Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

7 Mart 2025 Cuma

Zan ve Kalbe Gelen Düşünceler Ne Zaman Sorumluluk Getirir?

 

Şöyle soruldu: “Sû-i zan ne zaman haram olur? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem "ümmetim kalbinden geçirdiklerini dışarı vurmadıkça mesul değildir" hadisiyle nasıl anlarız?

Cevap: Bu meselenin anlaşılması için Ehl-i Sünnet’in iman tarifini doğru idrak etmek yeterlidir. Ehl-i Sünnet’e göre iman; söz ve ameldir, amel olmadan iman geçerli değildir. Sonra bunu kalbin sözü ve ameli ile dilin sözü ve azaların ameli şeklinde detaylandırmışlardır.

Yani, kalbe gelen bir düşünce, kalbin ameli haline gelmedikçe iman yerine gelmez. Kalbe gelen düşüncenin kalbin ameli haline gelmesi ise onun akdedilmesi/bağlanması ile olur ki buna da i’tikad veya akide diyoruz.  Bu itikad edilen şey ya haktır, ya da bâtıldır. Kul kalbin akdettiği şey ile mes’ul olur veya me’cur olur.

Sû-i zan da böyledir. Yani kişi bir şeye veya kişiye dair olumsuz bir düşünceyi aklından geçirse bunun bir zararı yoktur. Bu vesveseden ibaret kalır. “Kalbinden geçenleri dışa vurmadıkça” diye aktarılan hadiste de bu ifade “hadisu’n-nefs” şeklinde gelir. Yani bu düşünce kalbe uğrar, orada yer etmez, gelip geçer. Kişiyi sorumlu kılan kötü zan ise kalpte yer edip kalbin ameli/i’tikadı haline gelen düşüncelerdir.

Mesela uğursuzluk inancı hakkındaki hadislerde de bu durum ifade edilir. Kişi olumsuz yorumlayacağı bir şey gördüğünde kalbine ister istemez olumsuz düşünceler gelir, sonra hadiste geldiği gibi, mü’min kimse Allah’a tevekkül ederek bu olumsuz düşünceden kurtulur. Ama bu düşünceden kurtulmazsa, uğursuz sayma düşüncesi kalbinin ameli ve i’tikadı haline gelirse işin sonu şirke kadar varabilir.  Halk arasında meşhur hurafelerden olan totem yapma fiili bu tür şirke örnektir. Yahut kara kedi geçince uğursuz saymak, nazar boncuğu gibi şeylerin koruyacağına inanmak bu tür aslı olmayan, sahibini şirke kadar götüren hurafe itikadlardır.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَنْ رَدَّتْهُ الطِّيَرَةُ مِنْ حَاجَةٍ فَقَدْ أَشْرَكَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللهِ مَا كَفَّارَةُ ذَلِكَ؟ قَالَ أَنْ يَقُولَ أَحَدُهُمْ اللهُمَّ لَا خَيْرَ إِلَّا خَيْرُكَ وَلَا طَيْرَ إِلَّا طَيْرُكَ وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ

 Uğursuzluk inancı kimi ihtiyacından alıkoymuşsa, o şirk koşmuştur.” Dediler ki: “Bunun kefareti nedir ey Allah’ın rasulü?” şöyle buyurdu:

Onlardan birinin: “Allah’ım’ senin uğurundan başka uğur yoktur, senin hayrından başka hayır yoktur, senden başka ilah yokturdemesidir.”[1]

Mesela hasta bir kimseye yakın olmak veya ona temas etmek sebebiyle hastalığın bulaşacağını düşünmek Allah’a karşı kötü zanda bulunmaktır. Eğer kişi bu kötü zannı Allah’a tevekkül ile bertaraf etmezse, Allah’a kötü zanda bulunmasından dolayı o hastalık ile iptila edildiğinde, hastalığın bulaştığına itikad etmeye başlar ve böylece şirke düşer.

Enes radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَيُعْجِبُنِي الفَأْلُ الصَّالِحُ الكَلِمَةُ الحَسَنَةُ

Hastalığın bulaşması ve tıyera (kötümserlik/uğursuz saymak) yoktur. Uygun yorum (güzel söz/hayra yormak) hoşuma gider.[2]

Hadislerde şirk olarak ifade edilen tatayyur/uğursuz sayma tam da budur. Çünkü şer’î delil olmadan hatta şer’î deliller hastalığın bulaşmadığını açıkça ifade etmiş olmasına rağmen kişi tamamen zanna tabi olarak, hastalığın bulaştığına itikad etmiş, Allah’a karşı kötü zanda bulunmuştur. Allah da o kişiye zannettiği şekilde muamele eder. Zira kudsi hadiste: Allah Azze ve Celle “Ben kulumun zannına göreyim” buyurmuştur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hastalık bulaşması düşüncesinden Allah’a tevekkül ederek uzaklaşmayı fiilî olarak göstermiştir:

Mufaddal b. Fudale; Habib b. eş-Şehid – Muhammed b. el-Munkedir yoluyla Cabir radiyallahu anh’den rivayet ediyor:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ بِيَدِ مَجْذُومٍ فَوَضَعَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ وَقَالَ كُلْ ثِقَةً بِاللَّهِ وَتَوَكُّلًا عَلَيْهِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cüzzamlı bir adamın elini tuttu, onunla beraber elini tabağa koydu ve buyurdu ki:

Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye.”[3]

Raşid Halife Ebu Bekr radıyallahu anh de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sünnetini uygulamıştır:

Abdurrahman b. el-Kasım rahimehullah, babası (el-Kasım b. Muhammed) rahimehullah’tan rivayet ediyor:

قدِمَ عَلَى أَبِي بَكْرٍ وَفْدٌ مِنْ ثَقِيفٍ فَأُتِيَ بِطَعَامٍ فَدَنَا الْقَوْمُ وَتَنَحَّى رَجُلٌ بِهِ هَذَا الدَّاءُ يَعْنِي الْجُذَامَ فَقَالَ لَهُ أَبُو بَكْرٍ ادْنُهُ  فَدَنَا فَقَالَ كُلْ فَأَكَلَ وَجَعَلَ أَبُو بَكْرٍ يَضَعُ يَدَهُ مَوْضِعَ يَدِهِ

Ebu Bekr radiyallahu anh’e Sakif’ten elçiler geldi. Onlara yemek getirildi. Topluluk sofraya yanaştı, cüzzamlı bir adam ise uzak durdu. Ebu Bekr radiyallahu anh ona:

“Onu yaklaştırın” dedi, o da yanaştı. Ona:

“Ye” dedi, o da yedi. Ebu Bekr radiyallahu anh onun elini koyduğu yere elini koymaya başladı.”[4]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin sıkı takipçisi olmakla meşhur sahabi İbn Ömer radıyallahu anhuma da hastalık bulaşması hakkında somut gibi görünen alametler bulunmasına rağmen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisine tabi olup, beşerin oluşturduğu zan kültürünü terk etmek gerektiğini fiilen göstermiştir:

Sufyan rahimehullah, Amr (b. Dinar) rahimehullah’tan şöyle rivayet etti: “Burada Nevvas adında biri vardı. Onun uyuz bir devesi vardı. İbn Ömer radiyallahu anhuma gitti ve o deveyi adamın ortağından satın aldı. Adam gelince ortağı:

“O deveyi sattım” dedi. Adam: “Kime sattın?” deyince ortağı; “Şöyle şöyle bir şeyhe sattım” dedi. Adam dedi ki:

“Sana yazıklar olsun! Vallahi o İbn Ömer radiyallahu anhuma’dır.” Bunun üzerine adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya gitti ve dedi ki:

“Ortağım sana uyuzlu deve satmış ve seni tanıyamamış.” İbn Ömer radiyallahu anhuma: “Onu getir” dedi. Adam getirmeye gidince İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Bırak onu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hastalığın bulaşması yoktur” hükmüne razı olduk.”[5]

Kullara karşı kötü zanda bulunmak da böyledir. Ortada somut bir delil olmadığı halde bir kişi hakkında olumsuz düşünceler kalbe gelebilir. Kul, ortada somut delil olmadığı için böyle bir düşünceyi kalbinden uzaklaştırmakla mükelleftir. Ama delilsiz olarak böyle bir zannı kalbinde devam ettirirse kalbin ameli haline gelir ve bundan dolayı sorumlu olur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ten: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللهِ إِخْوَانًا

Sizi zandan sakındırırım. Zira zan sözün en yalanıdır. Birbirinizi gizlice dinlemeyin, birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizle rekabet etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, Allah’ın kardeş kulları olun.”[6]

Olaylara ve eşyalara karşı kötü zanda bulunmak da böyledir. Ancak somut deliller varsa durum başkadır. Mesela uğursuz/bereketsiz olan evi, bereketsiz hanımı, bereketsiz bineği değiştirmek somut verilere dayalı olur:

Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَ فَإِنْ تَكُ الطِّيَرَةُ فِي شَيْءٍ فَفِي الْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ والدار

Hastalık bulaşması, tıyera (kötümserlik) ve baykuş uğursuzluğu yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk varsa kadında, atta ve evde olur.”[7]

İbrahim aleyhi's-selâm’ın oğlu İsmail aleyhi's-selâm’ın evine ziyaretinde kanaatkâr olmayan, herşeyden şikayetçi olan gelini hakkında: “Oğluma söyle kapısının eşiğini değiştirsin” diyerek onu boşamasını ima etmesi, sonra kanaatkâr olan ve herşeyi hayra yoran gelini hakkında da: “Oğluma söyle kapısının eşiğini sağlam tutsun” diye tembihlemesi bu yüzdendir.

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, oturduğu evde zahir olan bereketsizliği bildiren adama o evi terk etmesini tavsiye etmiştir:

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den:  “Bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulü! Bizler sayıca ve malca kalabalık bir evdeydik. Başka bir eve taşındık. Sayımız da azaldı, malımız da azaldı.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kötü bir yer olduğu için orayı terk edin.”[8]

Allah en iyi bilendir.

[1] Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed (2/220) İbn Vehb el-Cami (658) İbn Sunni (292) el-Elbani es-Sahiha (1065)

[2] Sahih. Buhârî (5756, 5776) Muslim (2224)

[3] Hasen. Hâkim (4/152) İbn Hibbân (13/490) İbn Ebî Şeybe (5/141) Ebû Dâvûd (3925) Tirmizî (1817) İbn Mâce (3542) Ebû Ya'lâ (3/354) Abd b. Humeyd (1092) İbn Ebi'd-Dunyâ et-Tevadu (83) İbnu’s-Sunni Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (463) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/310) Beyhakî (7/219) Beyhakî Şuab (2/122) İsnadında Mufaddal b. Fudale vardır.

[4] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (5/141) Ravileri Buhârî ve Muslim ricalidir.

[5] Sahih. Buhârî (2099)

[6] Sahih. Muslim (2563)

[7] Sahih. İbn Hibbân (13/497) Ahmed (1/180) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/162) Ebû Ya'lâ (2/126) Bezzar (3/290) el-Elbani es-Sahiha (789)

[8] Muslim'in şartına göre sahih. Bezzar (13/79) Ebu Dâvud (3924) Buhârî Edebu’l-Mufred (918) Beyhakî (8/140) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (108)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)