Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Ocak 2013 Cumartesi

Sünnetle Amel Etmek Fitne Olur mu?/Mahir el-Kahtani

“İnsanların Yanında Yabancı Oldukları Sünnetleri Açığa Çıkarmayın” Sözü Hakkında
Şeyh Mahir b. Zafir el-Kahtani
Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Bismillahirrahmanirrahim. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu
Şeyhimiz Şeyh Vasiyullah Abbas – Allah onun ömrünü faydalı kılsın - benden “İnsanlara garip kalmış sünnetlerden açıkça işlenecek ve gizlenecek olanları” hakkında yazmamı talep etti. Zira ilme nispet edilen bazı kimselerin ayrıntıya girmeden mutlak olarak bunun caiz olmadığını söylediğini işitmiştir.
Allah’tan yardım isteyerek ve O’na tevekkül eden muhtaçlardan biri olarak derim ki: Ey sünnet ehli! Şunu iyi bil ki, bu mesele doğu ve batıda önemli din meselelerindendir. İnsanlara göre ıslahatçı alimlerden sayılan bazı kimseler, sünneti doğru olmayan veya bütün selefin fehminden sapmış görüşlerle anlamayı işaret etmektedirler. Dinde el-Emin olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve hidayet olunmuş sahabelerinin sünnetinden cahil bir şekilde, büyük bir söz ediyorlar! Bilmiyorlar mı ki, onların bu sözleri İslam’ı yıkmak ve müslümanları kayba uğratmaktır! Zira sünnet; öncekilerin ve sonrakilerin seyyidinden ve ıslahatçı sahabelerinden gelen, tevhidden başlayıp müslümanların yolundan eziyeti kaldırmaya kadar gelen her şeydir. Tevhid’in dışındaki konuları kastediyor olsalar dahi bu söz güzel değildir! Çünkü selefin yolu tabi olmaktır.
Sünnet, tevhidin duvarıdır. Sünnetle amel terk edilirse din ölür ve insanlar şaşırmış ve sapmış halde kalırlar. Diyorlar ki: “Birbirine ülfet eden, cemaat olmuş kimseler olmadıkça insanların çoğunluğunun amel etmedikleri terk edilmiş sünnetlerle amel etmeyin!” Bunun ne zamana kadar; hiçbir zaman mı, kıyamete kadar mı, yoksa belli bir zamana kadar mı olduğunu da açıklamazlar!
Onlar, Buhari’nin Aişe radıyallahu anha’dan rivayet ettiği şu hadisi delil getiriyorlar: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Aişe radıyallahu anha’ya dedi ki: “Kavmini görmüyor musun, Kabe’yi İbrahim’in kurduğu temelleri üzerine kurmadılar!” Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onu İbrahim (aleyhi's-selâm)’ın kurduğu temele döndürmeyecek misin?” Buyurdu ki: “Şayet kavmin küfürden yeni kurtulmuş olmasalardı elbette bunu yapardım.”
Onlar bilmezler mi ki, hiçkimse, alemlerin rabbinin kitabı, ilmiyle amel edenlerin seyyidi olan Muhammed b. Abdillah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünneti ve sahabeden – ki onların başında raşid halifeler gelir - gelenleri gücü yettiği kadarıyla bir araya getirmedikçe, ilimden bir bab ile fakih olmaz! Şayet ancak görüşü edindikten sonra delil getirdikleri bu hadisi iyi düşünselerdi, nasıl bir cehaletin içine düşmüş olduklarını anlayacaklardı. Emin Rasul sallallahu aleyhi ve sellem, Kabenin İbrahim aleyhi's-selâm’ın kurduğu temeller üzerine dikilmesi sünnetini kıyamet gününe kadar gizlemeyi emretmemiştir! Bilakis, insanların dinin hakikatlerini doğru bir şekilde anlamalarına kadar ertelemeyi dilemiştir. Ta ki bunu işittiklerinde, bu işten geri kalarak inkarcı olmasınlar! Bu sünnetin gizlenmesinin illeti, bunu bilmeyen müslümanlar tarafından; Allah ve alemlerin rabbinin rasulünün yalanlanması gibi bir bozgunculuk çıkarma sebebi olmamasıdır.
Bu yüzden insanların din meselelerini öğrenip bu illet ortadan kalkınca, ıslahatçı alim sahabelerden biri olan İbn Zubeyr radıyallahu anh Kabe’yi İbrahim aleyhi's-selâm’ın kurduğu temeller üzerine bina etti.
Raşid halifelerden biri olan Ali radıyallahu anh’ın: “İnsanlara anlayabilecekleri şeyleri söyleyin. Allah’ın ve rasulünün yalanlanmasını ister misiniz” sözü de böyledir. Yahut dinde bir fitne ve iyiliğe ağır basacak bir kötülüğe sebep olacaksa, bu her zaman için değil, belli bir zamana kadar gizlenebilir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın şu sözü de böyledir: “Bir topluluğa akledemedikleri şeyleri söylemek mutlaka onlar için bir fitne olur.”
İmam Malik rahimehullah, alemlerin rabbini, insanlara benzetme hatasına düşmeyecekleri bir seviyeye gelinceye kadar Rab Azze ve Celle’nin “Sak; baldır” gibi bazı sıfatlarını cahillerin önünde anlatmaktan ve böylece dinde fitneye sebep olmaktan sakındırırdı. O halde alimin görevi, insanların anlayış kapasitelerini gözeterek öğretmektir ki, böylece sünneti ilmiyle amil olan selefin fehmiyle akledebilsinler. İşte o zaman onlara bu sünnetleri anlatır ve böylece rabbani alimlerden olur.
Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz radıyallahu anh’e, insanların işittikleri takdirde buna güvenerek amel etmeyi terk edebilecekleri bir sünneti gizlemesini emretmiştir. Bu da “Kim la ilahe illallah derse cennete girer” hadisidir. Bu söz, azab görenlerin Allah razı olduktan sonra cehennemden çıkarılmalarını kapsayacak mutlaklıkta değildir. O da bunu her zaman için gizlememiştir. Bilakis insanlar dini anladıkları zaman durumu açıklamış, rasullerin seyyidinin ilmini gizleyerek günahkar olmamak için bu hadisi söylemiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, insanların dinde fitneye düşmemeleri ve azaba uğrayan kimselerden olmamaları için bu bilgiyi yalnız Muaz radıyallahu anh’e vermişti.
Böylece anlaşılmıştır ki, sünnetin açıklanması halinde bir kötülük takdir edilen şey, her zaman için değil! bu kötülüğün ortadan kalkmasına kadar gizlenir. Sünnetin ıslahatçı hadis ehli alimlerinin hassas terazileri vardır. İmam Ahmed şöyle demiştir: “İlimde konuşanların en güzeli hadis ehlidir.” Ben de derim ki: “Onların terazileri vardır, bırak cahillerin sözlerini, dinde fıkhetmeye yönel, nebilerin ve rasullerin mirasını elde edebilmek için rabbanî alimlerden al, böylece alemlerin rabbinin cennetinin yolunu tutarsın. Ebedi olarak orada nimetlenenlerin en üstünlerinden olursun. Muslim’in Sahih’inde Huzeyfe b. el-Yeman radıyallahu anh’den rivayet ettiği şu hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ne doğru söylemiş!:
“Dedim ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bizler şer içinde idik, Allah bize hayrı getirdi ve biz de onun içindeyiz. Bu hayrın ardında bir şer olacak mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Evet” Ben: “O şerden sonra bir hayır olacak mı?” dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Evet” buyurdu. Ben: “Peki o hayırdan sonra bir şer olacak mı?” dedim. “Evet” buyurdu. Ben: “Nasıl olacak” dedim. Buyurdu ki: “Benden sonra benim hidayetime tabi olmayan ve sünnetime uymayan önderler olacak. Aralarında kalpleri şeytan kalbi olan, insan cisminde kimseler hükümran olacak” Ben: “Onlara yetişirsem ne yapayım ey Allah’ın rasulü?” dedim. Buyurdu ki: “Dinle ve yöneticiye itaat et. Sırtına vurup malını alsa bile dinle ve itaat et.
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Size sünnetime uymak düşer” buyurmuştur. Bu hadis sünneti yaymayı vacip kılmaktadır. Vacibin ancak kendisiyle tamamlandığı şey de vaciptir. Buhari şöyle demiştir: “Müslümanların en faziletlisi insanlar arasında öldürülmüş bir sünnete davet eden kimsedir. Sebat edin ey Sünnet ehli! Şüphesiz sizler azınlıksınız.” Şayet biz “Yabancı kalınan sünnetleri ortaya çıkarmayın” sözünü insanlar arasında zahiren söylersek, bunun arkasındaki sevab da iptal edilmiş olur. Muslim, Sahih’inde Ebu Hureyre radıyallahu anh’den merfu olarak rivayet ediyor: “İslam garip olarak başladı, tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun!” Bir rivayette: “Onlara isyan edenler, itaat edenlerden fazladır” şeklinde geçer.
Derim ki, insanları davette hikmeti gözetmek adına, garip kalmış sahih sünnetleri ortaya çıkarmayanlar, onlara güzel görünmek için sadece insanların bildikleri kadar sünnetle amel etmelerinden dolayı gariplerden olabilirler mi?
Ebu Abdillah Mahir b. Zafir el-Kahtani.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)