Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

1 Nisan 2021 Perşembe

Dünyanın Düz Olduğuna İman Tevhidin Gereğidir -2-

 

“Yukevviru” Kelimesi Hakkındaki Şüphe

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ

“Gökleri ve yeri hak ile yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örter, gündüzü de gecenin üzerine örter. Güneşi ve ayı emre âmâde kılmıştır. Her ikisi de belli bir süreyi doldurmak için akıp gitmektedir. Bilesiniz ki Allah, daima galiptir; çok bağışlayıcıdır.” (Zümer 5)

Bazıları bu ayette gecenin gündüze dolanmasını dünyanın küre şeklinde olduğuna delil getirmeye çalışmışlardır. Bu haktan en uzak sözlerden biridir. Zira ayette gece ile gündüzün dünyaya dolandığı değil, gecenin gündüze dolandığı zikredilmektedir. Gündüz ile gece ise, dünyadan ayrı, yaratılmış birer varlıktır.

Düz dünyanın semaı kubbe şeklinde olduğundan, gece ve gündüzün bu sema üzerine dolanması “yukevviru” kelimesiyle ifade edilmiştir. Önce dünyanın döndüğüne kendilerini inandıranlar, sonra dünyanın küre şeklinde olduğunu ispatlamak için gece ile gündüzün dünyanın dönmesiyle oluştuğunu iddia ettiler. Bütün bunlar naslara dayanan açıklamalar değil, felsefi kuruntulara dayanan görüşlerdir. Nitekim İbn Hazm, İbn Teymiyye, el-Elbani, İbn Useymin ve benzerleri bu ayete dayanarak dünyanın küre olduğunu söylemişlerdir.

Bu kimseler ayetin tefsiri hakkında cahil kimselerdir. Selef imamlarının görüşlerinde ve tefsir âlimlerinin sözlerinde işaretle dahi olsa böyle bir açıklama yoktur. İbn Hazm’ın bu ayet hakkında: “Bu dünyanın yuvarlatıldığına dair bir nastır” sözü hayret vericidir!

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ

Güneş dürüldüğünde” (Tekvir 1)

Güneşin küre şeklinde olduğu malumdur. Bununla birlikte kıyametin kopma zamanı, güneşin ışığının giderilmesi anlatılırken güneş hakkında “kuvvirat” denilmiştir.

Abdullah ed-Danac dedi ki: “Mescidde Ebu Seleme’yi gördüm. El-Hasen onun yanına geldi. Ebu Seleme bize hadis rivayet etmeye başladı. Ebu Seleme dedi ki:

“Ebu Hureyre radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi:

الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ ثَوْرَانِ مُكَوَّرَانِ فِي النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Güneş ve ay kıyamet gününde cehennemde yuvarlanmış iki öküzdürler.” El-Hasen dedi ki: “O ikisinin suçu nedir?” Ebu Seleme dedi ki:

“Ben sana ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisini söylüyorum.” Bunun üzerine el-Hasen sustu.”[1]

Zumer suresi 5. Ayetinde geçen “yukevviru” kavli de “girdirmek” anlamındadır.

İbn Abbas radiyallahu anhuma Zümer suresi 5. ayetin tefsirinde:

يَحْمِلُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ

“Geceyi gündüz üzerine yükler”[2] demiştir.

Mucahid rahimehullah:

يدهور الليل على النهار ويدهور النهار على الليل

“Geceyi gündüzün ardından, gündüzü de gecenin ardından getirir” demiştir.[3]

Es-Suddî rahimehullah:

يَجِيءُ بِالنَّهَارِ وَيَذْهَبُ بِاللَّيْلِ، وَيَجِيءُ بِاللَّيْلِ، وَيَذْهَبُ بِالنَّهَارِ

“Gündüzü getirip geceyi götürür, geceyi getirip gündüzü götürür” demiştir.[4]

Katade b. Diame rahimehullah:

هُوَ غشيان أَحدهمَا على الآخر

“Bu, birinin diğerini kaplaması demektir” demiştir.[5] İbn Zeyd rahimehullah dedi ki:

حِينَ يَذْهَبُ بِاللَّيْلِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَيْهِ، وَيَذْهَبُ بِالنَّهَارِ وَيُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَيْهِ

“Geceyi götürür ve gündüzü onun üzerine dolar, gündüzü götürür ve geceyi onun üzerine dolar.”[6]

Ed-Dahhak rahimehullah dedi ki:

يُلْقِي هَذَا عَلَى هَذَا وَهَذَا عَلَى هَذَا. وَهَذَا عَلَى مَعْنَى التَّكْوِيرِ فِي اللُّغَةِ وَهُوَ طَرْحُ الشَّيْءِ بَعْضُهُ عَلَى بَعْضٍ

“Bunu onun üzerine, şunu da bunun üzerine atar.”[7] Kurtubi bunun ardından şöyle der: “Lügatte tekvîr; bir şeyin bir kısmını diğer kısmı üzerine atmak demektir.”

Ebu Ubeyde (v.200 h.), Mukatil b. Süleyman (v.150 h.) , Taberî (v.310 h.), El-Vahidî (v.468 h.) , Sem’ânî (v.489 h.), İbn Ebi Zemeneyn, Maverdî (v.450 h.), Begavî, İbn Atiyye, İbnu’l-Cevzî (v.592 h.) , Kurtubî gibi sonraki müfessirler de bu minval üzere tefsir etmişlerdir.

Dünyanın küre şeklinde olduğuna bu ayeti (Zümer suresi 5. Ayetini) delil getirenlerin bu iddiaları çürümüştür. Seleften hiç kimse bu ayetten böyle bir görüş çıkarmamıştır. Allah Teâlâ:

Bundan sonra yeri yaydı” (Naziat 30),

Yerin nasıl düzlendiğine bakmazlar mı?” (Gaşiye 20) buyurmuştur.

Bu iki ayet yeryüzünün yayılmış ve düz olduğunun, küre şeklinde olmadığının en açık delillerindendir. Lügat ve tefsir âlimleri bu hususta icma etmişlerdir. Nitekim sahabe, tabiin, müçtehit imamlar, dil uzmanları ve müfessirlerden ilgili nakilleri bu kitabımda kaynaklarıyla aktardım.

Dağların Yürümesi Şüphesi

Dünyanın hareketli olduğuna şu ayeti delil getirenler olmuştur:

{وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ}

Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88)

Ayet bu kadar açıkken onu çarpık yorumlayanın sözleri, onun bilgisizliğini, Allah’ın kitabı hakkındaki basiretsizliğini gerçekler hakkındaki cehaletini ortaya koyan saptırıcı bir kuşkulandırmadan ibarettir. Esasen Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’yi kıyamet gününü anlatmak için irad buyurmuştur. Bu ise ondan önceki ayetten anlaşılmaktadır. Çünkü bundan önceki ayet de şöyledir:

وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ دَاخِرِينَ

Sûr'a üfürüldüğü gün, -Allah'ın diledikleri müstesna- göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Herkes küçülmüş olarak O'na gelirler.” (Neml 87)  Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ

Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88) Önceki ayetlerden ve bu ayetlerin akışından da anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ bununla sura üfleneceği günü işaret buyurmaktadır. Şu ayette olduğu gibi:

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا

“Dağları yürüteceğimiz gün yeri çırılçıplak olarak göreceksin. Onların tümünü bir araya toplayacağız da birini bile atlamayacağız.” (Kehf 47)

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبِّي نَسْفًا

“Dağlar hakkında sana soru yönelteceklerdir; de ki: Rabbim onları savurup darmadağın edecektir.” (Taha 105)

يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا * وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا * وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

Sura üfleneceği gün bölük bölük geleceksiniz; sema açılacak kapılar oluşacaktır; dağlar yürütülecek, serap olacaktır.” (Nebe 18-20) bu anlamda ayetler çoktur.

Dağların, sabit olarak yerleştirildiği ayetlerde belirtilmiştir. Kıyamet gününde ise bulut gibi olurlar. Nitekim Karia suresinde şöyle buyrulur:

وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ

Dağlar ise, atılmış renkli yüne dönerler.” (Karia 5)

Yine Nebe suresinde şöyle buyrulur:

وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا

Dağlar yürütülür, seraba dönüşür.” (Nebe 20)

Bu münasebetle, bilgimiz olmadan Allah adına bir şey söylemekten Ona sığınırız. Kabullenenleri alçaltan ve onları insanlık mertebesinden hayvanlık derekesine indiren kör taklitten de Allah’a sığınırız. Allah Teâlâ “Yeri görür onu durgun sanırsın” dememiştir, bilakis “Dağları görürsün” demiştir.

Şu halde Müslüman kişi âyeti, ifade etmediği bir anlama dayanarak nasıl kanıt gösterebilir? Bu ayetle, amaçlananı açıkça kanıtlayan ayetleri, nasıl bir kenara atabilir! Çünkü tefsir âlimleri arasında öteden beri uyulan temel kural şudur: ayetler birbirini açıkladığı sürece buna uymak kesinlikle gereklidir. Bundan sapıp başka kurallara dayanmak doğru değildir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ، أَوْ بِمَا لَا يَعْلَمُ، فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ

Kim Kur’ân hakkında re’yi (şahsî görüşü) ile veya bilmeden konuşursa cehennemde oturacağı yere hazırlansın.”[8]

Ebû Bekr radıyallahu anh şöyle demiştir:

أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي، وَأَيُّ أَرْضٍ تُقِلُّنِي، إِذَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللهِ بِرَأْيٍ

‘Allah’ın Kitâbı(’ndaki bir ayet) hakkında görüşümle bir şey söylersem, hangi yer beni barındırır, hangi gök beni gölgelendirir.’[9]

Şeyh Muhammed el-Humeyd şöyle der: “Bazı küstah insanlar Allah’a karşı başkaldırmış, diyorlar ki: Neml suresi 88. ayeti dünyanın döndüğüne ve hareket ettiğine delalet etmektedir.” Hâlbuki bu istidlal yanlıştır ve makbul bir tefsir değildir. İşte sana gerçek açıklaması:

“Dünyanın döndüğüne ilişkin olarak bu ayet-i kerimeleri kanıt gösterebilmek, onlardaki siyak ve sibakın, kanıtlayıcının anlamadığı biçimde olmamasına bağlıdır. Bununla birlikte, onunla çatışan bir nass da bulunmamalıdır. Her iki nokta da burada mevcuttur. O zaman istidlal yolu doğru değildir; görüş de isabetli değildir.

Birinci noktaya gelince sibak ki sözün başlangıcıdır ve siyak ki o da sözün sonudur; ikisi de dağların aynen bulutlar gibi yürüdüğünü ifade etmektedirler; ancak bu kıyamet gününde olacaktır. Çünkü ayet o günü nitelemektedir… Açıkça görüldüğü üzere bu ayetler kıyamette olacaklardır, dünyada değil. Ayrıca nice ayetler vardır ki başlangıç ve sonlarından anlaşıldığı gibi Allah’ın, kıyamette ancak dağların yürüyeceğini, -yüce kitabının birçok yerinde- zikrettiğine ilişkin anlam vermektedir. Bunları başka türlü anlamak imkânsızdır… Bu beyanla anlaşılmaktadır ki, dünyanın hareket ettiğini ayetlerle kanıtlamak batıldır.

İkinci noktaya gelince o da, itiraz eden bir nassın bulunmamasıdır. Oysa biz bu düşünceye sırf şerî bir meseledir diye baktığımızda, Kur’an naslarının onu engelleyici hükümlerinden başka bir sonuca varamayız. Şöyle ki: Kur’an, yeryüzünün sabit olduğunu ifade etmektedir. Allah Teâlâ’nın bu konuda şu sözünden daha açık bir şey bulunmamaktadır:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Yeryüzünde insanları sarsmaması için üzerinde sabit dağlar, dosdoğru gidebilsinler diye dağlar arasında geniş yollar yarattık.” (Enbiya 31)

وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ

 Yeryüzüne ravâsîler koyduk ki onları sarsmasın” (Lokman 10). Bu ayette geçen “Meyd” kelimesi, hareketlenmek, sallanmak demektir. Arapça dil kuralları da bunu teyit etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا

“Yeryüzünü bir düzlük, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (Nebe 6-7)

Bu ayetler, Allah Teâlâ’nın, yeryüzünü –hareket etmesin ve sallanmasın diye- dağlarla tespit ettiğini açıkça kanıtlamaktadır.

Tıpkı geminin dengesini korumak için ona ağır şeyler yüklemek gibi - yeryüzünün de sallanmasın diye - dağlarla tespit edilmiş olması onun dönmesine engel değildir” sözü, soğuk bir zorlamadır ve İslâmî zevke uymamaktadır. Kur’an’a özgü belagat da bunu kabul etmemektedir. Çünkü bu, yorumlama ile bir çıkmaz sokağa girilmekte ve nassı, gereksiz yere, akla gelenin dışına çekmektedir. Bu ise hakikatte sıhhatli temellere dayanan bir yorum değil, oyun oynamaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dünyanın durgun olduğunu kesin biçimde ifade ettiği gibi Güneş’in ve Ay’ın da hareket halinde olduklarını ve onun etrafında döndüklerini kesin şekilde ifade etmektedir. Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:

وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan Odur; bunların her biri bir yörüngede yüzer.” (Enbiya 33)

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ  وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

“Güneş, kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, daima galip olan ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. Aya da, eski hurma salkımının eğri dalı haline gelinceye kadar konaklar tayin etmişizdir. Ne güneşin aya yetişip onunla birleşmesi mümkündür, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Hepsi de bir yörüngede yüzerler.” (Yasin 38-40)

Burada güneş için bir cereyan tespit edilmiştir. Bu, intikalî bir harekettir. Onun değirmen gibi hareketine gelince (yani onun eksen etrafındaki dönüşüne gelince), buna Arap dilinde cereyan değil, deveran denir. Hâlbuki Kur’an’ın nassı bunu cereyan diye ifade etmektedir. Özetle: Bu bölümde zikrettiklerimizin toplamından şöyle bir sonuç meydana çıkmaktadır: Bilimsel delil, dünyanın hareket ettiğini desteklememektedir. Bilakis onun durgun olduğunu, hareketin ise güneşe ve aya ait bulunduğunu belirlemektedir...”[10]

Güneş, Ay ve Gezegenler Küre İse Dünyanın da Küre Olması Gerekir mi?

İbn Teymiyye ve bu yorumunda onu izleyenler şu ayeti delil getirerek dünyanın küre şeklinde olduğunu iddia ediyorlar:

مَا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِنْ تَفَاوُتٍ

Rahman’ın yaratmasında hiç bir düzensizlik göremezsin.” (Mülk 3)

İddialarında şöyle diyorlar: “Allah Azze ve Celle semada gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve gezegenleri küre şeklinde yaratmıştır. Rahman’ın yarattıklarında tefavüt/düzensizlik, farklılık olmaması, dünyanın da küre şeklinde olmasını gerektirir.”

Bu görüldüğü gibi bozuk bir iddiadır. Daha önce açıkladığım gibi dünya semadaki gezegenlerden biri değil, semanın karşılığı olarak kâinatın zeminidir. Bu açıdan gezegenlerle kıyaslanması batıldır. Allah Azze ve Celle, görebildiğimiz mahlûkatta bir düzensizlik/farklılık olmadığını belirtmektedir. Dünyanın şeklini ise görmemiz mümkün değildir. Çünkü sema korunmuş bir kubbedir ve yeryüzünün tavanıdır. Buradan hareketle, Allah’a iman eden herkesin, Dünya’nın dışında çıkıp fotoğrafını çektiklerini iddia eden kâfirleri yalanlamaları zorunluluktur.

Bu sebeple gördüklerimizi göremediklerimize kıyaslamanın batıllığı ortadadır. Allah Azze ve Celle kesinlikle böyle bir kıyas emretmiyor! Ebu Arafe şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle Hakka suresinde şöyle buyurmaktadır:

فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ * وَمَا لَا تُبْصِرُونَ * إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ * وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ * وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ * تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ * وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ * لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ * ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ * فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ

Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o, muhakkak şerefli bir rasulün/elçinin sözüdür. Yoksa o, bir şâirin sözü değildir. Ne kadar da az îman ediyorsunuz. O bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz. O âlemlerin rabbinden bir indirilmedir. Eğer o bize karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı, elbette ondan gücünü kuvvetini alır, sonra onun şah damarını elbette keserdik. İçinizden hiçbiri de buna engel olamazdı.” (Hakka 38-47)

Burada kıyasın batıl olduğu kastedilmektedir. Allah meseleye: “Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki muhakkak o şerefli bir rasulün sözüdür” ifadesiyle başlıyor… Allah vahyinde, gördüklerinize ve göremediklerinize yemin ediyor. Yalnızca görülen herşeyin Allah’ın vahyi olduğuna hükmedilemez. Allah’ın vahyi, görebildiklerinizden de, göremediklerinizden de gelir. Allahın vahyini yalnız gördüklerinizle hakem kıldığınızda ve kıyasladığınızda hata edersiniz. Çünkü Allah, indirdiğine yemin etmeden önce, görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin etmekle başlıyor. Kıyası ise ancak görebildikleriniz üzerinden yaparsınız. Allah, indirdiği vahiyden önce görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ediyor. Görebildiğiniz herşeyi ve göremediğiniz herşeyi bir araya getirebilirseniz, peygamberlerden sonra dilediğiniz gibi kıyaslayın.

Bundan sonra Allah şöyle buyuruyor: “O bir kâhin sözü de değildir” Peki kâhin nedir? Yani kâhin ne kadar isabet eder ve ne kadar hata eder? Bir defa isabet etse, yüz defa hata eder. İşte kıyasın sonucu budur. Kâhin görmediklerini, görebildiklerine kıyaslar, remil ile bakıp ölçtükten sonra kıyasla kehanette bulunur. Kehanet, kendisine ulaşılan yolları bulunan bir ilimdir. Putlardan, cinlerden ve ifritlerden ibaret şeyhlerden yardım da isterler… Sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Eğer o, bize karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı..” yani kıyasla bizim adımıza bir şey söyleseydi demektir. Yani kıyas, Allah’a söylemediği şeyi söylemiş gibi nispet etmektir. Çünkü kıyas yapan, belli olmayan bir şey için kıyas yapar.




[1] Sahih. Buhari (3200) Abdulhak el-İşbilî el-Ahkâmu’l-Kubra (4/170) Bezzar (15/243) Temmam Fevaid (1534) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (183) İbnu’l-Cevzi Meşyeha (s.168) ebu’l-Abbas el-Asam Musannefat (364) Ebu’l-Fadl Salih b. Ahmed, Mesail (2/68) el-Elbani es-Sahiha (124) Sahihu’l-Cami (1643)

[2] Hasen. Taberî (20/159) İbn Ebî Hâtim (18375)

[3] Sahih. Tefsiru Mucahid (2/555) Taberî (20/160)

[4] Sahih. Taberî (20/160)

[5] Sahih. Abdurrazzak Tefsir (3/171) Taberî (20/160)

[6] Sahih. Taberî (20/160)

[7] Kurtubi (15/234)

[8] Hasen. Taberî (1/72) Tirmizî (2950) Ahmed (1/233, 269) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (8031) İbn Hazm el-İhkam (6/210) el-Muhalla (3/202) Bezzar (11/61, 288) Taberânî (12/35) Ebû Ya'lâ (4/228) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’ân (306) Hafız İbn Hacer el-Ucab Fi Beyani’l-Esbab’da (s.51) hasen demiştir. Hafız Iraki de Tahricu’l-İhya’da (1/61) Tirmizi’nin “hasen” demesini ikrar etmiştir.

[9] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe, (6/136); Bezzar (18/236) İbn Hazm, el-Muhallâ, (1/72); Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyan (s.2437) Ebu Ubeyd Fadailu’l-Kur’an (s.227) Hâtîb, Câmî‘, (1585); Beyhakî, Şu‘ab, (2/424) Beyhakî Medhal, (792); İbn ‘Abdilberr, Câmî‘, (2/52); İbn Kayyım, İ‘lâmu’l-Muvakkî‘în, (1/54); İbn Hacer, Telhîsu’l-Hâbir, (3/208) İbn Hacer, Metâlibu’l-‘Alîye, (3512).

[10] Muhammed Humeyd’den nakil burada bitiyor.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)