Şöyle soruldu: “Sû-i zan ne
zaman haram olur? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem "ümmetim
kalbinden geçirdiklerini dışarı vurmadıkça mesul değildir" hadisiyle
nasıl anlarız?
Cevap: Bu meselenin
anlaşılması için Ehl-i Sünnet’in iman tarifini doğru idrak etmek yeterlidir.
Ehl-i Sünnet’e göre iman; söz ve ameldir, amel olmadan iman geçerli değildir.
Sonra bunu kalbin sözü ve ameli ile dilin sözü ve azaların ameli şeklinde
detaylandırmışlardır.
Yani, kalbe gelen bir
düşünce, kalbin ameli haline gelmedikçe iman yerine gelmez. Kalbe gelen
düşüncenin kalbin ameli haline gelmesi ise onun akdedilmesi/bağlanması ile olur
ki buna da i’tikad veya akide diyoruz. Bu
itikad edilen şey ya haktır, ya da bâtıldır. Kul kalbin akdettiği şey ile mes’ul
olur veya me’cur olur.
Sû-i zan da böyledir. Yani kişi
bir şeye veya kişiye dair olumsuz bir düşünceyi aklından geçirse bunun bir zararı
yoktur. Bu vesveseden ibaret kalır. “Kalbinden geçenleri dışa vurmadıkça”
diye aktarılan hadiste de bu ifade “hadisu’n-nefs” şeklinde gelir. Yani bu
düşünce kalbe uğrar, orada yer etmez, gelip geçer. Kişiyi sorumlu kılan kötü
zan ise kalpte yer edip kalbin ameli/i’tikadı haline gelen düşüncelerdir.
Mesela uğursuzluk inancı
hakkındaki hadislerde de bu durum ifade edilir. Kişi olumsuz yorumlayacağı bir
şey gördüğünde kalbine ister istemez olumsuz düşünceler gelir, sonra hadiste
geldiği gibi, mü’min kimse Allah’a tevekkül ederek bu olumsuz düşünceden
kurtulur. Ama bu düşünceden kurtulmazsa, uğursuz sayma düşüncesi kalbinin ameli
ve i’tikadı haline gelirse işin sonu şirke kadar varabilir. Halk arasında meşhur hurafelerden olan totem
yapma fiili bu tür şirke örnektir. Yahut kara kedi geçince uğursuz saymak, nazar
boncuğu gibi şeylerin koruyacağına inanmak bu tür aslı olmayan, sahibini şirke
kadar götüren hurafe itikadlardır.
Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki:
مَنْ
رَدَّتْهُ الطِّيَرَةُ مِنْ حَاجَةٍ فَقَدْ أَشْرَكَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللهِ مَا
كَفَّارَةُ ذَلِكَ؟ قَالَ أَنْ يَقُولَ أَحَدُهُمْ اللهُمَّ لَا خَيْرَ إِلَّا خَيْرُكَ
وَلَا طَيْرَ إِلَّا طَيْرُكَ وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ
“Uğursuzluk inancı kimi
ihtiyacından alıkoymuşsa, o şirk koşmuştur.” Dediler ki: “Bunun kefareti
nedir ey Allah’ın rasulü?” şöyle buyurdu:
“Onlardan birinin: “Allah’ım’ senin uğurundan başka uğur yoktur,
senin hayrından başka hayır yoktur, senden başka ilah yoktur” demesidir.”[1]
Mesela hasta bir kimseye
yakın olmak veya ona temas etmek sebebiyle hastalığın bulaşacağını düşünmek
Allah’a karşı kötü zanda bulunmaktır. Eğer kişi bu kötü zannı Allah’a tevekkül
ile bertaraf etmezse, Allah’a kötü zanda bulunmasından dolayı o hastalık ile
iptila edildiğinde, hastalığın bulaştığına itikad etmeye başlar ve böylece şirke
düşer.
Enes radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
لَا
عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَيُعْجِبُنِي الفَأْلُ الصَّالِحُ الكَلِمَةُ الحَسَنَةُ
“Hastalığın bulaşması ve tıyera (kötümserlik/uğursuz saymak) yoktur.
Uygun yorum (güzel söz/hayra yormak) hoşuma gider.”[2]
Hadislerde şirk olarak ifade
edilen tatayyur/uğursuz sayma tam da budur. Çünkü şer’î delil olmadan hatta şer’î
deliller hastalığın bulaşmadığını açıkça ifade etmiş olmasına rağmen kişi
tamamen zanna tabi olarak, hastalığın bulaştığına itikad etmiş, Allah’a karşı kötü
zanda bulunmuştur. Allah da o kişiye zannettiği şekilde muamele eder. Zira kudsi
hadiste: Allah Azze ve Celle “Ben kulumun zannına göreyim” buyurmuştur.
Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem, hastalık bulaşması düşüncesinden Allah’a tevekkül ederek uzaklaşmayı
fiilî olarak göstermiştir:
Mufaddal b. Fudale; Habib b. eş-Şehid – Muhammed
b. el-Munkedir yoluyla Cabir radiyallahu anh’den rivayet ediyor:
أَنَّ
رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ بِيَدِ مَجْذُومٍ
فَوَضَعَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ وَقَالَ كُلْ ثِقَةً بِاللَّهِ وَتَوَكُّلًا
عَلَيْهِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cüzzamlı
bir adamın elini tuttu, onunla beraber elini tabağa koydu ve buyurdu ki:
“Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye.”[3]
Raşid Halife Ebu Bekr radıyallahu
anh de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sünnetini uygulamıştır:
Abdurrahman b. el-Kasım rahimehullah, babası (el-Kasım b. Muhammed)
rahimehullah’tan rivayet ediyor:
قدِمَ
عَلَى أَبِي بَكْرٍ وَفْدٌ مِنْ ثَقِيفٍ فَأُتِيَ بِطَعَامٍ فَدَنَا الْقَوْمُ
وَتَنَحَّى رَجُلٌ بِهِ هَذَا الدَّاءُ يَعْنِي الْجُذَامَ فَقَالَ لَهُ أَبُو
بَكْرٍ ادْنُهُ فَدَنَا فَقَالَ كُلْ
فَأَكَلَ وَجَعَلَ أَبُو بَكْرٍ يَضَعُ يَدَهُ مَوْضِعَ يَدِهِ
Ebu Bekr radiyallahu anh’e Sakif’ten elçiler geldi. Onlara yemek
getirildi. Topluluk sofraya yanaştı, cüzzamlı bir adam ise uzak durdu. Ebu Bekr
radiyallahu anh ona:
“Onu yaklaştırın” dedi, o da yanaştı. Ona:
“Ye” dedi, o da yedi. Ebu Bekr radiyallahu anh onun elini koyduğu yere
elini koymaya başladı.”[4]
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin sıkı takipçisi
olmakla meşhur sahabi İbn Ömer radıyallahu anhuma da hastalık bulaşması
hakkında somut gibi görünen alametler bulunmasına rağmen, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in hadisine tabi olup, beşerin oluşturduğu zan kültürünü terk
etmek gerektiğini fiilen göstermiştir:
Sufyan rahimehullah, Amr (b. Dinar) rahimehullah’tan şöyle rivayet etti:
“Burada Nevvas adında biri vardı. Onun uyuz bir devesi vardı. İbn Ömer
radiyallahu anhuma gitti ve o deveyi adamın ortağından satın aldı. Adam gelince
ortağı:
“O deveyi sattım” dedi. Adam: “Kime sattın?” deyince ortağı; “Şöyle
şöyle bir şeyhe sattım” dedi. Adam dedi ki:
“Sana yazıklar olsun! Vallahi o İbn Ömer radiyallahu anhuma’dır.” Bunun üzerine
adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya gitti ve dedi ki:
“Ortağım sana uyuzlu deve satmış ve seni tanıyamamış.” İbn Ömer
radiyallahu anhuma: “Onu getir” dedi. Adam getirmeye gidince İbn Ömer
radiyallahu anhuma dedi ki:
“Bırak onu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hastalığın
bulaşması yoktur” hükmüne razı olduk.”[5]
Kullara karşı kötü zanda
bulunmak da böyledir. Ortada somut bir delil olmadığı halde bir kişi hakkında
olumsuz düşünceler kalbe gelebilir. Kul, ortada somut delil olmadığı için böyle
bir düşünceyi kalbinden uzaklaştırmakla mükelleftir. Ama delilsiz olarak böyle
bir zannı kalbinde devam ettirirse kalbin ameli haline gelir ve bundan dolayı
sorumlu olur.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ten: Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ
الْحَدِيثِ وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا وَلَا
تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللهِ
إِخْوَانًا
“Sizi zandan sakındırırım.
Zira zan sözün en yalanıdır. Birbirinizi gizlice
dinlemeyin, birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizle rekabet etmeyin,
birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin,
Allah’ın kardeş kulları olun.”[6]
Olaylara ve eşyalara karşı
kötü zanda bulunmak da böyledir. Ancak somut deliller varsa durum başkadır. Mesela
uğursuz/bereketsiz olan evi, bereketsiz hanımı, bereketsiz bineği değiştirmek
somut verilere dayalı olur:
Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken işittim:
لَا عَدْوَى
وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَ فَإِنْ تَكُ الطِّيَرَةُ فِي شَيْءٍ فَفِي الْمَرْأَةِ
وَالْفَرَسِ والدار
“Hastalık bulaşması, tıyera (kötümserlik) ve baykuş uğursuzluğu
yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk varsa kadında, atta ve evde olur.”[7]
İbrahim aleyhi's-selâm’ın oğlu İsmail aleyhi's-selâm’ın
evine ziyaretinde kanaatkâr olmayan, herşeyden şikayetçi olan gelini hakkında: “Oğluma
söyle kapısının eşiğini değiştirsin” diyerek onu boşamasını ima etmesi, sonra
kanaatkâr olan ve herşeyi hayra yoran gelini hakkında da: “Oğluma söyle
kapısının eşiğini sağlam tutsun” diye tembihlemesi bu yüzdendir.
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, oturduğu evde
zahir olan bereketsizliği bildiren adama o evi terk etmesini tavsiye etmiştir:
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den: “Bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulü!
Bizler sayıca ve malca kalabalık bir evdeydik. Başka bir eve taşındık. Sayımız
da azaldı, malımız da azaldı.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kötü bir yer olduğu için orayı terk edin.”[8]
[1]
Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed (2/220) İbn Vehb
el-Cami (658) İbn Sunni (292) el-Elbani es-Sahiha (1065)
[2]
Sahih. Buhârî (5756, 5776) Muslim
(2224)
[3]
Hasen. Hâkim (4/152) İbn Hibbân
(13/490) İbn Ebî Şeybe (5/141) Ebû Dâvûd (3925) Tirmizî (1817) İbn Mâce (3542)
Ebû Ya'lâ (3/354) Abd b. Humeyd (1092) İbn Ebi'd-Dunyâ et-Tevadu (83)
İbnu’s-Sunni Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (463) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/310)
Beyhakî (7/219) Beyhakî Şuab (2/122) İsnadında Mufaddal b. Fudale vardır.
[4]
Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (5/141)
Ravileri Buhârî ve Muslim ricalidir.
[5]
Sahih. Buhârî (2099)
[6]
Sahih. Muslim (2563)
[7]
Sahih. İbn Hibbân (13/497) Ahmed
(1/180) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/162) Ebû Ya'lâ (2/126) Bezzar (3/290) el-Elbani
es-Sahiha (789)
[8]
Muslim'in şartına göre sahih. Bezzar
(13/79) Ebu Dâvud (3924) Buhârî Edebu’l-Mufred (918) Beyhakî (8/140) Mukbil b.
Hadi Sahihu’l-Musned (108)