“Yukevviru” Kelimesi
Hakkındaki Şüphe
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ
عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ
كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
“Gökleri ve
yeri hak ile yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örter, gündüzü de gecenin
üzerine örter. Güneşi ve ayı emre âmâde kılmıştır. Her ikisi de belli bir
süreyi doldurmak için akıp gitmektedir. Bilesiniz ki Allah, daima galiptir; çok
bağışlayıcıdır.” (Zümer 5)
Bazıları bu ayette gecenin gündüze dolanmasını
dünyanın küre şeklinde olduğuna delil getirmeye çalışmışlardır. Bu haktan en
uzak sözlerden biridir. Zira ayette gece ile gündüzün dünyaya dolandığı değil,
gecenin gündüze dolandığı zikredilmektedir. Gündüz ile gece ise, dünyadan ayrı,
yaratılmış birer varlıktır.
Düz dünyanın semaı kubbe şeklinde olduğundan, gece ve
gündüzün bu sema üzerine dolanması “yukevviru” kelimesiyle ifade edilmiştir.
Önce dünyanın döndüğüne kendilerini inandıranlar, sonra dünyanın küre şeklinde
olduğunu ispatlamak için gece ile gündüzün dünyanın dönmesiyle oluştuğunu iddia
ettiler. Bütün bunlar naslara dayanan açıklamalar değil, felsefi kuruntulara
dayanan görüşlerdir. Nitekim İbn Hazm, İbn Teymiyye, el-Elbani, İbn
Useymin ve benzerleri bu ayete dayanarak dünyanın küre olduğunu söylemişlerdir.
Bu
kimseler ayetin tefsiri hakkında cahil kimselerdir. Selef imamlarının
görüşlerinde ve tefsir âlimlerinin sözlerinde işaretle dahi olsa böyle bir
açıklama yoktur. İbn Hazm’ın bu ayet hakkında: “Bu dünyanın yuvarlatıldığına
dair bir nastır” sözü hayret vericidir!
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
“Güneş
dürüldüğünde” (Tekvir 1)
Güneşin
küre şeklinde olduğu malumdur. Bununla birlikte kıyametin kopma zamanı, güneşin
ışığının giderilmesi anlatılırken güneş hakkında “kuvvirat” denilmiştir.
Abdullah ed-Danac dedi ki: “Mescidde Ebu Seleme’yi
gördüm. El-Hasen onun yanına geldi. Ebu Seleme bize hadis rivayet etmeye
başladı. Ebu Seleme dedi ki:
“Ebu Hureyre radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu söyledi:
الشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ ثَوْرَانِ مُكَوَّرَانِ فِي النَّارِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Güneş ve ay kıyamet gününde cehennemde yuvarlanmış
iki öküzdürler.” El-Hasen dedi ki: “O ikisinin suçu nedir?” Ebu Seleme dedi
ki:
“Ben sana ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in hadisini söylüyorum.” Bunun üzerine el-Hasen sustu.”[1]
Zumer
suresi 5. Ayetinde geçen “yukevviru” kavli de “girdirmek” anlamındadır.
İbn
Abbas radiyallahu anhuma Zümer suresi 5. ayetin tefsirinde:
يَحْمِلُ اللَّيْلَ
عَلَى النَّهَارِ
“Geceyi
gündüz üzerine yükler”[2] demiştir.
Mucahid
rahimehullah:
يدهور الليل على النهار
ويدهور النهار على الليل
“Geceyi
gündüzün ardından, gündüzü de gecenin ardından getirir” demiştir.[3]
Es-Suddî
rahimehullah:
يَجِيءُ بِالنَّهَارِ
وَيَذْهَبُ بِاللَّيْلِ، وَيَجِيءُ بِاللَّيْلِ، وَيَذْهَبُ بِالنَّهَارِ
“Gündüzü
getirip geceyi götürür, geceyi getirip gündüzü götürür” demiştir.[4]
Katade
b. Diame rahimehullah:
هُوَ غشيان أَحدهمَا
على الآخر
“Bu,
birinin diğerini kaplaması demektir” demiştir.[5]
İbn Zeyd rahimehullah dedi ki:
حِينَ يَذْهَبُ بِاللَّيْلِ
وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَيْهِ، وَيَذْهَبُ بِالنَّهَارِ وَيُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَيْهِ
“Geceyi
götürür ve gündüzü onun üzerine dolar, gündüzü götürür ve geceyi onun üzerine
dolar.”[6]
Ed-Dahhak
rahimehullah dedi ki:
يُلْقِي هَذَا عَلَى
هَذَا وَهَذَا عَلَى هَذَا. وَهَذَا عَلَى مَعْنَى التَّكْوِيرِ فِي اللُّغَةِ وَهُوَ
طَرْحُ الشَّيْءِ بَعْضُهُ عَلَى بَعْضٍ
“Bunu
onun üzerine, şunu da bunun üzerine atar.”[7]
Kurtubi bunun ardından şöyle der: “Lügatte tekvîr; bir şeyin bir kısmını diğer
kısmı üzerine atmak demektir.”
Ebu
Ubeyde (v.200 h.), Mukatil b. Süleyman (v.150 h.) , Taberî (v.310 h.), El-Vahidî
(v.468 h.) , Sem’ânî (v.489 h.), İbn Ebi Zemeneyn, Maverdî (v.450 h.), Begavî,
İbn Atiyye, İbnu’l-Cevzî (v.592 h.) , Kurtubî gibi sonraki müfessirler de bu
minval üzere tefsir etmişlerdir.
Dünyanın
küre şeklinde olduğuna bu ayeti (Zümer suresi 5. Ayetini) delil getirenlerin bu
iddiaları çürümüştür. Seleften hiç kimse bu ayetten böyle bir görüş
çıkarmamıştır. Allah Teâlâ:
“Bundan
sonra yeri yaydı” (Naziat 30),
“Yerin
nasıl düzlendiğine bakmazlar mı?” (Gaşiye 20) buyurmuştur.
Bu iki
ayet yeryüzünün yayılmış ve düz olduğunun, küre şeklinde olmadığının en açık
delillerindendir. Lügat ve tefsir âlimleri bu hususta icma etmişlerdir. Nitekim
sahabe, tabiin, müçtehit imamlar, dil uzmanları ve müfessirlerden ilgili
nakilleri bu kitabımda kaynaklarıyla aktardım.
Dünyanın hareketli olduğuna şu ayeti delil getirenler
olmuştur:
{وَتَرَى
الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ}
“Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki
onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88)
Ayet bu kadar açıkken onu çarpık yorumlayanın sözleri,
onun bilgisizliğini, Allah’ın kitabı hakkındaki basiretsizliğini gerçekler
hakkındaki cehaletini ortaya koyan saptırıcı bir kuşkulandırmadan ibarettir.
Esasen Allah Teâlâ bu ayet-i kerime’yi kıyamet gününü anlatmak için irad
buyurmuştur. Bu ise ondan önceki ayetten anlaşılmaktadır. Çünkü bundan önceki
ayet de şöyledir:
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ
فِي السَّمَاوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ إِلَّا مَنْ شَاءَ اللَّهُ وَكُلٌّ أَتَوْهُ
دَاخِرِينَ
“Sûr'a üfürüldüğü gün, -Allah'ın diledikleri
müstesna- göklerde ve yerde bulunanlar hep dehşete kapılır. Herkes küçülmüş
olarak O'na gelirler.” (Neml 87) Sonra
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ
تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ
“Donup kalmış sandığın dağları görürsün. Hâlbuki
onlar bulut geçişi gibi geçerler.” (Neml 88) Önceki ayetlerden ve bu
ayetlerin akışından da anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ bununla sura üfleneceği
günü işaret buyurmaktadır. Şu ayette olduğu gibi:
وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْأَرْضَ
بَارِزَةً وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ أَحَدًا
“Dağları yürüteceğimiz gün yeri çırılçıplak olarak
göreceksin. Onların tümünü bir araya toplayacağız da birini bile atlamayacağız.”
(Kehf 47)
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا
رَبِّي نَسْفًا
“Dağlar hakkında sana soru yönelteceklerdir; de ki:
Rabbim onları savurup darmadağın edecektir.” (Taha 105)
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا
* وَفُتِحَتِ السَّمَاءُ فَكَانَتْ أَبْوَابًا * وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ
فَكَانَتْ سَرَابًا
“Sura üfleneceği gün bölük bölük geleceksiniz; sema
açılacak kapılar oluşacaktır; dağlar yürütülecek, serap olacaktır.” (Nebe
18-20) bu anlamda ayetler çoktur.
Dağların, sabit olarak yerleştirildiği ayetlerde
belirtilmiştir. Kıyamet gününde ise bulut gibi olurlar. Nitekim Karia suresinde
şöyle buyrulur:
وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِ
“Dağlar ise, atılmış renkli yüne dönerler.”
(Karia 5)
Yine Nebe suresinde şöyle buyrulur:
وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا
“Dağlar yürütülür, seraba dönüşür.” (Nebe 20)
Bu münasebetle, bilgimiz olmadan Allah adına bir şey
söylemekten Ona sığınırız. Kabullenenleri alçaltan ve onları insanlık
mertebesinden hayvanlık derekesine indiren kör taklitten de Allah’a sığınırız.
Allah Teâlâ “Yeri görür onu durgun sanırsın” dememiştir, bilakis “Dağları
görürsün” demiştir.
Şu halde Müslüman kişi âyeti, ifade etmediği bir
anlama dayanarak nasıl kanıt gösterebilir? Bu ayetle, amaçlananı açıkça
kanıtlayan ayetleri, nasıl bir kenara atabilir! Çünkü tefsir âlimleri arasında
öteden beri uyulan temel kural şudur: ayetler birbirini açıkladığı sürece buna
uymak kesinlikle gereklidir. Bundan sapıp başka kurallara dayanmak doğru değildir.
İbn
Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
مَنْ قَالَ فِي الْقُرْآنِ بِرَأْيِهِ، أَوْ بِمَا لَا
يَعْلَمُ، فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ
“Kim
Kur’ân hakkında re’yi (şahsî görüşü) ile veya bilmeden konuşursa cehennemde
oturacağı yere hazırlansın.”[8]
Ebû Bekr
radıyallahu anh şöyle demiştir:
أَيُّ سَمَاءٍ تُظِلُّنِي،
وَأَيُّ أَرْضٍ تُقِلُّنِي، إِذَا قُلْتُ فِي كِتَابِ اللهِ بِرَأْيٍ
‘Allah’ın
Kitâbı(’ndaki bir ayet) hakkında görüşümle bir şey söylersem, hangi yer beni
barındırır, hangi gök beni gölgelendirir.’[9]
Şeyh Muhammed el-Humeyd şöyle der: “Bazı küstah
insanlar Allah’a karşı başkaldırmış, diyorlar ki: Neml suresi 88. ayeti
dünyanın döndüğüne ve hareket ettiğine delalet etmektedir.” Hâlbuki bu istidlal
yanlıştır ve makbul bir tefsir değildir. İşte sana gerçek açıklaması:
“Dünyanın döndüğüne ilişkin olarak bu ayet-i
kerimeleri kanıt gösterebilmek, onlardaki siyak ve sibakın, kanıtlayıcının
anlamadığı biçimde olmamasına bağlıdır. Bununla birlikte, onunla çatışan bir
nass da bulunmamalıdır. Her iki nokta da burada mevcuttur. O zaman istidlal
yolu doğru değildir; görüş de isabetli değildir.
Birinci noktaya gelince sibak ki sözün
başlangıcıdır ve siyak ki o da sözün sonudur; ikisi de dağların aynen
bulutlar gibi yürüdüğünü ifade etmektedirler; ancak bu kıyamet gününde
olacaktır. Çünkü ayet o günü nitelemektedir… Açıkça görüldüğü üzere bu ayetler
kıyamette olacaklardır, dünyada değil. Ayrıca nice ayetler vardır ki başlangıç
ve sonlarından anlaşıldığı gibi Allah’ın, kıyamette ancak dağların
yürüyeceğini, -yüce kitabının birçok yerinde- zikrettiğine ilişkin anlam
vermektedir. Bunları başka türlü anlamak imkânsızdır… Bu beyanla anlaşılmaktadır ki, dünyanın hareket
ettiğini ayetlerle kanıtlamak batıldır.
İkinci noktaya gelince o da, itiraz eden bir nassın
bulunmamasıdır. Oysa biz bu düşünceye sırf şerî bir meseledir diye
baktığımızda, Kur’an naslarının onu engelleyici hükümlerinden başka bir sonuca
varamayız. Şöyle ki: Kur’an, yeryüzünün sabit olduğunu ifade etmektedir. Allah
Teâlâ’nın bu konuda şu sözünden daha açık bir şey bulunmamaktadır:
وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ
أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
“Yeryüzünde insanları sarsmaması için
üzerinde sabit dağlar, dosdoğru gidebilsinler diye dağlar arasında geniş yollar
yarattık.” (Enbiya
31)
وَأَلْقَى فِي الأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ
تَمِيدَ بِكُمْ
“Yeryüzüne
ravâsîler koyduk ki onları sarsmasın” (Lokman 10). Bu ayette geçen “Meyd”
kelimesi, hareketlenmek, sallanmak demektir. Arapça dil kuralları da bunu teyit
etmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا
وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا
“Yeryüzünü
bir düzlük, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (Nebe 6-7)
Bu ayetler, Allah Teâlâ’nın, yeryüzünü –hareket
etmesin ve sallanmasın diye- dağlarla tespit ettiğini açıkça kanıtlamaktadır.
“Tıpkı geminin dengesini korumak için ona ağır
şeyler yüklemek gibi - yeryüzünün de sallanmasın diye - dağlarla tespit edilmiş
olması onun dönmesine engel değildir” sözü, soğuk bir zorlamadır ve İslâmî
zevke uymamaktadır. Kur’an’a özgü belagat da bunu kabul etmemektedir. Çünkü bu,
yorumlama ile bir çıkmaz sokağa girilmekte ve nassı, gereksiz yere, akla
gelenin dışına çekmektedir. Bu ise hakikatte sıhhatli temellere dayanan bir
yorum değil, oyun oynamaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, dünyanın durgun olduğunu
kesin biçimde ifade ettiği gibi Güneş’in ve Ay’ın da hareket halinde
olduklarını ve onun etrafında döndüklerini kesin şekilde ifade etmektedir.
Allah Teâlâ, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ
وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı yaratan Odur; bunların her biri bir yörüngede yüzer.” (Enbiya 33)
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ
لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ
وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
“Güneş,
kendine âit bir yer çevresinde akar gider. Bu, daima galip olan ve her şeyi
hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir. Aya da, eski hurma salkımının eğri dalı
haline gelinceye kadar konaklar tayin etmişizdir. Ne güneşin aya yetişip onunla
birleşmesi mümkündür, ne de gecenin gündüzü geçmesi. Hepsi de bir yörüngede
yüzerler.” (Yasin
38-40)
Burada güneş için bir cereyan tespit edilmiştir. Bu,
intikalî bir harekettir. Onun değirmen gibi hareketine gelince (yani onun eksen
etrafındaki dönüşüne gelince), buna Arap dilinde cereyan değil, deveran denir.
Hâlbuki Kur’an’ın nassı bunu cereyan diye ifade etmektedir. Özetle: Bu bölümde
zikrettiklerimizin toplamından şöyle bir sonuç meydana çıkmaktadır: Bilimsel
delil, dünyanın hareket ettiğini desteklememektedir. Bilakis onun durgun
olduğunu, hareketin ise güneşe ve aya ait bulunduğunu belirlemektedir...”[10]
Güneş, Ay ve Gezegenler Küre İse
Dünyanın da Küre Olması Gerekir mi?
İbn Teymiyye ve bu yorumunda onu izleyenler şu ayeti
delil getirerek dünyanın küre şeklinde olduğunu iddia ediyorlar:
مَا تَرَى فِي خَلْقِ الرَّحْمَنِ مِنْ تَفَاوُتٍ
“Rahman’ın yaratmasında hiç bir düzensizlik
göremezsin.” (Mülk 3)
İddialarında
şöyle diyorlar: “Allah Azze ve Celle semada gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve
gezegenleri küre şeklinde yaratmıştır. Rahman’ın yarattıklarında
tefavüt/düzensizlik, farklılık olmaması, dünyanın da küre şeklinde olmasını
gerektirir.”
Bu
görüldüğü gibi bozuk bir iddiadır. Daha önce açıkladığım gibi dünya semadaki
gezegenlerden biri değil, semanın karşılığı olarak kâinatın zeminidir. Bu açıdan
gezegenlerle kıyaslanması batıldır. Allah Azze ve Celle, görebildiğimiz
mahlûkatta bir düzensizlik/farklılık olmadığını belirtmektedir. Dünyanın
şeklini ise görmemiz mümkün değildir. Çünkü sema korunmuş bir kubbedir ve
yeryüzünün tavanıdır. Buradan hareketle, Allah’a iman eden herkesin, Dünya’nın
dışında çıkıp fotoğrafını çektiklerini iddia eden kâfirleri yalanlamaları
zorunluluktur.
Bu
sebeple gördüklerimizi göremediklerimize kıyaslamanın batıllığı ortadadır.
Allah Azze ve Celle kesinlikle böyle bir kıyas emretmiyor! Ebu Arafe şöyle
demiştir: “Allah Azze ve Celle Hakka suresinde şöyle
buyurmaktadır:
فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ * وَمَا لَا تُبْصِرُونَ
* إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ * وَمَا هُوَ بِقَوْلِ
شَاعِرٍ قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ * وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
* تَنْزِيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ * وَلَوْ تَقَوَّلَ
عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ * لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ * ثُمَّ لَقَطَعْنَا
مِنْهُ الْوَتِينَ * فَمَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ
“Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin
ederim ki, o, muhakkak şerefli bir rasulün/elçinin sözüdür. Yoksa o, bir şâirin
sözü değildir. Ne kadar da az îman ediyorsunuz. O bir kâhin sözü de değildir.
Ne kadar az düşünüyorsunuz. O âlemlerin rabbinden bir indirilmedir. Eğer o bize
karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı, elbette ondan gücünü kuvvetini alır,
sonra onun şah damarını elbette keserdik. İçinizden hiçbiri de buna engel
olamazdı.” (Hakka 38-47)
Burada kıyasın batıl olduğu kastedilmektedir. Allah meseleye:
“Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki muhakkak o şerefli
bir rasulün sözüdür” ifadesiyle başlıyor… Allah vahyinde, gördüklerinize ve
göremediklerinize yemin ediyor. Yalnızca görülen herşeyin Allah’ın vahyi
olduğuna hükmedilemez. Allah’ın vahyi, görebildiklerinizden de,
göremediklerinizden de gelir. Allahın vahyini yalnız gördüklerinizle hakem
kıldığınızda ve kıyasladığınızda hata edersiniz. Çünkü Allah, indirdiğine yemin
etmeden önce, görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin etmekle başlıyor.
Kıyası ise ancak görebildikleriniz üzerinden yaparsınız. Allah, indirdiği
vahiyden önce görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ediyor.
Görebildiğiniz herşeyi ve göremediğiniz herşeyi bir araya getirebilirseniz,
peygamberlerden sonra dilediğiniz gibi kıyaslayın.
Bundan sonra Allah şöyle buyuruyor: “O bir kâhin
sözü de değildir” Peki kâhin nedir? Yani kâhin ne kadar isabet eder
ve ne kadar hata eder? Bir defa isabet etse, yüz defa hata eder. İşte kıyasın
sonucu budur. Kâhin görmediklerini, görebildiklerine kıyaslar, remil ile bakıp
ölçtükten sonra kıyasla kehanette bulunur. Kehanet, kendisine ulaşılan yolları
bulunan bir ilimdir. Putlardan, cinlerden ve ifritlerden ibaret şeyhlerden
yardım da isterler… Sonra Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Eğer o, bize
karşı bazı sözler iftira etmiş olsaydı..” yani kıyasla bizim adımıza bir
şey söyleseydi demektir. Yani kıyas, Allah’a söylemediği şeyi söylemiş gibi
nispet etmektir. Çünkü kıyas yapan, belli olmayan bir şey için kıyas yapar.
[1]
Sahih. Buhari (3200) Abdulhak el-İşbilî el-Ahkâmu’l-Kubra (4/170) Bezzar
(15/243) Temmam Fevaid (1534) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (183) İbnu’l-Cevzi
Meşyeha (s.168) ebu’l-Abbas el-Asam Musannefat (364) Ebu’l-Fadl Salih b. Ahmed,
Mesail (2/68) el-Elbani es-Sahiha (124) Sahihu’l-Cami (1643)
[2]
Hasen. Taberî (20/159) İbn Ebî Hâtim (18375)
[3]
Sahih. Tefsiru Mucahid (2/555) Taberî (20/160)
[4]
Sahih. Taberî (20/160)
[5]
Sahih. Abdurrazzak Tefsir (3/171) Taberî (20/160)
[6]
Sahih. Taberî (20/160)
[7]
Kurtubi (15/234)
[8]
Hasen. Taberî (1/72) Tirmizî (2950) Ahmed (1/233, 269) Nesâî
Sunenu'l-Kubrâ (8031) İbn Hazm el-İhkam (6/210) el-Muhalla (3/202) Bezzar
(11/61, 288) Taberânî (12/35) Ebû Ya'lâ (4/228) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’ân
(306) Hafız İbn Hacer el-Ucab Fi Beyani’l-Esbab’da (s.51) hasen demiştir. Hafız
Iraki de Tahricu’l-İhya’da (1/61) Tirmizi’nin “hasen” demesini ikrar etmiştir.
[9]
Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe, (6/136); Bezzar (18/236) İbn Hazm, el-Muhallâ,
(1/72); Sa’lebî, el-Keşfu ve’l-Beyan (s.2437) Ebu Ubeyd Fadailu’l-Kur’an
(s.227) Hâtîb, Câmî‘, (1585); Beyhakî, Şu‘ab, (2/424) Beyhakî Medhal,
(792); İbn ‘Abdilberr, Câmî‘, (2/52); İbn Kayyım, İ‘lâmu’l-Muvakkî‘în,
(1/54); İbn Hacer, Telhîsu’l-Hâbir, (3/208) İbn Hacer, Metâlibu’l-‘Alîye,
(3512).
[10]
Muhammed Humeyd’den nakil burada bitiyor.