Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

26 Kasım 2023 Pazar

Adil Hamdan’ın Tahkiklerinde Sünnet Ehline Saldırması -3-

 Adil Âl-u Hamdan diyor ki: “Ebu’l-Hasen İbnu’l-Bennâ “er-Reddu Ale’l-Mubtedia” kitabında (s.206) şöyle tarif ediyor: “İman lügatte tasdik demektir. Dinde ise tasdik ve vacipleriyle, nafileleriyle bütün taatler ve günahlardan kaçınmaktır.” Sonra diyor ki: “İman dil ile söylemek, kalp ile bilmek ve azalarla ameldir.

Adil bu sözlere şu dipnotu düşüyor: “Ehl-i sünnetten birçok kimse imanın üç rüknü olduğunda icma nakletmiştir. Bu üç rüknü tamamlamadan kimsenin imanı kabul edilmez. Bunu nakledenlerden biri İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Sahabe, tabiin ve onlardan sonrakilerden kendilerine yetiştiklerimizin icmaı şöyledir: “İman söz, amel ve niyettir. Bu üçünden biri diğerleri olmadan geçerli olmaz.” El-Lalekai (1593) İbn Teymiyye el-İman (s.197)”

Derim ki:

1- İmanın üç rüknü olduğu doğrudur. Bunlar kalp ile itikad, dil ile söylemek ve azalarla ameldir. Azalarla amelin rükünleri de dörttür: Namaz, zekat, oruç ve hac. Ehli Sünnetten çoğu sadece namazın terkinden dolayı tekfir ederler. Diğer rükünlerin terkinden dolayı tekfir etmezler.

Adil Hamdan’ın: “Kişi bu üç rüknü yerine getirmedikçe imanının kabul edilmeyeğine” dair icma nakline göre. zekat, oruç ve haccı terk edeni tekfir etmeyen - ki bunlar imanın büyük rükünleridir – kimse Mürcie’den oluyor!!

2- İmam Şafii’ye nispet edilen bu icmayı Şafii’den başka nakleden kim vardır? Eğer bunu getiremezse bu aslı olmayan bâtıl bir iddiadır!

3- Bu nakil İmam Şafii’den sabit olmamıştır. O’nun ne el-Umm kitabında ne de başka bir eserinde bulunmamaktadır. Nitekim el-Lalekai’nin kitabının muhakkiki de İmam Şafii’nin el-Umm kitabında bulamadığını belirtmiştir. Durum böyledir.

4- Nakledilen bu iddianın bâtıl oluşunu gösteren şeylerden biri İbn Ebî Hâtim’in Adabu’ş-Şafii ve Menakibuhu kitabında (s.192) İmam Şafii’den şu naklidir: “Bize babam tahdis etti, dedi ki: Harmele b. Yahya’nın şöyle dediğini işittim:

“Hafs el-Ferd ile Maslak el-İbadî, el-Cervi’nin evinde yani Mısır’da Şafii’nin yanında bir araya gelip iman konusunda tartıştılar. Maslak imanın artıp eksileceğini savundu. Hafs el-Ferd ise imanın sözden ibaret olduğunu savundu. Hafs el-Ferd, Maslak’a galip geldi. Maslak zayıf kaldı. Şafii kızı ve imanın söz ve amel olduğunu, artıp eksildiğini söyleyerek Hafs el-Ferd’i çürüttü.”

Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ’da (9/114-115) dedi ki: “Bize Muhammed b. Abdirrahman tahdis etti, dedi ki: bana Ebu Ahmed Hatim b. Abdillah el-Cihazî tahdis etti, dedi ki: er-Rebi b. Suleyman’ı şöyle derken işittim: Şafii rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

“İman söz ve ameldir. Taat ile artar ve masiyet ile eksilir.” Sonra Muddessir 31. Ayetini okudu.”

Sonra Ebu Nuaym İbn Ebi Hatim’in Harmele b. Yahya’dan rivayet ettiği kıssayı kendi isnadıyla zikretti.

Bunu Beyhakî de bu tarikten Menakibu’ş-Şafii’de (1/387) zikretti.

İbn Abdilber el-İntika’da (s.81), Beyhaki Menakibu’ş-Şafii’de (1/385), İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (1/46-47) imam Şafii’nin iman hakkındaki bu sözlerini nakletmişlerdir. Bu nakillerin isnadları Şafii’nin iki arkadaşı: er-Rebi b. Suleyman ve Harmele b. Yahya etrafında dönmektedir ve onlar İmam Şafii’den: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir” dediğini haber vemişlerdir. Lakin iddia edilen bu icmadan bahsetmemişlerdir. Bu söz doğudan batıya bütün ehl-i sünnetin sözüdür. İmam Şafii’nin burada nakledilen "Biri olmadan diğerlerinin geçerli olmadığı hususunda icmaya dair" sözünü zikretmemişlerdir.

İmam Muhammed b. İsmail el-Buhârî, Ebu Hâtim ve Ebu Zur’a, müslümanların bütün büyük şehirlerinden islam imamlarını tek tek isim sayarak “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir” dediklerini nakletmişlerdir. Buhârî bunu binden fazla âlimden nakletmiştir. (Bkz.: el-Lalekai (1/194, 198) Ancak onlardan hiç biri İmam Şafii’ye nispet edilen "Biri olmadan diğerlerinin geçerli olmadığı hususunda icmaya dair" sözünü zikretmemişlerdir. Doğudaki ve batıdaki bu İslam İmamları bu icmayı gizlemek üzere anlaşmışlar mıdır?

Adil Hamdan ve taifesi bütün büyük şehirlerdeki bu imamları Mürcie olarak mı görüyorlar yoksa? Çünkü onların bozuk menheci bunu gerektirir!

Özellikle Adil Hamdan, Ehli Sünnetin cumhurunu namazı terk edeni tekfir etmedikleri için Ehli Sünnetin dışına çıkarmaktadır! Onun taifesi bu iman tarifini yeterli görmüyorlar!

 Çünkü müslümanın: “İman söz ve ameldir, artar ve ondan bir şey kalmayıncaya kadar eksilir” demesini zorunlu görüyorlar. Eğer Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin delalet ettiği gibi: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir, ondan zerre ağırlığında bir şey kalıncaya kadar eksilir” derse onlara göre bu kimse Mürciî’dir!

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine çatışan bu aşırılıktan Allah’a sığınırız!

5- Sahabe imanı tarif etmemişlerdir. Bunu ancak Tabiin zamanında Murcie’nin zuhur etmesinden sonra Ehl-i Sünnet tarif etmişlerdir. Çünkü ilk İrca görüşünü Talk b. Habib el-Anezî (v.90-100 yılları arasındadır) söylemiştir. Denildi ki: “İlk söyleyen kişi Yüz senesinden önce vefat etmiş olan Zer b. Abdillah b. Zurare el-Hemedani’dir.” Bu da bahsi geçen icma iddiasını zayıflatır. Şayet bu icma sahih olsaydı elbette Ehl-i Sünnetin çoğu Mürcie olurdu. Hariciler de hakka sahabeden daha yakın olurlardı. çünkü bu icma iddiasına göre amelleri terk edenin imanı geçerli olmazdı ve Hariciler günahkarları tekfir ettikleri için haklı olurlardı!

Bu hususu pekiştiren şeylerden birisi İbn Kayyım rahimehullah’ın Muhtasaru Suneni Ebi Davud şerhinde (12/456) şu sözleridir:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bid’at ehli grupları zemmetmesi sahih olarak gelmiştir. Hariciler bunlardandır. Onlar hakkında birçok sahih yoldan hadisler sabit olmuştur. Çünkü onların görüşleri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında meydana gelmiş, önderleri bunu dile getirmiştir. İrca, Rafizilik, Kader, Cehmilik, Hulul ve başka bid’atler ise sahabe asrından sonra meydana gelmişlerdir. Kader bidati sahabe asrının sonlarında çıkmıştır. O zaman hayatta olan Abdullah b. Ömer, İbn Abbas radıyallahu anhum gibi sahabeler onlara karşı çıkmışlardır. Onların zemmine dair rivayetlerin çoğu Sahabe sözü olarak mevkuf gelmiştir.

Sonra sahabe asrının sonra ermesinden sonra İrca bidati çıktı. Bu konuda tabiinin büyükleri konuşmuşlardır. Onlardan bize nakledilmiştir. Sonra Cehmilik, tabiin asrı sonra erdikten sonra çıktı. Onun şerri İmam Ahmed gibi imamların zamanında yaygınlaştı…"

İcma naklini iptal eden şeylerden biri de İbn Teymiyye rahimehullah’ın – Adil Hamdan’ın da er-Reddu Ale’l-Mubtedia dipnotunda (s.207) naklettiği – şu sözüdür:

“Sahabe, onlara güzellikle tabi olan selefin ve müslümanların alimlerinin cumhurunun mezhebi şudur: İman söz ve ameldir. Yani kalbin sözü ve dilin sözü ile kalbin ameli ve azaların ameli.”

İbn Teymiyye bu mezhebi sahabeye ve selefin hepsine değil, cumhuruna nispet etmiştir. Biz de itikad ediyoruz ki sahabe ve onlara güzelce tabi olanların tamamı amellerin imandan olduğuna iman ediyorlardı. Bu yüzden sahabe zekat vermeyen riddet ehliyle savşamışlardır. Çünkü onlar zekat vermeyi kabul etmediler.

Ehl-i Sünnetin tamamı bunun üzerindedir. Lakin sahabe imanı herhangi bir şekilde tarif etmemiştir. Çünkü bunu tarif etmeye sebep olan şey onların asrından sonra ortaya çıkan İrca görüşüdür. Nitekim bunun açıklaması geçti.

Tabiin ve onlardan sonrakiler imanı ancak şu sözleriyle tarif ettiler: “İman söz ve ameldir. Artar ve eksilir.” Nitekim bu, doğudaki ve batıdaki İslam imamlarından nakledilmiştir. Onlar yukarıda Şafii’ye nispet edilen icma naklinde geçen şu sözleri söylememişlerdir: “Bu üçünden biri olmadan diğerleri geçerli olmaz, bu üçünü tamamlamadıkça kişinin imanı kabul edilmez

İbn Teymiyye’nin selefe nispet ettiği: “İman söz ve ameldir. Söz kalbin sözü ve dilin sözüdür. Amel de kalbin ameli ve azaların amelidir” şeklindeki tarifi iyi düşün! Selef’ten Şafii’ye nispet edilen tarifteki fazlalığı nakletmemiştir!

Selef böyle bir sözü nasıl söylesinler ki? Kendileri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den şefaat hadislerini nakletmişlerdir. Bu hadislerde:

Kalbinde dinar ağırlığınca iman bulunanın cehennemden çıkacağı geçer.

Kalbinde yarım dinar ağırlığınca iman bulunanın cehennemden çıkacağı geçer.

Kalbinde zerre ağırlığınca iman bulunanın cehennemden çıkacağı geçer.

Kalbinde zerre ağırlığından çok çok az iman bulunanın da cehennemden çıkacağı geçer.

Allah’ın hiçbir hayır amelde bulunmamış bir kavmi cehennemden çıkaracağı geçer.

Bazı insanların hiçbir amelde bulunmadıkları ve hiçbir iyilik takdim etmedikleri halde cehennemden çıkarılıp cennete sokulacakları geçer.

Allah buyurur ki: “İzzetime, kibriyama, azametime ve cibriyama yemin olsun ki “La ilahe illallah” diyeni oradan çıkaracağım.”

Peki, bu kimseler imanın bütün rükünlerini tamamlamış kimseler midir?

Allah’tan korkan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e saygı gösteren bir kimse dağların sağlam oluşu gibi sağlam olan bu sözlere muhalefet etmeye cesaret edebilir mi?

Bu naslar Ehli Sünnetin, günahlardan dolayı tekfir eden ve günahkârların cehennemde ebedi kalacaklarına hükmeden Haricilere karşı silahlarındandır!

Son olarak deriz ki:

1- Ciddi araştırmalar neticesinde sahabe ve tabiinin namazı tembellikle terk eden kimseyi tekfir ettiklerine dair icma iddiası sabit olmamıştır.

İmam Şafii’ye nispet edilen iman tarifine dair icma iddiası sabit olmamıştır. Nasıl sabit olsun ki, Allah Teâlâ’nın şu ayetine aykırıdır:

Muhakkak ki Allah şirki bağışlamaz, bunun altındakini dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 48)

Yine şefaat hadisleri, tevhidin önemi ve faziletine dair hadisler varken nasıl böyle bir söz söyleyebilirler?

 Doğudaki ve batıdaki İslam imamları ve alimleri bu tarifi bilmiyorlar mıydı? Yahut onlar bu icmayı nakletmemek üzere anlaşmışlar mıdır? Haşa! Bu imkansızdır!

2- Namazı terk eden eğer namazın terkini helal sayıyorsa o kâfirdir. Ancak yeni müslüman olmuş olup bunun farz olduğunu bilmiyorsa veya müslümanların şehirlerinden uzakta yaşıyorsa bu başka. Ona namazın önemi ve farz oluşu açıklanır, eğer terk etmekte inad ederse o kâfirdir.

Eğer farz olduğuna inandığı halde tembellik ve gevşeklikle terk ediyorsa bu kimse namaza davet edilir. Eğer namaz vakti çıkana kadar kılmaktan yüz çevirirse o terkinde ısrarından dolayı öldürülmeyi hak eden bir suçlu günahkârdır. Ona Allah için buğz ederiz ve şerrinden sakındırırız. Onun kâfir olduğunu söyleriz. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kul ile küfür arasında namazın terki vardır” buyurmuştur.

Şayet şefaat hadisleri ve Allah Azze ve Celle’nin huzuruna hiçbir ameli olmadan “La ilahe illallah” sözüyle çıkan kimsenin bağışlanıp cennete gireceğine dair “Bitaka sahibi hadisi” olmasaydı, yine ailesine cesedini yakıp küllerini karada ve denizde savurmalarını emreden adam hadisi olmasaydı ve  Sahihayn’da Allah’ın vechini dileyerek La ilahe illallah diyen kimseyi Allah’ın cehenneme haram kılacağını ifade den ve bu manada tevhidin faziletini ifade eden birçok hadisler olmasaydı elbette namazı terk edeni sahibini İslam’dan çıkaran büyük küfürle tekfir ederdik.

Durum bu olunca, başını bu nebevi hadislere kaldırıp bakmayan zalim kimseden başkası selefimizi İrca ile suçlayamaz!

Adil Hamdan ve Haddadîlerin mezhebi ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i, ashabını, sünnet ve hadis ehlini Mürcielikle suçlamayı gerektirir!

Eğer: “Seleften namazı terk edeni tekfir edenler hakkında görüşünüz nedir?” derlerse deriz ki: Onlar başımız üzeredir, onları sever ve yüceltiriz. Onlara müçtehitlerin ecri vardır. Çünkü onlar namazı terk edeni tekfir etmeyen Ehl-i sünnet kardeşlerine hürmet etmişler, onları İrca ile nitelememişlerdir.

Çünkü onları irca ile suçlamaya mani olan hatta onlara saygı gösterip takdir etmelerini gerektiren delilleri görmüşlerdir.

Eğer: “Falan kimse namazı terk edeni tekfir etmeyeni irca ile suçluyor” denilirse cevabı şudur:

Bu alimlerin zellelerinden sayılır ki Selef, bunun sahibine tabi olmaktan ve taklid etmekten sakındırmıştır. Kim onu taklid ederse selefin menhecine muhalefet etmiş olur, kendisinden de sakındırılmayı hak eder. Çünkü hevasına tabi olmuştur. Kim şaz ve garip görüşlere tabi olursa kınanır.

Uyarılması gereken noktalardan birisi şudur: Ehli sünnetten namazı terk edeni tekfir edenler, bunun dışındaki zekat, oruç, hac gibi İslam rükünlerini ve salih amelleri terkten dolayı tekfir etmiyorlar.

Sadece bu dört rükünden dolayı tekfir edenler de bunun dışındaki salih amellerden dolayı tekfir etmiyorlar. Çünkü İslam’ın üç rüknü sebebiyle tekfir etmiyorsa, bundan başkası sebebiyle tekfir etmemesi daha önceliklidir.

Sadece namazın terki ve zekat vermemek sebebiyle tekfir edenler, oruc ve haccın terki sebebiyle tekfir etmiyorlar! Bunların terkinden dolayı tekfir etmediğine göre diğer amellerden dolayı tekfir etmemesi daha önceliklidir.

Şu halde Ehl-i Sünnet, amellerden dört rükün dışındaki amellerin terkinden dolayı tekfir etmemek hususunda icma etmişlerdir. Dört rükün (namaz, oruç, zekat ve hac) dışındaki amellerin terkinden dolayı tekfir edenler ise Ehl-i Sünnet’in icmaına muhalefet eder. Büyük günah işleyenleri mutlak olarak tekfir eden Haricilerin yolunu tutmuş olur.

Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenleri tekfir etmek gibi. Zira sahabe ve tabiinden selefin ittifakıyla sabittir ki Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek büyük günahtır. Allah’ın indirdiği ile hükmetmek ise dört rükün dışında kalan salih amellerdendir. Bu salih ameli terk etmekten ve büyük günahtan dolayı tekfir etmek de Haricîlerin yoludur.

Nitekim daha önce şefaat hadislerinde hiçbir salih ameli olmadan cehenneme girmiş bazılarının cehennemden çıkacaklarının belirtildiği geçmişti.

Seleften namazı terk edeni tekfir edenler, bu sebeple tekfir etmeyen âlimleri irca ile suçlamamıştır! Mesela İmam Ahmed ve İshak b. Rahuye, kendilerinden önceki imamlar olan ez-Zuhrî, Hammad b. Zeyd, Malik b. Enes, İmam Şafii ve ashabını mürcielikle itham etmemişlerdir. Adil Hamdan ve Haddadiler ise namazı terkten dolayı tekfir etmeyenleri Mürcie’likle suçlamakta, selefleri olmayan bir bid’at çıkarmaktadırlar.

Hevâya tabi olmaktan Allah’a sığınırız.

- Devam edecek inşaallah -

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)