[35] Minhacu’l Kerame, (s.149, 158, 161, 162)

[36] Minhacu’l Kerame, (s.150, 155, 160-165)

[37] Minhacu’s-Sunne (4/79)

[38] Minhacu’s-Sunne (4/25)

[39] Minhacu’s-Sunne (4/10)

[40] Minhacu’s-Sunne (4/4-5, 38)

[41] Minhacu’s-Sunne (4/48)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)