Muhammed Reşid Rıza, giyimde benzeme konusunda çeşitli gerekçelerle gevşeklik gösterme yoluna gitmiştir. Onun burada reddiye sunacağım görüşleri, onun gibi pekçok Mu’tezile zihniyetli kimselerin de dayandıkları şüpheleri içermektedir.
Reşid Rıza bir soruya cevaben şöyle diyor: “Diyorsunuz ki İslam’ın ilk yıllarında müslüman olanlara
görünüşlerini değiştirmeleri şart koşulmadı. Biz de buna şunu ekleriz: Sahabe
müşriklerden, Mecusilerden ve Kitap Ehlinden ganimet olarak aldıkları
elbiseleri giyerlerdi. Hatta daha önce zikrettiğimiz gibi Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem onların elbiselerinden giymiştir. Şayet belirli bir görünüm
şekliyle kulluk etmemiz kastedilseydi bu tercih edilir ve bize bağlayıcı
kılınırdı. İslamî görünüm şârî tarafından ortaya konmuş değilse Kitap ehlinin
görünüşüne uyum göstermek, Müşriklerin görünüşüne benzemekten daha öncelikli
olur. Çünkü İslam, Rumlar, Ruslar gibi iki kitap ehlini, Kureyş’li Haşimî
müşriklerinden üstün tutmaktadır. Herhangi bir asırda müslümanlar tek bir
görünüm şekli gözetmiyorlarsa, dînî görünüm şekli hangisidir ve hangisi
kâfirlerin ve mürtetlerin görünüm şeklidir?..” Salahuddin el-Muneccid
ve Yusuf el-Hûrî’nin derledikleri: Fetava’l-İmam Muhammed Reşid Rıza (1/80-81)
Cevap:
Reşid Rıza, yeni müslüman olanlara görünümlerini
değiştirmelerinin şart koşulmadığını zikrediyor. Bunun cevabı şudur:
İslam’ın ilk yıllarında Arapların görünüm şekli zaten Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında İslam’ın başlangıcında bu dini yayan
ümmetin görünüm şekli idi. İlk halife döneminde de giyimde bir farklılıkları
yoktu. Şirk ehline özel bir kıyafet yoktu. Bilakis Arapların hepsi birbirine
yakın kıyafetler giyerlerdi. Benzeşme konusunda gelen naslar, ancak kâfirlere
has olan kıyafetler hakkında gelmiştir.
Müslümanlar ile başkaları arasında müşterek olan kıyafetlerde
aslen bir teşebbüh söz konusu olmaz. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sahabeden
bazısına kâfirlerin elbisesi olması sebebiyle bazı elbiseleri terk etmesini
emretmiştir. Nitekim bu hadis Sahih’te Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan
rivayet edilmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu elbiseden
yasaklamasının zahiri, Arap olmayan kafirlerin elbisesi olmasından dolayıdır.
Bu muasfara yani kırmızı bir elbise idi.
Bundan sonrasında ise müslümanlar, kendileriyle başkaları –
özellikle Arap olmayanlar - arasında ayırıcı alamet olan şeyler konusunda,
hiçbir açıdan kâfirlere benzeşmemek için hırs göstermeye başladılar. Bu konuyu ikinci halife Ömer radıyallahu anh’ın
Zimmîlere koştuğu şartlar açıklığa kavuşturmaktadır. Onun zamanında fetihler
genişlemiş ve birçok halklar Allah’ın dinine girmişlerdir. Şurutu Ömeriyye
denilen bu şartlar, Zimmet ehline, durumlarının müslümanlarla karıştırılmaması
için giyimde ve başka konularda, onlara has olan görünüm ve tarzlarla
ayrışmalarına dair emirler içeriyordu. Bu konuda İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah’ın
Ahkamu Ehli’z-Zimme kitabına (2/735 vd.) bakılabilir. Nitekim Ömer b. Abdilaziz
rahimehullah’ın da Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın zimmet ehli hakkındaki bu
şartlarını emredip gözettiği sahih olarak gelmiştir.
Bu durum, Müslüman toplumda o zamandan beri Müslümanlarla Kâfirlerin
şekil olarak ayrışmalarının gözetilir hale geldiğinin istikrar bulduğunu
göstermektedir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in onların elbisesini
giymesine gelince, eğer burada kastedilen onlardan hediye olarak gelen
elbiseleri veya ganimet olarak alınan elbiseleri giymesi ise, bunlar kâfirlerin
başkalarından ayrıcalıklı olduğu, onlara has olan elbiseler değildir. Burada bir
sorun yoktur. Daha önce açıklandığı gibi kâfirlere has olmayan elbiselerde yasak
olan benzeşme söz konusu olmaz.
Ama eğer Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kâfirlere has
olan, onların ayrıcalıklı oldukları elbiseleri giymesi ise, bu bâtıldır.
Nitekim Muhammed Reşid Rıza başka bir yerde (Fetava 3/866) bunu
kastettiğini ortaya koymuş, şöyle demiştir: “Bilinmektedir
ki, İslam, mensuplarına belli bir görünüşü haram kılmaz, başka bir görünüşü
farz kılmaz. Bilakis görünüm şeklini kendi tercihlerine bırakır. Sünneti
seniyyede buna delalet eden şeyler vardır. Nitekim Sahihayn’da sabit olduğu
üzere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Rum’ların görünüm şeklinden olan Rum
cübbesi, Mecusilerin görünüm şeklinden olan Kisravî taylasan giymiştir. Bunda o kavmi taklid etmeyi kastetmemiştir. Ancak
bunlar kendisine gelince, giymiştir. ”
Bu sözlerin bâtıl oluşu şu açıdandır: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem Rumlara, Farslara giyim, görünüm gibi birçok konuda muhalefet
etmeyi emrediyordu. Mesela Hristiyanlar ve Yahudiler ayakkabılarla namaz
kılmazlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara muhalefet için
ayakkabılarla da namaz kılmayı emretmiştir. Sakalı traşlamak da onların ve
Mecusilerin fiilindendi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara
muhalefet için sakalı serbest bırakmayı emretmiştir. Hatta Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’yı giymiş olduğu
iki elbiseyi, kâfirlerin elbisesi olması sebebiyle yasaklamıştır.
Belki de bu şüphe, bu elbiselerin imal edenlerin isimleriyle
meşhur olmasından dolayı yahut öncelikle onlar arasında çokça kullanılmasından
dolayı Reşid Rıza’ya arız olmuştur. Bir elbiseyi kâfirlerin imal etmiş
olmasında ve ilk olarak onlar tarafından kullanılmış olmasında bir sorun
yoktur. Bir elbise hem kâfirler arasında, hem de başkaları arasında
yaygınlaşmış olup, kâfirlere has bir özellik taşımadığı ve onların alameti
olmadığı sürece kâfirlere benzeşme söz konusu değildir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in giymiş olduğu Rum işi cübbe de şüphesiz, kâfirlere has olmayan
bir giyim şeklidir. Kâfirlere benzeşmekten yasaklayan hadislere ters düşmemek
için hadis ancak bu şekilde anlaşılır. Lakin ihtimal taşıyan manalara yorumlayarak
sarih ve sahih naslara ters düşmek kabul edilemez.
Reşid Rıza’nın: “Şayet Allah
belli bir görünüm şekliyle kulluk etmemizi dileseydi elbette bir şekil seçer ve
bize bunu bağlayıcı kılardı…” sözlerine gelince, bunun cevabı şudur:
Bu, meseleyi saptırmaktır. Mesele belli bir şeklin bağlayıcı
kılınması değildir. Mesele ancak görünüşlerinde kâfirlere benzeşmenin yasaklanması
meselesidir. Kâfirlerin görünüşüne muhalif olan her mubah şekil tercih
edilebilir. Dinin sınırladığı – erkeklerin ipek giymekten yasaklanması gibi -
illetlerin bulunmadığı çeşitli elbiseleri tercih etmekte bir mani yoktur. Belli
bir elbisenin yasaklanması, dinen veya aklen belli bir şekli bağlayıcı kılmayı
gerektirmez.
Ama dinin belli bir elbiseyi giymeyi sınırlamamış
olmasından, şirk ehli dışında kitap ehline giyimlerinde uyum göstermeyi
çıkarmak, kabul edilemez bir çıkarımdır. Hatta iki sebepten dolayı bu çıkarım
tuhaftır:
Birincisi: Şer’î naslar kitap ehline benzeşmekten yasaklamıştır.
Reşid Rıza ise görünümde kitap ehline benzemeyi tercih sonucuna varıyor ve
bunun (kitapsız) müşriklere benzemekten daha öncelikli olduğunu iddia ediyor! Aklıyla
buna hükmediyor ve bunu benimsiyor!
İkincisi: Sanki müslümanın bağımsız şahsiyeti yokmuş gibi ya
kitap ehline uyum göstermesi yahut kitapsız müşriklere uyum göstermesini
zorunlu görüyor! Yani ya şunları, ya da diğerlerini taklid etmek zorundaymış
gibi!
Şüphe yok ki İslam geldiğinde bu iki taife (yani kitap ehli
kâfirler ve kitapsız müşrikler) mevcut idiler. Bu iki taifeye has olan elbiseler
giymek zorunda kalmadılar. Bilakis bu iki taifeden birinin diğerlerinden
ayrıldığı kendilerine has elbiseleri yoktu. Müslüman, bu iki taifeye benzeşme
söz konusu olmadan kendisine caiz olan elbiseyi giyiyordu.
Reşid Rıza’nın: “Asırlardan
herhangi birinde müslümanlara tek bir görünüm şekli bağlayıcı kılınmadığına
göre, hangi görünüm şekli dinî görünüm şeklidir, hangisi kâfirlerin ve
mürtetlerin görünüm şeklidir?” sözlerine gelince, cevabı şudur:
Müslümanlara birçok
asırlarda kâfirlerin elbiseleri olması sebebiyle kâfirlerin giyimiyle giyinmekten
uzak durmak bağlayıcı kılınmıştır. Burada müslümanlara belli bir giyim şeklinin
zorunlu kılınmamış olması öne sürülemez! Bilakis onlar, kâfirlerin (onlara has)
elbiselerinden alıkonulmuşlardır.
Mesela Zehebî Teşbihu’l-Hamis’te (s.191), kendi asrı hakkında
şöyle diyor: “Mavi ve sarı sarıkları görmez misin, bunları giymek daha önce
bize serbest idi. Yedi yüz yılında Sultan Melik en-Nasır bu renkteki sarıkları
onlara (zimmet ehline) şart koşup bize yasakladı.”