Bilirsiniz bizim Türklerde “doğan görünümlü şahin” tabiri
meşhurdur ve bu tabir, malum bir aşağılık kompleksi vakıasının ifadesidir.
Esasında bu mefhum alaturka/türklere has değil, başkalarında da var. Suud veya
diğer arap ülkelerinde tahrif edilmiş ve adına “selefilik” eklenerek kamufle edilmiş
bir öğrenim görüp gelenler, türkiyede “Amelde hanefi olup akidede maturidi olma”
şeklinin tam bir tezat olduğuna vurgu yaparak davette bulunuyorlar.
Bunun tezat olduğu ortada, lakin vatandaşa itiraz eden bu
şahıslar, “Akidede selefi” olduklarını iddia ederlerken kendilerinin de amelde “Hanbelî,
Şafii, Hanefi” vs. oldukları gibi söylemler de kullanıyorlar. Bu ne perhiz bu
ne lahana turşusu?! Hiç taklitçi selefi olur mu? Selefte taklid mi vardı,
mezheplere ayrılıp ümmet arasında fırkalaşma mı vardı? Hangi selefe tabi olan
bir selefiliktir taklid edip dinde fırkalaşmak?
Maalesef Suud’da son zamanlarda artan kokuşmuşluk yalnız avam
halk arasında kalmamış, ilim ehli arasında ve şeriat fakültelerinde dahi mezheplere
sıcak bakan habis bir hava yayılmaktadır. Kıyası cahilce söylemlerle savunan ve
bunu edille-i şer’îyyeden sayan, boş teneke gibi tınlayan “Medine talebeleri”ne
bu memlekette çokça şahit olduk. Maalesef akide ile menheci birbirinden ayıran
yahut bu meselede gafil davranan pek çok kimse “Allah yukarıda” diyen herkesi
selefi zannetmekte, yapılan azim hataları eleştirdiğimiz için de bizleri “Haset
etmek”, “Aynı akidede olduğu halde birbirleri ile uğraşmak” vb. ile itham
etmektedirler. Yine kendi safımız olarak bildiğimiz saflardaki kusurları
eleştirmemizi düşmanlık olarak telakki edenler, hatayı öven yağcıları dost zannetmektedirler!
Mezkur kimselerle aynı akide ve aynı menhec üzerinde
olduklarını söyleyenler, buyursunlar kardeş kardeş geçinsinler. Ama şunu
bilsinler ki, bindikleri araba doğan görünümlü olsa da şahindir! Göstermelik kardeşlikler, birbirini hata
gördüğünde uyarmayan, düzeltmeyen dostlar; hakikatte dost görünümlü
düşmanlardır. Ortak akide ve menhec üzerinde birleşmeyen topluluktaki her artış
daha büyük bir dağılmanın ve telafisi imkansız fitnelerin sinyalini vermektedir!
Bu sadece vahdet görünümlü bir tefrikadır! Böyle toplulukların aktiviteleri saman
alevi gibidir.
Bu memlekette kemikleşmiş sapıklık cereyanlarına karşı
direnmekten usanmış olanlara bu yeni “Doğan görünümlü şahin” pek bir cazip
geldi. Ellerinde kor parçası tutar gibi sünnete sarılanlar, sanki neye
sarıldıklarını önceden bilmiyorlarmış, nasıl bir imtihanı üstlendiklerinin hiç
şuurunda değillermiş gibi, birilerinin “Neden kor parçası tutuyorsunuz?” yahut “Fitne
çıkarıyorsunuz” sözünü, kendisine “Selefi” adını veren birilerinden işitince
hemen ellerinden bırakıverdiler… Halbuki bunu başkası söylediğinde son
nefeslerine kadar bu batıl sözü reddediyorlardı… Meğer şahine ne kadar başarılı
bir kamuflaj yapılmış ki, biz hep onları doğan zannediyormuştuk! Gerçekten “Zan
ne kötü bir binek”miş! Taklidi selefilik iddiasında olanlar yapınca makbul,
sufiler yapınca merdud mu?! “Delil bidat ehline sorulur, sünnet ehline delil
mi sorulurmuş!?!” Öyle ya kaportayı değiştirdin mi tamam… Fakat bayırda
çekişi artıran doğanın kaportası değil ki!…
Biz şahin ile doğanın farkını motor sesinden anlayan ustalar
gibiyiz, bildiğimiz doğruyu söyledik diye mi bize kızıyorsunuz? Dosta acı
söylemek, bizim için de çok acı. Kendi safımızdaki hatayı itiraf etmek, satmaya
çalıştığımız bineğin kusurunu söylemek bizim için de rahatsız edici. Ne
yapsaydık, fikriniz var mı? Hatipleri de, muhatapları da aldatsamıydık?
Yine selefî nispesini kullanan, anlama/fehm özürlü
tekfirciler de bu sahte kamuflajın diğer kurbanları… Onların kendilerine has tipik
kusurları; şirkin içerisinde yüzüyor olmalarına rağmen; “Kim Allah’ın indirdiği
ile hükmetmezse kafirdir” muteşabihinin peşine düşmeleri ve bununla başkalarını
tekfir etmeleri… Onlara göre “Tayyibi tekfir edersen senden iyi muvahhid yok,
tekfir etmezsen de senden kafiri yok”(!) Halbuki Tayyib ve benzerlerinin
uyguladığı hükümler (kaideyi bozmayan istisnalar hariç) müslümanların akidesinde,
helal ve haram inancında değişikliğe sebep olmaz. Çünkü onlar dünya işlerinin
yönetimi hususunda haktan sapkınlık içindedirler. Onlara batıl konuda itaat
eden de bunu din edinerek yahut meşru görerek yapmaz, belki istemeye istemeye yapar.
Tekrar belirtelim ki, istisnalar kaideyi bozmaz. Biz aslen tevhid ehli olan
müslümanlardan bahsediyoruz, yöneticilere dinde hüküm koyma veya meşru kılma
yetkisi veren müşriklerden değil!
Lakin şirklerinden gafil bir şekilde başkalarını tekfir
edenlere bakın; Kur’an ve sünnet nassına aykırı dahi olsa “cumhurun görüşünü”
din edinmişlerdir. Yani bir yandan taklitçi birer cahil olduklarını itiraf
ettikleri halde en önemli içtihata kalkışarak belirli şahısların tekfirine
hükmederken, mezhepleri taklid ederek de Allah’ın indirdiğine aykırı şeylerle dinde
hükmetmektedirler.
Tekfir edilmesini vacip saydıkları kimselerden çok daha
çirkinini irtikap etmektedirler! Birileri yöneticileri dünya işlerinde tagut
edinirken, bunlar mezhepleri, görüşleri, kıyasları din konusunda tagut
edinmektedirler!
Başkalarını Kafir Cengiz Han’ın Yâsık’ına tabi olanlara
benzetirken, aslında bunu kendileri yapmaktadırlar. Çünkü Yâsık kanunnamesi, hak
ile batılı, Allah’ın indirdiği ile indirmediğini birbirine karıştırarak bir din
koyma girişimi idi, dünyevi hükümlerden ibaret değildi. İnsanlar bu uydurmayı
din ve itikad edinmeye zorlanıyordu.
Yine İmam Ahmed rahimehullah, cehmiyye’nin kafir olduğunu
söylemesine rağmen, insanları Kur’an’ın mahluk olduğuna inanmaya zorlayan
yöneticiyi tekfir etmeyi şart koşmuyor, “onu tekfir etmezseniz tagutu inkar
etmediğinizden müslüman olamazsınız” gibi bir iddiada bulunmuyor, böyle bir
halife yönetimde diye Cuma kılınmaz demiyordu.
Selefilik iddiasında bulunan bir kısım tekfirciler: “Nafile
namazda sınır yoktur, kişi nafile olarak dilediği kadar namaz kılabilir”
diyerek Allah’ın dışında dinde meşru kılan ortaklar edinmişlerdir. Ehli
Kitabın; alimleri ve zahidleri rab edinme belasını, adım adım izlemişlerdir.
Onlar Tevbe 31. Ayetinden, hiç zikredilmediği halde yalnızca Fasık ve Zalim
yöneticileri rab edinmeyi anlamışlardır. Halbuki alim ve zahidleri rab edinmek,
onların Allah’tan bir delil olmadan söylediklerini ve yaptıklarını din edinmek
şeklinde zuhur etmişti. Mezhep taklidine asla Tevbe 31. Ayetinin penceresinden
bakmamış, delili olan ile delile aykırı olan arasında ayrım yapmamış, asıl maksattan
uzaklaşmışlardır.
Bu hatalara uyardık diye hatayı itiraftan kibirlenen tekfirciler,
iftira atarak kafalarını kuma gömmüş, deve kuşu aklıyla güya hedef saptırarak, bizim
hakkımızda “Tagutların savunuculuğunu yapıyor, imamlara ise hakaret ediyor”
iftirasını atmışlardır.
Forum sayfalarında “Dinde bağlayıcılık bakımından delili
olmadığı sürece İmam Ahmed’in sözü ile kafir Coni’nin sözü arasında fark yoktur”
dediğimi işiten tekfircilerin, bu hakikat karşısında ne kadar ezildikleri, çırpındıkça
batışlarından belli olmaktadır. Lakin acı olan tarafı, hak karşısında tevazu
gösterip, bu gerçeği itiraf etmek yerine, bu sözün İmam Ahmed’e hakaret olduğu
ithamını yaparak, sırtlarının yere geldiği minderden kaçmalarıdır.
Elbette bu bir hakaret değil, İmam Ahmed’i ve diğer imamları
rab edinmiş kimselere acı gerçeği açıklamak ve imamlara hakkı olan mertebeyi
vermektir. Bu sözden İmam Ahmed’in zatı ile kafir Coni arasında fark
görmediğimiz gibi bir mana çıkaran ise hakkın üzerini örtmekte ısrar eden
inatçı bir mütekebbirdir. Onların ima ettikleri manadan Allah’a sığınırız!
Hiç düşünmüyorlar ki, Hattab’ın, Makdisinin, bin Ladin’in
resmini muhabbet ve hararetle duvarlarına asanlar, sırf kanuni zorlamadan
dolayı M.Kemal’in resmini istemeyerek, sevmeyerek asandan çok daha tehlikeli
bir konumdadırlar. Çeçenistan bayrağını asıp yüceltenler, kanuni zorlama
yüzünden istemeyerek T.C. bayrağını asanlardan daha tehlikeli noktadadırlar!
Nasıl ki sufilerin şeyhlerine uluhiyet ve rububiyet
mertebesi vermelerine karşı çıktığımızda, onlar tarafından bize “Allah
dostlarını inkar ediyor” çamuru atılıyorsa bu gafil muvahhid görünümü ile şirk
batağında yüzenler de, içinde yaşadıkları bataklıktan çamur yuvarlayıp
üzerimize atıyorlar.
Biz bundan yüksünmüyoruz, attıkları çamurlara, zahirî, “cinli”,
ümmî/cahil vb. ithamlara hedef olmak Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bize
kalan bir mirastır, bunu gururla taşırız. Bilakis bu kadar batılın içerisinde,
batıl işleyenler tarafından takdir edilseydik kendimizden şüphe ederdik. Öyle
ki “akidede ne hatamızın olduğu” sorulmuş da, akidede hata olarak bana “Dünya
düz demiyeni tekfir ettiğim, fakat parlementerler namaz kılıyorsa tekfir
etmediğim” nispet edilmiş!
Namaz kılanları tekfir konusunda sakındığım doğrudur, biz bu
akideyi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinden, Buhari’de ve
diğer hadis kaynaklarında Cabir radıyallahu anh gibi sahabelerin sözlerinden,
tabiinden ve onlara güzellikle tabi olan imamlardan aldık. Namaz kılanları
tekfir edenler, bu akidelerini kimlerden almışlar araştırsınlar, o zaman neyin
akide problemi olduğunu görecekler…
Dünya düz demeyeni tekfir ettiğimizi söylemeleri ise açık
bir iftiradır. Hem bana, hem İbn Baz rahimehullah’a hem Lecnetu’d-Daime’ye
yapılan bir iftiradır. Böyle bir söz bir müslümandan sadır olmuş mudur, onu da
bilmiyorum. Bildiğim şu ki, İslam düşmanları tevhid davetini karalamak için
bunu uydurmuşlardır. Daha önce bir münasebetle buna cevap vermiştim, tekrar
etmeyeceğim. Daha ilginci “Lalkaî” gibi ehli sünnetin akide esaslarına dair
telif veren meşhur alimlerden birinin ismini kendine nik seçen, doğan görünümlü(!)lerden
birinin, akide kusuru olarak, “Türkler gibi u’ları ü okumam”, Şamile’den
kopyala yapıştır yapmam vs. hususları saymış… Ne kadar büyük bir akide kusuru
bu ey imam!
Bu bana İzmirdeki bir seminerde hatipler arasında yapılan,
selefilik adına davette bulunan bazılarının gerçek yüzlerini gördüğüm ve menhec
üzerinde münakaşa oluşan bir toplantıda, erken öten horoz misali, allame sandığı
birkaç heva ehli suudlu ilim talebesinin kurbanı olmuş, hemen solumda oturan
zavallı birini hatırlattı. Menhecdeki sorunlar sorgulanırken benim hakkımda: “Daha
salavatı okurken otuz tane hata yapıyor, sonra kalkmış fıkhi konulardan
bahsediyor” demişti. Kendisi salavatı sürekli olarak “sassellem” şeklinde
telaffuz eden birinin böyle bir gerekçe sunması, “Acaba salavatı onun gibi “sassellem”
diye mi okumalıydım” diye kendi kendime düşündürmüştü(!)... Hatta o mecliste, ilimde
kendileri gibi arap şeyhlerden eğitim alma imkanı olmadığı halde, daveti halka
onlardan çok daha üstün bir şekilde ulaştıran Tacettin hocanın da birkaç kelimedeki
hatalı telaffuzu, menhec problemi gibi lanse edilmişti. Kısacası doğan
görünümlü şahinin motoru, zorlu bayırda yatak sarmış, çamura yatmıştı.
Esasında acem memlekette yetişen, anadili olan türkçe ile
konuşan, bu dilde davet yapan, kıraat ve tecvid derslerini bu memlekette almış
biri olarak, arapça konuşma ve telaffuz hataları yapmam benim ve benim gibiler için
gayet doğal karşılanmalıdır. Arapçada ü harfinin olmadığı elbette malumdur,
dikkat etmediğim zamanlarda alışkanlık eseri “ü” harfi kaçırdığımda, bırakın
akidevi bir hatayı, hangi kelimenin manası değişmektedir, buna itiraz eden
arkadaşlar söyleyebilirler mi? Üstelik benim türk muhataplara, arapça şakıyıp
talakat havası atmak gibi bir derdim de yok. Bu konuda böyle bir derdi olanlar
da çok sorun etmesinler, bir ay gibi kısa bir sürede bir arap ülkesinde kalınsa
bu kolayca aşılır diye düşünüyorum. Şahin motoruna doğan kaportası geçirip,
acem olduğum halde bülbül gibi arapça konuşmamı mı bekliyorlar? Çok beklerler…
Okuduğumu anlıyor ve türkçeye de aktarabiliyorsam elhamdulillah bu bana yetiyor
da artıyor. Bundan fazlası işin süsüdür, olursa daha kamil olur. İyi ama
bunların akideyle, menhecle ne alakası var?
Çamur at izi kalsın
mantığıyla hareket ediyorlar ama biz görüntüye not veren değiliz. İşinin ehli
sarraf gibiyiz. Çamura buladığınız altının çamurunu hesaba katmaz, altını
tartarız. Sarıya boyadığınız çamuru ise size değil, çöpe atarız.
Bizimkilerde garip bir arap ırkçılığı başgösterdi. Birçok arap
şeyhinden çok daha düzgün akide ve menhec üzerinde bulunan hocalarımız ve
arkadaşlarımız var, sırf arap olmadıkları için adam yerine koymuyorlar, lakin
sırf arap diye neyin ne olduğunu bilmeyen, ne ezberletilmişse onu okuyan arap
hatipler getirip konuşturuyorlar. – Gelenler arasında hakikaten ilim sahipleri
de var, sözümüz onlara değil -
Memleketimin manzarası doğan görünümlü şahin! Bu memlekette
nasıl usulsüz tekfir eden harici zihniyet, selefi olduğunu söylüyorsa, tekfiri
tamamen iptal eden, Zındık Mustafa İslamoğlunun: “Biz tekfiri tekfir ettik”
şeklindeki habis sözü gibi, kafiri dahi tekfir etmekten sakınan, namazın
terkinin küfür olduğunu söylemeyi, demokrasi, laiklik ve buna benzer beşeri
dinlerin küfür olduğunu söylemeyi dahi “haricilik” sayan, bu beşeri dinlerle
hükmedenleri “müminleri emiri olarak kabul etmek gerektiğini” iddia eden, M.
Kemal gibi apaçık küfrü ortada olanların dahi kafir olduğunu söylemeye karşı
çıkan, diyanetin hanefi mukallidi, tadili erkana ve namaz vakitlerine riayet
etmeyen fasık ve akidesi bozuk olan imamları arkasında namaz kılmayı farz gören,
şirk ve bidatin işgal ettiği camilerdeki cemaati, müslümanların tabi olmak
zorunda oldukları merkez cemaat zanneden Mürcie bir grup da maalesef kendisini “Selefi”
adı ile kamufle etmektedir.
Kitap ve sünnete tabi olma davetini dilinden düşürmeyen,
ancak kendisine davet ettikleri şeyde ne olduğundan bu kadar şuursuz hareket
eden bir toplum içerisinde, halkın hislerini besleyerek prim yapmaya çalışan,
selefî davetin düşmanı Alpaslan Kuytul gibi şovmenleri ve ona benzer kamera
karşısındaki poz asalaklarını da selefî zanneden zavallılar çok! Nitekim “Ben
habis bir rafızi, sünnet inkarcısı ve mutezileyim” diye adeta bas bas bağıran, konferansından
birinde: “Bunlar Allah’ı ellerine geçirseler meydan dayağı çekerler” küfrünü
telaffuz eden Mustafa İslamoğlu’nu, “Allah kişinin kiminle evleneceğini bilmez,
Mezhep imamlarının Kur’an ile alakası yok, bir de Kadere iman diye bişey
çıkarmışlar, Mehdi gelecekmiş, şurdan çay söyleyin” diyen Abdulaziz Bayındır’ı
ve daha nicelerini de selefi zannedenler var! Bırakın selefi sanmayı, bunları
müslüman zannetmek bile doğru değildir!
“Eleştirmedik kimse bırakmadın, sen sütten çıkmış ak kaşık
mısın?” demeyin. Öyle değil tabii ki. Allah bana da, bütün müslümanlara da
hatayı itiraf eden, kimden gelirse gelsin hak karşısında büyüklenmeyen gönül
genişliği nasip etsin.
Memleketimin manzarası doğan görünümlü şahin dedim ama acaib
bir istisnası da var. Kendilerinin has Ehli Sünnet olduğunu söyleyen,
kafalarına göre kesip biçen bir de Mahmut Efendi cemaati ile diğer sufi
kesimler var. Ben de bu memlekette tevhid davetçisi ve davetiyle hiç karşılaşmadığım
zamanlarda tasavvuf mektebini gördüm geçirdim. Hem de tasavvufun temel
kaynaklarını araştırarak, tasavvufun bütün öğretilerinde hadislerden dayanak
arayarak! Büyük bir kusur vardı ki, tasavvufun bugünki gittikçe çirkinleşen
hâli bu kapıdan süratle girmişti. Bu kusur, zayıf hadislere ve hatta uydurma
rivayetlere dayanmaktır. Zaten uydurma ve zayıf hadisleri tasavvuftan çıkarın
bakın, geride tasavvufun temeli diye bir şey kalmıyor.
Lakin bu kamuflajda bir terslik var. Allah Azze ve Celle’nin
kitabında uyardığı gibi, daha üstün olan, daha düşük olanla değiştirilir mi?!
İnsan doğan motorunun üzerine neden şahin kamuflajı yapar ki? Yalnız Allah’tan
istemek, gelen yardımı hakiki sahibine nispet etmek varken, insan neden “Evliyaullahtan”
yardım ister ve neden Allah’ın kendisine nimetini, “Evliya medet eyledi” diye
inkar eder?
Malumunuz Cübbeli Gaflet hoca zalimce bir komploya uğrayarak
hapse girmiş, Allah kendisini kurtarınca “Evliyaullahın himmeti yetişti”
diyerek en büyük nankörlüğü yapmıştı.
Bu ne gaflet behey Cübbeli! Allah’ın
lütfunu itiraf etmek bu kadar mı zor geliyor? Sana Allah’ın yardım etmiş
olması, iddia ettiğin evliyanın yardım etmiş olmasından daha üstün değil mi? Bu
kadar salak olamazsın! Mekkeli müşrikler kadar da mı beynin yok? Onlar bile
putlarına tevessül ettiklerinde fayda ve zararı Allah’tan biliyorlardı.
Allah
İbnu’l-Mubarek’e rahmet etsin, “Sufilerden akıl sahibi olanını hiç görmedik”
derken meğer ne kadar haklıymış!
Hem sonra, gülünüp dalga geçilmemesi gereken konularda
insanları güldürüyor, dinin yüceltilmesi gereken değerlerini makaraya
alıyorsun. Okuduğun, kendi mezhebinin fıkıh kitaplarında, elfazı küfür
bablarında bunun hükmü nasıl geçiyor, Allah için söyle ve kendi hükmünü ver!
Diyorsun ki, “Millet beyninde karıları düşünüyor müşrik
olmuyor da, salihleri düşünüp rabıta yapınca mı müşrik olacak?” Bunu
diyecek kadar mı cahilsin? Kulağını çekmeyen o efendin de mi buna göz yumacak
kadar ebleh! Sizin gibi cahilleri takdir eden Avvame gibi mürekkep yalamış soytarılar
da mı cehaletinizi görmüyor? Kör ve sağırlar mı, yoksa görmezden ve duymazdan
mı geliyorlar! Bir kimsenin Allah’a yakınlık umarak yaptığı bâtıl bir fiil ile
Allah’a isyan olarak yapılan bâtıl fiil arasındaki farkı bilmeyecek,
anlamayacak kadar aciz misin, yoksa salak numarası mı yapıyorsun?
İşte sana ve senin şahsında bütün sufilere kıstas veriyorum:
ben size yalnızca Allah’ı anmanızı öğütlüyorum! Bu size ağır geliyorsa, ille de
evliyaullahı katmayınca huzur duymuyorsanız, ahirete iman etmeyenlerin yalnız
Allah anılınca rahatsız olmalarını hatırlayın. Sonra onların Allah’a ortak
koştukları anılınca huzur duymalarını, neşelerinin yerine gelmesini düşünün!
“Allah'ın adı tek başına zikredildiği zaman, âhirete îman
etmeyenlerin kalpleri kinle dolar; fakat Allah'tan başkası zikredildiği zaman
da hemen neşelenirler” (Zümer 45)
Cübbeli! Her söylediğini din edinen bir yığın cemaatinin
vebalini düşün. Sen Allah’ın kitabını okumayan biri değilsin. Eğer okuduğunu
düşünmez ve anlamaz isen, kasetçalardan farkın sırtındaki cübbe, başındaki sarık
mı?
Sen iddiasında bulunduğun Nakşibendiliği dahi temsil
edemezsin, bu bâtılın da uzağında bir sapıklıktasın, nerede kaldı ki hanefi
mezhebi ve ehl-i sünnetin sınırları hakkında konuşasın! Din ve akideyle alay
etmekten vazgeç, tevbe et. Tevbe etmen için sana bize gelip el tutmanı da şart
koşmuyoruz.
Gazali’nin Sahihu Buhari’yi göğsüne basıp, “Ya rabbi! Bunun dışındakilerden
tevbe ediyorum” demesi gibi tevbe et!
Allah’a ortak koştuğun şeyh Abdulkadir’in mezhebini terk
edip Kur’an ve sünnete dönmesi gibi tevbe et!
Fahreddin Razi’nin “Kelamla uğraşmak boş hayalmiş” diyerek “er-Rahmanu
ale’l-arşisteva” ayetinin azameti karşısında tevbe edişi gibi tevbe et!
Cehm b. Safvan’ın: “Elimden gelse bütün mushaflardan istiva
ayetini silerdim” demesi gibi kafir olma!
Mekkeli müşriklerin: “Allah’ım, senin ortağın yoktur, ancak
bir ortağın vardır ki, onun da sahip olduğu her şey zaten sana aittir” demeleri
gibi şirkinde ısrar edenlerden olma!
Bariz sapıklığına
rağmen seni seven, saygı duyan, sana tabi olan şuursuz kalabalıklara aldanma! Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in müjdelediği, itilip kakılan, kapılardan kovulan
gariplerden olmak, O’nun “geriye posa gibi insan kalabalıkları kalacak”
ve “cahil önderler edinecekler” dediği kalabalığa dahil olmaktan
üstündür!
Subhanekallahumme ve bihamdik ve eşhedu en la ilahe illa ente vahdeke la şerike lek, ve estagfiruke ve etûbu ileyk.
Ebu Muaz.