Adil Âl-u Hamdan diyor ki: “Ebu’l-Hasen İbnu’l-Bennâ “er-Reddu Ale’l-Mubtedia” kitabında (s.206) şöyle tarif ediyor: “İman lügatte tasdik demektir. Dinde ise tasdik ve vacipleriyle, nafileleriyle bütün taatler ve günahlardan kaçınmaktır.” Sonra diyor ki: “İman dil ile söylemek, kalp ile bilmek ve azalarla ameldir.”
Adil bu sözlere şu dipnotu düşüyor: “Ehl-i sünnetten birçok kimse imanın üç rüknü olduğunda
icma nakletmiştir. Bu üç rüknü tamamlamadan kimsenin imanı kabul edilmez. Bunu
nakledenlerden biri İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Sahabe, tabiin ve
onlardan sonrakilerden kendilerine yetiştiklerimizin icmaı şöyledir: “İman söz,
amel ve niyettir. Bu üçünden biri diğerleri olmadan geçerli olmaz.” El-Lalekai
(1593) İbn Teymiyye el-İman (s.197)”
Derim ki:
1- İmanın üç rüknü olduğu doğrudur. Bunlar kalp
ile itikad, dil ile söylemek ve azalarla ameldir. Azalarla amelin rükünleri de
dörttür: Namaz, zekat, oruç ve hac. Ehli Sünnetten çoğu sadece namazın terkinden
dolayı tekfir ederler. Diğer rükünlerin terkinden dolayı tekfir etmezler.
Adil Hamdan’ın: “Kişi bu üç rüknü yerine
getirmedikçe imanının kabul edilmeyeğine” dair icma nakline göre. zekat, oruç
ve haccı terk edeni tekfir etmeyen - ki bunlar imanın büyük rükünleridir –
kimse Mürcie’den oluyor!!
2- İmam Şafii’ye nispet edilen bu icmayı Şafii’den
başka nakleden kim vardır? Eğer bunu getiremezse bu aslı olmayan bâtıl bir
iddiadır!
3- Bu nakil İmam Şafii’den sabit olmamıştır. O’nun
ne el-Umm kitabında ne de başka bir eserinde bulunmamaktadır. Nitekim
el-Lalekai’nin kitabının muhakkiki de İmam Şafii’nin el-Umm kitabında
bulamadığını belirtmiştir. Durum böyledir.
4- Nakledilen bu iddianın bâtıl oluşunu gösteren
şeylerden biri İbn Ebî Hâtim’in Adabu’ş-Şafii ve Menakibuhu kitabında (s.192)
İmam Şafii’den şu naklidir: “Bize babam tahdis etti, dedi ki: Harmele b.
Yahya’nın şöyle dediğini işittim:
“Hafs el-Ferd ile Maslak el-İbadî, el-Cervi’nin
evinde yani Mısır’da Şafii’nin yanında bir araya gelip iman konusunda
tartıştılar. Maslak imanın artıp eksileceğini savundu. Hafs el-Ferd ise imanın
sözden ibaret olduğunu savundu. Hafs el-Ferd, Maslak’a galip geldi. Maslak
zayıf kaldı. Şafii kızı ve imanın söz ve amel olduğunu, artıp eksildiğini söyleyerek
Hafs el-Ferd’i çürüttü.”
Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ’da (9/114-115) dedi ki:
“Bize Muhammed b. Abdirrahman tahdis etti, dedi ki: bana Ebu Ahmed Hatim b.
Abdillah el-Cihazî tahdis etti, dedi ki: er-Rebi b. Suleyman’ı şöyle derken
işittim: Şafii rahimehullah’ı şöyle derken işittim:
“İman söz ve ameldir. Taat ile artar ve masiyet
ile eksilir.” Sonra Muddessir 31. Ayetini okudu.”
Sonra Ebu Nuaym İbn Ebi Hatim’in Harmele b. Yahya’dan
rivayet ettiği kıssayı kendi isnadıyla zikretti.
Bunu Beyhakî de bu tarikten Menakibu’ş-Şafii’de
(1/387) zikretti.
İbn Abdilber el-İntika’da (s.81), Beyhaki Menakibu’ş-Şafii’de
(1/385), İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (1/46-47) imam Şafii’nin iman hakkındaki bu
sözlerini nakletmişlerdir. Bu nakillerin isnadları Şafii’nin iki arkadaşı:
er-Rebi b. Suleyman ve Harmele b. Yahya etrafında dönmektedir ve onlar İmam
Şafii’den: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir” dediğini haber vemişlerdir.
Lakin iddia edilen bu icmadan bahsetmemişlerdir. Bu söz doğudan batıya bütün ehl-i
sünnetin sözüdür. İmam Şafii’nin burada nakledilen "Biri olmadan diğerlerinin geçerli olmadığı hususunda icmaya dair" sözünü
zikretmemişlerdir.
İmam Muhammed b. İsmail el-Buhârî, Ebu Hâtim ve Ebu
Zur’a, müslümanların bütün büyük şehirlerinden islam imamlarını tek tek isim
sayarak “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir” dediklerini nakletmişlerdir. Buhârî
bunu binden fazla âlimden nakletmiştir. (Bkz.: el-Lalekai (1/194, 198) Ancak
onlardan hiç biri İmam Şafii’ye nispet edilen "Biri olmadan diğerlerinin geçerli olmadığı hususunda icmaya dair" sözünü zikretmemişlerdir.
Doğudaki ve batıdaki bu İslam İmamları bu icmayı gizlemek üzere anlaşmışlar
mıdır?
Adil Hamdan ve taifesi bütün büyük şehirlerdeki bu
imamları Mürcie olarak mı görüyorlar yoksa? Çünkü onların bozuk menheci bunu
gerektirir!
Özellikle Adil Hamdan, Ehli Sünnetin cumhurunu
namazı terk edeni tekfir etmedikleri için Ehli Sünnetin dışına çıkarmaktadır!
Onun taifesi bu iman tarifini yeterli görmüyorlar!
Çünkü
müslümanın: “İman söz ve ameldir, artar ve ondan bir şey kalmayıncaya kadar eksilir”
demesini zorunlu görüyorlar. Eğer Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetinin delalet ettiği gibi: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir, ondan
zerre ağırlığında bir şey kalıncaya kadar eksilir” derse onlara göre bu kimse
Mürciî’dir!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine
çatışan bu aşırılıktan Allah’a sığınırız!
5- Sahabe imanı tarif etmemişlerdir. Bunu ancak
Tabiin zamanında Murcie’nin zuhur etmesinden sonra Ehl-i Sünnet tarif
etmişlerdir. Çünkü ilk İrca görüşünü Talk b. Habib el-Anezî (v.90-100 yılları
arasındadır) söylemiştir. Denildi ki: “İlk söyleyen kişi Yüz senesinden önce
vefat etmiş olan Zer b. Abdillah b. Zurare el-Hemedani’dir.” Bu da bahsi geçen
icma iddiasını zayıflatır. Şayet bu icma sahih olsaydı elbette Ehl-i Sünnetin
çoğu Mürcie olurdu. Hariciler de hakka sahabeden daha yakın olurlardı. çünkü bu icma iddiasına göre amelleri terk edenin imanı geçerli olmazdı ve Hariciler günahkarları tekfir ettikleri için haklı olurlardı!
Bu hususu pekiştiren şeylerden birisi İbn Kayyım rahimehullah’ın
Muhtasaru Suneni Ebi Davud şerhinde (12/456) şu sözleridir:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bid’at ehli
grupları zemmetmesi sahih olarak gelmiştir. Hariciler bunlardandır. Onlar
hakkında birçok sahih yoldan hadisler sabit olmuştur. Çünkü onların görüşleri Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında meydana gelmiş, önderleri bunu dile
getirmiştir. İrca, Rafizilik, Kader, Cehmilik, Hulul ve başka bid’atler ise sahabe
asrından sonra meydana gelmişlerdir. Kader bidati sahabe asrının sonlarında
çıkmıştır. O zaman hayatta olan Abdullah b. Ömer, İbn Abbas radıyallahu anhum
gibi sahabeler onlara karşı çıkmışlardır. Onların zemmine dair rivayetlerin
çoğu Sahabe sözü olarak mevkuf gelmiştir.
Sonra sahabe asrının sonra ermesinden sonra İrca
bidati çıktı. Bu konuda tabiinin büyükleri konuşmuşlardır. Onlardan bize
nakledilmiştir. Sonra Cehmilik, tabiin asrı sonra erdikten sonra çıktı. Onun
şerri İmam Ahmed gibi imamların zamanında yaygınlaştı…"
İcma naklini iptal eden şeylerden biri de İbn
Teymiyye rahimehullah’ın – Adil Hamdan’ın da er-Reddu Ale’l-Mubtedia dipnotunda
(s.207) naklettiği – şu sözüdür:
“Sahabe, onlara güzellikle tabi olan selefin ve
müslümanların alimlerinin cumhurunun mezhebi şudur: İman söz ve ameldir. Yani
kalbin sözü ve dilin sözü ile kalbin ameli ve azaların ameli.”
İbn Teymiyye bu mezhebi sahabeye ve selefin
hepsine değil, cumhuruna nispet etmiştir. Biz de itikad ediyoruz ki sahabe ve
onlara güzelce tabi olanların tamamı amellerin imandan olduğuna iman ediyorlardı.
Bu yüzden sahabe zekat vermeyen riddet ehliyle savşamışlardır. Çünkü onlar
zekat vermeyi kabul etmediler.
Ehl-i Sünnetin tamamı bunun üzerindedir. Lakin
sahabe imanı herhangi bir şekilde tarif etmemiştir. Çünkü bunu tarif etmeye
sebep olan şey onların asrından sonra ortaya çıkan İrca görüşüdür. Nitekim
bunun açıklaması geçti.
Tabiin ve onlardan sonrakiler imanı ancak şu
sözleriyle tarif ettiler: “İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir.” Nitekim bu,
doğudaki ve batıdaki İslam imamlarından nakledilmiştir. Onlar yukarıda Şafii’ye
nispet edilen icma naklinde geçen şu sözleri söylememişlerdir: “Bu üçünden
biri olmadan diğerleri geçerli olmaz, bu üçünü tamamlamadıkça kişinin imanı
kabul edilmez”
İbn Teymiyye’nin selefe nispet ettiği: “İman söz
ve ameldir. Söz kalbin sözü ve dilin sözüdür. Amel de kalbin ameli ve azaların
amelidir” şeklindeki tarifi iyi düşün! Selef’ten Şafii’ye nispet edilen
tarifteki fazlalığı nakletmemiştir!
Selef böyle bir sözü nasıl söylesinler ki?
Kendileri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şefaat hadislerini
nakletmişlerdir. Bu hadislerde:
Kalbinde dinar ağırlığınca iman bulunanın
cehennemden çıkacağı geçer.
Kalbinde yarım dinar ağırlığınca iman bulunanın
cehennemden çıkacağı geçer.
Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunanın
cehennemden çıkacağı geçer.
Kalbinde zerre ağırlığından çok çok az iman
bulunanın da cehennemden çıkacağı geçer.
Allah’ın hiçbir hayır amelde bulunmamış bir kavmi
cehennemden çıkaracağı geçer.
Bazı insanların hiçbir amelde bulunmadıkları ve
hiçbir iyilik takdim etmedikleri halde cehennemden çıkarılıp cennete
sokulacakları geçer.
Allah buyurur ki: “İzzetime, kibriyama, azametime
ve cibriyama yemin olsun ki “La ilahe illallah” diyeni oradan çıkaracağım.”
Peki, bu kimseler imanın bütün rükünlerini
tamamlamış kimseler midir?
Allah’tan korkan ve Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’e saygı gösteren bir kimse dağların sağlam oluşu gibi sağlam olan bu
sözlere muhalefet etmeye cesaret edebilir mi?
Bu naslar Ehli Sünnetin, günahlardan dolayı tekfir
eden ve günahkârların cehennemde ebedi kalacaklarına hükmeden Haricilere karşı
silahlarındandır!
Son olarak deriz ki:
1- Ciddi araştırmalar neticesinde sahabe ve
tabiinin namazı tembellikle terk eden kimseyi tekfir ettiklerine dair icma
iddiası sabit olmamıştır.
İmam Şafii’ye nispet edilen iman tarifine dair
icma iddiası sabit olmamıştır. Nasıl sabit olsun ki, Allah Teâlâ’nın şu ayetine
aykırıdır:
“Muhakkak ki Allah şirki bağışlamaz, bunun
altındakini dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 48)
Yine şefaat hadisleri, tevhidin önemi ve
faziletine dair hadisler varken nasıl böyle bir söz söyleyebilirler?
Doğudaki ve
batıdaki İslam imamları ve alimleri bu tarifi bilmiyorlar mıydı? Yahut onlar bu
icmayı nakletmemek üzere anlaşmışlar mıdır? Haşa! Bu imkansızdır!
2- Namazı terk eden eğer namazın terkini helal
sayıyorsa o kâfirdir. Ancak yeni müslüman olmuş olup bunun farz olduğunu
bilmiyorsa veya müslümanların şehirlerinden uzakta yaşıyorsa bu başka. Ona
namazın önemi ve farz oluşu açıklanır, eğer terk etmekte inad ederse o
kâfirdir.
Eğer farz olduğuna inandığı halde tembellik ve
gevşeklikle terk ediyorsa bu kimse namaza davet edilir. Eğer namaz vakti çıkana
kadar kılmaktan yüz çevirirse o terkinde ısrarından dolayı öldürülmeyi hak eden
bir suçlu günahkârdır. Ona Allah için buğz ederiz ve şerrinden sakındırırız.
Onun kâfir olduğunu söyleriz. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kul
ile küfür arasında namazın terki vardır” buyurmuştur.
Şayet şefaat hadisleri ve Allah Azze ve Celle’nin
huzuruna hiçbir ameli olmadan “La ilahe illallah” sözüyle çıkan kimsenin
bağışlanıp cennete gireceğine dair “Bitaka sahibi hadisi” olmasaydı, yine ailesine
cesedini yakıp küllerini karada ve denizde savurmalarını emreden adam hadisi
olmasaydı ve Sahihayn’da Allah’ın
vechini dileyerek La ilahe illallah diyen kimseyi Allah’ın cehenneme haram
kılacağını ifade den ve bu manada tevhidin faziletini ifade eden birçok hadisler
olmasaydı elbette namazı terk edeni sahibini İslam’dan çıkaran büyük küfürle
tekfir ederdik.
Durum bu olunca, başını bu nebevi hadislere kaldırıp
bakmayan zalim kimseden başkası selefimizi İrca ile suçlayamaz!
Adil Hamdan ve Haddadîlerin mezhebi ise Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’i, ashabını, sünnet ve hadis ehlini Mürcielikle
suçlamayı gerektirir!
Eğer: “Seleften namazı terk edeni tekfir edenler
hakkında görüşünüz nedir?” derlerse deriz ki: Onlar başımız üzeredir, onları
sever ve yüceltiriz. Onlara müçtehitlerin ecri vardır. Çünkü onlar namazı terk
edeni tekfir etmeyen Ehl-i sünnet kardeşlerine hürmet etmişler, onları İrca ile
nitelememişlerdir.
Çünkü onları irca ile suçlamaya mani olan hatta
onlara saygı gösterip takdir etmelerini gerektiren delilleri görmüşlerdir.
Eğer: “Falan kimse namazı terk edeni tekfir
etmeyeni irca ile suçluyor” denilirse cevabı şudur:
Bu alimlerin zellelerinden sayılır ki Selef, bunun
sahibine tabi olmaktan ve taklid etmekten sakındırmıştır. Kim onu taklid ederse
selefin menhecine muhalefet etmiş olur, kendisinden de sakındırılmayı hak eder.
Çünkü hevasına tabi olmuştur. Kim şaz ve garip görüşlere tabi olursa kınanır.
Uyarılması gereken noktalardan birisi şudur: Ehli
sünnetten namazı terk edeni tekfir edenler, bunun dışındaki zekat, oruç, hac
gibi İslam rükünlerini ve salih amelleri terkten dolayı tekfir etmiyorlar.
Sadece bu dört rükünden dolayı tekfir edenler de
bunun dışındaki salih amellerden dolayı tekfir etmiyorlar. Çünkü İslam’ın üç
rüknü sebebiyle tekfir etmiyorsa, bundan başkası sebebiyle tekfir etmemesi daha
önceliklidir.
Sadece namazın terki ve zekat vermemek sebebiyle
tekfir edenler, oruc ve haccın terki sebebiyle tekfir etmiyorlar! Bunların terkinden
dolayı tekfir etmediğine göre diğer amellerden dolayı tekfir etmemesi daha
önceliklidir.
Şu halde Ehl-i Sünnet, amellerden dört rükün
dışındaki amellerin terkinden dolayı tekfir etmemek hususunda icma etmişlerdir.
Dört rükün (namaz, oruç, zekat ve hac) dışındaki amellerin terkinden dolayı
tekfir edenler ise Ehl-i Sünnet’in icmaına muhalefet eder. Büyük günah
işleyenleri mutlak olarak tekfir eden Haricilerin yolunu tutmuş olur.
Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenleri tekfir
etmek gibi. Zira sahabe ve tabiinden selefin ittifakıyla sabittir ki Allah’ın
indirdiğinden başkasıyla hükmetmek büyük günahtır. Allah’ın indirdiği ile
hükmetmek ise dört rükün dışında kalan salih amellerdendir. Bu salih ameli terk
etmekten ve büyük günahtan dolayı tekfir etmek de Haricîlerin yoludur.
Nitekim daha önce şefaat hadislerinde hiçbir salih
ameli olmadan cehenneme girmiş bazılarının cehennemden çıkacaklarının
belirtildiği geçmişti.
Seleften namazı terk edeni tekfir edenler, bu sebeple
tekfir etmeyen âlimleri irca ile suçlamamıştır! Mesela İmam Ahmed ve İshak b.
Rahuye, kendilerinden önceki imamlar olan ez-Zuhrî, Hammad b. Zeyd, Malik b.
Enes, İmam Şafii ve ashabını mürcielikle itham etmemişlerdir. Adil Hamdan ve
Haddadiler ise namazı terkten dolayı tekfir etmeyenleri Mürcie’likle suçlamakta,
selefleri olmayan bir bid’at çıkarmaktadırlar.
Hevâya tabi olmaktan Allah’a sığınırız.
- Devam edecek inşaallah -