Muasır Haricîler, günümüz mahkemelerine başvuran herkesin kafir olup dinden çıktığını iddia etmektedirler.
Böyle bir hükme gitmenin tutarlı hiçbir yönü yoktur.
Bilmeyenlerin anlaması için bu fahiş yanlışın hangi yönlerden olduğunu
açıklayayım:
1- Selef’ten gelen bütün rivayetler Tagut’un şeytan ve kâhinler,
arraflar gibi şeytana tabi olarak hükmedenler olduğu etrafında dönmektedir.
Kelime anlamından hareketle, haddi aşan veya kendisi
sebebiyle haddin aşıldığı herşey tagut kapsamında ele alınmaktadır. Putların da
içine şeytanlar girerek insanları saptırdıkları için putlar hakkında da “tagut”
veya dişil kipte “tagiye” tabiri kullanılmıştır. Yani Kur’ân, sünnet ve selefin
açıklamalarında tagut tamamen şeytan ve şeytan ile ilgili unsurlardır:
Ebu’z-Zubeyr Muhammed b. Muslim
el-Mekkî rahimehullah dedi ki: “Kendilerine muhakeme olundukları tagutlar
sorulunca Cabir radiyallahu anh şöyle dedi:
كَانَ فِي جُهَيْنَةَ وَاحِدٌ وَفِي أَسْلَمَ
وَاحِدٌ وَفِي كُلِّ حَيٍّ وَاحِدٌ وَهِيَ كُهَّانٌ يَنْزِلُ عَلَيْهَا الشَّيْطَانُ
“Cuheyne kabilesinde bir tane,
Eslem kabilesinde bir tane, her kabilede birer tane vardı. O kendilerine
şeytanların indiği kâhinlerdir.”[1]
Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh dedi ki:
الْجِبْتُ السِّحْرُ وَالطَّاغُوتُ الشَّيْطَانُ
“Cibt; sihirbaz, tagut; şeytandır.”[2]
Katade b. Diame es-Sedusi rahimehullah dedi ki:
{وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ
الطَّاغُوتِ} يَقُول فِي سبيل الشيطان
“Kâfir olanlar ise tagut yolunda savaşırlar” (Nisa
76) kavli; kâfirler şeytanın yolunda savaşırlar demektir.”[3]
İki şehadet kelimesini ikrar ederek İslam’a giren kimse şeytana
isyan edip tagutu reddetmiş olur. İslam’a girmekle Müslüman olan kimseler veya
müslüman bir ebeveynden doğduğu için müslüman hükmünde olan kimseler, Şu ayetin
de muhatabıdırlar:
“Sana
indirilen'e ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia eden kimseleri
görmüyor musun? Aslında tâğûtu inkâr etmekle emrolundukları halde, yine de onun
önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan da onları, uzak bir sapıklığa düşürmek
istiyor.” (Nisa 60)
Ayetin nüzul
sebebiyle ilgili sahih olarak gelen tek rivayet, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın şu sözüdür:
كَانَ أَبُو بُرْدَةَ الأَسْلَمِيُّ كَاهِناً
يَقْضِي بَيْنَ الْيَهُودِ، فَتَنَافَرُوا إِلَيْهِ أُنَاسٌ مِنْ أَسْلَمَ مِنَ الْيَهُودِ
فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا
بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ
“Ebu Burde el-Eslemî, Yahudiler arasındaki anlaşmazlıkları
çözen bir kâhindi. Yahudi iken Müslüman olan bazı kimseler onun yanına gelip anlaşmazlıklarını
çözmek istediklerinde Allah Teâlâ:
“Sana indirilene ve senden önce indirilene kesin olarak
iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak isterler;
hâlbuki mutlaka onu reddetmekle emrolunmuşlardı.” (Nisa 60) ayetini
indirdi.”[4]
Şayet; “Allah Teâla,
Müslümanlardan olan bu kimseleri kâhine muhakeme oldukları için münafıklıkla
nitelemiştir” denilirse, âyetin akışı, onların münafık olduklarını gösteriyor
ve münafıkların sıfatlarından birinden bahsediyor.
Ne ayette ne de
nüzul sebebinde, onlar hakkında nifak nitelemesinin sebebinin kâhine muhakeme
olmaları olduğuna delil yoktur. Her kim onlar gibi davranırsa, onlara benzemiş
olur. Münafıklara ait bir sıfatta onlara benzeyenin münafık olması gerekmez.
Bu kimseler,
tekfiri gerektiren bir istek içindeydiler. Burada taguta yani şeytanî
hükümlerde bulunan kâhine müracaatı istedikleri, arzu ettikleri, bundan razı
oldukları açıktır. Bütün bunlara rağmen bu kimselerin dinden çıkmış mürted
kafir oldukları değil, münafık oldukları ifade edilmektedir! Şüphesiz nifak
küfrü ile irtidat küfrü birbirinden farklı şeylerdir.
Burada ikinci
bir mesele şudur: Bir kimse hükmünden razı olmadığı ve itikad etmediği halde ve
ikrah bulunmadığı halde taguta muhakeme olmaya giderse, mücerret bu gidişi
zaten tagutun hükmünden razı olduğuna ve bu kimsenin nifak küfründe olduğuna
delalet etmez mi?
Cevap: Rıza
kalbin amelidir. Azanın ameli, kalpteki rızaya bir alamettir, ancak kesin
delili değildir. Bu sebeple bu kimsenin doğrudan münafık olduğuna hükmedilemez!
Bilakis azalarının amelinde münafıklara benzediği için günaha girdiği
söylenebilir.
Nitekim Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem Hudeybiye anlaşmasının şartlarından kalbi razı
olmadığı halde, azası bu anlaşmayı onaylamıştır. Bu konuda zikredilecek
örnekler çok olsa da bu yeterlidir. Çünkü bu meselede çok daha açık nas vardır:
Safiyye radıyallahu anha, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarından birinden rivayet ediyor: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
مَنْ أَتَى عَرَّافًا فَسَأَلَهُ
عَنْ شَيْءٍ، لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً
“Kim bir arrafa gider ve ona bir şey
sorarsa kırk gece namazı kabul edilmez.”[5]
Bu hadiste açıkça görülmektedir ki, tağutlardan olan bir arrafa giden
kimsenin kırk gece namazının kabul edilmeyeceği belirtilmiş ama onun küfrüne
hükmedilmemiştir! Haricîler ise mücerret olarak bu gidiş sebebiyle tekfir
ediyorlar!
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ أَتَى عَرَّافًا أَوْ
كَاهِنًا فَصَدَّقَهُ فِيمَا يَقُولُ، فَقَدْ كَفَرَ بِمَا أُنْزِلَ عَلَى مُحَمَّدٍ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Kim bir kâhine (gelecekteki gaybden
haber veren birine) veya arrâfa (geçmişteki gaybden haber veren birine) gider
de onun söylediklerini tasdik ederse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e
indirileni inkâr etmiş olur.”[6]
Bu rivayette de küfür hükmü, kâhin veya arrafın
yani tagutun hükmüne müracaat etmeye değil, tasdik etmeye bağlanmıştır!
Diğer bir
yanlış da, bugünkü mahkemelere hertürlü başvuruyu “taguta muhakeme” olarak algı
yanıltması yapmalarıdır. Çünkü başvurulan herhangi bir mercinin tagut olması
için bu merci’in şeytanla bir bağlantısı olması veya talep edilen şeyin Kitap
ve sünnete aykırı bir hüküm talebi içermesi gerekir.
Bir kimse Allah
ve rasulünün hükmünün uygulatılmaması amacıyla bir başvuruda bulunursa mesela
ülkesinde zina edenlere recm, kısas, hırsızın elinin kesilmesi gibi hükümler
uygulanan bir kimse bunun iptali için İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurursa, bu
kimsede nifak alameti var demektir, lakin yine de alametle kesin küfre
hükmedilemez.
Çünkü zahirinde
Allah’ın hükmüne itiraz gibi görünen bu davranışın arkasında başka maslahatlar
söz konusu olabilir. Misal vermek gerekirse ülkesindeki kadıları adaletsizliği
yol edinmiş ve İslamî had cezalarını suistimal eden kimseler olabilir, kısas
gerektirmeyen cinayetlerde kısasa hükmediyor, suçsuzları suçlu, suçluları
suçsuz gösterecek şekilde delilleri karartıyor olabilirler.
Yahut Hanefi
mezhebi gibi pekçok konuda Kitap ve Sünnete aykırı hükümde bulunan bir mezhebe
göre hükmediyor olabilirler. Bu durumda belki bu kimsenin güya şeriatla
yönetildiği zannedilen ülkesindeki mahkemelere başvurması, “taguta muhakeme” kavramına
daha yakındır.
Nitekim Osmanlı
Devleti zamanında durum böyleydi! Osmanlı kadıları Hanefi mezhebine göre, yani
çoğunlukla Kitap ve Sahih Sünnet’e aykırı hükümler veriyorlardı. Halk da “Şeriatın
kestiği parmak acımaz” fehvasınca, kadıların hükümlerini şeriatın hükmü olarak
benimsiyor ve razı oluyorlardı.
Osmanlı öncesinde
de kıyas ve re’yle hükmetmeyi esas alan mezhepler devletlerin kadâ sisteminde
hakim idiler. Hiçkimse de bu kadılara müracaatın taguta muhakeme olduğunu iddia
etmemiştir! Bu ancak bu asırdaki cahil Haricîlerin “Mahkemelere müracaat
taguta muhakemedir, bu da küfür” şeklindeki sloganik algı operasyonundan
ibarettir!
Şayet muhatap
olunan zulmü def etmek ancak bu mahkemelere başvurmakla mümkün oluyorsa, bunun
taguta muhakeme ile uzaktan yakından bir alakası yoktur! Çünkü zulmün def’i
şeytanî yani tagutî bir hüküm değil, Rahmanî bir hükümdür.
[1]
Hasen.
Taberi (4/558) İbn Ebi Hatim (5452)
[2]
Hasen. Said b. Mansur Tefsir (649)
Taberî (4/556, 7/135) İbnu'l-Munzir (1870, 1878) İbn Ebî Hâtim (5443, 5449)
Buhârî (muallak olarak 6/45) İbrahim el-Harbî Garibu’l-Hadis (3/1177)
[3]
Hasen. İbnu'l-Munzir (2004)
[4]
Muslim'in
şartına göre sahih.
Vahidi Esbabu’n-Nuzul (328) İbn Ebî Hâtim (5547) Taberânî (11/373) Taberânî
Musnedu’ş-Şamiyyin (1027) Ziya el-Muhtare (12/115) İbn Hacer el-İsabe (7/38)
[5]
Sahih.
Muslim (2230)
[6]
Buhârî ve
Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Batta el-İbane (2/728) Ahmed
(2/408, 429, 476, 5/380) Hâkim (1/50) İshak b. Rahuye Musned (503) Ebu Davud
(3904) Tirmizî (135) İbn Mâce (639) Dârimî (1176) İbn Ebi Şeybe (5/42)
İbnu’l-Carud (107) Ebu Ya’la (9/281) Hallal, es-Sunne (1398, 1400) Beyhaki
(7/198)