Şeyh Rebi b. Hâdî el-Medhalî’ye şöyle soruldu: “Bid’atçi bir
kimseye sevgi gösterme ile buğz etme bir araya gelir mi?”
Şöyle cevap verdi: Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek
imanın en sağlam kulplarındandır. Bu sevgiye ihlas sahibi sadık müminler girer..
Çünkü sen bu kimseleri Allah Azze ve Celle için seversin. Bu buğzun kapsamına;
çeşitli sınıflarıyla münafıklara ve kâfirlere buğzetmek de girer. Nitekim bid’at
ehli de bu kapsamdadır. Çünkü onların, bid’ati oranında Allah’ın kitabına ve
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefetten payları vardır.
Yine akide ve menhec olarak kafirlere ve münafıklara uyum göstermek suretiyle
yaptıkları muhalefetten dolayı buğzdan nasipleri vardır. Selefin sözlerini ve
sünnet kitaplarının genelini iyi düşünecek olursak, böyle bir dağıtımı
bulamayız. Bid’at ehli meselesinde kalbi bir açıdan sevgi göstermeye ve diğer
bir açıdan buğz göstermeye dağıtmayı bulamayız. Selef’te bulacağımız şey; bid’at
ehline karşı yalnızca buğz etmek ve onları terk etmektir. Hatta imamlardan,
sünnet imamlarından biri olan, müceddidlerden sayılan, Şerhu’s-Sunne ve Tefsir
ve daha birçok faydalı eserlerin sahibi el-Begavi rahimehullah ve Şerhu Akideti’s-Selefi
Ashabi’l-Hadis adlı eserin sahibi İmam es-Sâbûnî rahimehullah gibi birçok kimse,
bid’at ehline buğz edilmesi, onların terk edilip alakanın kesilmesi konusunda
icma nakletmişlerdir. Bu sahabenin ve onlardan sonrakilerin icma ettikleri bir
husustur.
Bir kimsenin sevgi ve buğzu bir araya getirebileceğini,
bunları iki kısma ayırıp dağıtabileceğini, işlediği bid’at kadar buğz edip,
kalan sünnet kadarıyla sevgi gösterebileceğini zannetmiyorum. Bu imkânsız olanı
yüklemek olurdu. Bu İslam imamlarından bir kimsenin sözü dahi olsa, herkesin
sözü alınabilir veya reddedilebilir. Onun sözlerinin durumu aynı sünnet
imamlarının sözleri gibidir. Hak olanı kabul eder ve başımız üzerine
kaldırırız. Hatalı olan sözler ise reddedilir. Her sözü alınıp, hiçbir sözü
reddedilmeyecek olan ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Selef,
sahabe hata etmesine rağmen, birbirlerine hürmet eder, saygı gösterirlerdi.
Lakin onların hatası alınmaz. İsmet (korunmuşluk) ancak Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ve nebiler (aleyhimu's-selâm) için, tebliğ ettikleri konularda
söz konusudur. Onlardan başkaları ise hataya düşmekten korunmuş değillerdir. Bu
yüzden ne Ömer radıyallahu anh’ın ne Osman radıyallahu anh’ın diğer bir şey
hakkında şüpheli gelen bir sözünü almadıklarını, reddettiklerini görürsün. Ali,
İbn Abbas ve İbn Mes’ud radıyallahu anhum’un şüpheli gelen sözünü
reddetmişlerdir. Onlardan sonraki büyük imamlardan; Said b. el-Museyyeb, Malik,
el-Evzâî, es-Sevrî, eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve daha başkalarının bazı
sözlerini almamışlar, ancak hakka uygun olan, kitap ve sünnete uygun olan
sözlerini almışlar, bununla beraber onlara hürmet etmişler, onlardan razı
olmuşlar ve onların hata da eden, isabet de eden müçtehitler olduklarına itikat
etmişlerdir. Bu, hakkında içtihadın caiz olduğu, Allah’tan ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem’den bir nas bulunmayan meseleler hakkındadır.
“Kendisinde bulunan
sünnet oranında sever, onda bulunan bid’at oranında da buğz ederiz” sözüne
gelince, selefte böyle bir söz bulunmaz. Nitekim bazı kitaplarda bu fikrin
münakaşasını yaptık ve “muvazene (iyiliklerle kötülükleri tartma) ehline ve
onlara bağlananlara reddiye verdik. “Bir kimseye onda bulunan sünnet oranında
sevgi gösterilir, bidati oranında da buğz edilir” görüşünü Şeyhulislam İbn
Teymiyye rahimehullah’ın sözüyle gizliyorlar. Bu iddiaları selefin ve onlara
uyanların sözleriyle, hatta icmalarıyla reddettik. Allah’tan bizleri sünnet
üzerinde sabit kılmasını dileriz.
Lakin buğzun farklı dereceleri vardır. Bir Yahudiye, bir
Hristiyana buğzdan daha fazla buğz edilir. Hristiyanlara da, Yahudilere de buğz
eder, onları sevmeyiz. Lakin Yahudilerin düşmanlığı daha şiddetlidir. “İman
edenlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlileri olarak Yahudileri ve şirk
koşanları bulursun.” (Maide 72) Hristiyanların Müslümanlara buğzu veya düşmanlığı
ise Yahudilerinkinden daha azdır. Bu sabit bir şeydir. Bunu vakıa ve tarih
ispatlamıştır. Müslüman, Hristiyanların ülkelerinde yaşamaya güç yetirebilir.
Nitekim Müslümanlardan birçok kimsenin Hristiyan ülkelerinde yaşayabildiklerini
görürsün. Ama Yahudi ülkelerinde yaşamaya güç yetiremezler. Hatta Yahudiler,
kendi ülkeleri bir tarafa, Hristiyanların ülkelerinde dahi onlara musallat
olurlar. Aynı şekilde bir sünnî de Rafızilerin yanında yaşayamaz. Yahudilerden
bile görmeyeceği baskı ve eziyetler görür. Onlarda bulunan küfürlere rağmen
Rafizileri nasıl sevebiliriz? Onlar bize Yahudilerin bize buğzundan bile daha
fazla buğz ederlerken onları nasıl sevebiliriz? Sevgiyi bizimle onlar arasında
nasıl taksim edebiliriz? Sen selefin hiçbir kitabında bu muvazeneyi göremezsin.
Biz birçok fırkaları olan Sufilere ve diğer bid’at ehline, Eş’arilere ve
diğerlerine buğz ettiğimizde, Yahudilere ve Hristiyanlara buğz ettiğimiz gibi
buğz etmeyiz. Yani sevgi de iman gibi artar ve eksilir. Kullar hakkındaki
sevginin farklı dereceleri vardır. Buğz da böyledir. Yahudilere olan buğzum,
Hristiyanlara olan buğzum gibi değildir. Bid’at ehline olan buğzum da böyle
değildir.
Eğer Yahudi ve Hristiyan kafirleri, mesela Eşari ve Sufiler
gibilerine saldırırsa onları savunuruz. Bu bid’at ehline buğz etmemize rağmen, o
düşmanlara karşı bunları müdafaa ederiz. Onların bize karşı buğzu ise daha
şiddetlidir. Onlarda böyle bir sevgi dağılımı yoktur. Onların yapması gereken
şey bizleri sevmeleri ve üzerinde bulunduğumuz şeye dönüş yapmalarıdır. Lakin
ne sevgi ne de insaf gösterirler. Bilakis bazı aşırıları zulüm ve düşmanlık
ederek bizi tekfir ederler. Biz ise onları tekfir etmeyiz ve onlara
düşmanlığımızı kafirlere olan düşmanlık derecesine vardırmayız.”
Rebi b. Hâdî hafizehullah’ın Avnu’l-Bari (2/981) kitabından
tercüme eden: Ebu Muaz