Şah Veliyyullah Dehlevî İslâm'ın doğuşundan önceki câhiliyye devrini Hüccetullahi'l-Bâligasına çok canlı bir şekilde tasvir etmiştir:
"Bir kaç yüzyıldır Bizanslılar ve Sasaniler dünyayı hâkimiyetleri altında tuttuklarından kolay kazanılmış lüks ve rahatlığın zevkini sürmekteydiler. Şeytanî haksızlıklara batmış ve âhirete aldırış etmeyen bir halde idiler. Örf-âdet ve alışkanlıklarına aşırı düşkünlük ve titizlik göstermekte anlamsız bir incelik ve hassasiyet şuuru kazanmış idiler. Bütün insanlar birbirlerine karşı gösteriş yarışındaydılar. Zevk, eğlence ve israf bakımından birbirlerine üstünlük kurmakla gurur duymaktaydılar. Bu imparatorlukların büyük şehirlerine dünyanın her bölgesinden maharetli zanaatkârlar ve becerikli ustalar gelip durmaktaydı.
Daima yeni
kolaylıklar ve rahatlık sağlayıcı araçlar geliştirmekte ve yapmaktaydılar.
Bunlar icat edilir edilmez revaç buluyordu. Yönetici sınıf için üretilen
kadifeler ve ipekler de kişinin gururunu ve kibirini kabartmak için bir vasıta
vazifesi görmekteydi. Hayat standartı öylesine yükseldi ki yüz bin dirhem'den
daha az değere sahip bir yelek veya sarık asîl kimseler tarafından giyilmez
oldu. Bir asilzade fıskiyesi, hamamı ve bahçesi ile birlikte tam bir mükemmel
malikanede yaşamadıkça, genç ve güzel kölelere, bakımlı vahşi hayvanlara sahip
olmadıkça ve misafirleri için leziz ve çok çeşitli ziyafetler veremedikçe
arkadaş ve dostlarının takdirini kazanamaz duruma gelirdi. Burada pek çok
ayrıntı daha anlatilabilirdi, ancak o vakit hakim bulunan şartları kendi
ülkenizdeki kral ve asilzadelerin yaşayış ve tavırlarını gözönünde
bulundurarak pekâla tahayyül edebilirsiniz. (Şah Veliyyullah burada o günlerde
Delhi'de hüküm sürmekte olan Moğollar'a atıfta bulunmaktadır). Bütün bu hal,
tavır ve alışkanlıklar âdeta onların ikinci bir şahsi tabiatları hâline geldi,
öylesine ki isteseler bile onlardan kurtulamazlardı. Zamanla bütün bunlar tüm
toplumun yerine getirmesi gerekli sorumluluklar haline geldi. Zengin fakir
ayrımı olmaksızın tüm insanlar bir yarış içine girmek zorunda kalmıştı.
Bütün toplumu saran toplumsal adetler -lüks, israfa teşvik edici ve
pahalı yaşam tarzı- herkes için bir sıkıntı haline geldi ve bu dert herkesin
başını ağrıtmaya başladı. Bu pahalı yaşam tarzını sürdürmek büyük miktarlarda
para sarfetmeden mümkün olamıyordu ve para da fakir çiftçiler, esnaf ve zanaatkârlar
üstüne ek vergiler ve mâlî sorumluluklar yüklemeden elde edilemiyordu. Daima
artan vergileri ödemediklerinde ise bu kimseler cezalandırılmak üzere seferler
düzenleniyordu; sessizce boyun eğdiklerinde ise yük hayvanı muamelesi görüyor,
efendilerinin topraklarını ekip-biçme ve sulamaya memur yarı köle hayatı yaşayabiliyorlardı.
Zor ve yorucu hayat yükleri böylece bütün milletin omuzlarına bindirildiğinden
kimsenin âhireti ve nihaî sonlarını düşünmeye vakti kalmıyordu. Zaman zaman
bütün bir coğrafyada dini dert edinen ve dine önem veren bir kimseyi bulmak
mümkün olmuyordu.” (“Hayat Tarzları ve Âdetlerde Yenilik," Hüccetullahi'l-Bâliga).