Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

8 Ağustos 2021 Pazar

Hastalığın Bulaştığına İnanmak (Koronaya İnanmak, Maske, Mesafe, Aşı Olmak Vb.) Şirktir!

 


Hakim el-Mutayrî’nin el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyye kitabından tercüme eden: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Korona fitnesi ve onunla tatayyur yapmak – hatta sağlıklı kimselerin arasına mesafe koyup günahların dökülmesine vesile olan musafahayı engellemek – küçük şirk çeşitlerindendir. Nitekim kişinin durumuna göre büyük şirke de varabilir. Nitekim Allah şirki haver verip mü’minleri bundan sakındırmış, şöyle buyurmuştur:

Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106)

Tefsir imamları bu ayeti, kâfirleri ve Allah’a şirke düşen müslümanları kapsayacak şekilde genel manada değerlendirmişlerdir. Taberî’nin ve İbn Ebî Hâtim’in Tefsirlerinde sahih olarak İkrime’nin İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayetine göre Allah Teâlâ’nın: “Bildiğiniz halde Allah’a denkler edinmeyin” (Bakara 22) ayeti hakkında İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir:

“Ayette geçen “el-Endâd (denkler)” kelimesi ile kastedilen, karanlık bir gecede, siyah bir kayanın üzerindeki karıncanın bile adımlarından daha gizli olan şirktir. Bu da şöyle sözlerdir: “Allah için ve senin hayatın için ey falan!”, “Şu köpek olmasaydı hırsız gelirdi”, “Evdeki kaz olmasaydı hırsız girerdi” Kişinin arkadaşına: “Allah ve sen dilersen” demesi, kişinin: “Allah ve falan olmasaydı” demesi, bütün bu sözler birer şirktir.”

Taberî’nin Tefsir’inde rivayetine göre İkrime rahimehullah şöyle demiştir: “Allah’a niddler (denkler) koşmayın! Bu da şöyle sözler demeniz: “Köpeğimiz olmasaydı evimize hırsız girerdi” ve buna benzer sözler söylemenizdir.”

Allah Teâlâ herhangi bir şeyi kendisine ortak koşmalarını, başkasına ibadet etmlerini, itaat’te Allah’a denk şeyler edinmelerini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Sizi yaratmakta, sizi rızıklandırmamda, size olan otoritemde, size verdiğim nimetlerde bir ortağım olmadığı gibi aynı şekilde siz de bana itaatte beni birleyin ve ibadeti yalnız bana hâlis kılın. Yarattıklarımdan bir şeyi bana ortak ve denk edinmeyin. Muhakkak ki sizler üzerinizdeki her nimetin benden olduğunu biliyorsunuz.”[1]

İbn Mes’ud radiyallahu anh şöyle demiştir: “Allah’a denkler edinmeyin” (Bakara 22) Allah’a isyan hususunda insanlara itaat ederek onları Allah’a denkler edinmeyin demektir.”

Kurtubî, Tefsir’inde ayetin tefsiri hakkında söylenenleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Allah’ın nimetini falana nispet etmeyin, Allah’ın korumasını köpeğe nispet etmeyin. Nitekim müslümanların avamından birçok kimse bu sözleri söyleyebilmektedirler. Hareket ve kuvvet ancak el-Azim olan Allah iledir!”[2]

İbn Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bir de genellikle sahibinin fark etmediği gizli bir şirk vardır. Nitekim Urve rahimehullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Huzeyfe radiyallahu anh bir hastanın yanına girdi, onun pazusunda asılı olan bir kayış gördü. Hemen onu çekip kopardı ve sonra şöyle dedi: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106) Hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse şirk koşmuştur.” Tirmizî “hasen” kaydıyla İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir.

Ahmed, Ebû Dâvûd ve başkalarının İbn Mes’ud radiyallahu anh’den rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki rukye, temimeler ve tivele şirktir.” Bir rivayet lafzında: “Tiyera (uğursuzluk inancı) bir şirktir. Bizden her birinin mutlaka böyle düşündüğü olur, ancak Allah bunu tevekkül ile giderir.”

İsa b. Abdirrahman dedi ki: “Abdullah b. Ukeym hasta iken ziyaret için onun yanına girdim. Ona denildi ki: “Bir şey asmayacak mısın?” O da dedi ki: “Bir şey mi asayım?! Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir şey asarsa ona bırakılır.” Nesâî, Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.

Ahmed’in Musned’inde Ukbe b. Amir radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim temime takarsa şirk koşmuştur.” Bir rivayette: “Kim temime takarsa Allah onu tamamlamasın. Kim vedaa (nazar boncuğu vb. şeyler) takarsa Allah ona fayda vermesin.”

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimi tiyera (uğursuzluk) inancı ihtiyacını görmekten geri çevirirse ortak koşmuş olur.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bunun kefareti nedir?” Buyurdu ki: “Birinizin şöyle demesidir: “Allah’ım! Senin hayrından başka hayır yoktur, senin tayrından (uğurundan) başka tayr yoktur, senden başka ibadete layık hak ilah yoktur.”

Ma’kil b. Yesar radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğuna şahit oldum: “Aranızda şirk karıncanın adımlarından bile gizlidir.” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:

“Şirk; Allah ile beraber başka bir ilaha dua edip seslenmek değil midir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Aranızda şirk, karıncanın adımından bile gizlidir.” Sonra şöyle buyurdu: “Sana şirkin büyüğünü de küçüğünü de senden giderecek olan şeyi göstereyim mi? Şöyle dersin: “Allah’ım! Muhakkak ki ben bilerek sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilmeden işlediğimden de bağışlanma dilerim.” İbn Kesir’in Tefsir’inde zikrettikleri bunlardır.[3]

İbn Kesir burade ayeti Allah’a ortak koşmanın büyüğüyle, küçüğüyle bütün manalarını kapsayacak şekilde yorumlamıştır. Yani kafir olsun, müslüman olsun her insanın düşebileceği şirk olarak yorumlamıştır. Tatayyur (uğursuz saymak) kişiyi zarara uğrama korkusuyla ihtiyacını karşılamaktan geri çevirirse bu kısımdandır. İnsanın tevhid ve tevekküle aykırı şekilde sebeplere tutunması da böyle bir şirktir.

Yine İmam Burhanuddin el-Bukaî Tefsir’inde ayeti genel kapsamlı şekilde yorumlamış, müslümanların da kâmil iman sahibi olmadıklarında ve kalpleri mutmain olmadığında, şirke düşebileceklerini belirtmiş, şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ’nın şu ayetine gelince: “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 106) Nitekim buna şu ayetlerde de işaret edilmiştir: “Lakin insanların çoğu iman etmezler.” “Ancak akıl sahipleri hatırlar (öğüt alırlar).” “Onlar İman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlardır! Dikkat edin! Allah’ı zikretmek kapleri tatmin eder.” Kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlar; öğüt alarak iman eden akıl sahipleridir. Onların da ne kadar az olduklarına işaret edilerek: “Onlar ne kadar da azdır” buyrulmuştur. Onlar haklarında şöyle buyrulan kimselerdir: “İşte onlar hakkıyla iman edenlerdir.” İman etmiş olanlardan bu seviyede olmayanlar ise onların derecesinde değillerdir, onların yakînine ulaşamamışlardır. Onlara da şu ayette işaret edilir: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: “Ümmetimde şirk karıncanın adımlarından bile gizlidir.” İşte bu “Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler” ayetinin özet bir açıklamasıdır.”[4]

Hastalığın Bulaştığına İnanmak Kaza ve Kadere İmanı Yaralar:

Nitekim hastalığın bulaştığı görüşü ve bununla tatayyur yapmak yasaklanmış ve haram kılınmış olan; Allah’a ortak koşmanın bir türüdür. Aynı şekilde bu inanç kaza ve kader hususunda şüphe etmek ve Allah’a kötü zanda bulunmak demektir. Ahmed ve İbn Mace’nin hasen isnad ile İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan rivayetinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hastalık bulaşması yoktur, tıyara (uğursuzluk inancı) yoktur, hâme (baykuşun öldürülen kimsenin intikamı alınıncaya kadar onun evinde tünemesi inancı) yoktur.” Bedevilerden bir adam kalkıp dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Ne dersin, bir deve uyuz oluyor, sonra bütün develeri uyuz ediyor?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Bu kaderdir! İlk deveyi uyuz yapan kimdir?”

Hastalık Bulaşmasıyla Tatayyur Yapmanın Hakikati

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den mütevatir gelen hadisin lafzı: “Hastalık bulaşması yoktur, tatayyur yoktur” şeklindedir ve kırka yakın sahabeden rivayet edilmiştir. Bunların çoğu da sahihlerde yer almıştır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu iki lafzı, birbirini gerektirir şekilde bağlamış, hastalığın bulaştığına inanmanın ve hastalığın bulaşacağı korkusuyla hastayı uğursuz saymanın, hastayla bir arada bulunmayı ve ona dokunmayı uğursuz görmenin arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.

Bu ilişkiyi, Buhârî ve Muslim’in İmran b. Husayn ve İbn Abbas radiyallahu anhum’den rivayet ettikleri şu hadis pekiştiriyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hesaba çekilmeden cennete girecek olan yetmiş bin kişiyi şöyle açıklamıştır:

Onlar (cahiliyye rukyesiyle) rukye yaptırmayanlar, tatayyur yapmayanlar (uğursuz saymayanlar) ve dağlama yaptırmayıp rablerine tevekkül edenlerdir.”

Böylece tatayyur (uğursuz sayma düşüncesi), rukye yaptırmak ve dağlama ile bir arada zikredilmiştir. Tıpkı hastalık bulaşması inancıyla tatayyur (uğursuz sayma)’nın bir arada zikredilmesi gibi. Bütün bu bâtıl inançları terk etmek ve yalnız Allah’a tevekkül etmek ise imanın en üstün şeklidir. Böyle bir imana sahip olanlar da cennette en üstün derecede olacaklardır. “Tatayyur yapmayanlar” sözüyle kastedilen; hastalığın bulaşacağı inancı sebebiyle uğursuz saymayanlar ve hastayla bir araya gelmekten korkmayanlardır. Tatayyur inancı ise hastalıktan kurtulma isteğiyle hastadan uzak durmak demektir.

Şeyh İzzuddin b. Abdisselam şöyle demiştir: “Tıyera; kötülüğe delalet eden bir şey görmesi veya böyle bir söz işitmesi sebebiyle korkmak ve uzak durmaktır. Bu Allah’a kötü zanda bulunmaktır.”[5]  

Yine şöyle demiştir: “Tatayyur ile tıyera arasındaki fark şudur: Tatayyur; kalpte kötü bir zannın bulunmasıdır. Tıyera ise bu kötü zannın gerektirdiği şekilde fiilde bulunmaktır.”[6]

Nevevi, Sahihu Muslim şerhinde şöyle demiştir: “Tatayyur; uğursuz saymaktır. Bunun aslı, hoşlanılmayan bir söz, bir fiil veya bir görüntüden dolayı bir şeyi kötü saymaktır.  Cahiliyye halkı ceylan ya da kuşları ürkütürler, sağa doğru giderse bereketli sayar, yolculuklarına devam ederler, sola doğru giderse de bunu uğursuz sayarak yolculuklarından ve ihtiyaçlarını karşılamaktan geri dönerlerdi. Bu durum çoğu zaman onları maslahatlarından alıkoyardı. Din bu inancı nefyetmiş, iptal etmiş ve yasaklamıştır. Böyle şeylerin fayda ya da zarara etki etmediğini haber vermiştir. İşte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Tıyera yoktur” hadisinin manasıdır. Diğer hadiste: “Tıyera şirktir” buyrulmuştur. Yani etki ettiğine inanılan bir şeyin gereği yapıldığı zaman fayda ya da zarar verdiğine inanmak şirktir. Çünkü onlar bu fiilin var etmede etkisi olduğuna inanırlar.”[7]

Genel manasıyla tıyera; uğursuz saymak, zararın meydana gelmesinden veya şerre düşmekten korkmak ve insanın bu yüzden ihtiyacını karşılamaktan çekinmesidir. Tatayyur kelimesinin aslı, lügat olarak kuşlardan sakınmak manasından alınmışsa da, genel olarak uğursuz saymak hakkında kullanılır hale gelmiştir.

Nevevi, hastalığın bulaşması inancının iptal edilmesi ile hastalıklı olanın sağlıklının yanına sokulmasından yasaklanmasının arasını şöyle bulmuştur: “Alimlerin çoğunluğu bu iki sahih hadisin arasının bulunması gerektiğini söylemişler ve şöyle demişlerdir: “Hastalık bulaşması yoktur” hadisi ile kastedilen; cahiliyyede itikad edilen; hastalık ve belanın Allah Teâlâ’nın fiiliyle değil, kendi tabiatiyle bulaştığı iddiasıdır. Ama: “Hastalıklıyı sağlıklının yanına sokmayın” hadisi adeten Allah’ın fiili ve kaderiyle meydana gelen zarardan uzaklaşmaya yönlendirmektir. İlk hadiste hastalığın kendi tabiatiyle bulaşması düşüncesi nefyediliyor. Allah’ın kaderi ve fiiliyle zararın meydana gelebileceği nefyedilmiyor. İkinci hadiste ise Allah’ın fiili, iradesi ve takdiriyle meydana gelebilecek zarardan sakındırma söz konusudur. İşte sahih olan bu iki hadisin aralarını bulmada cumhurun isabetli bulduğu açıklama budur. Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın “Hastalık bulaşması yoktur” hadisini unutmuş olması ise iki sebepten ötürü hadise bir zarar vermez:

Birincisi: Ravinin rivayet etmiş olduğu hadisi sonra unutması alimlerin cumhuruna göre hadisin sıhhatine bir zarar vermez, bilakis onunla amel edilmesi gerekir.

İkincisi: Ebu Hureyre radiyallahu anh’den başkalarının rivayetiyle de bu lafız sabit olmuştur. Nitekim Muslim bu hadisi es-Saib b. Yezid, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik ve İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayetleriyle zikretmiştir.

El-Maziri ve Kadı Iyaz, bazı alimlerden; “Hastalıklı olan sağlıklı olanın yanına sokulmasın” hadisinin, “Hastalık bulaşması yoktur” hadisiyle nesh edildiğini söylediklerini zikretmişlerdir. Bu da iki açıdan yanlıştır:

Birincisi: Nesh söz konusu olması için iki hadisin arasını bulma imkanının bulunmaması gerekir. Burada ise böyle bir durum yoktur, ikisinin arasını bulduk.

İkincisi: Nesh söz konusu olması için tarihlerinin bilinmesi, nesh edenin daha sonraki bir tarihte varid olması gerekir. Burada böyle bir durum yoktur.

Başkaları ise şöyle dediler: “Hastalık bulaşması yoktur” hadisi zahirine göredir. Hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmasından yasaklanması ise, hastalık bulaşmaması gerekçesiyle değildir. Bilakis çirkin kokudan ve kötü görüntüden, cüzzamlının çirkin görünümünden eziyet görmemek içindir.  İsabetli olan daha önce geçen açıklamadır. Allah en iyi bilendir.”[8]

Fakihlerin geneli, hastalık bulaşmasını nefyetmişler, sadece “hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmaması ve cüzzamlıdan kaçınmak gibi buna aykırı olan haberler konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi bunların nesh edilmiş olduğunu söylemiş, kimisi de Nevevi’nin zikrettiği gibi tevil etmiş, kimisi de aralarını bulmuştur. İmamların hiçbirisi bu hadisleri hastalığın bulaştığına delil getirmemişlerdir! Bilakis onlar ya nesh edilmiş olduğunu, yahut cüzzamlıya has bir hüküm olduğunu söylemiş, yahut te’vil etmiş ve hastalığın bulaşması düşüncesini iptal eden hadise aykırı düşmeyecek şekilde cem etmeye çalışmışlardır.

Yine Nevevi şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “İlkine kim bulaştırdı?” sözünün manası şudur: Uyuz olan ilk deveyi kim uyuz etti? Böylece anladılar ki, ikinci, üçüncü ve diğer develer de ancak Allah Teâlâ’nın fiili ve iradesiyle uyuz olmuşlardır, hastalığın bulaşıcı olması sebebiyle değil! Şayet uyuz kendi tabiatiyle bulaşıcı olsaydı, ilk deve de, ona bulaştıran bir şey olmadığı için uyuz olmazdı. Bu hadiste kesin olarak hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğu şeklindeki görüşlerinin bâtıl olduğu beyan edilmektedir.”[9]

Yine dedi ki: “el-Musahh; sağlıklı olan deve sahibi demektir. Hadisin manası; hastalanan devenin sahibi devesini, sağlıklı devenin sahibinin sürüsüne katmasın demektir. Çünkü bazen hastalığın bulaşıcı tabiati sebebiyle değil de, Allah Teâlâ’nın fiili ve kaderiyle adeten hastalık isabet eder, bundan dolayı devenin sahibi zarar görür, bunun neticesinde de daha büyük bir zarar olan, hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğuna inanmaya başlayarak kâfir olur.”[10]

Hastalığın kendi tabiatıyla bulaştığına inanmak, bugünkü tabiplerin hastalığın bulaştığını ispat etmek için kastettikleri mananın ta kendisidir. Bundan korktukları için tıbbî tedbirler alınmasını, sağlıklı olanların da virüs taşıyabilecekleri ve farkında olmadan hastalığı bulaştırabilecekleri endişesiyle aralarına mesafe koymalarını söylüyorlar! İşte şeriat sahibinin kökten reddettiği advâ (hastalık bulaşması) inancı tam da budur!

Advâ; bir kimsenin bir arada olmak ve yakınlaşmak sebebiyle kendi hastalığını başkasına naklettiğine inanmaktır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu inancı reddetmiştir. Virüsün isabet ettiğine ve hastalığa sebep olduğuna inanmak advâ değildir. En açık sözlerle: “Hiçbir şey bir şeye hastalık bulaştırmaz” ve “Hasta olan sağlıklıya hastalık bulaştırmaz” buyurmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hastalık sebeplerini ve bunların vebalardan olduğunu nefyetmemiştir. İnsanların bir arada bulunmaları sebebiyle hastalık sebeplerinin insanlar arasında intikal ettiğini de nefyetmemiştir. Ancak bu hastalık sebeplerinin intikal etmesi, mutlaka hastalığın meydana gelmesini gerektirmez! Bilakis bir araya gelmeleri tedavinin kendisidir! Çünkü sağlıklı kimselerin vücutları, virüsleri tanır ve bağışıklık sistemleri gelişir. Modern tıp ise aşırılık ederek herkese aşıyı şart koşuyor, ilaç şirketlerinin maslahatı için, ihtiyacı olmayan kimselerin dahi tedbir almalarını zorunlu koşuyor. Tıp ismi altında genelin sağlığını ticaret unsuru haline getiriyor!

* Ebu Muaz’ın notu: Yazı sahibi el-Mutayri, burada genel kabul gören virüslerin varlığına inanıyor gibi! Virüslerin varlığı ispat edilememiştir, modern tıp ölü hücreler olan eksozomların virüsler olduğunu iddia etmektedir. Burada yazarın virüs terimi yerine bakteri terimini kullanması daha uygun olurdu. El-Mutayri bundan sonra benim Virüs Yalan, Salgın Bahane adlı kitabımda da nakletmiş olduğum, İbn Hacer el-Askalani’nin açıklamalarıyla, sahabenin hastalık bulaşmasına inanmadıklarını gösteren diğer bazı bazı rivayetleri zikrederek devam etmiştir. Bu açıklamalar ve rivayetler, adı geçen kitabımda görülebileceği için, yazıyı fazla uzatmamak üzere tercümeyi burada bırakıyorum



[1] Taberî Tefsir (1/369)

[2] Tefsiru’l-Kurtubi (9/273)

[3] Tefsiru İbn Kesir (4/418)

[4] El-Bikaî, Nazmu’d-Durer (10/268)

[5] İzzuddin b. Abdisselam Kavaidu’l-Ahkam (1/230)

[6] Es-San’anî et-Tenvir Şerhu’l-Camii’s-Sagir (7/186)

[7] Nevevi, el-Minhac Şerhi Sahihi Muslim b. Haccac (14/218)

[8] Nevevi el-Minhac (14/213)

[9] Nevevi el-Minhac (14/217)

[10] Nevevi el-Minhac (14/218)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)