Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

11 Nisan 2020 Cumartesi

Cahiliyyenin Tedbirleri Boş Çabalardır

Şam’da Taun vebası çıktığı zaman Muaz radiyallahu anh’ın hutbe yaparak insanlara yaptığı nasihat birçok tarikten sabit olmuştur. Hatta Muaz radiyallahu anh kendisine ve ailesine bu hastalığın isabet etmesi için dua etmiş, ailesinin bütün fertleri birer birer bu hastalıktan ölmüş, en son kendisi bu hastalıktan dolayı vefat etmiştir. Ahmed b. Hanbel’in Kitabu’z-Zuhd’de (no:1021) Tarık b. Abdirrahman rahimehullah’tan rivayetinde de şöyle anlatılır:
“Şam’da taun hastalığı çıktı ve yayıldı. İnsanlar: “Bu susuz tufandır” dediler. Bu Muaz b. Cebel radiyallahu anh’e ulaşınca kalkıp şöyle hutbe verdi:
إِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِي مَا تَقُولُونَ إِنَّمَا هَذِهِ رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَزَّ وَجَلَّ وَدَعْوَةُ نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَفَتِ الصَّالِحِينَ قَبْلَكُمْ وَلَكِنْ خَافُوا مَا هُوَ أَشَدُّ مِنْ ذَلِكَ أَنْ يَغْدُوَ الرَّجُلُ مِنْكُمْ إِلَى مَنْزِلِهِ لَا يَدْرِي أَمُؤْمِنٌ هُوَ أَوْ مُنَافِقٌ وَخَافُوا إِمَارَةَ الصِّبْيَانِ
“Muhakkak ki söyledikleriniz bana ulaştı. Bu hastalık ancak rabbiniz Azze ve Celle’den bir rahmet ve nebiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in duasıdır. Sizden önceki salihlere bu kurtuluş olmuştur. Lakin onlar bundan daha şiddetli olan şeyden; sizden birinin evine mü’min mi yoksa münafık mı olduğunu bilemeden dönmesinden ve çocukların idareciliğinden korkuyorlardı.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in duası ile kastettiği şudur: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de sıtma vebası veya taun vebası arasında muhayyer bırakılınca ölüm oranı daha az olduğu için sıtma vebasının Medine’de kalmasını, taun vebasının ise başka yere gönderilmesini istemişti. 
Ahmed (5/81) sahih isnadla Rasulullah'ın azatlısı Ebu Asib radıyallahu anh'den şöyle rivayet etti: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
 

 أَتَانِي جِبْرِيلُ بِالْحُمَّى وَالطَّاعُونِ فَأَمْسَكْتُ الْحُمَّى بِالْمَدِينَةِ وَأَرْسَلْتُ الطَّاعُونَ إِلَى الشَّامِ فَالطَّاعُونُ شَهَادَةٌ لِأُمَّتِي وَرَحْمَةٌ وَرِجْسٌ عَلَى الْكَافِرِينَ
"Cibril bana humma ve taun ile geldi. Ben hummayı Medine'de tuttum taunu ise Şama gönderdim. Taun ümmetim için bir şehitlik ve bir rahmettir. Kâfirler için de bir azaptır." el-Elbani es-Sahiha'da (761) ve Şeyh Mukbil Camiu's-Sahih'te (1188) sahih olduğunu açıklamışlardır.

Bu yüzden Medine’ye gelen kimse sıtma vebası (humma hastalığı)na yakalanırdı. 
Nitekim Ukl ve Urene kabilelerinden bazı kimseler de bu hastalığa yakalanınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara deve sidiği ve deve sütü içmelerini tavsiye etmiş, onlar da bunu yapınca iyileşmişlerdi. Fakat iyileştikten sonra taşkınlık yapıp cinayet işledikleri için cezalandırılmışlardı. Kıssa Buhârî ve Muslim’in Sahih’lerinde mevcuttur.
Bulaşıcı hastalıklar eskiden beri mevcuttu ve ne Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ne de ashabı, bugün kendilerine “Bilim kurulu” denilen ve kâfir Dünya Sağlık Örgütünün aldığı saçma sapan kararları harfiyyen uygulamakla görevli olan yobaz cahil tayfasının yaptıkları gibi, insanları birbirinden uzak tutmak, evlere kapatmak gibi kararlar almıyorlardı. Mescidlerde cemaatle namazları, ilim derslerini, birbirlerini ziyaretleri asla iptal etmemişlerdir. Çünkü onlar Allah’a ve onun kaderine iman ediyorlardı. Şimdikiler ise Allah’ı ve kaderini inkar ediyorlar, “akıl ve bilim” dedikleri geri zekalılık ve cehalete tapıyorlar, maskelerle ve eldivenlerle korunabileceklerini zannederek halkları paranoyak haline getiriyorlar.
Zuhrî rahimehullah’tan: Enes b. Malik radiyallahu anh şöyle demiştir:
قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ وَهِيَ مُحَمَّةٌ فَحُمَّ النَّاسُ فَدَخَلَ الْمَسْجِدَ وَالنَّاسُ قُعُودٌ فَقَالَ صَلَاةُ الْقَاعِدِ نِصْفُ صَلَاةِ الْقَائِمِ فَتَجَشَّمَ النَّاسُ الْقِيَامَ
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldiğinde orada hummâ (sıtma) vardı ve insanlar humma oldular. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescide girdiğinde oturarak namaz kılıyorlardı. Buyurdu ki:
Oturarak namaz kılana ayakta kılanın yarısı vardır.” Bunun üzerine insanlar ayakta namaz kılmaya çalıştılar.”[1]
Abdullah b. Amr b. el-As radiyallahu anhuma şöyle demiştir:
لَمَّا قَدِمْنَا الْمَدِينَةَ نَالَنَا وَبَاءٌ مِنْ وَعْكِهَا شَدِيدٌ فَخَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى النَّاسِ وَهُمْ يُصَلُّونَ فِي سُبْحَتِهِمْ قُعُودًا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَاةُ الْقَاعِدِ مِثْلُ نِصْفِ صَلَاةِ الْقَائِمِ
“Medine’ye geldiğimiz zaman vebaya (salgın hastalığa) yakalandık. Onun verdiği rahatsızlık şiddetli idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların yanına çıktığında onlar nafile namazları oturarak klıyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Oturarak namaz kılana ayakta kılanın yarısı kadar vardır.”[2]
Sünnette insanların salgın bulunan şehirden çıkmamaları veya salgın bulunan beldeye girmemeleri tavsiyesi gelmiştir. Ancak salgın bulunan bu şehirlerdeki halkın sosyal hayatları hiçbir şekilde kısıtlanmamıştır. Öyle görünüyor ki dünya sağlık örgütündeki bazı yetkililer kendi kıç korkularından bu çağdışı zorbalıkları kanunlaştırıyor ve kendilerini körü körüne taklit eden ülkelere de uygulatıyorlar!
İnsanlık tarihinde asırlardır devam edegelen uluslararası salgınlar defalarca tecrübe edilmiş olmasına rağmen insanların ibret almamaları ve hala Allah’ı ve O’nun kaderini inkar eden tarzda meseleye yaklaşmaları – bazıları bunun adına sözde akılcı ve bilimsel hareket dese de - acizliğin ve cahilliğin had safhasıdır. Hatta öyle saçmalamışlardır ki, daha korona virüsünün mahiyetini bile çözemedikleri halde peşinen: “Sigara içenler daha çok etkileniyor” diyerek, hemen hemen her hastalık için uyduruverdikleri bu kuyruklu yalanı uydurmaları ve bazı ahmakların da buna hemen inanıvermeleri trajikomik bir vakadır.


Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Binlerce   oldukları   halde   ölüm   korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara «ölün» dedi. Sonra da onları diriltti. Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Ama insanların pek çoğu şükretmez­ler.” (Bakara 243)


İbn Kesir rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Vekî' İbn Cerrah tefsirinde şöyle diyor: “Binlerce oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi?” âyeti hakkında İbn Abbâs radiyallahu anhuma'dan rivayet etti ki; o şöyle demiştir: “Bun­lar, dört bin kişi idiler. Taundan kaçarak köylerinden çıkmışlardı ve ölüm olmayan bir yere gidelim diyorlardı. Bir yere gelince Allah Teâlâ: “Onlara ölün” dedi ve onlar da öldüler. Peygamberlerden birisi onlara uğradı ve rabbine duâ ederek onları diriltmesini istedi. Allah da onları diriltti. İşte “Binlerce oldukları halde ölüm korkusuyla yurt­larından çıkanları görmedin mi?” âyetinin anlamı budur.


Seleften bazılarının anlattığına göre; bu kavim İsrâiloğullarından bir peygamberin zamanında bir belde halkı olup yerlerini tehlikeli gör­müşlerdi. Orada kendilerine şiddetli bir veba gelmişti. Onlar da ölüm­den kaçarak memleketlerinden ayrıldılar ve boş çöle kaçtılar. Açık bir vâdîye inip iki tarafını doldurdular. Allah Teâlâ onların ürerine biri va­dinin altından, diğeri yukarısından olmak üzere iki melek gönderdi. Melekler onlara bir bağırış bağırdılar ki son ferdine varıncaya kadar öldüler ve çukurlara sürüklendiler, üzerlerine duvarlar örüldü. Yok oldular, parçalanıp dağıldılar. Aradan bir asır geçtikten sonra İsrâiloğullarından Hazkıyel adındaki bir peygamber onların bulunduğu ye­re uğradı ve Allah'dan onların diriltilmelerini diledi. Allah Teâlâ onun duasını kabul buyurarak: “Ey çürümüş kemikler, Allah toplanmanızı emrediyor” demesini emretti. Her bir cesedin kemikleri biraraya top­landı. Sonra Allah Teâlâ: “Ey kemikler, Allah sizin et, sinir ve deri ile örtülmenizi emrediyor” diye nida etmesini emretti ve öylece oldu. Bu­nu peygamber görüyordu. Sonra Allah Teâlâ: “Ey ruhlar, Allah Teâlâ daha önce bulunduğunuz cesedlere dönmenizi emrediyor” diye nida etmesini emretti. Onlar etraflarına bakar oldukları halde dirilerek kalk­tılar. Allah Teâlâ onları uzun uykularından sonra diriltmişti ve onlar şöyle diyorlardı: “Seni tesbîh ederiz ey Allah'ımız, Senden başka İlâh yoktur.”

Onların diriltilmelerinde hem bir ibret ve hem de kıyamet günü cismânî dirilmenin vuku' bulacağına kesin bir delîl vardır. İşte bunun içindir ki Allah Teâlâ: “Şüphesiz ki Allah kendilerine parlak âyetler, kesin hüccetler ve çürütülemez deliller göstermek suretiyle, insanlara karşı lütuf sahibidir. Ama insanların pek çoğu şükretmezler.” Gerek dinlerini ve gerekse dünyaları ile ilgili olarak Allah'ın kendilerine ver­diklerinin şükrünü yerine getirmezler, buyurmaktadır.

Yine bu kıssada hem bir ibret ve hem de korkunun kadere fayda vermediğine ve Allah'tan, ancak Allah'a kaçılabileceğine bir delil var­dır. Bunlar uzun bir hayat isteğiyle vebadan kaçarak memleketlerin­den çıkmışlardı. Ama maksadlarının tersi ile muamele gördüler ve bir anda ölüm onlara geliverdi.



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Abdilber et-Temhid (12/48) Abdurrazzak (2/471) Ahmed (3/136, 214) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (1364) İbn Mâce (1230) Ebû Ya'lâ (6/275) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (7/195) Bezzar (12/324, 13/40) el-Elbani Sifatu’s-Salat (s.97)
[2] Sahih ligayrihi. Malik Muvatta (1/136) Abdurrazzak (2/471) İbn Ebî Şeybe (1/403) Ebu Ahmed Hâkim Avaliyu Malik (120) İbn Abdilber et-Temhid (12/45-50)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)