Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

7 Ocak 2024 Pazar

Kabir Azabı Hakkında İtirazların Cevabı

 

Abdullah ed-Danac (er-Rumî) şöyle dedi: “Enes b. Malik’e birisi: “Bir topluluk kabir azabını yalanlıyor” dedi. Enes radıyallahu anh dedi ki: “Onlarla da oturmayın.”[1]

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Ömer radıyallahu anh hutbesinde dedi ki: “Şüphesiz bu ümmetten bir topluluk gelecek… kabir azabını yalanlayacaklar ve bir topluluğun cehenneme girmelerinden sonra çıkarılacaklarını yalanlayacaklar.”[2]

Hadislerde berzah sorgusu, ölünün ameline göre kabirde azap veya nimetler göreceği ifade edilmektedir. Bu, Allah Teâlâ’nın adaletinin gereğidir. Dostlarının ruhlarını ve bedenlerini nimetlendirir, düşmanlarının ruhlarını ve bedenlerini ise azaplandırır. Allah’a itaat edenin bedeni de, ruhu da layık olduğu türlü nimetleri tadar. Allah’a isyan edenin bedeni ve ruhu da ona münasip olan şeyi tadar.[3]

Nitekim imamlar kabir azabı ve nimetleri, münker ve nekirin sorgulaması hakkındaki hadislerin mütevatir olduğunu belirtmişlerdir. Hatta bu hadislerin içeriği üzerinde icma akdolunmuştur.

İbnu’l-Attâr[4] şöyle demiştir: “Kabir azabını ispat etmek Ehl-i Sünnet’in mezhebidir. Bu, hakikatine itikad edilmesi gereken, ümmetin tevatürle naklettikleri şeylerdendir.”[5]

Kabir azabı ve nimetleri hakkındaki hadislerin mütevatir olduğunu İbn Kayyım, Suyuti ve el-Kettani de ifade etmişlerdir.[6]

İbn Abdilber şöyle demiştir: “Sahabe, tabiin ve onlardan sonrakilerden müslümanların imamları ve fakihlerinden hiç biri kabir sorgusunu inkâr etmemişlerdir. Bid’at ve heva ehlinin saptırıcı sözleriyle meşgul olmanın yeri yoktur.”[7]

İbnu’l-Kattan el-Fâsî şöyle demiştir: “Ehl-i Sünnet’ten olan Ehl-i İslam, kabir azabının hak olduğu, kabirde sorgulayacak iki melek olan Münker ve Nekir’in hak olduğu, insanların kabirlerinde diriltilerek sorgulacağı hususunda icma etmişlerdir.”[8]

Hatta aklî gerekçelerle sünnetleri kabul etmeyen Mu’tezile dahi, nadir istisnalar dışında kabir azabını kabul etme konusunda söz birliği etmişlerdir. Onların bu ikrarını, Mu’tezile’nin öncülerinden Kadı Abdulcebbar el-Hemedani (v.415) şu sözüyle ifade etmiştir:

“Kabir azabı hakkında bir bölüm: Bu konuda imamlar arasında bir ihtilaf yoktur. Ancak Mu’tezile ashabından olup sonradan Mucebbire fırkasına katılan Dırar b. Amr’dan[9] nakledilen bir şey hariç. Bu yüzden İbnu’r-Ravendî bizi çirkince eleştirmiş ve: “Mu’tezile kabir azabını inkâr ederler, kabul etmezler” demiştir.”[10] Sonra kabir azabı ve nimetleri hakkında deliller getirmiştir.

İlim ehlinden bazısı kabir azabına üç ayetin delalet ettiğini belirtmiştir. Buhârî’nin Sahih’indeki başlıklarından bu anlaşılmaktadır.[11] İbnu’l-Kayyım, beş ayetin[12], İbn Receb ise altı ayetin[13] buna delalet ettiğini söylemiştir.

Kabir Azabına Delalet Eden Ayetler:

1- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ * النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ}

Firavun'un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi. Onlar sabah akşam o ateşe arz edilirler. Kıyametin kopacağı gün de: “Firavun ailesini azabın en çetinine sokun!” (Mu’min/Gafir 45-46)

Ayette Firavun ailesinin ateşe arz edilmesinin ifade edilmesi, berzahta azap görmelerini ispat konusunda açıktır.

Katade şöyle demiştir: “Onlara: “Ey Firavun ailesi! Çirkinlik, aşağılık ve eksiklik olarak yeriniz burasıdır” denilir.”[14]

İbn Sirin de şöyle demiştir: “Ebu Hureyre radıyallahu anh ikindi namazından sonra bize gelir şöyle derdi; “Bazı melekler çıkar, bazı melekler iner ve Firavun ailesine ateşi arz ederler. Ateşten Allah’a sığınanlar dışında kimse onu işitmez.”[15]

İbn Kesir şöyle demiştir: “Bu ayet Ehl-i Sünnetin berzahta kabir azabına delil getirmesinde büyük bir asıldır.”[16]

İbn Kayyım bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle burada başka bir ihtimal söz konusu olmaksızın açık bir şekilde iki diyarda azabı zikretmiştir.”[17]

2- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلائِكَةُ بَاسِطُوا أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ}

Sen zalimleri ölümün sıkıntıları içinde meleklerin de ellerini uzatarak: “Canlarınızı çıkarın! Allah’a karşı hak olmayanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerine karşı kibirlendiğiniz için bugün alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız!” derlerken bir görsen!” (En’am 93)

İbn Kayyım el-Cevziyye bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Bu hitap ölüm anındadır. Bunu doğru sözlü olan melekler zalimlerin bugün korkunç bir azap göreceklerini haber vermektedir. Dünya hayatının bitimine kadar (kıyamete kadar) azapları gecikmiş olsaydı, onlara: "Bugün cezalandı­rılacaksınız" denmezdi.”[18]

3- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالقَوْلِ الثَّابِتِ}

Allah, îman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar” (İbrahim 27)

Bera b. Azib radıyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

إِذَا أُقْعِدَ المُؤْمِنُ فِي قَبْرِهِ أُتِيَ ثُمَّ شَهِدَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَذَلِكَ قَوْلُهُ {يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالقَوْلِ الثَّابِتِ} نَزَلَتْ فِي عَذَابِ القَبْرِ

“Mümin kabrinde oturtulduğu zaman, Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına ve Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın rasulü olduğuna şehadet eder. Bu yüzden Allah Azze ve Celle:

Allah, îman edenleri, dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerinde tutar” buyurmuştur. Bu kabir azabı hakkında nazil olmuştur.”[19]

4- Allah Teâla şöyle buyurmuştur:

وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

Hiç şüphesiz, küfürleriyle kendilerine zulmedenler için başka azâblar da vardır; fakat onların çoğu bilmiyor.” (Tur 47)

İbn Cerir et-Taberi şöyle demiştir: “Müfessirler Allah Teâla’nın kendilerine zulmeden bu kimselere diriliş gününden önce vaad edilen bu azab hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları bunun kabir azabı olduğunu söylediler. Bu konuda el-Bera b. Azib ve İbn Abbas radıyallahu anhum’den rivayetler nakledilmiştir.”[20]

5- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ

"Biz onları iki kere azaba uğratacağız. Sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir." (et-Tevbe, 101)

Hadis inkârcıları, “(İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!” derler.” (Yasin 51) âyetini öne sürerek kabir azabını ve bu konuda vârid olmuş hadisleri inkâr etmektedirler. Yasin suresi 51. âyetinde bahsedilen kimseler inkârcı kâfirlerdir. Onlar, kabir azabını, kendilerine vaat edilmiş olup korkuyla bekledikleri daha büyük bir azap olan cehennem azabına tercih edeceklerdir. Tevbe 101. Ayetinden anlaşıldığı üzere, tehdit edilip durdukları bu büyük azap gelip çatınca

Eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vaat ettiğidir” diyeceklerdir.

6- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ

Onlar, kâfirlerin kabirdekilerden ümit kestikleri gibi, ahiretten ümit kesmişlerdir.” (Mumtehine 13)

İkrime rahimehullah ayet hakkında şöyle demiştir: “Kâfirler kabirlerine konuldukları zaman, Allah'ın onlara hazır­ladığı azabı görüp, Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe düşerler.”[21]

7- Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

Kim de zikrimden yüz çevirirse şüphesiz ona sıkıntılı bir yaşam vardır ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâhâ 124)

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sel­lem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْمُؤْمِنَ فِي قَبْرِهِ لَفِي رَوْضَةٍ خَضْرَاءَ وَيُرْحَبُ لَهُ قَبْرُهُ سَبْعُونَ ذِرَاعًا وَيُنَوَّرُ لَهُ كَالْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ أَتَدْرُونَ فِيمَا أُنْزِلَتْ هَذِهِ الْآيَةُ: {فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى} أَتَدْرُونَ مَا الْمَعِيشَةُ الضَّنْكَةُ؟ قَالُوا اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ عَذَابُ الْكَافِرِ فِي قَبْرِهِ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنَّهُ يُسَلَّطَ عَلَيْهِ تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ تِنِّينًا أَتَدْرُونَ مَا التِّنِّينُ سبعون حية لكل حية سبع رؤوس يلسعونه ويخدشونه إلى يوم القيامة

Mümin kabrinde bir bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira boyunda geniş­letilir ve dolunay gibi aydınlatılır.Kim zikrim­den yüz çevirirse muhakkak ona sıkıntılı bir yaşam vardır” (Taha 124) Ayetinin hangi konuda indiğini bilir misiniz?” Sahabeler:

“Allah ve Rasûlu daha iyi bilir” dediler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

O sıkıntılı yaşam, kabir azabıdır. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona doksan dokuz ejderha musallat olur. Vücudu­nu şişirirler, onu sokarlar ve kıyamete kadar cesedini tahriş eder­ler.”[22]

Kabir Sorgusu, Azabı ve Nimetleri Hakkında Hadislerin Mütevatir Oluşu

Kabir sorgusu ve azabı hakkında şu sahabelerden gelen rivayetler şüphesiz mütevatir haddine ulaşmıştır;

1- Enes b. Mâlik[23],

2- el-Bera' b. Âzib[24],

3- Temîm ed-Dârî[25],

4- Beşir b. Ukkâl[26],

5- Sevban[27],

6- Cabir b. Abdillah[28],

7- Abdullah b. Ra­vaha[29],

8- Ubade b. Sâmit[30],

9- Huzeyfe b. el-Yeman[31],

10- Damra b. Habib[32],

11- İbn Abbâs[33],

12- İbn Ömer[34],

13- İbn Amr[35],

14- İbn Mes'ud[36],

15- Osman b. Affan[37],

16- Ömer b. El-Hattab[38],

17- Amr b. El-Âs[39],

18- Muâz b. Cebel[40],

19- Ebû Umâme[41],

20- Ebû’d-Derdâ[42],

21- Ebu Rafi[43],

22- Ebu Said el-Hudrî[44],

23- Ebu Katade[45],

24- Ebu Hureyre[46],

25- Ebu Musa[47],

26- Semura b. Cundub[48]

27- Ya’la b. Siyabe[49]

28- Zeyd b. Sabit[50]

29- Âişe[51]

30- Esma bt. Ebi Bekr[52],

31- Umm Mubeşşir[53]

32- Meymune[54]

33- Esma bt. Umeys[55] radıyallahû anhum ecmain.

Bu Konuda İtirazlar ve Cevabı

Birinci İtiraz

Kabir azabı ve nimetleri hakkında gelen rivayetleri inkâr edenler bu konuda aklî zaruretler ve hissî zaruretler olmak üzere iki zarurete dayanıyorlar.

Bunlardan birincisi; aklen ölümden sonra insanın hayat sahibi olmayan cesediyle kabrinde azabı veya nimetleri hissetmesinin yahut sorguya muhatap olmasının imkânsız olmasıdır. Ruhun ondan ayrılmış olması sebebiyle onda hayat da kalmamıştır. Aklın bu konuda gelen hadisleri kabul etmesi mümkün değildir.

Hasen et-Turabî bu itirazı şu şekilde dile getiriyor: “Burada çeşitli fikirler vardır. Mesela Münker ve Nekirin sorgulayacağını, kabrin içinde azap olacağını söyleyenler var. Bu doğru değildir! İnsan öldüğü zaman ruhu Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya yükselir. Cesedini ise toprak yer ve son bulur, tekrar dirilecek değildir.”[56]

Niyazi İzzuddin de şöyle diyor: “Hayat, acı hissetmenin esasıdır, ölümle bu sona erer. Bu yüzden Allah Teâlâ Kur’ân’da bu hakikatleri bildirerek şöyle buyurmuştur:

Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.” (Neml 80) Ölü işitemez. İşitme duyusu artık yoktur. Sonra biz deriz ki: ölü, kendisini gömüp dönenlerin ayak seslerini de işitmez.

Sonra orada hem ölmeyecek hem de yaşamayacaktır” (A’la 13) Allah cehennemde sürekli azabı yaşasın diye: “Orada ölmeyecek”buyurmuştur, çünkü ölürse azap duymaz…”[57]

İkinci İtiraz

İkinci zaruret hakkında şöyle diyorlar: “Bizler tecrübelerde gördüğümüz üzere kabir açıldığı zaman ölüye demir topuzlarla vuran melekler, azap eden yılanlar, ateşler görmüyoruz. Bilakis cesetler veya çürümüş kemikler görüyoruz. Hatta onun her halini izleyebilsek onun bir yere gitmediğini ve önceki halinin değişmediğini görürürüz. Şu halde ölünün kabrinde oturtulduğu nasıl doğru olabilir? Şayet iki gözü arasına zambak koysak ve göğsüne kara susam koysak, bir süre sonra ona geldiğimizde zambağın ve kara susamın değişmediğini görürüz. Kabri açtığımızda ölü için kazmış olduğumuz dar bir lahit görürüz. Kabir iki meleğin sorgulaması için nasıl genişler?[58]

Cevap:

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, dinin usul ve füru’unda bid’at ve sapıklık fırkalarından şu kaideyle ayrılır: İslam ancak kitap ve sünnet naslarına teslimiyet üzere kuruludur.

Ehl-i sünnet ve bu konuda onlara uyanlar bu nebevî hadisleri hakikatleri üzere kabul ve tasdik ederler, Allah’ın bu konuda etkili bir hikmeti olduğuna, azap ve nimet olarak dilediğini yapacağına iman ederler. Bu iman, mü’minlerin özelliklerinden olan “gaybe iman”a dâhildir.

   Kabir azabı ve nimetleri, ölüyü iki meleğin sorgulaması hakkında mütevatir olarak gelen haberlerin hakikati üzere kabul edilmesi gerekir.

Kabirlerde ruhu olmayan cesetlerin sorgulanmasının ve azap görmesinin imkânsız olduğunu iddia etmelerine gelince, bunlar bâtıl iddialardır. Çünkü bu konuda gelen naslar, ölünün sorgulanması için ruhun bedene iade edileceğini ifade etmektedir.

Berâ b. Azib radiyallahu anhuma’nın rivayet ettiği hadiste şöyle geçer:

إِنَّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ إِذَا كَانَ فِي إِقْبَالٍ مِنَ الْآخِرَةِ وَانْقِطَاعٍ مِنَ الدُّنْيَا نَزَلَتْ إِلَيْهِ مَلَائِكَةٌ بِيضٌ وُجُوهُهُمْ كَالشَّمْسِ وَمَعَهُمْ كَفَنٌ مِنَ الْجَنَّةِ وَحَنُوطٌ مِنْ حَنُوطِ الْجَنَّةِ فَيَجْلِسُونَ مَدَّ الْبَصَرِ ثُمَّ يَجِئُ مَلَكُ الْمَوْتِ حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ اخْرُجِي إِلَى مَغْفِرَةِ اللَّهِ وَرِضْوَانِهِ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَتَخْرُجُ وَتَسِيلُ كَمَا تَسِيلُ الْقَطْرَةُ مِنَ السِّقَاءِ فَيَأْخُذُونَهَا فَلَا يَدَعُونَهَا فِي يَدٍ طَرْفَةَ عَيْنٍ حَتَّى يَأْخُذُوهَا فِي ذَلِكَ الْكَفَنِ وَالْحَنُوطِ فَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَطْيَبِ نَفْحَةِ مِسْكٍ وُجِدَتْ عَلَى وَجْهِ الْأَرْضِ فَيَصْعَدُونَ بِهَا فَلَا يَمُرُّونَ بِهَا عَلَى مَلَإٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ إِلَّا قَالُوا مَا هَذِهِ الرُّوحُ الطَّيِّبَةُ فَيَقُولُونَ رُوحُ فُلَانِ ابْنِ فُلَانٍ بِأَحْسَنِ أَسْمَائِهِ ثُمَّ يَنْتَهُونَ بِهَا إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَسْتَفْتِحُونَ لَهَا فَيُفْتَحُ لَهُمْ فَيَسْتَقْبِلُهَا وَيُشَيِّعُهَا كُلٌّ مِنْ مُقَرَّبُوهَا إِلَى السَّمَاءِ الَّتِي تَلِيهَا حَتَّى يَنْتَهُوا بِهَا إِلَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ فَيَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى اكْتُبُوا كِتَابَهُ فِي عِلِّيِّينَ وَأَعِيدُوهُ إِلَى الْأَرْضِ مِنْهَا خَلَقْتُهُمْ وَفِيهَا أُعِيدُهُمْ وَمِنْهَا أُخْرِجُهُمْ تَارَةً أُخْرَى فَتُعَادُ الرُّوحُ فِي جَسَدِهِ وَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيَقُولَانِ لَهُ مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ رَبِّيَ اللَّهُ فَيَقُولَانِ لَهُ وَمَا دِينُكَ؟ فَيَقُولُ دِينِيَ الْإِسْلامُ فَيَقُولَانِ لَهُ مَا تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ؟ فَيَقُولُ هُوَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهِ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَقُولَانِ لَهُ وَمَا عِلْمُكَ؟ فَيَقُولُ قَرَأْتُ كِتَابَ اللَّهِ تَعَالَى وَآمَنْتُ بِهِ وَصَدَّقْتُهُ فَيُنَادِي مُنَادٍ صَدَقَ عَبْدِي فَافْرِشُوا لَهُ فِرَاشًا مِنَ الْجَنَّةِ وَأَلْبِسُوهُ لِبَاسًا مِنَ الْجَنَّةِ وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى الْجَنَّةِ يَأْتِيهِ مِنْ رِيحِهَا وَطِيبِهَا وَيُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ مَدَّ بَصَرِهِ وَيَأْتِيهِ رَجُلٌ حَسَنُ الْوَجْهِ طَيِّبُ الرِّيحِ فَيَقُولُ لَهُ أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُرُّكَ هَذَا يَوْمُكَ الَّذِي كُنْتَ تُوعَدُ بِهِ فَيَقُولُ لَهُ مَنْ أَنْتَ؟ فَيَقُولُ أَنَا عَمَلُكَ الصَّالِحُ فَيَقُولُ رَبِّ أَقِمِ السَّاعَةَ حَتَّى أَرْجِعَ إِلَى أَهْلِي وَخَدَمِي قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَإِنَّ الْعَبْدَ الْكَافِرَ إِذَا كَانَ فِي إِقْبَالٍ مِنَ الْآخِرَةِ وَانْقِطَاعٍ مِنَ الدُّنْيَا نَزَلَ إِلَيْهِ مَلَائِكَةٌ مِنَ السَّمَاءِ سُودُ الْوُجُوهِ مَعَهُمُ الْمُسُوحُ فَيَجْلِسُونَ مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ ثُمَّ يَجِئُ مَلَكُ الْمَوْتِ حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْخَبِيثَةُ اخْرُجِي إِلَى سَخَطِ اللَّهِ وَغَضَبِهِ فَتَتَفَرَّقُ فِي أَعْضَائِهِ كُلِّهَا فَيَنْزِعُهَا كَمَا يُنْزَعُ السَّفُّودُ مِنَ الصُّوفِ الْمَبْلُولِ فَيَنْقَطِعُ مَعَهَا الْعُرُوقُ وَالْعَصَبُ فَيَأْخُذُوهَا وَإِذَا أَخَذُوهَا لَمْ يَدَعُوهَا فِي يَدِهِ طَرْفَةَ عَيْنٍ حَتَّى يَأْخُذُوهَا فَيَجْعَلُوهَا فِي تِلْكَ الْمُسُوِحِ وَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَنْتَنِ رِيحِ جِيفَةٍ فَيَصْعَدُونَ بِهَا فَلَا يَمُرُّونَ بِهَا عَلَى مَلَإٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ إِلَّا قَالُوا مَا هَذِهِ الرُّوحُ الْخَبِيثَةُ فَيَقُولُونَ رُوحُ فُلَانِ ابْنِ فُلَانٍ بِأَقْبَحِ أَسْمَائِهِ حَتَّى يَنْتَهُوا بِهَا إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَسْتَفْتِحُونَ فَلَا يُفْتَحُ لَهَا ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَذِهِ الْآيَةَ {لا تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاءِ وَلا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ} ثُمَّ يَقُولُ اللَّهُ تَعَالَى اكْتُبُوا كِتَابَهُ فِي سِجِّينٍ، ثُمَّ تُطْرَحُ رُوحُهُ طَرْحًا ثُمَّ قَرَأَ {وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ السَّمَاءِ فَتَخْطَفُهُ الطَّيْرُ أَوْ تَهْوِي بِهِ الرِّيحُ فِي مَكَانٍ سَحِيقٍ} يَعْنِي تُرَدُّ فَتُعَادُ رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ فَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ فَيَقُولَانِ لَهُ مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ هَاهْ لَا أَدْرِي فَيَقُولَانِ لَهُ وَمَا دِينُكَ؟ فَيَقُولُ هَاهْ لَا أَدْرِي فَيَقُولَانِ لَهُ مَا تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ؟ فَيَقُولُ هَاهْ لَا أَدْرِي فَيُنَادِي مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ كَذَبَ عَبْدِي فَافْرِشُوا لَهُ مِنْ فَرْشِ النَّارِ وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى النَّارِ فَيَدْخُلُ عَلَيْهِ مِنَ حَرِّهَا وَسَمُومِهَا وَيَضِيقُ عَلَيْهِ قَبْرُهُ فَتَخْتَلِفُ فِيهِ أَضْلَاعُهُ وَيَأْتِيهِ رَجُلٌ قَبِيحُ الْوَجْهِ قَبِيحُ الثِّيَابِ مُنْتِنُ الرِّيحِ فَيَقُولُ لَهُ أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُوءُكَ فَهَذَا يَوْمُكَ الَّذِي كُنْتَ تُوعَدُ بِهِ فَيَقُولُ مَنْ أَنْتَ؟ فَيَقُولُ أَنَا عَمَلُكَ السَّيِّئُ فَيَقُولُ رَبِّ لَا تُقِمِ السَّاعَةَ رَبِّ لَا تُقِمِ السَّاعَةَ

“Mümin kul, dünyadan ilişkisi kesilip âhirete yöneleceği zaman, gökten beyaz elbiseli melekler üstüne iner­ler. Yüzleri sanki güneş gibidir. Cennetten kefen ve mumyaları geti­rirler. Ona göz uzaklığı kadar yaklaşınca dururlar. Sonra ölüm meleği gelir ve başucunda oturur. Ona:

“Ey temiz nefis! Allah'ın bağışlaması ve rızâsına çık” der. Siz başka şekilde görseniz de su testiden akar gibi onun ruhu cesedinden akar. Ölüm meleği onun ruhunu alır. Me­lekler onu getirdikleri kefen ve mumyaya koymadan hemen bir anda ölüm meleğine teslim etmezler. Ondan yeryüzündeki en güzel koku gibi bir koku çıkar. Melekler onu yükseltirler. Diğer meleklerin toplulukları yanından geçerken, onlar: 

“Bu hoş, güzel ruh kimdir?” derler. Diğer­leri: “Filan oğlu filandır” derler. Dünyadaki en güzel isimleriyle onu zikrederler. Sonra, dünya göğüne varırlar, açmak isterler, onlara açılır. Her göğün mukarreb melekleri bir üsttekine teslim edinceye kadar onları uğurlarlar. Böylece yedinci göğe varırlar. Orada Allah Teâlâ:

“Bu kulumun kitabını (isim defterini) illiyyin’de (yücelerde) yazın ve onu yere iade edin. Çünkü ben onları yerden yarattım ve tekrar yere iade ediyorum. Yine onları ondan çıkartacağım.” Ruhu cesedine dönünce iki melek gelip onu oturturlar ve:

“Rabbin kimdir?” derler. O: “Rabbim Allah’tır” der. Onlar:

“Dinin nedir?” derler. O: “Dinim İslam'dır” der. Onlar:

“Size gönderilen bu adam kimdir?” derler. O: “Allah'ın rasulüdür” der. Onlar:

“Nereden biliyorsun?” derler. O: “Allah'ın kitabını okudum, ona iman ettim ve tasdik ettim” der. Bunun üzerine gökten bir seslenici şöyle seslenir:

“Kulum doğru söyledi, ona Cennetten bir yer döşeyin, Cen­net elbiselerinden giydirin ve ona Cennete bir kapı açın.” Ona bir ka­pı açılır. Cennetin güzelliği ve hoş kokusu ona gelir. Kabri gözü alabildiğine kadar genişletilir. Sonra ona güzel yüzlü, hoş kokulu, güzel elbiseli bir adam gelir. Ona:

“Sana müjde! Sana va'ad edilen gün işte bu gündür” der. Ölen, o adama: “Sen kimsin? Hayırlı gelen bir yüzün var” der. Adam:

“Ben senin salih amelinim” der. Ölü sevincinden artık: “Ey rabbim! Kıyameti kopar da mal ve aileme kavuşayım” der. Kâfir kul dünyadan ilişkisi kesilip, âhirette yö­neleceği zaman, gökten siyah yüzlü melekler üstüne inerler. Bera­berlerinde sert kıllardan yapılmış çullar vardır. Göz alabildiğince kişi, yakınına otururlar. Sonra ölüm meleği gelir. Başucunda oturur ve şöyle der:

“Ey kötü nefis! Allah'ın kahır ve gazabına çık” der. Ruhu cesedinde dağılır. Islak yünden şişin çekilmesi gibi ruhunu çeker. Ölüm meleği ruhunu aldığı zaman, azap melek­leri hemen onu ölüm meleğine teslim etmezler. Onu o kıldan çula sararlar. Ondan yeryüzünün en pis kokusu gibi pis bir koku çıkar. Sonra o melekler onu göğe çıkartırlar, her melek topluluğuna varınca:

“Bu kötü ruh nedir?” derler. Azap melekleri: “Falan oğlu filandır” diye dünyada en çirkin ismiyle onu zikreder­ler ve onu götürdüklerinde dünya göğüne varınca, açmak isterler. Onlara açılmaz.” Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Onlara gök kapıları açılmaz” (Araf, 40) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:

“Allah buyurur ki: “Bunun ismini yerin dip çamurunda, Siccin’de yazın” Onun ruhunu öylece atarlar.” Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şu âyeti okudu:

“Allah'a şirk koşan kişi, sanki gökten düşmüş, kartal onu kapmış veya rüzgâr onu uzak bir yere atmış gibidir.” (Hac 31) Sonra şöyle devam etti:  

“Sonra ruhu cesedine döner, ona iki melek gelir. Onu oturturlar. Ona:

“Rabbin kimdir?” derler. O: “Hâ, hâ! Bilmiyorum” der.

“Dinin nedir?” derler. O yine: “Hâ, hâ! Bilmiyorum” der.

“Bu size gönderilen adam kimdir?” derler. O yine: “Hâ, hâ! Bilmiyorum” der. Bunun üzerine gökten bir seslenici şöyle seslenir:

“Kulum yalanladı. Ona cehennemden bir yer döşeyin. Cehennemden ona bir kapı açın ki, sıcaklığı ve dumanı o kapıdan ona gelsin” denilir. Kabri ona daralır, kaburgaları iç içe girer. Sonra, çirkin yüzlü çir­kin elbiseli, pis kokulu bir adam yanına gelir. Ona:

“Sana hoş gelmeyen şeylerle müjdelen! Senin va'ad edildiğin günün işte budur” der. O da, ona: “Sen de kimsin? Yüzün kötülükler getirmiş gibi” der. Adam:

“Ben senin kötü amelinim” deyince: “Ey rabbim! Kıyameti koparma! Rabbim! Kıyameti koparma” diye söyle­meye başlar.”[59]

İbnu’l-Kayyım bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu meseleyi bu şekilde bildirmesi bize yeter, insanların söylediklerine ihtiyacımız yoktur. Zira açıkça ruhun ölüye iade edildiği tasrih edilmiştir.”[60]

İbn Receb el-Bera b. Azib radıyallahu anhuma hadisine seleften birçok şahit rivayetler zikrettikten sonra şöyle demiştir: “İşte bu selefin tamamı ruhun sorgulama esnasında bedene döneceğini açıkça belirtmişlerdir. Yine ashabımızdan ve başkalarından olan Kadı Ebu Ya’la gibi fakihler ve kelamcılardan bir grup bunu tasrih etmişlerdir. İbn Hazm ve başkaları gibi bir grup bunu inkâr etmişler, sorgunun yalnızca ruha yapılacağını, hitabı ruhun işiteceğini söylemişler, ruhun azap görmesi için kabirdeki cesede döneceğini kabul etmemişlerdir. Dediler ki:

Şayet bu doğru olsaydı, insanın üç defa ölmesi, üç defa diriltilmesi gerekirdi. Kur’ân ise öldürme ve diriltmenin iki defa olacağına delalet etmektedir.” Bu görüş cidden zayıf bir görüştür. Çünkü ruhun hayatı, dünya hayatı ve dirilişten sonraki ahiret hayatı gibi tam bağımsız bir hayat değildir. Burada bedenle bir tür bağlantı vardır. Beden duyu sahibi olur, azabı ve nimetleri hisseder. Bu tam bir hayat olmadığından, ruhun ondan ayrılması da tam bir ölüm değildir. Bu ancak uyuyan kimseden ruhun ayrılmasına ve sonra geri dönmesine benzer. Zira bu da ölüm ve hayat diye adlandırılmıştır.”[61]

Ruhun bedene girmesi için bünyenin sağlam olması da şart değildir. İki açıdan bu kabul edilemez:

Birincisi: Bünye ölümle bizzat yok olmaz. Nitekim bazı ölüler kabirlerinde bir zaman bünyelerinde hiçbir değişiklik olmadan kalırlar. Nebilere has olarak onların bedenlerinin salim kalacağı nasla sabit olmuştur.[62] Bunun diğer bazı ölülerde de gerçekleştiğine şahit olunmuştur.[63]

İkincisi: Bünyenin bir kısmı yok olsa da ruhun onun kalan kısmına girmesine mani yoktur. Bu yüzden canlıların kolları veya ayakları kesilmesine rağmen onun hayatta olduğuna şahit olunur. Beyhakî İsbatu Azabi’l-Kabr kitabında, “Bazı organ cüzlerinde hayatın mümkün olması, diri kimselerde şart olduğu gibi, hayat için bünyenin tam olmasının şart olmadığı, ayrı organ parçalarına azabın mümkün olması” şeklinde başlık açmıştır.[64]

Allah Teâlâ, ruhu bedenin tümüne de, cüzlerinden bazısına da iade etmeye kâdirdir. Her ikisi de Rab Azze ve Celle’nin kudretiyle ilgilidir:

إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Bir şey yaratmak istediği zaman O’nun yaptığı, ona: “Ol” demekten ibarettir.” (Yasin 82)

Ruhun berzahtaki cesette bulunması ile dünyadaki hali arasındaki fark anlaşıldığına göre muhaliflerin: “Ölü duyularını kaybeder, azap ve nimetleri hissedemez” şeklindeki iddiaları çürümüştür. Şer’î hakikat, insanın can ve bedenden oluştuğuna, dünya, berzah ve ahiret yurdu olmak üzere üç devre geçirdiğine delalet eder. Bu devrelerin herbinin diğerlerinden ayrıldığı kendisine has ahkâmı vardır.

Allah Teâlâ dünya ahkâmını bedenler için kılmış olup ruh ona tabidir. Bu yüzden dinî hükümlerin dayanağı gönülde gizli olan başka türlü olsa dahi, dilden ve organlardan zahir olanlara göre işler.

Berzah ahkâmı ruhlara tayin edilmiştir. Bedenler buna tabidir. Berzahın hükümleri ruhlara işler, nimet veya azabı bedenler, ruhla bağlantısı oranında görür.

Karar yurdu olan ahiret ahkâmı ise hem bedenlere hem ruhlara birlikte işler.[65]

Her kim bu devrelerin hükümlerini herbirinde eşitlemeye kalkarsa dinî ve aklî delillerin gereğine muhalefet etmiş olur. Çünkü akıl, birbirinden farklı olanları bir kılmayı kabul etmez. Yine birininin aynı olanları ayırmayı da kabul etmez.

 Bu devrelerin birbirinden farklı oldukları bilindiğine göre problem de giderilmiş, şaşkınlık perdeleri ortadan kalkmış, şu ortaya çıkmıştır:  Kabirdeki ateş ve yeşillik dünya ateşi ve dünya bitkileri değildir. O ancak ahiret ateşi ve yeşilliğidir. O ateş de dünya ateşinden şiddetlidir. Dünya ehli onu hissedemez. Muhakkak ki Allah toprağı ve taşları onun altında yakar, hatta dünya korlarından çok daha sıcak hale gelir. Şayet dünya ehli ona dokunsa bunu hissedemez. Rab Teâlâ’nın kudreti bundan çok daha geniş ve şaşırtıcıdır.”[66]

Allah Tebarek ve Teâlâ’nın lütfundandır ki bizim gözlerimizi ve kulaklarımızı kabirde olanları idrak etmekten engellemiştir. Bu O’nun kullarına merhametindendir. Çünkü bilmektedir ki onların gücü bu azabı görmeye ve işitmeye yetmez. Bu bize bir imtihandır. Şayet bu gayb açılsa bütün insanlar iman eder ve ödül ile ceza esası ortadan kalkardı. İman edenlerle inkâr edenlerin farkı olmazdı.

İbn Teymiyye dedi ki: “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in ittifakına göre azap ve nimetler hem cana, hem bedenedir. Can nimetleri ve azabı bedenden bağımsız olarak da, bedenle birlikte de hisseder.”[67]

Özetle, akıllar insanların dünyada hissedemeyecekleri şekilde bedenlerin azap veya nimet görmesini imkânsız görmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُوا الْمَلائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ}

Meleklerin o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vururken: “Yakıcı azabı tadın!” diyerek canlarını aldıklarında bir görsen!” (Enfal 50)

Bu ayette bildirilenler ölen kâfirin ölümü esnasında karşılaşacağı azaptır. Onun yüzüne ve arkasına vurulmakta fakat etrafındaki hiçkimse bunu görmemekte, hissetmemektedir.

Böylece ikinci itirazdaki “Hissi zaruretler bunu imkânsız kılar” şeklindeki iddia da iptal olmuştur.

Allah Teâlâ’nın: “Muhakkak ki sen ölülere işittiremezsin” ayetini delil getirmelerine gelince, bu doğru bir delil getirme değildir. Çünkü ayette nefyedilen işitme, iki diyarın farklılığından ve aralarındaki irtibatın kesilmesinden dolayıdır. Ancak şer’î nas bazı kimseler için bunu belirtir. Mesela şöyle buyrulmuştur:

Enes radıyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur:

العَبْدُ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتُوُلِّيَ وَذَهَبَ أَصْحَابُهُ حَتَّى إِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ أَتَاهُ مَلَكَانِ فَأَقْعَدَاهُ فَيَقُولاَنِ لَهُ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَيَقُولُ أَشْهَدُ أَنَّهُ عَبْدُ اللَّهِ وَرَسُولُهُ فَيُقَالُ انْظُرْ إِلَى مَقْعَدِكَ مِنَ النَّارِ أَبْدَلَكَ اللَّهُ بِهِ مَقْعَدًا مِنَ الجَنَّةِ قَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَيَرَاهُمَا جَمِيعًا وَأَمَّا الكَافِرُ أَوِ المُنَافِقُ فَيَقُولُ لاَ أَدْرِي كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ فَيُقَالُ لاَ دَرَيْتَ وَلاَ تَلَيْتَ ثُمَّ يُضْرَبُ بِمِطْرَقَةٍ مِنْ حَدِيدٍ ضَرْبَةً بَيْنَ أُذُنَيْهِ فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مَنْ يَلِيهِ إِلَّا الثَّقَلَيْنِ

“Ölü kabre konulup arkadaşları geri dönünce, arkadaşlarının ayak seslerini işitir ve ona iki melek gelir, onu oturturlar. “Aranızda bulunan ve kendisine Muhammed denilen kişi hakkında ne diyordun?” derler. Mü’min olan: “Allah'ın kulu ve Rasûlu olduğuna şahitlik ederim” der. O zaman, o melekler mü’mine: “Cehenemdeki yerine bak. Allah onu senin için, Cennetten bir menzille değiştirdi” derler. Ölü hem Cennetteki yerini hem de Cehennemdeki yerini bera­ber görür. Münafık veya kâfire de: “Şu adam hakkında ne diyordun?” diye sorulunca: “Ben bilmiyorum, insanlar onun için ne dedilerse ben de onu diyordum” der. Ona: “Bir şey bilmeyesin ve okumayasın” denilir. Demir sopalarla dövülür. Öyle bir sesle bağırır ki insanlar ve cinler dışında herşey o sesi işitir.”[68]

Ebu Talha radiyallahu anh’den:

أَنَّ نَبِيَّ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَرَ يَوْمَ بَدْرٍ بِأَرْبَعَةٍ وَعِشْرِينَ رَجُلًا مِنْ صَنَادِيدِ قُرَيْشٍ فَقُذِفُوا فِي طَوِيٍّ مِنْ أَطْوَاءِ بَدْرٍ خَبِيثٍ مُخْبِثٍ وَكَانَ إِذَا ظَهَرَ عَلَى قَوْمٍ أَقَامَ بِالعَرْصَةِ ثَلاَثَ لَيَالٍ فَلَمَّا كَانَ بِبَدْرٍ اليَوْمَ الثَّالِثَ أَمَرَ بِرَاحِلَتِهِ فَشُدَّ عَلَيْهَا رَحْلُهَا ثُمَّ مَشَى وَاتَّبَعَهُ أَصْحَابُهُ وَقَالُوا مَا نُرَى يَنْطَلِقُ إِلَّا لِبَعْضِ حَاجَتِهِ حَتَّى قَامَ عَلَى شَفَةِ الرَّكِيِّ فَجَعَلَ يُنَادِيهِمْ بِأَسْمَائِهِمْ وَأَسْمَاءِ آبَائِهِمْ يَا فُلاَنُ بْنَ فُلاَنٍ وَيَا فُلاَنُ بْنَ فُلاَنٍ أَيَسُرُّكُمْ أَنَّكُمْ أَطَعْتُمُ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّا قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا؟ قَالَ فَقَالَ عُمَرُ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ قَالَ قَتَادَةُ أَحْيَاهُمُ اللَّهُ حَتَّى أَسْمَعَهُمْ قَوْلَهُ تَوْبِيخًا وَتَصْغِيرًا وَنَقِيمَةً وَحَسْرَةً وَنَدَمًا

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Bedir günü düşmana galip geldikten sonra Kureyş'in ileri gelenlerinden yirmi dört kişinin cesetlerinin biraraya toplanılmasını emretti. Daha sonra bunlar Bedir kuyularından pis nesneleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem düş­mana galip geldiği zaman onların toprağında üç gün ikamet etmek âdetinde idi. Bedir'de de bu üç gün dolunca, devesinin hazırlanmasını emretti, hazırlandı. Sonra yürüdü, arkasında ashabı da yürüdü, Nihayet Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durarak kendi ve babalarının isimleriyle onlara şöyle seslen­di:

Siz Allah'a ve rasulüne itaat etseydiniz daha sevinçli olmaz mıydınız? Biz Allah'ın bi­ze vâad ettiğini gerçek bulduk; siz de Allah'ın si­ze vâad ettiğini gerçek olarak buldunuz mu? Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Ey Allah'ın rasulü! Ruh­ları olmayan cesetlere ne konuşuyorsun?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Muhammed’in nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki söylediklerimi siz onlar­dan daha iyi duyamazsınız.” Katâde rahimehullah dedi ki:

“Allah, onları ayıplamak, küçültmek, azap etmek ve kaçırdıkları fırsat­lara yanmak ve zulümlerine pişmanlık duy­maları için, Bedir kuyusundaki cesetlere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hitabını işittirecek şekilde diriltmiştir.”[69]

Ölünün işitme aletini kaybetmesi, onun hiç işitmeyeceği anlamına gelmez. Bundan dolayı âlimler, ayette işitmenin nefyedilmesinin, bu işitmenin fayda vermeyeceği ve cevap veremeyecekleri sebebiyle olduğunu açıklamışlardır. Zira davet edildikleri iman ve hidayete icabet etmeyen kâfirler bu şekilde nitelenmiştir. Bunun benzeri Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:

{وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيراً مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لَاّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَاّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَاّ يَسْمَعُونَ بِهَا}

And olsun, cinlerden ve insanlardan pek çoğunu cehennem için yarattık ki onların kalpleri vardır onunla anlamazlar, gözleri vardır fakat onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler.” (A’raf 179)

Ayet, onların işitme ve görmelerini nefyetmiştir. Çünkü bundan faydalanmazlar. Bu, onların görmedikleri ve işitmedikleri manasında değildir.[70]

 İbn Kayyım şöyle demiştir: “Meselenin özü şudur: Burada kabrin genişlemesi, daralması, içerisinin aydınlanması, cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennemin çukurla­rından bir çukur olması dünyada bilinen şekliyle değildir. Allah Teâlâ, insanoğluna dünyada olan bazı şeyleri göstermiştir. Ahirette olanları ise mutlu­luklarına sebep olan iman ve ikrarın oluşması için gizlemiştir. Perde kalkın­ca insanlar ahiret işlerini görebilirler. Ayrıca ölünün insanların yanida ol­ması, meleklerin gelip, ölüyü onlardan habersiz sorguya çekmesine, onlar duymadan cevaplarını almasına ve insanlardan habersiz günahkâr ölüye azap etmesine engel değildir. Buna benzer olaya yaşantımızda rastlayabili­riz. Meselâ, bir kimse arkadaşının yanında uyur. Rüyasında iş­kence görür, dövülür, acı çeker. Hatta bazen de çektiği acının yediği sopanın izi vücudunda belli olur ama arkadaşının bunlardan haberi hiç olmaz.

Meleğin yeri ve taşı yarmasını imkânsız görmek de büyük cahiliklerdendir. Zira Allah Teâlâ kuş için hava neyse melek için de yeri ve taşı öylece yapmıştır. Tabi kesîf cisimlerin bu gerçeklere kapalı olması, latîf, temiz ruhların da kapalı olmasını gerektirmez. Bu şekilde yapılan karşılaştırmalar, çirkin karşılaştırma değil mi? Bu ve benzeri konularda inançsızlar bütün peygamberlerin bildirdiklerini yalanlamışlardır.”[71]

[1] Sahih mevkuf. El-Lalekai İtikad (2120, 2143) İbn Batta el-İbane (408) Musedded b. Muserhed’den naklen: İbn Hacer, Metalibu’l-Aliye (4534)

[2] Sahih. Ahmed (1/23) Abdurrazzak (7/330) İbnu’l-Carud el-Munteka (812) Nesai Sunenu’l-Kubra (4/274) Ebu Ya’la (1/136) Tayalisi (25) İbn Ebi Şeybe (5/539-540) İbn Abdilberr et-Temhid (9/83, 19/69, 70, 23/98) Haris Musned (736) Mehamili Emali (220) İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (112, 243) Acurri eş-Şeria (765-768) Beyhaki el-Ba’s ve’n-Nuşur (149) el-Lalekai (2083-84) Mervezi es-Sunne (354) İbn Ebi Asım es-Sunne (343) el-Elbani Zılalu’l-Cenne (697).

[3] İbn Kayyım er-Ruh (s.74)

[4] Ebu’l-Hasen Ali b. İbrahim b. Davud Alauddin el-Attar ed-Dımeşkî eş-Şafii: İmam, hafız, Nevevi’nin öğrencisidir. Hicri 724 yılında vefat etmiştir. Eserlerinden bazısı: Tuhfetu’t-Talibin Fi Tercemeti’l-İmam en-Nevevi, Hukmu Savmi Receb ve Şa’ban. Bkz.: Zirikli el-A’lam (4/251)

[5] İbnu’l-Attar el-Udde Fi Şerhi’l-Umde Fi Ahadisi’l-Ahkam (1/139)

[6] Bkz.: İbn Kayyım er-Ruh (s.52) Suyuti Şerhu’s-Sudur (s.121) Kettani Nazmu’l-Mutenasir (s.123)

[7] El-Ecvibe Ani’l-Mesaili’l-Mustagrabe (s.189)

[8] El-İkna Fi Mesaili’l-İcma (1/51)

[9] Dırar b. Amr el-Gatafani: Mu’tezile’nin büyüklerinden, kadıdır. Beldesinde önder olmaya tamah etmiş ama buna ulaşamamıştır. Halk ona muhalefet etmişler, onu tekfir edip kovmuşlardır. Otuza yakın kitap yazmıştır. Kitaplarında çirkin sözleri vardır. Mu’tezile’den El-Cuşemî der ki: “Onu Mu’tezile’den sayan hata eder. Çünkü biz ondan teberri ediyoruz. O Mucebbire’dir.” Hicri 221 yılında vefat etmiştir. Bkz.: Tarihu’l-İslam (5/738)

[10] Kadı Abdulcebbar Şerhu’l-Usuli’l-Hamse (s.730)

[11] Bkz.: Camiu’s-Sahih, Kitabu’l-Cenaiz, Kabir azabı hakkında gelenler babı.

[12] Bkz.: İbnu’l-Kayyım er-Ruh (s.75)

[13] İbn Receb Ahvalu’l-Kubur (s.45-48)

[14] Sahih maktu. Taberi (21/396)

[15] Suyuti ed-Durru’l-Mensur (7/291)

[16] Tefsiru Kur’ân’i’l-Azim (7/3079)

[17] Er-Ruh (s.75)

[18] Er-Ruh (s.75)

[19] Sahih. Buhari (1369) Muslim (2871)

[20] Taberi el-Camiu’l-Beyan (27/36)

[21] Hasen maktu. İbn Ebi Şeybe (7/216) Ebu Nuaym, Hilye (3/335)

[22] Hasen. İbn Hibban (7/392) Ebu Ya’la (11/521) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (68) Acurri eş-Şeria (840)

[23] Sahih. Buhari (1273, 1308); Muslim (2870); İbn Hibban (7/390); Ebu Davud (4751) Nesai (2050-2051); Ahmed (3/126, 233); Beyhaki (1/659, 4/80); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (14, 15); İbn Ebi Asım, es-Sunne (863) Acurri, eş-Şeria (850) Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (1427)

* Enes radıyallahu anh’den diğer bir sahih rivayet: Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (6/281, 282) Ahmed (3/151) Buhari, Edebu’l-Mufred (853) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (94) Ebu’l-Hattab İbn Dihye, Ayatu’l-Beyyinat (s.248) Elbani, Sahihu Edebi’l-Mufred (659)

[24] Sahih. Ahmed (4/287) Ebu Davud (4753) Hâkim (1/93, 98) İbn Ebi Şeybe (3/54) Beyhaki, Azabu’l-Kabr (s.37) Tayalisi (s.102 no:753) Hennad, Zühd (339) Taberi Tefsiri (8/176) İbn Ebi Hatim Tefsir (4/1307) İbnu’l-Mubarek Zühd (1219) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1438) İbn Huzeyme Tevhid (s.119) Ru’yani (392) Beyhaki Şuab (1/355) Elbani Sahihu’l-Cami (1672)

[25] İbn Ebi’d-Dunya Zikru’l-Mevt (254)

[26] Zayıf. Taberani (2/46); Ebu Nuaym Marife (1138) Bezzar (Keşfu’l-Estar – 870) isnadına Ömer b. Muhammed b. Sahban zayıftır.

[27] Ebu Nuaym Hilye (6/147)

[28] Sahih. Ahmed (3/346); Taberani Evsat (9/39); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (215, 216); İbn Abdilberr, et-Temhid (14/108); İbn Ebi Zemeneyn es-Sunne (81) İbn Ebi Asım, es-Sunne (866); el-Elbani, isnadı ceyyid demiştir.

* Cabir radıyallahu anh’den diğer bir sahih rivayet: Ahmed (3/295) Abdurrazzak (3/584) Bezzar (Keşfu’l-Estar 871) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1360) Elbani es-Sahiha (3954)

[29] Hasen ligayrihi. Taberani (13/414) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no:2703)

[30] Zayıf. İbn Ebi’d-Dunya, et-Teheccüd (31); İbn Durays, Fadailu’l-Kur’an (s.116); Haris b. Ebi Usame, Müsned (Bugyetu’l-Bahis 730); Acurri, Ahlaku Hameleti’l-Kur’an (94) Hatib el-Bağdadi, el-Muttefak ve’l-Mufterak (3/279) Muhammed b. Nasr el-Mervezi, Muhtasaru Kiyami’l-Leyl (159) Şevkani, el-Fevaidu’l-Mecmua (s.305). Ukayli, ed-Duafa (2/38 no:466) İsnadında Davud b. Raşid et-Tafavi leyyin bir ravidir. Metninde nekaret vardır.

[31] Hasen ligayrihi mevkuf. İbn Ebi’d-Dunya, el-Menâmât (7) isnadı munkatıdır.

[32] Hasen maktu. Ebu Nuaym, Hilye (6/104) İbnu’l-Cevzi, Mevduat (3/235); İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (2/456). Merfu olarak zayıf isnadla: Rafii, et-Tedvin (3/346) İbnu’l-Cevzi el-Mevduat (3/234) İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (2/456) İbn Cevzi; Ahmed b. Ali b. Lal yoluyla rivayet etmiştir. Mürseldir

[33] Sahih. Buhari (218, 1361, 1378, 6052) Muslim (292) İbn Ebi Şeybe (1/115, 3/51) İbn Hibban (7/398) İbn Carud el-Munteka (130) Ahmed (1/225)

* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan diğer bir hasen rivayet: Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (104, 233) Taberani (11/88) Taberani, Evsat (3/130) Hatib, Tarih (2/46) İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/33) Taberi (16/603)

[34] Hasen mevkuf. Beyhaki Zühd (584); Şuabu’l-İman (2/214) İbn Asakir, Tarihu Dımeşk (31/174) Deylemi (347) İbn Hacer, Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 111)

[35] Hasen. Ahmed (2/172) İbn Hibban (7/384) İbn Adiy el-Kamil (2/449) Abdulmelik b. Habib es-Sulemi, Vasfu’l-Firdevs (282) Acurri eş-Şeria (s.367) Hakîm et-Tirmizi, Nevadir (181, 1523) Elbani Ta’liku’r-Ragıbda (4/183) hasen dedi. Şuayb el-Arnaut da İbn Hibban ta’likinde hasen demiştir.

[36] Sahih. Taberani (10/200) Darekutni İlel (5/109) Ebu Nuaym, Ahbaru İsbehan (704) Elbani, Sahihu’l-Cami (1965)

* İbn Mes’ud radıyallahu anh’den mevkuf olarak hasen isnadla: İbn Ebi Şeybe (3/52) Acurri eş-Şeria (s.367) Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (225) Taberi, Tehzibu’l-Asar (184) İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis (s.248).

[37] Sahih. Ebu Davud (3221); Hâkim (1/526); Beyhaki (4/56); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (211) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (1/522) Elbani, Sahihu’l-Cami (945).

[38] Hasen ligayrihi. Acurri, eş-Şeria (s.366) Haris b. Ebi Usame, Musned (281) Mürseldir.

[39] Sahih mevkuf. Muslim (121).

[40] Bezzar (7/97) el-Gafiki, Lemhatu’l-Envar (249, 255) isnadında meçhul kimseler vardır.

[41] Taberani (8/249); Ebu Suleyman er-Rib’î, Vesaya’l-Ulema (31) el-Kasım es-Sekafi el-Esbahani, Erbain (s.214); Ziyau’l-Makdisi, el-Muntek min Mesmuat (no 21 el yazma)

[42] Hasen mevkuf. İbnu’l-Mubarek, Zühd (1090); İbn Ebi Şeybe (3/53); Acurri, eş-Şeria (s.366); Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (229).

[43] Hasen. İbn Huzeyme (2337) Ahmed (6/392) Nesai (862) Taberani (1/322, 323, 325) Ru’yani (707) Ebu İshak el-Fezari, Siyer (186). Bezzar (9/320) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (99) Beyhaki Şuab (4/63)

[44] Sahih. Ahmed (3/3); Bezzar (Keşfu’l-Estar 872); Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1456) İbn Ebi Asım, es-Sunne (718); Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (32) Taberi Tefsiri (16/591) İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/35) Fesevi Meşyeha (el yazma 87) Elbani es-Sahiha (3394)

* Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den diğer bir rivayet: Ahmed (3/38) Darimi (2815) İbn Hibban (7/391) Acurri eş-Şeria (841) Ebu Ya’la (2/491) Abd b. Humeyd (929) İbn Ebi Şeybe (7/58) İsnadında Derrac Ebu’s-Semh vardır. Ancak bir diğer rivayetlerle birlikte hasen ligayrihi derecesine çıkmaktadır.

[45] Hasen mevkuf. İbn Ebi Hatim, Tefsir (9/32) Taberani Evsat (2/90)

[46] Sahih. Buhari (1377) Muslim (588)

* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den diğer bir sahih rivayet: Ahmed (2/326, 388, 389) İbn Mace (348) Beyhaki (2/578) Darekutni (464, 465) İbn Ebi Şeybe (1/115) Bezzar (16/119) Acurri, eş-Şeria (852, 853) Hâkim (1/293)

* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den diğer bir sahih rivayet: Tirmizi (1071) İbn Mace (4268) İbn Abdilberr el-İstizkar (3/88) Bezzar (15/29, 17/154) Taberi Tehzibu’l-Asar (2/217 no 176). İbn Hibban (7/380, 386) Acurri, eş-Şeria (s.365) İbn Ebi Asım, es-Sunne (864) Hennad, Zühd (1/204) İbn Ebi Şeybe (3/56) İbn Cerir et-Taberi, Tefsir (13/216) Taberani Evsat (3/106, 9/166) Hâkim (1/535) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (56, 67) Şeceri, Emali (1/109) Makdisi, Atrafu’l-Garaib ve’l-Efrad (5533) Elbani Sahihu’t-Tergib (3/220) Elbani, es-Sahiha (1391)

[47] Sahih mevkuf. Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (227) İbn Sad, Tabakat (4/115)

[48] Sahih. Buhari (7047) İbn Huzeyme (942) İbn Hibban (2/427) Ahmed (5/8) Beyhaki (2/188, 5/275)

[49] Hasen. Taberani, Evsat (3/41) el-Esbehani, et-Tergib (592) el-Elbani, Sahihu’t-Tergib (2842)

[50] Sahih. Muslim (2867) İbn Hibban (3/281) İbn Ebi Şeybe, Müsned (122)

[51] Sahih. Buhari (6366) Muslim (586) İbn Ebi Şeybe Musannef (3/50)

* Aişe radıyallahu anha’dan diğer bir sahih rivayet: Buhari (1372)

* Aişe radıyallahu anha’dan diğer bir sahih rivayet: Ahmed (6/139) Beyhaki İsbatu Azabi’l-Kabr (29) Abdulhak el-İşbili, Ahkamu’ş-Şer’iyyeti’l-Kubra (3/360) İshak b. Rahuye (1170) İbn Mende el-İman (1067) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1448) Mukbil b. Hadi, Camiu’s-Sahih (1439)

[52] Sahih. İbn Ebi Şeybe (7/496) Buhari (36, 86, 880, 1005)

[53] Sahih. İbn Hibban (7/395) Ahmed (6/362) İbn Ebi Şeybe (6/19) Taberani (25/103) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (95) İbn Ebi Asım, es-Sunne (875) Acurri eş-Şeria (856)

[54] Hasen. Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (210)

[55] Sahih. Ahmed (6/352) Taberani (24/105)

[56] Sudan âlimler heyetinin hazırladığı 11 Şevval 1427- 1 Ocak 1006 tarihli Silsiletu’d-Dirasati’l-Fikrîye (s.6), el-İtticahu’l-Almanî’l-Muasır (s.491)

[57] Niyazi İzzuddin Dinu’s-Sultan (s.923)

[58] Bkz.: Kurtubi Tezkira (s.371)

[59] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ahmed (4/287) Ebu Davud (4753) Hâkim (1/93, 98) İbn Ebi Şeybe (3/54) Abdurrazzak (3/580) Tayalisi (753) Hennad, Zühd (339) Taberi Tefsiri (8/176) Taberî Tehzibu’l-Asar (172) İbn Ebi Hatim Tefsir (4/1307) İbnu’l-Mubarek Zühd (1219) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1438) Taberânî Ahadisu’t-Tival (25) İbn Huzeyme Tevhid (s.119) İbn Mende el-İman (1064) Acurri eş-Şeria (864) Ru’yani (392) Beyhaki, İsbatu Azabi’l-Kabr (44) Beyhaki Şuab (1/610) Ebu’l-Leys es-Semerkandî Tenbihu’l-Gafilin (32) İbn Asakir Tarih (60/364) el-Elbani Ahkamu’l-Cenaiz (202) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (141) Beyhakî İsbatu Azabi’l-Kabr’de: “Bu önemi büyük hadisin isnadı sahihtir. Sika imamlardan bir cemaat bunu el-A’meş’ten rivayet etmişlerdir.” İbn Teymiyye Fetava’da (4/290) hasen demiştir. İbnu’l-Kayyım er-Ruh’ta (s.65) dedi ki: “Hadis şüphesiz sahihtir. El-Bera radıyallahu anh’den bunu bir cemaat rivayet etmiştir.” Darekutni bu bu hadisin rivayet yollarını mustakil bir cüzde topladığını söylemiştir.

[60] Er-Ruh (s.41)

[61] İbn Receb Ahvalu’l-Kubur (s.83)

[62] Ebû Dâvûd (1531) Nesâî (1374) İbn Mace (1085) Evs b. Evs radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki Allah Tebarek ve Teâlâ yeryüzüne nebilerin cesetlerini yemeyi haram kılmıştır.” Bunu Nevevi el-Ezkar’da (s.115) İbn Kayyım Cilau’l-Efham’da (s.80) sahihlemişlerdir.

[63] Mesela Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma Uhud’da şehid olan babasının kabrini değiştirmek istediğinde bu duruma şahit olunmuştur. Bunu Buhârî (1351) rivayet etmiştir.

[64] Beyhakî İsbatu Azabi’l-Kabr (s.64)

[65] Bkz: İbn Kayyım er-Ruh (s.63)

[66] İbn Kayyım er-Ruh (s.66)

[67] Bunu İbn Kayyım er-Ruh’ta (s.51) İbn Teymiyye’den nakletmiştir.

[68] Sahih. Buhari (1338, 1374) Muslim (2870)

[69] Sahih. Buhârî (3976, 3065) Muslim (2875)

[70] Bkz.: İbn Receb Ahvalu’l-Kubur (s.81)

[71] Er-Ruh (s.71)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)