İbn Ebi Zemenin rahimehullah’ın Usulu’s-Sunne kitabına
yapmış olduğum tercüme ve tahkikin neşrinde yayın evi tarafından benim bilgim
olmadan ve eklemenin kime ait olduğu belirtilmeden mudahaleler yapıldığına daha
önce uyarı yayınlamıştım.
Söz konusu bu müdahalalerden birisi, kitabın baskısında
(s.235-236)’da yer almaktadır. Kitabın metninde müellif: “İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın Maide 44. Ayeti hakkında söylediği: “Bu ayette geçen dinden çıkaran
küfür değildir” sözünü zikretmiş. Ben de dipnotta bu sözün İbn Abbas
radıyallahu anhuma’dan sahih isnadlarla geldiğine dair tahric ve tahkikimi
belirttim. Yayınevi ise söz konusu eklemeleri Haricîlerin fikirlerinden
etkilenmiş birine yaptırtmış olmalıdır ki şu açıklama eklenmiş:
“* İbn Abbas radıyallahu
anh’ın buradaki “Bu dinden çıkaran küfür değildir” meselesi veya küçük küfürdür
demesi, İslam şeriatının olduğu yerde İslam kadısının (hakimin) rüşvet alarak
veya adam kayırarak delilleri gizleyip hüküm vermesidir. Yoksa burada
kastedilen, teşri yapan veya yüce Allah’ın hükmünün dışındaki kitaplarla
hükmeden kişiler için değildir.Zira bu büyük küfür, dinden çıkaran şirktir. İbn
Mes’ud, Huzeyfe ve Bera b. Azib radıyallahu anhum’a göre ise bu büyük küfürdür.
Alhame ve Mervan, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’e rüşvet hakkında
sormuşlardı. Abdullah b. Mes’ud: “Bu haramdır” dedi. Onlar: “Hükümde mi?”
dediler. Abdullah b. Mes’ud: “Hayır o küfürdür” dedi ve “Kim Allah’ın indirdiği
ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir” ayetini okudu.
* Hemmam b. el-Haris rahimehullah
dedi ki:Biz Huzeyfe radıyallahu anh’ın yanındaydık. “Kim Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kafirlerdir” (Maide 44) ayetinden
bahsettiler. Topluluktan birisi dedi ki: “Bu ayet ancak İsrailoğulları
hakkındadır.” Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: “İsrailoğulları sizin için ne
iyi kardeşler! Tatlılar size, acılar onlara!’ Hayır nefsim elinde olana yemin
ederim ki adet adet, adım adım onlara uyacaksınız.” Sahih. Abdurrazzak Tefsir
(1/191) İbn Ebî Hâtim Tefsir (4/1143) Taberî Tefsir (6/253) Hâkim (3/37)
* Tefrit ehli kimselere göre
beşerî kanunlarla, şirk ve küfür egemenliği içerisinde haramı helal, helali
haram yapsalar, deizm, ateizmin ve cinsel saplınlıkların kapılarını açsalar,
insanları buna davet etseler, onlar bu şekilde küfür sözü ve şirk ameli
işleseler dahi bu kimseler inkâr etmedikleri sürece ya da yalanlamadıkları
sürece müslüman kalmaya devam ederler. Hiç şüphesiz bu görüş batıldır. Ehli
Sünnetin görüşü değildir. Bu görüş, kurucusu Cehm b. Safvan olan Cehmiye’nin
görüşüdür. Nitekim onların en önemli öğretilerinden biri de “İman kalp ile
tasdiktir. Kişi küfür sözü söyleyip şirk ameli işlese de inkar ve yalanlama
olmadığı sürece bu kişilere müslüman ismini verirler.
* Selefin yoluna, ehl-i
sünnete uyan, tefrit ve ifrattan uzak olanlara göre ise İslam’ın egemen
olmadığı ve idare etmediği yerlerde şeriata iman etseler bile, Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyip onun dışındaki hükümlerle hükmeden kimseler icma
ile kâfirdirler. Bu icmaya küfür sadece itikad iledir diyen Cehmiyye gibi düşünen
batıl ehli haricinde hiç kimse muhalefet etmez. Çünkü burada Allah’ın hükmü
haricindeki bir hükme ve de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şeriatından
başka bir şeriata tabi olma söz konusudur ki bütün bunlar La ilahe illallah
Muhammedun Rasulullah şehadetiyle çelişmektedir.”
Benim çalışmama hâince müdahalede bulunarak bu saçma sapan
sözleri ekleyen ahmak, ne Ehl-i Sünnet’in iman ve İslam tanımından, ne de sapan
fırkaların görüşlerinden haberdardır!
Selefin sözlerinden kendi aleyhine olan sözleri de lehine
zannediyor! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hariciler hakkında haber
verdiği gibi!
Bu ekleme notlardaki tutarsızlaklar ve açıklaması şu
şekildedir:
1- İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın sözünü elinde hiçbir
delil olmadan hiçbir alakası olmayacak şekilde yorumluyor ve tarihselci bir
anlayışa tabi olarak adeta İbn Abbas’ın bu tefsirinin geçerliliğini yitirdiğini
iddia ediyor!
Derim ki: İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan birçok
tariklerden rivayet edilen bu tefsirin hiçbir tarikinde burada yapılan
açıklamayı imâ dahi eden bir bilgi yoktur. Bilakis İbn Abbas radıyallahu anhuma
Maide suresi 44. Âyetin tefsiri olarak bu ayette geçen küfrün küçük küfür
olduğunu açıklamıştır:
Tavus rahimehullah dedi ki:
قُلْتُ
لِابْنِ عَبَّاسٍ مَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَهُوَ كَافِرٌ؟
قَالَ هُوَ بِهِ كُفْرُهُ وَلَيْسَ كَمَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ
وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ
“İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya: “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyen
kâfir midir?” diye sordum. Dedi ki: “O bir küfürdedir, ancak Allah’ı,
meleklerini, kitaplarını, rasullerini ve ahiret gününü inkâr eden gibi
değildir.”[1]
Tavus rahimehullah’tan:
سُئِلَ ابْنُ عَبَّاسٍ فِي قَوْلِهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ قَالَ هِيَ كَبِيرَةٌ قَالَ ابْنُ طَاوُسٍ
وَلَيْسَ كَمَنْ كَفَرَ بِاللَّهِ وَمَلائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ
“İbn Abbas radiyallahu anhuma’ya: “Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayeti soruldu. İbn Abbas
radiyallahu anhuma dedi ki: “O bir kebîre (büyük bir günahtır).” İbn Tavus dedi ki:
“Allah’ı, meleklerini, kitaplarını ve rasullerini inkâr eden gibi
değildir.”[2]
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan diğer rivayette
şöyle demiştir: “Kim Allah’ın indirdiğini inkâr ederse ve Allah’ın hadlerinden
birini inkâr ederse kâfir olur. Kim de kabul ettiği halde onunla hükmetmezse o
zalim bir fasıktır.”[3]
Hatta İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın tabiinden talebesi
Said b. Cubeyr rahimehullah da, Maide suresi 44. Ayetinin zahirindeki
muteşabihe dayanarak tekfirde bulunanlar hakkında şöyle demiştir:
“Sapıklığa düşenler muteşabih ayetler sebebiyle
düşer. Her fırka bir ayet okur ve bunun kendi lehlerine olduğunu iddia ederler.
Hariciler müteşabih ayetlerden Maide 44. Ayetine tabi olurlar ve yöneticinin
haksız bir hüküm verdiğini gördüklerinde:
“O küfretmiştir. Küfreden bir şeyi Allah’a ortak
koşmuş olur, bunlar da müşrik ümmetlerdir” derler.”[4]
Görüldüğü gibi İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın bu
tefsirinin, yukarıdaki açıklama ile hiçbir alakası yoktur. İbn Abbas
radıyallahu anhuma bu tefsiri, İslam kadısının rüşvet alıp hükümde iltimas
yapması hakkında değildir! Bilakis bu tefsir merfu hadis hükmündedir. Çünkü
sonraki maddede açıklayacağım üzere, sahabinin tefsiri, eğer ona muhalif bir
sahabi sözü yoksa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitilmiş merfu
hadis hükmündedir. Merfu hükmündeki bu söz de, her zaman ve durumda bağlayıcı
bir nastır.
2- Maide 44. Ayetinde geçen küfür hakkında sahabenin ihtilaf
ettiğini zannediyor ve İbn Mes’ud, Huzeyfe ve Bera b. Azib radıyallahu anhum’a
göre bu ayette geçen küfrün büyük küfür olduğunu iddia ediyor.
A- Öncelikle Bera b. Azib radıyallahu anh’den gelen rivayet,
Bera radıyallahu anh’ın sözü değil, doğrudan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
ref’ ederek rivayet ettiği bir hadistir ve yazı sahibinin anladığının tam
aksine bir delildir:
Bera b. Azib
radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Maide 44, 45 ve 47.
Ayetlerini okuduktan sonra şöyle dediğini haber vermiştir:
هِيَ فِي الْكُفَّارِ كُلُّهَا
“Bu ayetlerin tamamı kâfirler (inkâr
edenler) hakkındadır.”[5]
İbn Abbas radıyallahu anhuma da şöyle demiştir:
هَؤُلَاءِ الْآيَاتِ
الثَّلَاثِ نَزَلَتْ فِي الْيَهُودِ خَاصَّةً فِي قُرَيْظَةَ وَالنَّضِيرِ
“Bu ayetler (Maide 44, 45 ve 47. Ayetleri)
Yahudiler hakkında, özellikle de Kurayza ve en-Nadir hakkında inmiştir.”[6]
B- İbn Mesud radıyallahu anh’ın: “Hükümde rüşvete gelince
bu küfürdür” demesini, İbn Abbas’ın tefsirine aykırı olarak ele almak
cahilliktir. Hâlbuki İbn Mesud radıyallahu anh, rüşvetin büyük bir günah
olduğunu, ama hükümde rüşvetin daha ağır bir suç olduğunu dile getirmiştir.
Zira İbn Mesud radıyallahu anh’e sorulan soru ve onun verdiği cevap, hüküm
hakkında değil, rüşvet hakkındadır.
İbn Mesud radıyallahu anh rüşvetin hüküm konusunda
olduğu zaman daha çirkin olacağını, tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
bazı büyük günahları “küfür” sözüyle ifade etmesi gibi bir ifade ile
belirtmiştir. Ehl-i sünnete göre rüşvetin küfür olmayıp büyük günahlardan
olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur.
Nitekim gerek bunu nakleden Taberi, gerekse Ehl-i
Sünnet akidesine dair eserler yazan İbn Batta, Ebu Bekir el-Hallal gibi âlimler
ve hatta bu sözü kendi aleyhlerine delil kabul eden ilk Hariciler dahi bu sözü
başka bir anlama yorumlamamışlardır.
Evet, Taberi bu sözü, Maide 44. Ayetinde geçen küfrün
küçük küfür olduğunu ifade edenler bölümünde zikretmiştir
İbn Batta (no:1013) “Sahibini dinden çıkarmayan küfre
düşüren günahlar” başlığı altında, az sonra zikredilecek olan Huzeyfe radıyallahu
anh’ın sözünü zikrettikten sonra şu lafızla zikretmiştir: Mesruk rahimehullah
dedi ki: İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
الْجَوْرُ فِي الْحُكْمِ كُفْرٌ وَالسُّحْتُ
الرُّشَا
“Hükümde zulüm bir küfürdür. Suht ise rüşvettir.”
el-Hallal da, bu lafızla (1426) aslı itibarıyla küfür olmayan bazı ameller
hakkında da “küfür” ifadesinin kullanıldığını ispatlama sadedinde zikrettiği
rivayetler arasında zikretmiştir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın neyi kastettiğini iyi
anlamak için şunların bilinmesi gerekir:
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın bu sözü Maide 42. Ayeti hakkında
gelmiştir. Bu ayette şöyle buyrulur: “Onlar yalanı çokça dinleyicidirler ve suht
(haram) yiyicidirler.”
Nitekim bu ayetin öncesinde şöyle buyrulur: “Onlar yalana kulak
verirler ve sana gelmeyen başka bir kavmi dinlerler. Kelimeleri yerlerinden
değiştirirler: “Şu verilirse onu hemen alın o verilmezse sakının” derler.”
(Maide 41)
Yani Yahudiler, recm cezasını inkar ettiler ve Tevrat’taki hükmü değiştirdiler.
Dinde bu değişikliği yapmak için aldıkları rüşvet de suht/haram yemek olarak
ifade edilmiştir.
Said b. Mansur Tefsir’de (741) sahih isnadla Mesruk rahimehullah’ın
şöyle dediğini rivayet etti:
سَأَلْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ السُّحْت أَهُوَ الرِّشوة فِي الْحُكْمِ؟
قَالَ لَا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ
الْكَافِرُونَ وَالظَّالِمُونَ وَالْفَاسِقُونَ وَلَكِنَّ السُّحْت أَنْ يَسْتَعِينَكَ
رَجُلٌ عَلَى مَظْلَمَةٍ فَيُهْدِيَ لَكَ فَتَقْبَلَهُ فَذَلِكَ السُّحت
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e “Suht; hükümde rüşvet midir?” diye sordum.
Dedi ki: “Hayır, kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse onlar kâfirlerdir,
zalimlerdir, fasıklardır. Lakin suht; zulme uğramış bir kimseye yardım
ettiğinde sana hediye vermesi ve senin de bunu kabul etmendir. İşte suht (haram
yemek) budur.”
Abdurrazzak’ın hasen isnadla (7/547) rivayetinde İbn
Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
السُّحْتُ الرِّشْوَةُ فِي الدِّينِ قَالَ سُفْيَانُ
يَعْنِي فِي الْحُكْمِ
“Suht dinde rüşvet almaktır.”
Sufyan dedi ki: “Yani hükümde rüşvet almaktır”
Yani dinin hükmünü değiştirmek küfürdür ve bunun büyük
küfür oluşu açıktır.
Dolayısıyla İbn Mesud radıyallahu anh’ın sözü hiçbir
yönden İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayete aykırı değildir. Zira
Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin büyük küfür olanı, dinin hükmünü
değiştirmek, Allah’ın hükmünü inkâr etmek, beşeri hükmü Allah’a nispet etmek
gibi durumlarda söz konusu olur.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın küçük küfür diye
nitelediği şey ise bu gibi büyük küfür olan durumlar söz konusu olmaksızın
Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek halindedir.
C- Huzeyfe radıyallahu anh’ın sözüne gelince, burada onun
Maide 44. Ayetinde geçen küfrün büyük küfür olduğunu söylediğine dair en ufak
bir delalet yoktur! Hakikat şu ki, her kim İsrailoğullarının yaptığı gibi
Allah’ın hükmünü inkâr ederse yahut Allah’ın hükmünde tebdilde bulunursa yahut
beşerî bir hükmü Allah’a ve dinine nispet ederse, hangi ümmetten olursa olsun
kâfir olur. Lakin Allah’ın hükmü inkar edilmezse yahut beşeri hükümle eşit
görülmezse yahut beşeri hüküm Allah’ın hükmünden üstün sayılmazsa, bilakis
Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden kişi bu konuda hakka aykırı amel
ettiğini itiraf ederse bu kimsenin işlediği şey, ayette tekfir edilen
Yahudilerin yaptıklarından başka bir şeydir ve bu küçük küfürdür. Huzeyfe
radıyallahu anh de bu ikincisinin büyük küfür işlemiş olacağını söylememiştir.
Onun bu sözünden böyle bir mana ne mantuk olarak, ne de mefhum olarak asla
çıkmaz.
Mesela hastalık zamanında cemaatle namazda safların arasında
birer metre mesafe koyulmasının ve maskeyle namaz kılınmasının vacip olduğunu
söylemek büyük bir küfürdür. Çünkü sünnette gelenlere aykırı olarak uydurulan
bu hüküm Allah’ın dinine de nispet edilmiştir. Ne tuhaftır ki, Maide 44.
Ayetine dayanarak haksız tekfirler yapan Hariciler, doğrudan Maide 44.
Ayetine göre büyük küfür olan bu küfürde
tagutlara itaat etmişler, maskeler takmışlar, namazda safların arasına mesafeler
koyarak, Allah’ın emrettiği, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fiilen
öğrettiği namazın yerine namazın şartlarını iptal eden ve boşa çıkaran bu
uygulama ile tagutlara itaat etmişlerdir!
3- Eklemeyi yapan yazı sahibi diyor ki: “Tefrit ehli kimselere göre beşerî kanunlarla, şirk ve küfür
egemenliği içerisinde haramı helal, helali haram yapsalar, deizm, ateizmin ve
cinsel saplınlıkların kapılarını açsalar, insanları buna davet etseler, onlar
bu şekilde küfür sözü ve şirk ameli işleseler dahi bu kimseler inkâr
etmedikleri sürece ya da yalanlamadıkları sürece müslüman kalmaya devam
ederler.”
Derim ki: Allah’ın bir şeyi haram kıldığını bile bile helal
sayan veya Allah’ın helal kıldığı şeyi bile bile haram kılan elbette kâfir
olur. Bunu Daru’l-İslam’da yapmak ile Daru’l-Kufr’de yapmak fark etmez. O
halde: “Beşeri kanunlarla, şirk ve küfür egemenliği içerisinde…” diye
kayıtlamasının ne amacı olabilir? İslam hükümleriyle hükmedilen yerde haram
helal yapılabilir mi o halde? Haşa! Yazı sahibi tamamen siyasî ve duygusal bir
altyapıyla bu kaydı koyuyor. Çünkü ona göre mesela yönetici içki satışına izin
vermişse ona göre bu haramı helal yapmak oluyor! Yönetici bunu helal saydığını
söylemese bile yazı sahibine göre bu, helal saymak demektir! İşte bu yaklaşım,
günahtan dolayı tekfir eden ilk Haricilerin de hareket noktasıydı. Çünkü
Haricilere göre günah işleyen kimse Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmiş
olurdu.
Allame Ebu Hayyan el-Endülüsî rahimehullah şöyle demiştir:
“Hariciler bu ayeti, Allah’a isyan eden herkesin kâfir olduğuna delil getirmişler
ve şöyle demişlerdir: “Bu ayet, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden
herkesin kâfir olduğunu ifade etmektedir. Her günah işleyen de Allah’ın
indirdiğinden başkasıyla hükmetmiştir. Bundan dolayı kâfir olur.”[7]
İbn Hazm rahimehullah şöyle demiştir: “Mu’tezile her günah
işleyenin, zalimin ve fasığın kâfir olacağını açıkça söylemişlerdir. Zira günah
işleyen herkes Allah’ın indirdiği ile hükmetmemiş olur.”[8]
4- Yazı sahibi diyor ki: “Bu
görüş, kurucusu Cehm b. Safvan olan Cehmiye’nin görüşüdür. Nitekim onların en
önemli öğretilerinden biri de “İman kalp ile tasdiktir. Kişi küfür sözü
söyleyip şirk ameli işlese de inkar ve yalanlama olmadığı sürece bu kişilere
müslüman ismini verirler.”
Cehmiyye görüşünü yanlış aktarıyor, çünkü kendisi İman ile
İslam ayrımının farkında değil! Doğrusu şöyle demeliydi: “Kişi küfür sözü
söyleyip şirk ameli işlese de inkâr ve yalanlama olmadığı sürece bu kişilere
mü’min ismini verirler”
Ehl-i sünnete göre iman’dan çıkan herkes İslam’dan da çıkmış
olmaz. Bilakis kişi fısk işlediği zaman imandan İslam’a çıkar. Yani imanın
nefyedildiği bazı fiilleri işleyen kimselere “Müslüman” denilmesinde, hatta
küfür akidesini açıkça ortaya koymayıp gizleyen münafıklara “Müslüman” adlı
verilmesinde bir problem yoktur ve Cehmiyye Mürcie’sinin görüşü de bu değildir.
Bilakis Cehmiyye’ye göre amelî küfürler ve günahlar imana zarar vermezler.
Sapıklık olan görüş budur!
5- “İslam’ın hâkim olmadığı
yerde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenin icma ile kâfir olduğu”
şeklinde tuhaf, Kur’an ve sahih sünnete açıkça aykırı, bid’at ehlinin
hevâsından başka hiçbir dayanağı olmayan bir iddiada bulunuyor!
Böyle bir icmayı kim nakletmiştir?,Bu hangi nassa dayalı bir
icmadır? Hiçbir kaynak vermeden ortaya attığı bu iddia, atanı belli olmayan ok
gibidir!
Sonra da bu hiçbir aslı olmayan icma iddiasına muhalefet
edenleri Cehmî olmakla suçluyor!
Böyle bir icma’dan Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin haberi yok
mu ki? Yoksa o da mı Cehmiyye’den?
Bu gelişigüzel söylenmiş sözlerin ne kadar hakikatten uzak
olduğunun iyi anlaşılması için İbn Teymiyye’nin sözlerini tercüme edeceğim:
İbn Teymiyye, Minhacu’s-Sunne kitabında (5/111-114) şöyle
demiştir:
“Kendileri Daru’l-Küfürde iken Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in daveti ulaşan kâfirler de böyledir. Onun Allah’ın rasulü olduğunu
bilir, ona ve ona indirilenlere iman eder, Allah’tan gücü yettiğince sakınır.
Necaşi ve başkalarının yaptığı gibi. Daru’l-İslam’a hicrete de imkânı olmaz.
Hicretten engellendiği için de İslam’ın bütün kurallarını gözetemez. Dinini
izhar etmesi yasaktır. Yanında kendisine İslam’ın bütün kurallarını öğretecek
kimse de yoktur. Bu kişi mü’min ve cennet ehlindendir. Firavun ailesinden,
Firavunun kavmiyle beraber olan iman etmiş kimse gibi, Firavunun hanımının
durumunda olduğu gibi. Hatta Yusuf es-Sıddık aleyhi's-selâm’ın Mısır halkıyla
durumu gibi. Zira halk kâfirler idi. İslam dininden bildiği herşeyi onlarla
uygulama imkanı yoktur. Onları tevhide ve imana çağırdı, icabet etmediler.
Allah Teâlâ, Firavun ailesinden mü’min kişinin şöyle
dediğini haber vermiştir: “And olsun ki, ondan
önce Yûsuf da size açık deliller getirmişti ve onun size getirdiği şeyler
hakkında şüphe edip durmuştunuz. Nihayet o vefat edince “Allah ondan sonra bir
rasûl göndermez” dediniz. İşte Allah o aşırı giden şüphecileri böyle saptırır.” (Gafir 34)
Aynı şekilde Necaşî, Hristiyanların meliki olsa da kavmi
İslam’a girme konusunda O’na itaat etmediler. Bilakis onlardan sadece bir nefer
onunla birlikte İslam’a girdi. Bu yüzden Necaşi öldüğünde ona cenaze namazı
kılacak kimse yoktu da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de müslümanları
musallaya çıkartıp saf tutturdu ve cenaze namazını kıldırdı. Öldüğü gün onlara
ölümünü haber vermiş ve: “Habeş halkından olan salih kardeşiniz öldü”
buyurmuştu.
İslamın kurallarından birçoğunu, hatta çoğunluğunu aciz
kaldığından ötürü orada uyguluyamadı. Hicret etmedi, cihad etmedi, beyti
haccetmedi. Hatta onun beş vakit namaz kılanlardan, Ramazan orucunu tutanlardan
ve şer’î zekâtı eda edenlerden olmadığı da rivayet edilmiştir. Çünkü kavminde
bunları izhar etse karşı çıkarlardı. O da onlara muhalefet imkânı bulamadı. Biz
kesin olarak biliyoruz ki Necaşi’nin onların arasında Kur’an’ın hükmüyle
hükmetme imkânı da yoktu.
Allah, nebisine Medine’de kendisine kitap ehli geldiği zaman
onların aralarında ancak Allah’ın kendisine indirdiği ile hükmetmesini farz
klımış, onların kendisini Allah’ın indirdiklerinden bazısı hakkında fitneye
düşürmelerinden sakındırmıştır. Bunun bir örneği, zina eden muhsan kimseye
recim cezası hükmüdür. Diyetlerin adalet ve şerefliyle düşük kimse arasında eşitlik
esası üzere cana can, göze göz uygulanması ve başka meseleler de buna örnektir.
Necaşi, Kur’an hükmüyle hükmetme imkânı bulamadı. Zira kavmi
bunu onaylamıyorlardı. Müslümanlar ile Tatarlar arasında kadılık görevine gelen
hatta yönetici olan bir kimse uygulamak istediği adaleti uygulamaya imkân
bulamıyordu. Bundan engelleniyordu. Allah kimseye gücü yetenden başkasını
yüklemez.
Ömer b. Abdilaziz, uyguladığı bazı adaletten dolayı eziyete
uğratıldı. Onun bu yüzden zehirlendiği söylenmiştir.
Necaşi ve benzerleri, İslam şeriatini uygulamamış olsalar
da, bunu uygulamaya güç yetiremedikleri için cennette mutlu olacaklardır. Hatta
onlar hükmetmeye imkanları olan hükümleri uyguladılar. Bu yüzden Allah onları
Kitap ehlinden kıldı. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Doğrusu kitap
ehlinden, Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene iman eden kimseler
vardır. Allah’tan korktukları için Allah’ın ayetlerini az bir bedel ile
değiştirmezler. İşte onlar var ya, onların ecirleri Rableri katındadır.
Şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Ali İmran 199) Seleften bir grup bu
ayetin Necaşi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.” İbn Teymiyye’den tercüme
bitti.
[1]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Nasr, Ta’zimu Kadri’s-Salat (571, 572) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (11/67)
Hallal es-Sunne (1414) Tahavî Şerhu Muşkili’l-Asar (852) İbn Batta el-İbane
(2/734)
[2]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Ebî Hâtim Tefsir (6435)
[3]
Hasen. İbn Ebî Hâtim (6426, 6450)
Taberî (8/467)
[4]
Hasen. Acurri eş-Şeria (44) İbnu’l-Munzir,
Tefsir (228)
[5]
Sahih. Muslim (1700) Ahmed
(4/286) Ebu Davud (4448) İbn Mace (2327)
[6]
Sahih. Ahmed (2212) Ebû Dâvûd
(3576) Taberî (8/461) Taberânî (10732)
[7]
Bahru’l-Muhit (3/493)
[8]
El-Fasl (3/278)