Adil b. Abdillah Âl-u Hamdan el-Gamidî’nin bazı kitapları ve akide
kitaplarına yapmış olduğu bazı tahkikler Türkçe’ye de tercüme edilmiş ve Neda
Yayınları arasında yayınlanmıştır. Adı geçen bu şahıs Haddâdiye denilen muasır
bir bid’at fırkasının görüşlerine sahiptir.
Bu kimselerin başlıca sapıklıkları; Ehl-i Sünnet âlimlerin kapalı bir takım
sözlerine kendi yükledikleri mânalarla veya âllimlerin hatalarını usûle aykırı
ithâmlarla değerlendirerek bid’at suçlamasında bulunmalarıdır. Diğer yandan
âlimlerin kendi hevâlarına uyan sözlerini gördüklerinde, bu sözlerin
delillerinin sahih mi, zayıf mı asıllara dayanıldığının sorgulanmasına şiddetle
tepki vermekte, muhaliflerini Cehmî’lik, Mürcie’lik gibi ithamlarla karalamaya
çalışmaktadırlar.
Etrafında döndükleri meselelerin başında namazı terk edeni tekfir etmemenin
Mürcie’lik olduğunu iddia etmeleri, Allah Azze ve Celle’nin sıfatları hakkında
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olmayan hadislerle ve bu
konuda seleften bazı kimselerin sözleriyle ispat ve nefiyde bulunmaları,
Allah’ın arşa oturduğunu, yaratmayı bitirince ayak ayaküstüne attığını,
Allah’ın suretinin Âdem aleyhi's-selâm’ın sureti gibi olduğunu vb. iddia
etmeleridir. İmanın tarifi konusunda da çarpık bazı görüşleri vardır.
Sahih ve sabit delillere dayandıramadıkları bu konularda kendilerine
muhalefet edenleri Cehmî’lik ve Murcie’lik ile itham etmektedirler.
Namazın terkinin küfür olduğuna dair Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den ve sahabeden açık ifadeler gelmiştir. Hatta sahabe’den bu konuda
gelenler birbirine muhalif değildir. Dolayısıyla sahabenin namazın terkinin
küfür veya şirk olduğunu söyledikleri hususunda icma ettiklerini söylemek
mümkündür. Lakin sahabenin namazın terkinin dinden çıkaran küfür olduğunu
söylemede icma ettiklerini söylemek mümkün değildir.
Dolayısıyla seleften birçok kimse namazı kılmamakta inat edenle, namazı
farz görmekle beraber ihmalkârlıkla terk eden arasında ayrım gözetmişlerdir.
Ez-Zuhrî, Hammad b. Zeyd, İmam Malik, İmam Şafii ve ashabı, kendisinden bir
rivayete göre İmam Ahmed, namazın terkini mutlak küfür olarak görmemişlerdir.
Şüphesiz namazın terki kişiyi imandan çıkarır, lakin İslam’dan da çıkarır
mı veya ne zaman İslam’dan çıkarır, bu kısmı ihtilaf konusudur.
Bu yüzden namazı terk edeni İslam’dan çıkaran küfürle tekfir etmeyeni
Mürcie’likle itham etmek, Selef’in üzerinde olmadıkları, sonradan çıkmış bir
sapıklıktır.
Allah Azze ve Celle hakkında bir sıfatı ispat veya nefyetmek mutlaka
kitaptan veya sahih sünnetten sabit delille olmak zorundadır. Sahabe, tabiin
gibi, ne kadar saygın ve değeri büyük kimselerden gelmiş olursa olsun, vahyin
deliliyle sabit olmayan bir sıfat, bu kimselerin sözüyle ispat edilemez.
Seleften gelen, kitap ve sünnetten sabit dayanağı bilinemeyen bazı sözler
vardır ki, imamlar bu sözleri inkâr veya ikrar etmeksizin nakletmekle
yetinmişlerdir.
Çünkü seleften gelen bu tür sözlerin kaynağı, isnadı sahihse, ya Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den işitilmiş bir bilgiye dayalı olabilir yahut
İsrailiyyat kaynaklı olabilir.
İsrailiyyat konusunda da Ehl-i Sünnetin tutumu bellidir, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in emrettiği gibi, İsrailiyyattan gelen bir bilgiyi
ne yalanlarız, ne de tasdik ederiz. Çünkü aslı olan bir şeyi yalanlama veya
aslı olmayan bir uydurmayı tasdik etme riski vardır.
Adil Hamdan ve onun bozuk menhecindekiler ise “Madem imamlar bunları
akide kitaplarında zikretmişler, o halde bunlara itikad etmek vaciptir, itikad
etmeyenler de Cehmî’dir” gibi suçlamalar yapıyorlar!
Burada imamların bu yaklaşımlarının yanlış anlaşıldığına dair bir örnek
zikredeyim:
Ebu Bekr el-Hallal rahimehullah dedi ki: Bana Muhammed b. Ali el-Verrak
haber verdi, dedi ki: bize Salih (b. Ahmed b. Hanbel) tahdis etti, dedi ki: Ebu
Talib, babam (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’ın şöyle dediğini rivayet etti:
“Kur’ân’ı telafffuzun mahlûk değildir.” Bunu babama haber verdim. Dedi ki:
“Bunu sana kim söyledi?” Ben de: “Falan” dedim. Dedi ki:
“Onu bana çağır.” Ben de gittim. Ebu Talib ile beraber Furan da geldi.
Babam ona dedi ki:
“Ben size “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” diye bir şey söyledim mi?”
Öfkeden titremeye başladı. (Ebu Talib) dedi ki: “Ben sana İhlâs suresini okudum
ve sen de bana: “Bu mahlûk değildir” dedin. Ahmed dedi ki:
“Peki, neden benim sana Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir dediğimi
naklettin? Bana ulaştığına göre sen bunu kitabına almışsın ve bir kavme
yazmışsın. Eğer kitabında bu söz varsa hemen onu sil. Mektup yazdığın kavme de
benim sana böyle bir şey demediğimi yaz!” Öfkeyle ona yöneldi ve dedi ki:
“Benden benim söylemediğim bir söz aktarıyorsun!” Bunun üzerine Furan onun adına
özür dilemeye başladı ve korkuyla yanından ayrıldı. Ebu Talib döndü ve bu
yazıyı kitabından sildiğini, mektup yazdığı kavme de tekrar yazarak Ebu
Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’tan yaptığı nakilde hata ettiğini
yazdığını bildirdi.”[1]
Ebu Talib’in İmam Ahmed rahimehullah ile bu kıssası meşhur ve
bilinmektedir. Bunu yine Ebu Bekr el-Merrûzî, Furan, Hanbel b. İshak[2]
ve muhtasar olarak İbrahim b. Eban el-Mavsilî de rivayet etmişlerdir.
Bu kıssayı Ebu Talib rahimehullah kendisi başka bir yoldan rivayet etmiş ve
şöyle demiştir: “Ahmed rahimehullah bana dedi ki:
“Benim: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” dediğimi mi naklettin?” Ben dedim
ki: “Ben bunu ancak kendi sözüm olarak aktardım.” Dedi ki:
“Ne benden ne de kendinden böyle bir söz aktar! Hiçbir âlimden böyle bir
söz işitmedim. Kur’ân Allah’ın kelamıdır ve nasıl tasarruf edilirse edilsin
hiçbir yönden mahlûk değildir.”[3]
Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah, aynı şekilde Hamdun b.
Şeddad’a da karşı çıkmıştır: Ebu Bekr el-Merrûzi rahimehullah dedi ki:
“Hamdun b. Şeddad, meselelerin yazılı olduğu kâğıtlarla geldi. Onu Ebu
Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’ın yanına götürdüm. Baktı ve orada
meseleler arasında: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir” yazılı olduğunu
gördü. Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah dedi ki:
“Burada benim söylemediğim bir söz var!” Geçitten kalktı ve içeri girdi.
Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah Hokka ve kalem çıkarıp “Kur’ân’ı
telaffuzum mahlûk değildir” yazan yeri karaladı, kendi yazısıyla şöyle yazdı:
“Nerede tasarruf edilirse edilsin Kur’ân mahlûk değildir.” Dedi ki:
“Kimsenin böyle bir şey söylediğini işitmedim.” “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk
değildir” diyene de karşı çıktı.”[4]
Ahmed b. el-Hasen b. Ali el-Bezurî dedi ki: Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel)
rahimehullah’a bir adamın şöyle sorduğunu işittim:
“Ey Ebu Abdillah! Kerh’te senin: “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir”
dediğini naklettiler.” Ahmed rahimehullah öfkeyle durdu ve dedi ki:
“Benim adıma ne çok yalan söylüyorlar! Böyle bir şey söylemedim, söylemem
de. Benden ancak bu sözün çirkin bir söz olduğunu söylediğimi ulaştırın! Yardım
istenecek olan Allah’tır!” Böylece öfkeyle evine girdi.”[5]
Ebu Bekr b. Zencuye’nin rivayetinde şu şekildedir: Ahmed b. Hanbel
rahimehullah’ı şöyle derken işittim:
“Kim Kur’ân’ı telaffuzunun mahlûk olduğunu söylerse o bir Cehmî’dir. Kim de
Kur’ân’ı telaffuzunun mahlûk olmadığını söylerse o bid’atçidir, onunla
konuşulmaz.”[6]
Bu kıssada görüldüğü gibi, İmam Ahmed’in: “Kim Kur’ân’ı telaffuzum mahlûktur”
derse Cehmi’dir” sözünden hareketle “Kur’ân’ı telaffuzum mahlûk değildir”
anlamını çıkaran ve bunu İmam Ahmed’e nispet edene İmam Ahmed rahimehullah
şiddetle karşı çıkmıştır!
Yani İmam Ahmed rahimehullah tevakkuf edilmesi gereken bir konuda ispatta
bulunana da, nefiyde bulunana da karşı çıkmıştır!
Şu halde İmam Ahmed gibi imamlardan bir imam, seleften gelen bir sözü inkâr
edene karşı çıktı diye, bu imamın o sözün içeriğini ispat ettiği anlamı
çıkarılamaz!
Bu konuda Adil Hamdan birçok çirkinlikler sergilemektedir. Mesela Mucahid
rahimehullah’tan zayıf yollarla gelen makamu’l-mahmud’u Allah Azze ve Celle’nin
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i arşa oturtması olarak açıkladığına dair
sözüyle ispatta bulunmaktadır!
Mucahid rahimehullah’dan gelen bu rivayeti inkar edenlere karşı çıkanların
ancak Cehmi’ler olduğunu belirten imamların sözlerini ileri sürerek, bu
rivayetin içeriğini kabul etmemeyi Cehmilik olarak lanse etmektedir!
Mucahid rahimehullah’tan nakledilen bu söz hakkında da yukarıda açıkladığım
durum geçerlidir:
Şayet bu sözün Mucahid rahimehullah’a aidiyeti sabitse, iki durumdan biri
söz konusudur: Bu bilgi ya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den
işitilmiş, aktarılmış bir bilgidir yahut israiliyyat kaynaklıdır.
Dolayısıyla bu sözü akıllarıyla inkâr edenler hakkında imamların
söyledikleri sözler haklıdır. Ancak bu durum, bu sözün içeriğini Allah Azze ve
Celle hakkında sıfat olarak ispat etmeyi gerektirmez. Bilakis bu konuda
tevakkuf edilmesi gerekir.
Lakin Adil Hamdan ve Haddadîlerin bu konuda tevakkuf edenleri Cehmî’likle
suçlamaları tam bir sapıklıktır!
Hiçbir sahabi’nin böyle bir şeye itikad ettiği bilinmezken, böyle bir şeye
itikad etmeyi vacip kılmak nasıl mümkün olabilir?
[1]
Hallal es-Sunne (v.192/b) Salih b. Ahmed Siyretu Ahmed b. Hanbel (s.70) İbnu’l-Cevzi Menakibu Ahmed (s.53)
[2]
Hallal es-Sunne (v.192/b-193/a)
[3]
Hallal es-Sunne (2153) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (588)
[4]
Hallal es-Sunne (v.193/b) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (s.265)
[5]
Hallal es-Sunne (v.194/a)
[6]
Hallal es-Sunne (2167) Kadı Ebu Ya’la er-Rivayeteten ve’l-Vecheyn (v.252/a)