Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Ocak 2016 Perşembe

Bid'at Ehlinin Bazı Ayırıcı Özellikleri

Bid’at Ehlinin Bazı Alametleri
Abdulhamid el-Hacuri hafazahullah.
Tercüme: Ebu Muaz
“Müslüman kardeşim! Birisi çıkıp şöyle diyebilir: “Bid’at ehlini çokça eleştiriyorsunuz fakat biz onların namaz kılıp oruç tuttuklarını, bazısının sakallı olduğunu, elbisesini kısalttığını, asaya dayanarak hutbe verdiğini ve buna benzer selefîlik alametlerini ve sünnet ehli simasını görüyoruz.”
Allah’tan başarı isteyerek deriz ki: Şeyh Mukbil rahimehullah’ın dediği gibi; “Bid’at, sahiplerinin başları üzerinde görünen bir boynuz değildir.”
Lakin bid’atçinin bazı alametleri vardır ve bunlardan en meşhurları şunlardır:
1- Sünnet ile amel edip, ona davet eden hadis ehline ve sünnet ehline hakaret etmeleri.
Ebu Hâtim er-Râzî rahimehullah şöyle der: “Bid’at ehlinin alameti eser (rivayet) ehline hakaret etmeleridir.”
Ahmed b. Sinan el-Kattan rahimehullah da şöyle demiştir: “Dünyada hadis ehline buğz etmeyen hiçbir bid’at ehli yoktur. Kişi bid’ate saptığı zaman onun kalbinden hadisin tadı çekilip alınır.”
Kuteybe b. Said rahimehullah şöyle demiştir: “Hadis ehline muhalefet edeni gördüğünüz de onun bir bid’atçi olduğunu anlayın.”
Ebu Osman es-Sabunî rahimehullah şöyle demiştir: “Bid’atlerin sahipleri üzerindeki alametleri açıktır. En açık alamet ve belirtileri ise Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in haberlerini yüklenen hadis ehline düşmanlık etmeleri, onlara hakaret etmeleri ve onları hafife almalarıdır.” (el-Cemal el-Harisî, Durru’l-Mensur s.85-86)
Sünnet ve hadis nuruyla konuşan bu imamlara Allah rahmet etsin. Peki ya onlar şayet İhvanu’l-Muslimun’un ehl-i hadis olan selefîlere buğzetmelerini, iliminin genişliği ve dosdoğru dine olan hizmetlerinin büyüklüğüne rağmen Şeyh el-Elbani rahimehullah’dan sakındırmalarını görselerdi ne derlerdi?
Yine Şeyhimiz Mukbil b. Hâdî el-Vadiî’nin derslerinden sakındırıp ilgisiz kalıyorlar. O’nun talebeleri, özellikle şeyhimiz Yahya el-Hacurî hafazahullah’ın derslerinden de aynı şekilde yasaklıyorlar. Bunun sebebi ise sadece şudur: Çünkü onlar insanları Allah Teâlâ’nın ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleriyle, Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, diğer sahabeler ve tabiîn’in anlayışları üzere amel etmeye çağırıyor, demokrasi, seçimlere katılmak, kadın erkek karışıklığı, pantolon giymek, sakalı traş etmek gibi kâfirlere benzeşme içeren şeylerden sakındırıyorlar.
 Yine onlar “İslamî” isimlerle isimlendirilseler dahi faizli bankalardan, tamahkârlıktan, ayrılık ve parçalanmadan, kitap ve sünnete aykırı olan her şeyden sakındırmaktadırlar. Bu yüzden onlara düşmanlık ediyor, ilgisiz kalıyor, sertlik ve üslupsuzluk gibi türlü lakaplarla itham ediyorlar. Onlar hakkında Allah Teâlâ’nın şu gibi ayetlerinden korkarız: “De ki: Allah ile, O’nun ayetleriyle, ve rasulüyle mi alay ediyordunuz? Hiç mazeret beyan etmeyin, siz iman ettikten sonra inkâr ettiniz.” (Tevbe 65-66)
Yemen’de, Yemen dışında ve Yemen’deki diğer selefî köylerde onların en açık alametleri Şeyhimiz Mukbil rahimehullah’a ve onun halifesi el-Hacurî’ye dil uzatmalarıdır.
2- Kâfirlere benzeşmek. Bu da bid’at ehlinin alametlerindendir. Özellikle İhvanu’l-Muslimin’de ve onların yolunda giden Dernekçilerde bu durum mevcuttur. Görünüşte onlar muhtaçlara yardım ve yoksullara destek izhar ederler. İç yüzlerinde ise dine karşı hile yapmak, hizipçiliğe ve bâtıllara sürüklemek vardır. Hareket ve kuvvet ancak el-Alî ve el-Azîm olan Allah iledir. Onlar inanç ve görünüş olarak kâfirleri taklit eder ve onlara çokça benzeşirler.
Sakal traşı veya kısaltma konusunda kâfirleri taklit ederler. Hâlbuki her ikisinin de haram olduğunu gösteren hadisler vardır. Bunlardan birisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir: “Sakalı serbest bırakın, bıyıkları kesin.” Diğer rivayette: “Sakalı salıverin” şeklindedir.
Demokrasiye davet gibi birçok inanç konusunda kâfirlere benzeşirler. Seçimlere katılıp oy kullanma, helalden veya haramdan mal toplama gibi birçok konuda onlara benzeşirler.
İbn Muflih’in el-Adâbu’ş-Şer’iyye’de (1/237) naklettiğine göre İmam Ahmed şöyle demiştir: “Zamanındaki insanlar içinde İslam’ın yerini anlamak istiyorsan cami kapılarında ve vakfede lebbeyk diyerek kalabalık olmalarına bakma, bilakis din düşmanlarına uyum gösterip göstermediklerine bak.”
3- Sünnetin dışında adlar almaları. “Şu Şiidir, şu Sufidir, şu Tebliğ cemaatindendir, şu İhvancıdır, şu Sururi’dir” denilir.
Şeyh İbn Useymin, Şerhu’l-Lum’a’da (161) şöyle demiştir: “Onlar İslam ve sünnet dışında, uydurmuş oldukları sözlü, fiilî veya itikadî bid’atlere göre nitelenirler.”
4- Görüşlere ve şeyhlerinin görüşlerine taassup göstermeleri. Hak kendilerine apaçık belirse dahi ona dönmezler. Bunun sebebi damarlarına işlemiş olan hevâdır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hevâ sahiplerini nitelerken şöyle buyurmuştur: “Bu hevâlar kuduz hastalığının sahiplerine bulaşması gibi bulaşırlar.” Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah, her bid’at sahibinden tevbeyi engellemiştir.”
Eş-Şerh ve’l-İbane’de (123) rivayet edildiğine göre Ali radiyallahu anh şöyle demiştir: “Hevâ, haktan alıkoyar.”
Yine aynı yerde (131) İbn Sirin rahimehullah’ın şu sözü nakledilir: “Kişi bir bid’ati aldığında sünnete dönmez.”
5- Kitap ve sünnete çokça muhalefet etmeleri. İbn Muflih, el-Adâbu’ş-Şer’iyye’de (1/209), İmam Ahmed rahimehullah’ın şöyle dediğini nakleder: “Onlar kitap hususunda ihtilaf eder ve kitaba muhalefet ederler. Kitaba muhalefet hususunda ittifak etmişlerdir. Sözün müteşabih olanlarını konuşur ve insanların cahillerine, konuştukları müteşabihler sebebiyle hak ile batılı karışık hale getirirler.”
6- Allah Azze ve Celle’nin kitabının ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin ilmine ilgisiz kalmaları.
Bid’at ehli, Kur’ân’ı ezberlerseler dahi cehalette köklüdürler. Çünkü onlar kitap ve sünnetin ilmine ilgisiz, hatta bu konuda cahildirler. Onların “İlmî mucizeler” gibi sınırlı bazı konulara odaklandıklarını görürsün.
Gazete, dergi ve edebiyat okumalarına odaklanırlar. Allah’ın buyurduğu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu delillerden uzaktırlar. Sermayeleri ucuzdur. Bunlar sahih, zayıf ve uydurma rivayetlerin karışık olduğu yazılardır. Bazen onlardan biri halkın ağzından duyduğu yahut anne ve babasından ezberlediği hadisi alır, sonra onu Allah Azze ve Celle’nin evleri olan mescidlerde konuşur.
Şeyhulislam İbn Teymiyye, Mecmuu’l-Fetavada (7/334-335) şöyle demiştir: “Kelamcılardan birçoğunda veya çoğunluğunda kitap, sünnet, sahabe, tabiin ve onlara güzellikle uyanların eserlerinden deliller konusunda bir bilgi yoktur. Bilakis İslam dini hatta müslümanların icmaı zannettikleri makaleleri desteklerler. Hâlbuki onu seleften hiçkimse de söylemiş değildir. Bilakis seleften sabit olanlar buna muhaliftir.”  
Hevâ ehlinin çoğunun hadisler, sahabe ve tabiin sözleri gibi konularda ilmi yoktur. Bu yüzden makale veya hikâyeler naklederler. Sünnet imamlarından aktardıkları sözler çok azdır. Okuyucu, müslümanların görüşlerinin bunlardan ibaret olduğunu zanneder. Yahut o konuda Ehl-i Sünnet’in selefinin söz ve görüşleri yok sanır.” (el-Ehvâ ve’l-Firak ve’l-Bid’a s.442)
Şatıbî, el-İ’tisam’da (1/322) şöyle der: “Taksimatta mana verilen ikinci vasıf; ilimde köklü olmayışlarıdır. İlimde kökleşmeyen herkes ise cehalete meyillidir. Cehalet yönünden ise sapma meydana gelir.”
7- Boş hamaset (heyecanlandırıcı sloganlar)
İhvanu’l-Muslimin’i ve onların yolunda giden dernekçileri gençleri boş sloganlarla heyecanlandırırlarken görürsün. Bununla dine destek olmayı değil, ancak bakışların kendilerine yönelmesini ve mal toplamayı arzularlar. Bazen Filistin, bazen Çeçenistan ve daha başka yerleri gündeme getirerek heyecanlandırmak isterler.
Bazen İslam düşmanlarına benzeşerek mitingler ve gösteriler yaparlar. Kitap ve sünneti yardımsız bırakan bu toplulukların dine destek olmaları nerede? Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah içinizden iman edenlere ve salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi, onları da yeryüzünde hükümran kılacağını, kendileri için hoşnud olduğu dînlerini, yine onlar için iyice yerleştireceğini ve korkulu hallerini güvene çevireceğini va'ad etmiştir. Çünkü onlar, yalnız bana ibadet ederler ve hiçbir şeyi bana şirk koşmazlar. Bundan sonra her kim küfrederse, işte asıl fâsık olanlar onlardır.”
Onlar kendileri kitap, sünnet ve hak ehliyle harp halindeler iken nasıl galip gelebilirler?
8- Müslümanların yöneticilerine karşı ayaklanmak ve kürsülerde onlarla çekişmek.
Bu onların en meşhur alametleridir. Herhangi bir yol ile yönetime gelmek için çalışırlar ki bu ilk günlerinden beri Haricîlerin yoludur.
Allah, Ebu Kılabe el-Cermî’ye rahmet etsin, şöyle demiştir: “Bir kimse bir bid’at çıkardığı zaman mutlaka kılıçla ayaklanma görüşüne sapar.” (Darimi 1/44 isnadı sahihtir.)
El-Lâlkâî, Usulu’s-Sunne’de rivayet ediyor: Eyyub es-Sahtiyânî rahimehullah dedi ki: “Muhakkak ki Haricilerin isimleri farklı olsa da, kılıçla ayaklanma hususunda bir araya gelirler.”
Bu sözün manası şudur: Hevâ ehli grupların isimleri; Şiî, Haricî, Murciî, İhvanî, Sururî gibi farklı adlar olsa da, müslüman yöneticiye ayaklanma hususunda ittifak ederler.
9- Gizlilik. Bid’at ehli toplantılarını insanlardan gizlerler. Bu da onların meşhur alametlerindendir. Allah, Ömer b. Abdilaziz’e rahmet etsin, O şöyle demiştir: “Bir topluluğun dinleri hakkında halktan ayrı olarak gizlice konuştuklarını görürsen bil ki onlar bir sapıklık kurmaktadırlar.”
10- (delilsiz olarak) Görüşler değiştirmeleri. Bu gün bir şeyi haram görüp karşı çıkarken, yarın ona davet etmeye başlarlar. El-İbane’de (131) naklediliyor ki, Amir b. Abdillah şöyle demiştir: “Bir kimse bir bid’at çıkardığında mutlaka yarın, bugün karşı çıktığı şeyi getirir.”
Camiu Beyani’l-İlmi ve Fadlih’de (2/193) Huzeyfe radiyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Muhakkak ki tam anlamıyla sapıklık; münker gördüğün şeyi meşru görmeye ve meşru gördüğün şeyi de münker görmeye başlamandır. Seni Allah’ın dininde renkten renge girmekten sakındırırım. Zira Allah’ın dini tektir.”
İbn Avn şöyle demiştir: “Hevâ kalbe galip geldiği zaman kişi daha önce çirkin gördüğü şeyi güzel görmeye başlar.”
Fudayl (b. Iyad) rahimehullah şöyle demiştir: “Kul, çirkin gördüğü şeyi güzel görmeye başlayıncaya kadar gizli kalmaya devam eder.”
İhvanu’l-Muslimin ve dernekçiler, bid’atçilerin anlatılan bu özelliklerine ne kadar da benziyorlar. Onlar demokrasi metodunu inkar ediyorlardı, şimdi ise savunuyorlar ve ona davet ediyorlar. Hatta onu “İslamî demokrasi” diye isimlendiriyorlar!
Bid’at ehlinin alametleri hakkında daha fazla bilgi isteyen, “el-Ehvâ ve’l-Firak ve’l-Bid’a ve Mevkifi’s-Selef Minha” adlı kitaba baksın.
11- Dernekler kılıfına bürünmeleri ve velâ ve berâyı (dostluk ve düşmanlığı) dernekleri için yapmaları.
Hizipçiliğin Rükünleri
Şeyhimiz Mukbil rahimehullah hizipçiliğin üç rüknünü şöyle saymıştır:
1- Yalan
2- Hile (aldatma)
3- Telbis (meseleleri karışık gösterme)
Derim ki: Bu rükünlerin en önemlisi, insan bid’ate düştüğü zaman dörtnala koştuğu şey olan; yalandır. Bugün bir söz söyler, sonra yarın onu inkâr eder. Zamanın garipliği hakkında şikâyetimiz Allah’adır.
 Onların telbislerinden birisi; onların kendilerini hak ehli olarak tanıtmalarıdır. Bid’ati sünnet, sünneti ise bid’at saymaları onların telbislerindendir. Meşru amellere bid’atler karıştırırlar. Kelimelerle oynayarak hakikatleri değiştirirler. Bazı sünnet alimlerinin kendilerinin mezhebinde olduğunu iddia etmeleri de bu hilelerindendir.
İhvanu’l-Muslimin ve dernekçiler kendilerinin hak ehli olduklarını iddia ederler. Onlara, şairin şu sözünde dediğini deriz:
O doğuya gitti, sen batıya, doğu ile batı ne kadar ayrı!
Davaların delilleri olmasa, sahipleri iddiacıdan ibarek kalır”
Yaptıkları, söylediklerine aykırıdır! Hak ehli olanın esaslarında hiç suret (video , fotoğraf), temsil (tiyatro, sinema), şarkılar ve seçimlere katılma bulunur mu?!
Dünya Fitnesi
Bundan sonra bil ki, Allah seni taatinde ve razı olduğu işlerde başarılı kılsın, günlerce Selef’in yolu üzere olan kimseler, saptılar, değiştiler ve değiştirdiler. Hayatta olanın fitnesinden emin olunamaz.
Gereken şey: şahıslara değil, Selefin menhecine tutunmaktır. Buharî ve Muslim’de gelen şu hadisten başkası olmasa yeterdi: İbn Mes’ud radiyallahu anh’den: “Onlardan kimisi cennetliklerin amelini işler, hatta cennet ile kendisi arasında bir dirsek boyu mesafe kalır, Allah’ın onun hakkındaki yazgısı öne geçer ve kişi cehhennemliklerin amelini işler, böylece ona girer.”
Muslim, Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet ediyor: “Kişinin mümin olarak sabahlayıp, kafir olarak akşamlayacağı, dünya malı karşısında dinini satacağı karanlık geceler gibi fitnelerden önce amellerde acele edin.
Bizler dünya ve maddiyat hususunda azgınlık yapılan ve kalplerin dünyaya bağlandığı bir zamandayız. Rabbimin merhamet ettiklerinden başkası sapmıştır. Bu konuda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Fakirlikten mi korkuyorsunuz? Nefsim elinde olana yemin ederim, dünya üzerinize öyle açılacak ki, birinizin kalbi ancak ona kayacaktır.” İbn Mace (5) bunu Ebu’d-Derda radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.
Dünyaya tenezzül etmedikçe dünya ehline dünyalık verilmediğinden, bid’at ehli pekçok mal toplamışlardır ve bu dünyalık ancak onlara yakın olanlara verilmektedir. Onlara tenezzül edenler de ellerini dolduruyor. Böylece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisi gerçekleşiyor: “Elbette İslam halka halka eksilecektir.” Bir de bakmışız ki arkadaşlarımız fânî dünyanın molozları ardında soluk soluğa! Tenezzülden sonra tenezzül, ta ki hizipçiliğin kucağına düşüyor!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisiyle amel etmek nerede kaldı?: “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi ise maldır.” Tirmizî, Malilk b. Iyad radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini sakındırarak şöyle buyurmuştur: “Dünyadan sakının! Kadınlardan sakının!” Bunu Muslim Ebu Said radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)