Eş’ârîler: İmam Ebu’l-Hasen el-Eş’arî rahimehullah’a nispet edilen fırkadır. İbn Kesir, ez-Zubeydî ve diğer bazı tarihçilerin anlattıklarına göre el-Eş’ârî üç merhale geçirmiştir:
Kırk sene kadar Mu’tezile merhalesinde kaldıktan sonra,
Abdullah b. Said b. Kullab’ın görüşlerine dönüş yapmış ve ondan etkilenmiştir.
Bu da ikinci merhalesidir.
Âlimler el-Eş’arî’nin İbn Kullab’ın görüşünden dönüp üçüncü
merhalede Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate tam olarak muvafakat edip etmediği kousunda
ihtilaf etmişlerdir.
Bir taife onun Ehl-i Sünnetin görüşüne döndüğü görüşündedir.
Hafız İbn Kesir ve muasırlardan Hafız el-Hakemî böyle demişlerdir. Bu konuda da
el-Eş’ârî’nin son kitabı olan el-İbane adlı eserini delil getirmişlerdir. Çünkü
orada el-Eş’arî şöyle der: “Benimsediğimiz görüş ve din edindiğimiz şey;
rabbimiz Azze ve Celle’nin kitabına, nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem’in sünnetine, sahabe, tabiin ve hadis imamları olan efendilerimizden
rivayet edilenlere sımsıkı sarılmaktır. Biz bütün bunları benimsemekle birlikte
Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel’in – Allah onun yüzünü aydınlatsın ve
derecesini yüceltsin – sözlerini de kabul ederiz. Zira muhalifler O’nun
sözlerine muhalefet etmişlerdir. Halbuki o faziletli imam ve kâmil önderdir ki,
Allah onun vesilesiyle hakkı açıklamış, sapıklığı def etmiş, menheci ortaya
koymuş, bid’atçilerin bid’atlerini, sapmış olanların sapmalarını, tereddüt ehlinin
şüphelerini gidermiştir. Allah’ın rahmeti o öncü imam ve yüce dostun üzerine
olsun.”[1]
El-Eş’arî’nin bu ifadeleri, İmam Ahmed’in temsil ettiği
Selef mezhebine dönüş yapmış olduğunu göstermektedir. Zira İmam Ahmed’in
görüşlerini benimsediğini, ona muhalefet edenlere muhalif olduğunu
açıklamıştır. İmam İbn Huzeyme rahimehullah’ın haber verdiğine göre, İmam Ahmed
b. Hanbel rahimehullah, Abdullah b. Said b. Kullab’a ve el-Haris gibi ashabına
karşı insanların en şiddetlisi idi.[2]
El-Haris el-Muhasibî’ye Kullabî olduğu için hecr uygulamıştı.
Diğer görüşe göre el-Eş’arî Kullabî mezhebinden tam olarak
dönmemiştir. Sadece birçok meselede Ehl-i Sünnet’e yakınlaşmıştır. İbn
Teymiyye, İbnu’l-Kayyım ve başkaları bu görüşü tercih etmişlerdir. El-Eş’arî, el-İbâne
kitabında Ehl-i Sünnet’in birçok görüşüne yakınlaşmış olsa da, kendisinde İbn
Kullab’ın mezhebinden kalıntılar kalmıştır.
İbn Teymiyye der ki: “el-Eş’arî, Mu’tezile’nin
öğrencilerinden olsa da sonra tevbe etmiştir. El-Cubbâî’nin öğrencisi idi.
Sonra İbn Kullab’ın yoluna meyletti. Basra’da Zekeriyya es-Sacî’den hadis
usulünü öğrendi. Sonra Bağdat’a geldiğinde Bağdat Hanbelî’lerinden diğer bazı
meseleleri öğrendi. Bu da ömrünün sonlarında oldu. Nitekim ashabı kitaplarında
bunu böyle zikrederler.”[3]
El-Eş’arî’nin bu son merhalesinde ona tabi olan kimse Ehl-i
Sünnet ve’l-Cemaat’e uyum gösterir. Önceki merhalelerinden olan Kullabiyye dönemine
uyan ise birçok akidesinde Ehl-i Sünnet’e muhalefet eder. Nitekim el-Eş’arî
bizzat kendisi el-İbane ve Makalatu’l-İslamiyyin adlı eserleri ile kendisine
nispet edilen el-Mûcez kitabı gibi başka eserlerinde Kullabiye’ye muhalefetini
açıklamıştır.
Sonraki Eş’arîlerin geneli Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’nin mezhebini
gözetmezler. Bilakis mezheplerine Cehmiyye ve Mu’tezile’nin hatta
felsefecilerin birçok esaslarını karıştırmışlardır. Birçok görüşlerinde el-Eş’arî’ye
muhalefet etmişlerdir. Allah’ın istivâ, uluv, nüzûl, el, göz, ayak, kelam gibi
sıfatlarını nefyederek bizzat el-Eş’arî’ye de muhalefet etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet lakabı iki manada kullanılıyordu:
Birincisi: Rafizî olmayanlara deniyordu. Bu itibarla Eş’arîler,
Maturidîler, hatta Mu’tezile dahi bu kapsama giriyordu.
İkincisi: Ehl-i Sünnet kelimesi, bid’atin zıttı olarak kullanılmıştır.
Bununla kastedilen has olarak Ehl-i Sünnet’tir. Bunun kapsamına ancak selefin
ve hadis ehlinin sahih akidesini gözetenler girer. Bu itibarla bu lakabın
kapsamına Eş’ariler ve kelamı, bid’at usulleri esas alan diğer fırkalar
girmezler. Çünkü onlar birçok esasta ve meselelerde Ehl-i Sünnet’e muhalefet
etmektedirler.
Sonraki Eş’arîler kader konusunda Cebrî, iman konusunda
Mürcie, sıfatlar konusunda Muattıla’dırlar. Yedi sıfattan başkasını ispat
etmezler. Çünkü iddialarına göre akıl yalnız bu yedi sıfatı kabule delalet
etmektedir. Allah’ın arş üzerine istivâsını, mahlûkatının üzerinde oluşunu
(uluv sıfatını) nefyederler ve derler ki: “Allah âlemin ne içindedir, ne dışındadır,
ne üzerindedir, ne de altındadır…” Bunun gibi birçok muhalefetleri vardır. Şu
halde onların Ehl-i Sünnet olarak adlandırılmaları mümkün değildir!
İbn Teymiyye dedi ki: “Ehl-i Sünnet kelimesi ile üç
halifenin halifeliğini kabul edenler kastedilirse bu kapsama Rafızîler
dışındaki bütün gruplar girerler. Bu kelime ile Ehl-i Hadis ve sırf sünnet kastedilirse
bu kapsama yalnızca Allah Teâlâ’nın sıfatlarını kabul edenler girer.”[4]
Eş’arî mezhebine ancak onların akidedeki menhecini
gözetenlerin nispet edilmesi doğru olur. Ama sadece bazı meselelerde Eş’ari’lere
muvafakat edenlere Eş’arî denilmesi doğru olmaz.
İbn Useymin, Hafız Nevevi ve Hafız İbn Hacer hakkında şöyle
demiştir: “Bu ikisinin ve benzerlerinin Eş’arî’liğe nispet edilmesi doğru
mudur? Deriz ki: Onlar Eş’arî değildirler. Çünkü Eş’arîlerin isim ve sıfatlar,
iman, ahiret ahvâli gibi konularda mustakil mezhebi vardır. Sefer el-Havalî
kardeşimizin onların mezhebini tanıtan kitabı güzeldir. Çünkü insanların çoğu
Eş’arilerin sadece isim ve sıfatlar konusunda Selef’e muhalif olduklarını
sanıyorlar! Lakin onların muhalefetleri çoktur. Birisi sıfatlar meselesinde Eş’arilere
benzer bir şey söylese hemen onun Eş’arî olduğunu söylemeyiz! Hanbelî’lerden
birisi Şafii’lerin bir görüşünü tercih etse onun Şafîî olduğunu mu
söyleyeceğiz?”[5]
Yine şöyle demiştir: “Bu zamanda bu iki adamın (Nevevi ve
İbn Hacer) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisleri konusunda İslam’daki
öncülüklerini tanımıyorlar! Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın onlara insanlar
katında, ilim talebeleri katında hatta ümmetin geneli katında eserlerinin
kabulünü nasip etmesi yeter! Şu an Riyazu’s-Salihin kitabı her mecliste
okunmaktadır. Her mescidde okunmaktadır. İnsanlar ondan büyük faydalar
görmektedir…”[6]
Muhammed Nasıruddin el-Elbânî rahimehullah şöyle demiştir: “Nevevî,
İbn Hacer ve benzerleri hakkında, onların bid’at ehli olduklarını söyleyen
zulmetmiş olur. Ben onların Eş’arîlerden olduğunu kabul ederim, lakin onlar
kitap ve sünnete muhalefeti kastetmemişlerdir. Ancak yanılgıya düşmüşler ve zan
yapmışlardır. Onlar ancak Eş’arî akidesine varis olmuşlar ve iki şey hususunda
zanda bulunmuşlardır:
Birincisi: İmam el-Eş’arî’nin bu görüşte olduğunu
zannetmişlerdir. Halbuki bu, el-Eş’ârî’nin önceki görüşleri olup kendisi bu
görüşlerden dönüş yapmıştır.
İkincisi: Bu görüşler doğru olmadığı halde onu doğru
zannetmişlerdir.”[7]
[1]
Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, el-İbane (s.20)
[2]
Bkz.; Siyeru A’lami’n-Nubela (14/380) İbn Teymiyye Der’u Tearuz (6/2)
[3]
İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (3/228) Bkz.: Şeyh Abdurrahman el-Mahmûd, Mevkifi
İbn Teymiyye Mine’l-Eşâ’ira (1/390)
[4]
Minhacu’s-Sunne (2/221) Bkz,: İbn Useymin Şerhu’l-Mumti (11/306)
[5]
İbn Useymin Şerhu’l-Erbaini’n-Neveviye (s.290)
[6]
Liqââtu’l-Bâbi’l-Meftûh, Liqâ no: 43
[7]
El-Elbani, Men Huve’l-Kafir ve Men Huve’l-Mubtedi adlı, 666 no’lu kaset.