Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

3 Aralık 2023 Pazar

Tekfir Konusundaki Şüphelere Allâme el-Elbanî'nin Cevabı

 Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur Kaset no:820

Mecliste bulunanlardan biri Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden yöneticinin kâfir olacağına dair icma nakledince Şeyh el-Elbanî küfrün itikâdi küfür ve amelî küfür çeşitlerindeki ayrımdan bahsederek münakaşa etmiştir. Bu konuşma şu şekilde geçmiştir:

Soru sahibi dedi ki: “İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye kitabında Yasık ile hükmedenin kâfir olacağında müslümanların icma ettiklerini söylüyor. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab tagutun manasının veya başlıcalarının beş olduğunu söylemiş, onların ikincisi ve üçüncüsü olarak Allah’ın hükümlerini değiştiren zalim yönetici olduğunu söylemiştir. Üçüncüsünü Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden yönetici olarak zikretmiştir. Nitekim biz biliyoruz ki tagutu tekfir etmek tevhidin ikinci rüknüdür. Allah Azze ve Celle Bakara suresinde: “Kim tagutu inkar eder ve Allah’a iman ederse sağlam kulpa tutunmuş olur” buyurmuştur. Tagutu tekfir etmek imanın rükünlerinin ikincisidir. Allah Azze ve Celle’nin şeriatını değiştirmeye kalkanın da küfründe icma edildiğini söyledimizde bu akidenin gerçekleştirilmesi ve İslam devletinin kurulması gerekir. Sizden işittiğimiz bunun kalbî olmasıdır. Ben bunun kalbî olduğuna inanmayı gerekli görmüyorum. Özellikle müslümanların âlimlerinden birçok kimse İstibdal yapan (Allah’ın hükmünü değiştirmeye çalışan) yöneticinin kâfir olacağında icma nakletmişlerdir. Mahmud Şakir ve Dr. Ömer el-Aşkar bu âlimlerdendir. Altı kadar âlim bu meselede icma nakletmişlerdir.

El-Elbani: Allah sana bereket versin, daha önce kalbî amelî küfrün bedenî amel olmadığına dair meclise katıldın mı? Bu sohbette var mıydın yok muydun?

Soru sahibi: Biz bunu onaylamıyoruz.

El-Elbani: Burada yerleşik bir problem var. O halde lügavî ve şerî anlam olarak küfür nedir?

Soru sahibi: Lügatte küfrün inkar olduğu söylenir. Dindeki anlamını ise alimler amelî küfür, itikadî küfür, büyük küfür ve küçük küfür diye taksim etmişlerdir. Büyük küfür dinden çıkaran küfürdür. Küçük küfür ise…

El-Elbani: Allah sana bereket versin, şu an küfrün amelî ve itikadî olduğunu sen de söyledin. Söylediğinle ne kastediyorsun? Amelî küfür işleyen tekfir edilir mi?

Soru sahibi: Evet, eğer dinden çıkaran bir küfür işlemişse

El-Elbani: Amelî küfür işleyen tekfir edilir mi yani?

Soru sahibi: Evet, dinden çıkaran küfür ise, büyük küfür ise tekfir edilir. Çünkü amelî küfür büyük küfür de olabilir, küçük küfür de olabilir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Allah sana bereket versin, ben sana az önce bir şey söyledim. Biz sanki itikadi küfür ve amelî küfür diye bir ayrımda ittifak ettik. Ben de sana amelî küfür sahibini dinden çıkarır mı? Dedim. Sen ya evet de, ya da hayır de. Ayrıntıya gitmek gerekirse gidersin.

Soru sahibi: Burada ayrıntıya gitmek gerekiyor ama

El-Elbani: Gerekmiyor. Sen cevap ver ve amelî küfür dinden çıkarır mı çıkarmaz mı onu söyle!

Soru sahibi: Ayrıntı olmadan cevap veremem.

El-Elbani: Subhanallah! İtikadî küfür dinden çıkarır mı?

Soru sahibi: Evet.

El-Elbani: Güzel. Peki, neden bunda ayrıntıya gitmiyoruz?

Soru sahibi: Çünkü bu üzerinde ittifak edilmiş bir şeydir. Lakin amelî küfür meselesi Ehl-i Sünnet ile Mürcie arasında ihtilaf konusudur.

El-Elbani: Güzel. Şu halde amelî küfrün dinden çıkaranının senin de bahsettiğin itikadî küfürle bağlantısı var mıdır yok mudur?

Soru sahibi: Bağlantısı vardır.

El-Elbani: O halde bu itikadî küfre dönüyor. Allah sana bereket versin. İtikadi küfürle amelî küfrün farkını anlayamadan itiraz ediyorsun. Amelî küfür; müslüman kimseden kâfirlerin amelinin sadır olmasıdır. Lakin müslümandan sadır olan bu amel, bir yönden kâfirin ameline benzerken diğer yönden farklılık göstermektedir. Kâfirin işlediği amel, hem amelî, hem itikadîdir. Müslüman ise bunu sadece amelî olarak işlemektedir. Bu ikisinin küfrü arasında fark vardır. Müslümanın yaptığı amelî küfürdür. Buna itikadî küfrü de eklerse bunun dinden çıkaran küfür olduğu hususunda bir kapalılık yoktur. Ama amelî olarak işlediği küfre itikadî küfrün de katıldığına delalet eden bir durum yoksa o zaman bu itikadî küfür olmaz. Çünkü itikadî küfür, kalbî bir küfür olmasıyla amelî küfürden farklıdır. Ama amelî küfür kalbî bir küfür değildir. O yalnızca amelî küfürdür. Bu meselede mesela sıhhatinde ittifak edilen:

Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür” hadisini düşün.  Müslümanın müslüman kardeşiyle vuruşması bir küfürdür. Şimdi sana soruyorum: Bir müslüman diğer müslümanla savaşırsa, bu savaşma küfür değil midir?

Soru sahibi: Kâfir olmaz, çünkü bu küçük küfürdür.

El-Elbani: Ey kardeşim Allah sana bereket versin!

Soru sahibi: Hayır, kâfir olmaz.

El-Elbani: Sözün hayırlısı az ve öz olanıdır! Bu bir küfür değil mi?

Soru sahibi: Evet bir küfürdür.

El-Elbani: Şimdi bunu küçük küfür diye adlandırabilirsin, tamam. Ben de bunu amelî küfür diye adlandırdım. Benimle senin arandaki fark nedir? Ben buna amelî küfür diyorum, sen de küçük küfür diyorsun. Şimdi şöyle diyelim: Bu neden amelî bir küfürdür? Çünkü bu kâfirlerin amelidir. Kâfirlerin tabiati, her zaman şahit olduğumuz gibi birbirleriyle savaşmalarıdır. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikate işaret etmiştir, bu durum senin bunu küçük küfür diye te’vil etmeni destekler. Yine bizim amelî küfür olduğunu söylememizi de destekler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında, Buhârî’nin Cerir b. Abdillah el-Becelî radıyallahu anh’den rivayetine göre şöyle buyurmuştur:

İnsanları benim için sustur.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara hutbe vermiş ve şöyle buyurmuştur:

Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirlere dönüşmeyin.”

Hadisteki: “Birbirlerinin boyunlarını vuran” ifadesinin amel olduğunda bir tereddüt yoktur. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Benden sonra kâfirlere dönüşmeyin” sözünün açıklamasıdır.

Nasıl kâfirlere dönüşürler? “Birbirlerinin boyunlarını vurarak” O halde bu amelî küfürdür. “Müslümana sövmek fasıklık, onunla vuruşmak küfürdür” hadisi de böyledir, bu dinden çıkaran bir küfür değildir.

Lakin müslümanın müslüman kardeşiyle savaşmasında onun kanını kalbinde helal sayması da buna katılırsa onun bu amelî küfrü, itikadî bir küfre dönüşür. İşte senin öncekilerden falan ve filandan veya sonrakilerden nakletmiş olduğun icma böyledir. Mutlaka imamların: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir” ayetine yaptıkları tefsiri okumuşsundur.

Yani sen bu ayetin birbirlerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sormaya teşvik eden Yahudiler hakkında nazil olduğunu okumuşsundur. Onlar tartışan iki grup idiler. Birbirlerine: “Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e sorun” diyorlardı. Eğer onlara uygun cevap verirse kabul edecekler, aksi halde reddedeceklerdi. Meşhur tefsir imamlarından İbn Cerir et-Taberî bu ayetin tefsirinde der ki:

“İşte onlar kâfirlerdir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmüne kalpleriyle inanmıyorlardı. Çünkü onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i inkâr etmeleri esası üzerindeydiler. Ancak kendi lehlerine hüküm verirse o zaman bu hükme tabi olacaklardı. Eğer lehlerine hüküm vermezse kalıplarıyla da, kalpleriyle de kabul etmeyeceklerdi.”

İbn Kesir de aynı şekilde, bu ayetin facir ve fasık olan, Allah Azze ve Celle’nin indirdiğine iman eden ancak ya nefsine uyarak, ya da başka bir sebeple Allah’ın kitabındaki hükme veya nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetindeki hükme aykırı hüküm veren müslüman aleyhine bu ayeti kullanmanın caiz olmadığını belirtmiştir. Çünkü bunlar müslümanlardır, Allah’ın indirdiğine iman ederek müşriklere muhalefet etmişlerdir. Lakin Allah’ın indirdiğine imanlarına amellerini katmamışlardır. Allah’ın indirdiğini kalpleriyle ve kalıplarıyla inkâr eden kâfirlerden farklıdırlar. Bu yüzden müslümanların âlimleri, mutlak tekfire tutunan birçok kimsenin dayandıkları bu ayetin tefsirinde, senin de “dinden çıkaran amelî küfür” sözünde olduğu gibi, bunun dinden çıkaran bir küfür olabileceğini de belirtmişlerdir.    

Burada amelî küfrün dinden çıkaran küfür olması ancak kalbin itikadındaki küfürle birleşmesi halinde söz konusu olur. İtikadî küfürle amelî küfrün arasındaki ayrımı gözetmek gerekir. Dinde asla Allah’ın indirdiğine iman ettiği halde onu fiilen yapmayan kimsenin kafir olacağına dair açık bir nas bulamayız. Mesela faiz yiyenin hükmü nedir? Dinden çıkan mürtet bir kâfir midir? Hayır diyeceksin. Öyle değil mi?

Soru sahibi: Öyle

El-Elbani: Ben senin söylediğin gibi demiyorum. Yani kişi ameliyle işlediği faizi kalbiyle de onaylarsa o zaman dinden çıkarak küfürdür, varacağı yer cehennemdir, orası ne kötü dönüş yeridir. Ama: “Allah tevbelerimizi kabul edicidir” derse buraya kadar söylediğimiz sözlerin boş olduğunu anlarız. Çünkü bu kişi bu fiilinde Allah Azze ve Celle’ye ve rasulüne isyan ettiğine iman ediyor. Lakin bir yönden de hevasına tabi olmuştur. Ey kardeşler! Allah Azze ve Celle’ye faiz yiyerek isyan eden ile Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden arasında fark yoktur!

Şimdi çok basit bir misal vereyim. Şer’î kadı hükmediyor, şeriatle hükmediyor demiyorum, bilakis her zaman söylediğimiz gibi, kitap ve sünnetle hükmediyor, lakin hükümette belli bir mesele hakkında onun yanında iki kişi davalaşıyor. Kadı da zalimden yana hüküm veriyor. Bu Allah’ın indirdiği ile hüküm müdür?

Soru sahibi: Bu soruna ayrıntıya gitmeden cevap vermem lazım değil mi?

El-Elbani: Bizim burada Şam’da: “Yanında ne varsa getir” derler. Buyur.

Soru sahibi: Bu kadı bu hükmü, her durumda geçerli sayılacak şekilde din hükmü kılıyor mu? Mesela insan bir şey çalıyor ve Allah’ın indirdiği ile hükmeden kadıya geliyor, lakin bu meselede heva sebebiyle yahut hırsızın akrabası olması sebebiyle diyor ki: “Ellerini kesmeyi uygun görmüyorum, başka bir ceza uygun görüyorum” diyor. Hâlbuki hırsızlık suçunun şartları onda yerine gelmiştir. Başka hükümlerinde el kesmeye hükmediyor. Bunun küfür olduğunu söylemeyiz. Onun hakkında İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın: “Küfrün altında bir küfür” dediği gibi söyleriz. Ama hırsızlığın cezasını hapis olarak tayin ederse, bu hükmü tabi olunan bir din kıldığı için mücerret bir küfür olduğunu söyleriz. Çünkü kendisini Allah’a denk kılmıştır.

El-Elbani: Allah sana bereket versin, sana bunu açıklamamdan önce bana itiraz edip sözümü kesmenin sana bir faydası olmamıştır. Ben de şunu diyecektim: Zalimin lehine ve mazlumun aleyhine hükmeden bu kişi Allah’ın diniyle mi hükmetti? Senin hayır diyeceğin varsayılır. Bundan sonra konuyu sonuca bağlayabiliriz. Eğer söylediklerinle bağlantısı varsa, diyeceğini o zaman dersin.

Soru sahibi: Şimdi konuya girebiliriz.

El-Elbani: Sadede gelelim. Allah’ın indirdiği ile hükmetme adeti olan bu kadı, bir meselede Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmediyor. Bir müslümanın dine aykırı olan bu hükmü vermesi sebebiyle bir âlimin onun küfrüne hükmedeceğini sanmıyorum. Bunu hiç kimsenin yapacağını sanmam.

Demek istiyorum ki: Başka bir sebeple veya bir başkası hakkında bu sebep tekrar ederse veya yeniden böyle hükmederse burası mühim değil, yine Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmederse yine ben kimsenin onun dinden çıkaran itikadî küfürle kâfir olduğunu söyleyebileceğini sanmıyorum. Bu ne zamana kadar tekrar eder? Beş, on, yirmi, yüz defa mı? Ne zaman onun sadece amelî küfür değil de, dinden çıkaran küfürle kâfir olduğunu söyleyebiliriz?

Bunun kalbinde yerleşen şeyden kaynaklanmadığını biliyorsak. Ama eğer kalbinde Allah’ın indirdiği hükmü uygun görmediğinin yerleşmiş olduğu ortaya çıkarsa o zaman onun küfrünün dinden çıkaran bir küfür olduğu söylenir.

Belki de bunun dinden çıkaran küfür olduğunu söylemelerinin sebebi, onların bunu kanun edinmelerini, onların nefsinde İslam’ın hükmünü uygun görmemelerinin yer etmiş olduğuna delil görmeleri olabilir. Diyorum ki: Bu hükümleri veya istinbatları doğru olsaydı, o zaman itikadî küfre mutabık, sahih bir hüküm olurdu.

Şu halde bu hükmün dayanağı ve araştırma konusu: iki küfür arasını ayırmaktır. Burada kalbe bakarız. Kalp mü’min, amel kâfir ise burada kalpte yer eden hüküm, amelde yer eden hükme galip gelir. Ama kalpte olan amele mutabık ise yani kişi dinde gelen hükmü ikrar etmiyorsa – bunu ya diliyle ya da hal diliyle ortaya koyar – ortaya koyduğu bu şey, kalbinin küfrü olup bunu diliyle ifade ediyorsa konu kapanır. Ama hal dili bunu ortaya koyuyor, dili ifade etmiyorsa tartışmaya açıktır. Şimdi bu ayrıntıdan sonra ne diyorsun?

Geçenleri özetleyecek olursam; amelî küfür, senin de cevabının başında dediğin gibi itikadî küfür olabilir. Bu durumda itikadî küfürle bağlantısı olmak zorundadır. Ama amelî küfür işleyenin hükmünün itikadî küfürle aynı olması yani kalbiyle iman etmiş olan kimsenin dinden çıkaran küfür işlediğini söylemeye gelince, şimdi sendeki ayrıntılara gir bakalım

Soru sahibi: Burada itikada itibar etmeksizin, mü’min mi, değil mi diye bakmadan dinden çıkaran amelî bir küfür olduğuna inanırız. Bu konuda bize selef vardır. Onlardan biri Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin Fetava’da söyledikleridir.

El-Elbani: Bize herşeyden önce kitaptan deliller getir.

Soru sahibi: Delilerden birisi: “Küfür sözünü söylemişlerdir” ayetidir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Sana az önce söylediğim sözüme dönüyorum: İtikadî küfür! Merkezi kalp olan itikadî küfür konusunda acele etmemeni rica ediyorum. Dilin ve hal dilinin delalet ettiği şeydir bu. Sen ise şimdi: “Küfür sözünü söylediler” ayetini delil getiriyorsun! Subhanallah! Bu başka bir şey! Beni anlamıyor musun?

Soru sahibi: Anlamıyor değilim. Zira Allah Azze ve Celle onların helal sayıp saymamalarını beyan etmeden bunu mutlak olarak belirtiyor.

El-Elbani: Ey kardeşim! Allah seni hidayet etsin! Ben sana apaçık Arap diliyle söylüyorum, Mü’minin imanına neyle hükmediyorsun, bunu sözüyle söylemez mi?

Soru sahibi: İkrarıyla, evet.

El-Elbani: Güzel, Kafire neyle hükmediyorsun? Sözüyle değil mi? Ben sana daha önce kalpte yer eden küfrü açıkladım, biz kalbe ulaşamayız. Lakin kalpte olana ulaşmanın iki yolu vardır. Ya sözle ifade etmesidir, buna lisanu kâl denir. Ya da hal diliyle ifade etmesidir ki, buna da lisanu hâl denir. Bu ikisinin ayrımına katılıyor musun?

Soru sahibi: Evet.

El-Elbani: Güzel. Şimdi bana ayetten bir delil getir.

Soru sahibi: Lakin benim senin sözünden anladığım şu: Sen küfür sözünü söyleyeni tekfir etmiyorsun ve diyorsun ki “Kişi ailesinin evinde kötü terbiyeyle yetiştiği için Allah Azze ve Celle’ye sövmüş olabilir, bunu tekfir etmeyiz diyorsun. Bu ise İbn Teymiye’nin naklettiği alimlerin icmaına aykırıdır. Burada Allah’a söven kimse, iman edip etmediğine bakılmaksızın kafir olur.

El-Elbani: Güzel. Peki öldürülür mü?

Cevap: Evet, öldürülür.

El-Elbani: Hayır, tevbe ettirilir.

Soru sahibi: Bu konuda alimler arasında ihtilaf vardır.

El-Elbani: Alimlerin arasındaki ihtilafta racih olan nedir?

Soru sahibi: Bu meselede racih olan öldürülmemesidir.

El-Elbani: Güzel. Tekfir edilir mi edilmez mi?

Soru sahibi: Tekfir edilir ve tevbeye çağırılır.

El-Elbani: Tevbe ettirilmez mi?

Soru sahibi: Tevbe ettirilir.

El-Elbani: Biz: “Tevbe ettirilir mi, ettirilmez mi?” dediğimizde sen: “İki görüş var” dedin. Güzel, peki racih olan neydi?

Soru sahibi: Okuduğumuza göre onun tercihi “Hayır (tevbe ettirilmez)”

El-Elbani: Güzel. Dinden çıktığını ilan eden tevbe ettirilir mi?

Soru sahibi: Tevbe ettirilir.

El-Elbani: Dinden çıktığını ilan eden kimse?

Soru sahibi: Tekfir edilen tevbeye çağırılır evet.

El-Elbani: “Kim dinini değiştirirse öldürün” buyruluyor, tevbeye mi çağırılır?

Soru sahibi: Benim bildiğim tevbe ettirilir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Dinden çıktığını ilan eden kimse ile küfür sözü söyleyen kimse arasında fark vardır. Küfür sözünü söyleyen kimsenin bir mazereti olabilir. Nitekim cahillere nispetle az önce bu konuyu zikrettik. Belki de sen, sahabinin “Dinini değiştireni öldürün” hadisini rivayet etme sebebini bana hatırlatırsın. Şu an tereddüt ediyorum.

Bu kıssa Muaz b. Cebel ile Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anhuma arasında geçmiştir. İkisi Yemen’de idiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları Yemen’e göndermişti. Tereddütüm, Muaz radıyallahu anh’e misafir olarak gelen Ebu Musa radıyallahu anh mı, yoksa bunun aksi miydi, bu konudadır. Onun yanında zincire bağlı bir adam görüyor ve soruyor. Diğeri de: “Bu dinini değiştirmiştir” diyor. Kılıcını sıyırıp onu öldürmek istiyor ve “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” hükmünü infaz ediyor.

Dini değiştirmede mazeret yoktur. Bu kimseye tevbe ettirilmez. Ama küfür sözünü söyleyene gelince, mazereti bulunması ihtimali vardır. Ya bilip de hata etmiştir, ya bilmiyordur yahut başka bir sebep bulunabilir. Senin de az önce sözüme işaret ettiğin gibi, kötü terbiye olabilir.

Mesela biz bugün kötü terbiye sebebiyle bir kimsenin öfke anında küfür sözü söylediğini işitiriz. Öfkesi geçince sözünü kendisine söylediğimizde “Estağfirullah” der, şeytana lanet etmeye başlar. Böylece kendi kendisiyle çelişir. Burada İslam hükmü olsa tevbe ettirilir, mesela Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söven kimse tevbeye çağırılır, tevbe etmezse öldürülür. Ama bu kimse hemen Allah’tan bağışlanma diliyor!

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)