Hakim el-Mutayrî’nin
el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyye kitabından tercüme eden: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Korona fitnesi ve
onunla tatayyur yapmak – hatta sağlıklı kimselerin arasına mesafe koyup
günahların dökülmesine vesile olan musafahayı engellemek – küçük şirk
çeşitlerindendir. Nitekim kişinin durumuna göre büyük şirke de varabilir.
Nitekim Allah şirki haver verip mü’minleri bundan sakındırmış, şöyle
buyurmuştur:
“Onların çoğu şirk
koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106)
Tefsir imamları bu ayeti, kâfirleri ve Allah’a şirke düşen
müslümanları kapsayacak şekilde genel manada değerlendirmişlerdir. Taberî’nin
ve İbn Ebî Hâtim’in Tefsirlerinde sahih olarak İkrime’nin İbn Abbas radiyallahu
anhuma’dan rivayetine göre Allah Teâlâ’nın: “Bildiğiniz halde Allah’a
denkler edinmeyin” (Bakara 22) ayeti hakkında İbn Abbas radiyallahu anhuma
şöyle demiştir:
“Ayette geçen “el-Endâd (denkler)” kelimesi ile kastedilen, karanlık
bir gecede, siyah bir kayanın üzerindeki karıncanın bile adımlarından daha
gizli olan şirktir. Bu da şöyle sözlerdir: “Allah için ve senin hayatın için ey
falan!”, “Şu köpek olmasaydı hırsız gelirdi”, “Evdeki kaz olmasaydı hırsız
girerdi” Kişinin arkadaşına: “Allah ve sen dilersen” demesi, kişinin: “Allah ve
falan olmasaydı” demesi, bütün bu sözler birer şirktir.”
Taberî’nin Tefsir’inde rivayetine göre İkrime rahimehullah
şöyle demiştir: “Allah’a niddler (denkler) koşmayın! Bu da şöyle sözler demeniz:
“Köpeğimiz olmasaydı evimize hırsız girerdi” ve buna benzer sözler
söylemenizdir.”
Allah Teâlâ herhangi bir şeyi kendisine ortak koşmalarını,
başkasına ibadet etmlerini, itaat’te Allah’a denk şeyler edinmelerini
yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Sizi yaratmakta, sizi rızıklandırmamda, size
olan otoritemde, size verdiğim nimetlerde bir ortağım olmadığı gibi aynı
şekilde siz de bana itaatte beni birleyin ve ibadeti yalnız bana hâlis kılın.
Yarattıklarımdan bir şeyi bana ortak ve denk edinmeyin. Muhakkak ki sizler
üzerinizdeki her nimetin benden olduğunu biliyorsunuz.”[1]
İbn Mes’ud radiyallahu anh şöyle demiştir: “Allah’a
denkler edinmeyin” (Bakara 22) Allah’a isyan hususunda insanlara itaat
ederek onları Allah’a denkler edinmeyin demektir.”
Kurtubî, Tefsir’inde ayetin tefsiri hakkında söylenenleri
zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Allah’ın nimetini falana nispet etmeyin,
Allah’ın korumasını köpeğe nispet etmeyin. Nitekim müslümanların avamından birçok
kimse bu sözleri söyleyebilmektedirler. Hareket ve kuvvet ancak el-Azim olan Allah
iledir!”[2]
İbn Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bir de
genellikle sahibinin fark etmediği gizli bir şirk vardır. Nitekim Urve rahimehullah’ın
şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Huzeyfe radiyallahu anh bir hastanın yanına
girdi, onun pazusunda asılı olan bir kayış gördü. Hemen onu çekip kopardı ve
sonra şöyle dedi: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.”
(Yusuf 106) Hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’tan başkası adına
yemin ederse şirk koşmuştur.” Tirmizî “hasen” kaydıyla İbn Ömer radiyallahu
anhuma’dan rivayet etmiştir.
Ahmed, Ebû Dâvûd ve başkalarının İbn Mes’ud radiyallahu anh’den
rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki rukye, temimeler ve tivele şirktir.” Bir
rivayet lafzında: “Tiyera (uğursuzluk inancı) bir şirktir. Bizden her
birinin mutlaka böyle düşündüğü olur, ancak Allah bunu tevekkül ile giderir.”
İsa b. Abdirrahman dedi ki: “Abdullah b. Ukeym hasta iken
ziyaret için onun yanına girdim. Ona denildi ki: “Bir şey asmayacak mısın?” O
da dedi ki: “Bir şey mi asayım?! Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: “Kim bir şey asarsa ona bırakılır.” Nesâî, Ebu
Hureyre radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.
Ahmed’in Musned’inde Ukbe b. Amir radiyallahu anh’den şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim
temime takarsa şirk koşmuştur.” Bir rivayette: “Kim temime takarsa Allah
onu tamamlamasın. Kim vedaa (nazar boncuğu vb. şeyler) takarsa Allah ona fayda
vermesin.”
Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimi tiyera (uğursuzluk) inancı
ihtiyacını görmekten geri çevirirse ortak koşmuş olur.” Dediler ki: “Ey
Allah’ın rasulü! Bunun kefareti nedir?” Buyurdu ki: “Birinizin şöyle
demesidir: “Allah’ım! Senin hayrından başka hayır yoktur, senin tayrından
(uğurundan) başka tayr yoktur, senden başka ibadete layık hak ilah yoktur.”
Ma’kil b. Yesar radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle buyurduğuna şahit oldum: “Aranızda şirk karıncanın
adımlarından bile gizlidir.” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:
“Şirk; Allah ile beraber başka bir ilaha dua edip seslenmek
değil midir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Aranızda şirk, karıncanın adımından bile gizlidir.”
Sonra şöyle buyurdu: “Sana şirkin büyüğünü de küçüğünü de senden giderecek
olan şeyi göstereyim mi? Şöyle dersin: “Allah’ım! Muhakkak ki ben bilerek sana
şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilmeden işlediğimden de bağışlanma dilerim.”
İbn Kesir’in Tefsir’inde zikrettikleri bunlardır.[3]
İbn Kesir burade ayeti Allah’a ortak koşmanın büyüğüyle,
küçüğüyle bütün manalarını kapsayacak şekilde yorumlamıştır. Yani kafir olsun,
müslüman olsun her insanın düşebileceği şirk olarak yorumlamıştır. Tatayyur
(uğursuz saymak) kişiyi zarara uğrama korkusuyla ihtiyacını karşılamaktan geri
çevirirse bu kısımdandır. İnsanın tevhid ve tevekküle aykırı şekilde sebeplere
tutunması da böyle bir şirktir.
Yine İmam Burhanuddin el-Bukaî Tefsir’inde ayeti genel
kapsamlı şekilde yorumlamış, müslümanların da kâmil iman sahibi olmadıklarında
ve kalpleri mutmain olmadığında, şirke düşebileceklerini belirtmiş, şöyle
demiştir:
“Allah Teâlâ’nın şu ayetine gelince: “Onların çoğu Allah’a
şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 106) Nitekim buna şu ayetlerde de
işaret edilmiştir: “Lakin insanların çoğu iman etmezler.” “Ancak akıl
sahipleri hatırlar (öğüt alırlar).” “Onlar İman edenler ve
kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlardır! Dikkat edin! Allah’ı zikretmek
kapleri tatmin eder.” Kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlar; öğüt
alarak iman eden akıl sahipleridir. Onların da ne kadar az olduklarına işaret
edilerek: “Onlar ne kadar da azdır” buyrulmuştur. Onlar haklarında şöyle
buyrulan kimselerdir: “İşte onlar hakkıyla iman edenlerdir.” İman etmiş
olanlardan bu seviyede olmayanlar ise onların derecesinde değillerdir, onların
yakînine ulaşamamışlardır. Onlara da şu ayette işaret edilir: “Onların çoğu
Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyurmuştur: “Ümmetimde şirk karıncanın adımlarından bile
gizlidir.” İşte bu “Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler”
ayetinin özet bir açıklamasıdır.”[4]
Hastalığın Bulaştığına İnanmak Kaza ve Kadere İmanı Yaralar:
Nitekim hastalığın bulaştığı görüşü ve bununla tatayyur
yapmak yasaklanmış ve haram kılınmış olan; Allah’a ortak koşmanın bir türüdür. Aynı
şekilde bu inanç kaza ve kader hususunda şüphe etmek ve Allah’a kötü zanda
bulunmak demektir. Ahmed ve İbn Mace’nin hasen isnad ile İbn Ömer radiyallahu
anhuma’dan rivayetinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Hastalık bulaşması yoktur, tıyara (uğursuzluk inancı)
yoktur, hâme (baykuşun öldürülen kimsenin intikamı alınıncaya kadar onun evinde
tünemesi inancı) yoktur.” Bedevilerden bir adam kalkıp dedi ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Ne dersin, bir deve uyuz oluyor, sonra
bütün develeri uyuz ediyor?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Bu kaderdir! İlk deveyi uyuz yapan kimdir?”
Hastalık Bulaşmasıyla Tatayyur Yapmanın Hakikati
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den mütevatir gelen hadisin
lafzı: “Hastalık bulaşması yoktur, tatayyur yoktur” şeklindedir ve kırka yakın
sahabeden rivayet edilmiştir. Bunların çoğu da sahihlerde yer almıştır. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem bu iki lafzı, birbirini gerektirir şekilde
bağlamış, hastalığın bulaştığına inanmanın ve hastalığın bulaşacağı korkusuyla hastayı
uğursuz saymanın, hastayla bir arada bulunmayı ve ona dokunmayı uğursuz
görmenin arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.
Bu ilişkiyi, Buhârî ve Muslim’in İmran b. Husayn ve İbn
Abbas radiyallahu anhum’den rivayet ettikleri şu hadis pekiştiriyor: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem hesaba çekilmeden cennete girecek olan yetmiş bin
kişiyi şöyle açıklamıştır:
“Onlar (cahiliyye rukyesiyle) rukye yaptırmayanlar,
tatayyur yapmayanlar (uğursuz saymayanlar) ve dağlama yaptırmayıp rablerine
tevekkül edenlerdir.”
Böylece tatayyur (uğursuz sayma düşüncesi), rukye yaptırmak
ve dağlama ile bir arada zikredilmiştir. Tıpkı hastalık bulaşması inancıyla
tatayyur (uğursuz sayma)’nın bir arada zikredilmesi gibi. Bütün bu bâtıl
inançları terk etmek ve yalnız Allah’a tevekkül etmek ise imanın en üstün
şeklidir. Böyle bir imana sahip olanlar da cennette en üstün derecede
olacaklardır. “Tatayyur yapmayanlar” sözüyle kastedilen; hastalığın bulaşacağı
inancı sebebiyle uğursuz saymayanlar ve hastayla bir araya gelmekten
korkmayanlardır. Tatayyur inancı ise hastalıktan kurtulma isteğiyle hastadan
uzak durmak demektir.
Şeyh İzzuddin b. Abdisselam şöyle demiştir: “Tıyera;
kötülüğe delalet eden bir şey görmesi veya böyle bir söz işitmesi sebebiyle
korkmak ve uzak durmaktır. Bu Allah’a kötü zanda bulunmaktır.”[5]
Yine şöyle demiştir: “Tatayyur ile tıyera arasındaki fark
şudur: Tatayyur; kalpte kötü bir zannın bulunmasıdır. Tıyera ise bu kötü zannın
gerektirdiği şekilde fiilde bulunmaktır.”[6]
Nevevi, Sahihu Muslim şerhinde şöyle demiştir: “Tatayyur;
uğursuz saymaktır. Bunun aslı, hoşlanılmayan bir söz, bir fiil veya bir
görüntüden dolayı bir şeyi kötü saymaktır.
Cahiliyye halkı ceylan ya da kuşları ürkütürler, sağa doğru giderse
bereketli sayar, yolculuklarına devam ederler, sola doğru giderse de bunu uğursuz
sayarak yolculuklarından ve ihtiyaçlarını karşılamaktan geri dönerlerdi. Bu
durum çoğu zaman onları maslahatlarından alıkoyardı. Din bu inancı nefyetmiş,
iptal etmiş ve yasaklamıştır. Böyle şeylerin fayda ya da zarara etki etmediğini
haber vermiştir. İşte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Tıyera yoktur”
hadisinin manasıdır. Diğer hadiste: “Tıyera şirktir” buyrulmuştur. Yani etki
ettiğine inanılan bir şeyin gereği yapıldığı zaman fayda ya da zarar verdiğine
inanmak şirktir. Çünkü onlar bu fiilin var etmede etkisi olduğuna inanırlar.”[7]
Genel manasıyla tıyera; uğursuz saymak, zararın meydana
gelmesinden veya şerre düşmekten korkmak ve insanın bu yüzden ihtiyacını
karşılamaktan çekinmesidir. Tatayyur kelimesinin aslı, lügat olarak kuşlardan
sakınmak manasından alınmışsa da, genel olarak uğursuz saymak hakkında
kullanılır hale gelmiştir.
Nevevi, hastalığın bulaşması inancının iptal edilmesi ile
hastalıklı olanın sağlıklının yanına sokulmasından yasaklanmasının arasını
şöyle bulmuştur: “Alimlerin çoğunluğu bu iki sahih hadisin arasının bulunması
gerektiğini söylemişler ve şöyle demişlerdir: “Hastalık bulaşması yoktur”
hadisi ile kastedilen; cahiliyyede itikad edilen; hastalık ve belanın Allah Teâlâ’nın
fiiliyle değil, kendi tabiatiyle bulaştığı iddiasıdır. Ama: “Hastalıklıyı
sağlıklının yanına sokmayın” hadisi adeten Allah’ın fiili ve kaderiyle meydana
gelen zarardan uzaklaşmaya yönlendirmektir. İlk hadiste hastalığın kendi
tabiatiyle bulaşması düşüncesi nefyediliyor. Allah’ın kaderi ve fiiliyle
zararın meydana gelebileceği nefyedilmiyor. İkinci hadiste ise Allah’ın fiili,
iradesi ve takdiriyle meydana gelebilecek zarardan sakındırma söz konusudur.
İşte sahih olan bu iki hadisin aralarını bulmada cumhurun isabetli bulduğu
açıklama budur. Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın “Hastalık bulaşması yoktur”
hadisini unutmuş olması ise iki sebepten ötürü hadise bir zarar vermez:
Birincisi: Ravinin rivayet etmiş olduğu hadisi sonra
unutması alimlerin cumhuruna göre hadisin sıhhatine bir zarar vermez, bilakis
onunla amel edilmesi gerekir.
İkincisi: Ebu Hureyre radiyallahu anh’den başkalarının
rivayetiyle de bu lafız sabit olmuştur. Nitekim Muslim bu hadisi es-Saib b.
Yezid, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik ve İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayetleriyle zikretmiştir.
El-Maziri ve Kadı Iyaz, bazı alimlerden; “Hastalıklı olan
sağlıklı olanın yanına sokulmasın” hadisinin, “Hastalık bulaşması yoktur”
hadisiyle nesh edildiğini söylediklerini zikretmişlerdir. Bu da iki açıdan
yanlıştır:
Birincisi: Nesh söz konusu olması için iki hadisin arasını
bulma imkanının bulunmaması gerekir. Burada ise böyle bir durum yoktur,
ikisinin arasını bulduk.
İkincisi: Nesh söz konusu olması için tarihlerinin
bilinmesi, nesh edenin daha sonraki bir tarihte varid olması gerekir. Burada
böyle bir durum yoktur.
Başkaları ise şöyle dediler: “Hastalık bulaşması yoktur”
hadisi zahirine göredir. Hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmasından
yasaklanması ise, hastalık bulaşmaması gerekçesiyle değildir. Bilakis çirkin
kokudan ve kötü görüntüden, cüzzamlının çirkin görünümünden eziyet görmemek
içindir. İsabetli olan daha önce geçen
açıklamadır. Allah en iyi bilendir.”[8]
Fakihlerin geneli, hastalık bulaşmasını nefyetmişler, sadece
“hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmaması ve cüzzamlıdan kaçınmak gibi
buna aykırı olan haberler konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi bunların nesh
edilmiş olduğunu söylemiş, kimisi de Nevevi’nin zikrettiği gibi tevil etmiş,
kimisi de aralarını bulmuştur. İmamların hiçbirisi bu hadisleri hastalığın
bulaştığına delil getirmemişlerdir! Bilakis onlar ya nesh edilmiş olduğunu,
yahut cüzzamlıya has bir hüküm olduğunu söylemiş, yahut te’vil etmiş ve
hastalığın bulaşması düşüncesini iptal eden hadise aykırı düşmeyecek şekilde
cem etmeye çalışmışlardır.
Yine Nevevi şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in: “İlkine kim bulaştırdı?” sözünün manası şudur: Uyuz olan ilk deveyi
kim uyuz etti? Böylece anladılar ki, ikinci, üçüncü ve diğer develer de ancak
Allah Teâlâ’nın fiili ve iradesiyle uyuz olmuşlardır, hastalığın bulaşıcı
olması sebebiyle değil! Şayet uyuz kendi tabiatiyle bulaşıcı olsaydı, ilk deve
de, ona bulaştıran bir şey olmadığı için uyuz olmazdı. Bu hadiste kesin olarak
hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğu şeklindeki görüşlerinin bâtıl olduğu
beyan edilmektedir.”[9]
Yine dedi ki: “el-Musahh; sağlıklı olan deve sahibi
demektir. Hadisin manası; hastalanan devenin sahibi devesini, sağlıklı devenin
sahibinin sürüsüne katmasın demektir. Çünkü bazen hastalığın bulaşıcı tabiati
sebebiyle değil de, Allah Teâlâ’nın fiili ve kaderiyle adeten hastalık isabet
eder, bundan dolayı devenin sahibi zarar görür, bunun neticesinde de daha büyük
bir zarar olan, hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğuna inanmaya başlayarak kâfir
olur.”[10]
Hastalığın kendi tabiatıyla bulaştığına inanmak, bugünkü
tabiplerin hastalığın bulaştığını ispat etmek için kastettikleri mananın ta
kendisidir. Bundan korktukları için tıbbî tedbirler alınmasını, sağlıklı
olanların da virüs taşıyabilecekleri ve farkında olmadan hastalığı
bulaştırabilecekleri endişesiyle aralarına mesafe koymalarını söylüyorlar! İşte
şeriat sahibinin kökten reddettiği advâ (hastalık bulaşması) inancı tam da budur!
Advâ; bir kimsenin bir arada olmak ve yakınlaşmak sebebiyle kendi
hastalığını başkasına naklettiğine inanmaktır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
bu inancı reddetmiştir. Virüsün isabet ettiğine ve hastalığa sebep olduğuna inanmak
advâ değildir. En açık sözlerle: “Hiçbir şey bir şeye hastalık bulaştırmaz” ve “Hasta
olan sağlıklıya hastalık bulaştırmaz” buyurmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem hastalık sebeplerini ve bunların vebalardan olduğunu nefyetmemiştir.
İnsanların bir arada bulunmaları sebebiyle hastalık sebeplerinin insanlar
arasında intikal ettiğini de nefyetmemiştir. Ancak bu hastalık sebeplerinin
intikal etmesi, mutlaka hastalığın meydana gelmesini gerektirmez! Bilakis bir
araya gelmeleri tedavinin kendisidir! Çünkü sağlıklı kimselerin vücutları, virüsleri
tanır ve bağışıklık sistemleri gelişir. Modern tıp ise aşırılık ederek herkese
aşıyı şart koşuyor, ilaç şirketlerinin maslahatı için, ihtiyacı olmayan
kimselerin dahi tedbir almalarını zorunlu koşuyor. Tıp ismi altında genelin
sağlığını ticaret unsuru haline getiriyor!
* Ebu Muaz’ın notu: Yazı sahibi el-Mutayri, burada genel
kabul gören virüslerin varlığına inanıyor gibi! Virüslerin varlığı ispat
edilememiştir, modern tıp ölü hücreler olan eksozomların virüsler olduğunu
iddia etmektedir. Burada yazarın virüs terimi yerine bakteri terimini
kullanması daha uygun olurdu. El-Mutayri bundan sonra benim Virüs Yalan, Salgın
Bahane adlı kitabımda da nakletmiş olduğum, İbn Hacer el-Askalani’nin
açıklamalarıyla, sahabenin hastalık bulaşmasına inanmadıklarını gösteren diğer
bazı bazı rivayetleri zikrederek devam etmiştir. Bu açıklamalar ve rivayetler,
adı geçen kitabımda görülebileceği için, yazıyı fazla uzatmamak üzere tercümeyi
burada bırakıyorum
[1] Taberî
Tefsir (1/369)
[2] Tefsiru’l-Kurtubi
(9/273)
[3] Tefsiru
İbn Kesir (4/418)
[4] El-Bikaî,
Nazmu’d-Durer (10/268)
[5] İzzuddin
b. Abdisselam Kavaidu’l-Ahkam (1/230)
[6] Es-San’anî
et-Tenvir Şerhu’l-Camii’s-Sagir (7/186)
[7] Nevevi,
el-Minhac Şerhi Sahihi Muslim b. Haccac (14/218)
[8] Nevevi
el-Minhac (14/213)
[9] Nevevi
el-Minhac (14/217)
[10] Nevevi
el-Minhac (14/218)