Allah Azze ve Celle şöyle Bakara suresinde şöyle buyurmuştur:
أَلَمْ تَرَ إِلَى الْمَلَإِ مِنْ بَنِي
إِسْرَائِيلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى إِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا
مَلِكًا نُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ كُتِبَ
عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ أَلَّا تُقَاتِلُوا قَالُوا وَمَا لَنَا أَلَّا نُقَاتِلَ
فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَدْ أُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَأَبْنَائِنَا فَلَمَّا
كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ وَاللَّهُ
عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ
246) Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin
mi? Hani onlar nebilerine: “Bize bir melik tayin et de Allah yolunda
savaşalım!" demişlerdi. "Ya savaş size yazılır da savaşmazsanız?” demişti.
Onlar: “Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Ayrıca yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan
uzaklaştırıldık" demişlerdi. Savaş onlara yazıldığında ise -onlardan pek
azı müstesna- yüz çevirdiler. Şüphesiz Allah, zalimleri çok iyi bilendir.
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ
قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ
عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ
الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي
الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ
عَلِيمٌ
247) Nebileri de onlara: "Şüphesiz ki Allah size melik
olarak Talut'u göndermiştir" dedi. "Bizim üzerimize mülk nasıl onun
olur ki biz mülke ondan daha layığız ve ona mal genişliği de verilmemiştir"
dediler. Dedi ki: "Muhakkak ki Allah onu sizin üzerinize seçti de onun
ilimce ve vücutça gücünü artırdı.” Allah mülkünü dilediği kimseye verir,
şüphesiz Allah Vasi'dir, Alîm’dir.
Tefsirinde Gelen Rivayetler
Rebî
b. Enes şöyle dedi: “Allah daha iyi bilendir ama bize burada anlatılan şudur:
“Musa aleyhi's-selâm vefat edince İsrailoğullarına Yuşâ b. Nun halife oldu.
Yuşa b. Nun Allah’ın kitabı Tevrat’a ve Musa aleyhi's-selâm’ın sünnetine göre
hükmetti.
Sonra
Yuşa b. Nun vefat edince başka biri halife oldu. O da Allah’ın kitabı ve Musa
aleyhi's-selâm’ın sünnetine göre hükmetti.
Ondan
sonra başkası halife oldu, o da aynı şekilde hükmetti.
Sonra
yine başkası halife oldu, onun bazı emirlerini tutup, bazılarını da
reddettiler.
Sonra
yine başkası halife oldu, onun da çoğu emirlerini reddettiler.
Sonra
yine başkası halife oldu, onun da bütün emirlerini reddettiler.
Sonra
İsrailoğulları mallarında ve canlarında gördükleri eziyetten dolayı
peygamberlerinden bir peygambere gidip:
“Savaşmak
için bize rabbinden izin iste” dediler. O peygamber onlara:
“Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde savaşmayacak
olursanız?” demişti. Onlar:
“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan
uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?” diye cevap vermişlerdi.
Bunun üzerine Allah onlara Talut’u hükümdar olarak gönderdi.
İsrailoğullarının iki kolu vardı. Bir kol
peygamberlik, diğeri de hükümdarlık üzereydi. Hâlbuki Talut ne peygamberlik, ne
de hükümdarlık kolundan idi. Onlara hükümdar olarak seçilince onu kabul
etmediler ve:
“Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde,
kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl
hükümdar olur?” dediler. Peygamberleri de onlara:
“…Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça
gücünü artırdı. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah Vasî’dir, Alîm’dir”
dedi.”[1]
Vehb
b. Münebbih dedi ki: “Musa aleyhi's-selâm'dan sonra İsrâiloğulları bir süre
doğru yolda kaldılar. Sonra birtakım yeni şeyler icâd ettiler ve bazıları
putlara taptı. Bu yaptıklarına gelinceye kadar aralarında kendilerine iyiliği
emredip kötülükten alıkoyan peygamberler vardı. Bundan sonra Allah
düşmanlarını üzerlerine musallat etti de birçokları öldürüldü, birçokları esir
alındı ve düşmanları kendilerinden birçok memleketi aldılar. Onlarla kim
savaştıysa kendilerine gâlib geldi. Eski zamanlardan Musa aleyhi's-selâm'a
gelinceye kadar nesilden nesile mîrâs kalan Tâbut ve Tevrat ellerindeydi.
Onlar
bu şekilde sapıklıkta devam edegeldiler ve nihayet bir harbte krallardan birisi
kendilerinden Tâbût'u ve ellerinden Tevrat'ı alıverdi. İçlerinden
Tevrat'ı muhafaza eden çok az kişi kaldı ve soylarından peygamberlik kesildi.
İçlerinden peygamberler çıkan Lavî kabilesinden kocası öldürülmüş hâmile bir
tek kadın kalmıştı. Onu da alıp bir evde hapsettiler. Allah'ın ona peygamber
olacak bir çocuk vereceği ümidiyle onu muhafaza ediyorlardı. Kadın; kendisine
bir erkek çocuk vermesi için Allah'a devamlı duâ ediyordu. Allah; kadının
duasına icabet buyurarak kendisine bir erkek çocuk bahşetti. O da çocuğuna: “Allah
duamı kabul buyurdu” anlamında olmak üzere “Şemuyel” adını verdi. Bazıları yine
aynı anlamda olmak üzere çocuğa “Şem'ûn” diyorlardı.
Çocuk
içlerinde büyüyüp yetişti ve iyi bir çocuk oldu. Çocuk peygamberlik yaşına
gelince, Allah kendisine vahyederek insanları Allah'ın birliğine da'veti
emretti. O da İsrâiloğullarını çağırdı. İsrâiloğulları kendisinden, birlikte
düşmanlarıyla savaşacak bir kral belirlemesini istediler. O sıralarda
aralarında bir de kral zuhur etmişti. Peygamber onlara dedi ki:
“Allah
size bir kral tayin eder de onunla birlikte savaşma sözüne uymaz iseniz ne
olacak?” Onlar dediler ki:
“Biz Allah yolunda neden savaşmayalım? Hem yurtlarımızdan çıkarıldık, hem de oğullarımızdan ayrıldık”…”[2]
Allah Azze ve Celle Şöyle buyurdu:
وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ
مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ
وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
248) Ayrıca nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki onun
mülkünün alameti size tabutun gelmesidir ki onda Rabbinizden bir sekinet ve
Musa ile Harun ailesinin bıraktıklarından kalıntılar vardır. Onu melekler
taşır. Eğer mümin kimselerseniz, şüphesiz ki bunda sizin için elbette bir ayet
vardır.”
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ
قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي
وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ
فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ
آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالَ
الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ
غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
249) Talut ordularla ayrıldığında dedi ki: "Şüphesiz Allah
sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir; kim de
-eliyle bir avuç aldığı dışında- onu tatmazsa şüphesiz o bendendir."
-İçlerinden pek azı müstesna- ondan içtiler. Nihayet o ve beraberindeki iman
edenler onu geçince dediler ki: "Bugün Calut ve ordularına karşı gücümüz
yoktur." Allah'a kavuşacaklarına kesin olarak inananlar ise: "Nice az
olan topluluk Allah’ın izniyle çok olan topluluğu yenmiştir; çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir!” dediler.
Tefsirinde Gelenler
Katade dedi ki: “Allah halkını, kendisine itaat edenle
isyan edenin bilinmesi için dilediğiyle imtihan eder.”[3]
Katade dedi ki: “Kâfirler o sudan içiyor, ama
susuzlukları gitmiyordu. Müslümanlar ise avuçlayarak içtikleri için
susuzlukları gidiyordu.”[4]
Bera radıyallahu anh’den: “Biz Muhammed sallallâhu
aleyhi ve sellem’in ashabı, Bedir savaşına katılanların sayısının, Talut’la
ırmağı geçenlerin sayısı kadar olduğunu konuşurduk. Onunla beraber ancak mü’min
olan üç yüz on küsür kadar kişi ırmağı geçmişti.”[5]
Suddî dedi ki: “Ayette geçen: “Allaha kavuşacaklarını
zannedenler” kavlinin manası; buna kesin olarak inananlar demektir.”[6]
وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ
قَالُوا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا
عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
250) Calut ve ordusuyla karşılaştıklarında: "Rabbimiz,
üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler topluluğuna karşı
bize yardım et!" dediler.
Suddî dedi ki: “Sandık ve içindekiler Talut’un evine
geçince Şem’un’un nübüvvetine iman ettiler ve hükümdarlığı Talut’a teslim
ettiler. O’nunla beraber çıktıklarında seksen bin kişi idiler. Calut insanların
en irisi ve güçlüsü idi. Çıkıp ordunun önünde gider ve ashabı yanında
toplandığında karşılaştığı herkesi mağlup ederdi. Çıktıkları zaman Talut onlara
dedi ki:
“Muhakkak ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir.
Ondan içen benden değildir. Tatmayan ise bendendir.” Calut’un korkusundan
dolayı ondan içtiler. Onlardan dört bin kişi nehri geçti, yetmiş altı bin kişi
geri döndü. Nehirden içenler susuzluğa yakalandı. Sadece avuçlayarak içenlerin
ise susuzlukları gitti.”[7]
فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللَّهِ وَقَتَلَ
دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا
يَشَاءُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ
الْأَرْضُ وَلَكِنَّ اللَّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ
251) Nihayet Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud
da Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi. Ayrıca ona dilediği
şeyleri öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla savması
olmasaydı yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah âlemlere karşı lütuf sahibidir.
Vehb
b. Munebbih’ten: “Talut, Calut ile karşılaşınca Calut: “Benimle teke tek
savaşacak kişiyi gönder. Eğer beni öldürürse malım sizindir. Ancak ben onu
öldürürsem sizin malınız benim olur” dedi. Davud aleyhi's-selâm, Talut’un
yanına getirilince, Talut ona Calut’u öldürmesi halinde kızını kendisine verip
malının tasarrufunu kendisine bırakacağını söyledi ve ona silah vermek istedi.
Davud aleyhi's-selâm bu silahla savaşmayı istemeyip:
“Eğer
Allah Teâlâ ona karşı bana yardım etmezse bu silahın bana faydası olmaz” dedi.
Sonra sapanı ve torbasıyla Calut’un karşısına çıktı. Calut:
“Benimle
savaşacak sen misin?” dedi. Davud aleyhi's-selâm:
“Evet”
dedi. Calut:
“Vay
haline! Bir köpeğin karşısına çıkar gibi sapan ve taşla mı geldin? Senin
etlerini parçalayıp bugün kuşlara ve aslanlara yedireceğim” dedi. Davud
aleyhi's-selâm:
“Sen
Allah’ın düşmanısın ve köpeklerden de hakirsin” dedi. Sonra taş alıp sapanıyla
onu iki gözünün arasından vurdu. Taş onun beynine ulaştı. Calut feryad edince
beraberinde olanlar da kaçtılar. Davud aleyhi's-selâm da onun başını kesti.”[8]
Suddî
dedi ki: “Talut öldürüldükten sonra Davud aleyhi's-selâm hükümdar oldu. Allah
onu bir nebî kıldı. Bu yüzden: “Allah ona mülk ve hikmeti verdi”
buyruldu. Hikmet; nübüvvettir. Nübüvvet Şem’un’da, mülk Talut’ta idi.”[9]
Mucahid
dedi ki: “Eğer Allah Teâlâ iyiler sebebiyle günahkârlardan, geriye kalan başka
şeylerle, başka kişiler sebebiyle de başka kimselerden belayı def etmeseydi,
insanların helak olmasıyla yeryüzü bozulurdu.”[10]
Muaviye
radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لاَ يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ
قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ، لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ، وَلاَ مَنْ
خَالَفَهُمْ، حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِكَ
“Her
zaman ümmetimden Allah’ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur. Onlara
ihanet eden ve muhalefet edenler de herhangi bir zarar veremezler. Allah’ın
emri gelene kadar da diğer tüm insanlardan üstün kalırlar.”[11]
Ebu
İnebe el-Havlanî radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
لَا يَزَالُ اللَّهُ يَغْرِسُ فِي هَذَا
الدِّينِ غَرْسًا يَسْتَعْمِلُهُمْ فِي طَاعَتِهِ
“Şüphesiz
ki Allah Teâlâ her zaman emirlerini ikame edecek birilerini yaratır ve
böylelerini hiç eksik etmez.”[12]
[1] Hasen. Taberi (4/44, 452)
[2] Hasen ligayrihi.
Taberi (4/437, 440, 448, 449) Taberi Tarihi (1459, 464)
[3] Sahih. Taberi (5709)
[4] Sahih. Abdurrazzak Tefsir (1/101)
[5] Sahih. Buhârî (3958, 3959) Taberi (4/490)
İbn Ebi Hatim (2513) Beyhaki (3/36)
[6] Hasen. Taberi (5739) İbn Ebi Hatim (2518)
[7] Hasen. Taberî (5720)
[8] Sahih. Abdurrazzak Tefsir (1/103)
Taberi (4/498) İbn Ebi Hatim (2526)
[9] Hasen. Taberi (5748)
[10] Sahih. Taberi (4/515)
[11] Sahih. Buhârî (3641, 7312) Muslim
(1037)
[12] Hasen. İbn Mace (8) Hâkim (1/381)