Şeyh Abdurrahman b. Hasen et-Temimî Rahimehullah’ın Kitabu’l-İman ve’r-Reddu Ala Ehli’l-Bidâ Kitabından (s.132 vd.) tercüme eden: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Malını ıslah için geçici olarak kırsala çıkan kimse
Soru: Kırsalda olan malının bakımı için çıkan ve niyeti
beldesine geri dönmek olan kimse âsî (günahkar) olur mu?
Cevap: Başarı Allah’tandır. Bu meseleler ve gerek dinin
usulünden, gerek füruundan olan konularda itikadımız ve Allah’ın bize din
kıldığı şey, salih selefimizin ve muhakkik alimlerimizin üzerinde bulundukları
sahih itikaddan ayrılmamaktır. Çünkü onlar yüce bir esas, dosdoğru bir yol,
apaçık bir selamet üzerindedirler. Bizlere onların menhecinde yürümek ve
onlardan gelenlerle yetinmek düşer. Koruma ve başarı Allah’tandır.
Hicret ettiği yurda yerleştikten sonra, malını ıslah etmek
için çıkan ve niyeti beldesine geri dönmek olan kimse günahkar olur mu
meselesine gelince; bu şekilde çıkan kimsenin Allah’a âsî olduğu söylenmez ve
bu kimse hicretten sonra bedevileşen hakkındaki tehditin kapsamına girmez.
Bilakis onunla sevgi ve dostluk devam eder. Çünkü bu çıkışı masiyet değildir. O
kimseye beldesinden çıkmayan kimse gibi muamele edilir. Çünkü o da
muhacirlerdendir. Niyeti ancak vatanına ve hicret ettiği kardeşlerine geri
dönmektir. Onun mürted olduğuna veya günah işlediğine hükmedilmez.
Evini satan ve badiyeye çıkan, geri dönme niyeti de olmayan kimse
İkinci Soru: Evini satan, badiyeye (hicret ettiği yurdun
dışına) çıkan ve orada yerleşip geri dönme niyeti olmayan, İslam üzere kalan,
dinin kurallarına bağlı kalmaya ve müslümanlara sevgi beslemeye devam eden,
lakin badiyede yerleşmeyi de seven kimsenin hükmü nedir?
Cevap: Şüphesiz bu kimse büyük günah işlemiş olur ve
hicretinden sonra bedevileşmiştir. Bu kimse İbn Ebî Hâtim’in Ali radiyallahu
anh’den rivayet ettiği, hicretten sonra bedevileşmenin ve müslümanların
cemaatinden ayrılmanın, imama biat ettikten sonra bu biatı bozmanın büyük
günahlardan sayıldığı hadisin tehdidinin kapsamındadır. Lakin onun bu çıkışı ve
bedevileşmesi bir küfür veya dinden çıkış değildir. Bilakis o günahkar bir
müslümandır. Onda bulunan imandan dolayı sevgi beslenir, lakin masiyetinden
dolayı ona buğzedilir. O hicretinden sonra bedevileşmekle mürtetlerden olmadığı
için ona sert davranılmaz, ona mürtet muamelesi yapılmaz.
Evini satıp badiyeye çıkan ve dine hakaret eden kimse
Üçüncü soru: Yerleştikten sonra evini satan, sonra badiyeye
(hicret ettiği beldenin dışına) çıkan, bununla beraber dine ve din ehline
hakaret eden, sonra buna kefaret olacak ameller işleyen ve kendisine hüccet
ikame edilen kimsenin hükmü nedir?
Cevap: Durumu bu şekilde olan kimse İslam dininden çıkmış
bir mürteddir. Önceden işlediklerinin ona bir faydası olmaz. Çünkü kardeşlerinin
yanında kalırken nasihatleri, öğütleri ve Kur’ân’ı dinlemiş olması ona en büyük
hüccet ikamesidir. O öğrendikten sonra inkar etmiştir. Önceden müslümanlardan
olmuş iken orada müslümanlarla kalmaktan yüz çevirmiş, kalbindeki bozukluk
sebebiyle dine hakaret içeren işler yapmıştır. Böylesine düşmanlık edilir,
dostluk edilmez. Ona buğzedilir, sevgi beslenmez. Ona hecir uygulamak dinin
vaciplerindendir. Ancak samimi bir tevbe ederse, tevbe kendisinden öncekileri
yıkar. Onunla tevbe arasına girilmez. Tevbe kapısı Allah’ın başarılı kılıp
hidayet ettiği kimselere açıktır.
Hicret ve çeşitleri
Dördüncü soru: Müşriklerin arasında kırsalda (badiyede) veya
şehirde yaşayan kimsenin hicretinin fazileti nedir? Bu konuda farz olanı ve
müstehap olanı nedir? Necid badiyesi ve Aneze, Zafir gibi diğer yerler ile
kuzey ve güneyin badiyeleri arasında fark var mıdır?
Cevap: Hicret dinin farzlarındandır ve salih amellerin en
üstünlerindendir. Bu, kulun dininin selameti ve imanının korunmasının
sebebidir. Hicretin kısımları vardır: Allah’ın kitabında haram kıldığı ve
rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in bütün mükelleflere haram kıldığı
haramlardan, terk edenin Allah’ın haram kıldığı şeyleri terk etmiş olacağını
haber verdiği şeylerden hicret edip uzaklaşmak. Nitekim sahih hadiste Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhacir; Allah’ın
yasakladığı şeyleri terk edendir.” (Buhârî (iman 10) Nesâî (4996) Ebû Dâvûd
(2481) Ahmed (2/2, 192, 209) Bu emir, kavlî ve fillî olan bütün haramları
kapsamaktadır.
Hicretin ikinci kısmı; içinde şirk şiarlarının, küfür
alametlerinin zahir olduğu ve haramların açıkça işlendiği, orada kalanların
dinini izhar edemediği, müşriklerden uzaklaşmasını ve onlara düşmanlığını
açıkça ortaya koyamadığı her beldeden hicret etmektir. Bu kimse onların
küfürlerine ve üzerinde oldukları şeylerin bâtıl olduğuna inanmakta, lakin mala
ve vatana tamahkarlıktan dolayı onların arasında yaşamaya devam etmektedir. Bu
kimse günahkardır ve haram işlemektedir. Allah Teâlâ’nın şu tehdidinin
kapsamındadır: “Melekler onları nefislerine zulmeder oldukları halde alırken: “Ne
yapıyordunuz?” derler. “Biz yeryüzünde mustazaf olanlardık” derler. Derler ki: “Allah’ın
arzı geniş değil miydi? Orada hicret etseydiniz ya!” İşte onlar var ya; onların
barınağı Cehennemdir, doğrusu ne kötü dönüş yeridir. Ancak
erkekler, kadınlar ve çocuklardan bir çare bulamayan ve bir yol bulamayan
mustazaflar müstesnadır. İşte onlar ki Allah’ın onlardan affetmesi umulur.
Şüphesiz Allah Afuv ve Ğafur olandır.” (Nisa 97-99)
Allah, müşriklerin ellerinden kurtulmaya gücü yetmeyen mustazaflardan
başkasını mazur görmemiştir. Şayet bu mazeretlerden kurtulma yoluna güç
yetirdiği halde bunu yapmazsa, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: “Kim müşrikle bir araya gelir veya onunla beraber yerleşirse o
da onun gibidir.” (Ebû Dâvûd (2787)
Bunun yalnızca bir araya gelme veya beraber yerleşmekle kafir olacağı
söylenmez. Bilakis kastedilen şudur: müşriklerin arasından çıkmaktan aciz kalan
ve istemeyerek onlarla beraber savaşa çıkmak zorunda kalan kimse, savaşta
onların hükmünde olur. Malına el konulur, bu küfür sebebiyle değildir. Ama
müslümanlara karşı savaşa onlarla beraber kendi isteği ve tercihi ile çıkan,
onlara bedeniyle ve malıyla yardım eden kimsenin hükmü, onların hükmü gibi
kafir olmasıdır.
Yine farz olan hicret türlerinden biri de küfrü ve şirki
izhar eden, bazı haramları işleyen bedevilerin arasından hicret etmektir. Bu
kimse onların arasında dinini izhar etmekten aciz kalmıştır ve onlara karşı
çıkmaya gücü yetmemektedir. Böyle bir kimse hicrete güç yetirebiliyorsa hicret
etmesi farzdır. Hicrete gücü yetmesine rağmen bunu yapmazsa daha önce
açıklaması geçen; müşriklerin beldelerinde yaşayan kimsenin hükmü gibidir.
Böyle kimselere düşmanlık edilir ve üzerinde bulundukları günahtan dolayı
onlara buğzedilir. Kendilerinde bulunan islam’ın aslı sebebiyle de onlara
dostluk ve sevgi gösterilir. Eğer ağır basan bir maslahat varsa bu kimselere hecir
uygulanır ve azarlanırlar. Şayet daha büyük kötülüğe sebep olmayacaksa bu
şekilde davranmak caizdir. Onları ziyarete giden kimse de aynı şekilde haram
işlemektedir. Ona da günahından dolayı hecir uygulanır.
Alimlerimiz dediler ki: Müşriklerin arasında ikamet eden ve
ticaret amacıyla onlara misafirliğe giden kimse haram işleme bakımından
ortaktırlar. Ceza bakımından ise farklıdırlar. Müşriklerin arasında ikamet
edenin uğrayacağı ceza, onları ziyarete gidenin uğrayacağı cezadan daha
büyüktür. Müşriklerin arasında ikamet edene uygulanacak olan hecir, onları
ziyarete gidene uygulanacak hecirden daha serttir. Uygulanacak olan hecir,
düşmanlık ve dostluk, dinin maslahatlarının gereğine göre belirlenir.
Müstehap olan hicrete gelince; bu, içerisinde dinini izhar
edebildiği küfür diyarından İslam diyarına hicret etmektir. Nefsi ve dini
hakkında güvende olmak için yapacağı bu hicret müstehaptır. Aynı şekilde İslam
dininin kurallarına bağlı kalan ve Allah’ın haram kıldığı kan dökme, mal
yağmalama vb. günahlardan ve günahları açıktan işlemekten uzak duran
bedevilerin arasından hicret etmek de müstehaptır. Bunda büyük bir fazilet ve
bol sevap vardır. çünkü hayrı öğrenmek, Allah’ın kalbine verdiği nur ve basiret
sayesinde bildiği Cuma ve başka maslahatları ikame etmek için hicret
etmektedir.”