Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Nisan 2020 Pazar

İslam Şiarlarının Terki Ülkelerin Daru'l-Harbe Dönüşmesine Sebeptir



Bilindiği gibi Türkiye’de halkın çoğunluğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat caddesinden ayrılmış olan Hanefî ve Şafii fırkalarına mensupturlar. Sünnet inkarcısı kesimler ise zındıklar sınıfından olduğundan onların söz ve görüşlerinin itibar edilecek bir yanı yoktur. Şafii ve Hanefi fırkalarında muteber olan fıkıh kitaplarından aktaracağım nakil, Türkiyede yaşayan biddat ehlinin katında da Cuma ve cemaat namazlarını terk etmenin, Daru’l-İslam’ı Daru’l-Küfre döndüreceğinin  basit bir ispatıdır:
Şafiilerden Ebu’l-Hasen el-Maverdî, Ahkamu’s-Sultaniye’de (s.356) şöyle demiştir: “Camilerde cemaatle namaz kılmak ve ezan okumak, İslam’ın şiarı, Daru’l-İslam ile Daru’ş-Şirki ayırt eden, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından tatbik edilen bir alamettir.”
Hanefi fıkıh kitaplarından Damad Efendi diye meşhur Abdurrahman b. Muhammed Şeyhzade, Multeka’l-Ebhur şerhi Mecmau’l-Enhur’da (1/660) geçen şu sözleri, Hanefiler indinde bir küfür ülkesinin İslam ülkesine dönmesi yöneticilerin Cuma ve bayram namazlarını cemaatle kılmayı icra etmelerine bağlanmıştır: “ed-Durer’de denilir ki; Daru’l-Harb bir ülke içinde Cuma ve bayram namazlarının icra edilmesi suretiyle Daru’l-İslam’a döner…”
Hanefilerden İbn Abidin de, Durru’l-Muhtar’da (4/175)  bu hükmü ikrar ile naklederek şöyle demiştir: “İslam ehlinin orada Cuma ve bayram namazları gibi hükümleri icra etmeleriyle daru’l-harb, daru’l-İslam’a dönüşür. Orada aslî kafirler bulunsa ve İslam ülkesiyle sınırı bitişik olmasa bile böyledir.”
Malikî fıkıh kitaplarından Haşiyetu’d-Dusuki Ala Muhtasari’l-Halil’de (2/188) şöyle denilir: “İslam beldelerine kafirler galip gelseler de, orada İslam şiarları devam ettiği sürece daru’l-harbe dönmez… Ta ki (cemaatle namaz ve Cuma namazı gibi) İslam şiarlarının ikamesi kesintiye uğrarsa…” Böylece kafirler müslümanların ülkesine galip olduğunda o ülkenin darul harbe dönmemesi, islam şiarlarının ikame edilmesinin devamına bağlanmıştır.
Hanbelilerden sayılan İbn Useymin’e şöyle sorulmuştur: “İslam ülkeleri neyle daru’l-harbe döner? Beşeri kanunlarla hükmeden devletler darulislam mı yoksa darulharb midir?”
İbn Useymin şöyle cevapladı: “Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. Daru’l-İslam’ın daru’l-harbe dönmesi ancak Allah’ın düşmanlarıyla savaşılması halinde söz konusu olur. Daru’l-İslam; içinde ezan, cemaatle namaz, Cuma namazı ve benzeri İslam şiarlarının açıkça yerine getirildiği ülkelerdir. Buraların halkları İslam’a mensupturlar ve dinin kurallarına uyarlar. Ama Allah Azze ve Celle’nin indirdiğinden başkasıyla hükmetmeye gelince, bu küfre götürebilir ve küfrün altında bir duruma da götürebilir. Nitekim Allah Azze ve Celle, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin gerektirdiği duruma göre onları kâfirler, zalimler ve fasıklar diye zikretmiştir. Bu Allah’ın indirdiklerinden başksıyla hükmeden kimse hakkındadır. Eğer bu hüküm küfür derecesine ulaşırsa halkı müslüman olduğu ve yöneticilerinin bu hükmünden razı olmadıkları sürece ülke daru’l-islam olmaktan çıkmaz. Küfür ülkesinde dini izhar etmeye gelince, eğer insan küfür diyarında dinini açıkça izhar edemiyorsa bu kimsenin oradan hicret etmesi farzdır. Eğer oradan çıkmaya gücü yetmiyorsa orada bu durumdan kurtulmayı sürekli hatırında tutarak kalır. Küfür beldesinde namaz kılar, zekatı verir, cemaat ve Cuma namazlarını hiçkimsenin engellemesi ile karşılaşmadan eda edebilirse bu durumda dinini izhar etmeye gücü yetiyor demektir. Lakin bunun beraber onun küfür ülkesinde yaşamaya devam etmesi hoş görülmez.”
Yine Şeyh İbn Useymin’e şöyle soruldu: “Daru’l-İslam ve Daru’l-Küfrün ayırıcı sınırları nelerdir?”
İbn Useymin dedi ki: “Daru’l-İslam; yöneticilerine itibar etmeksizin, içinde İslam şiarlarının ikame edildiği yerlerdir. Hatta o ülkeye kafir bir adam yönetici olsa ve İslam şiarlarını izhar etse orası daru’l-İslamdır. Orada ezan okunur, namaz kılınır, Cuma namazları ve dini bayramlar ikame edilir, oruç tutulur, hac yapılır vb şiarlar ikame ediliyorsa, yöneticileri kafirler olsa bile orası İslam diyarıdır.”
Şeyh Ahmed b. Yahya en-Necmî’ye İslam ülkeleri hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Ülkede La ilahe illallah şehadeti ilan ediliyorsa, ezan ilan edilip mescidlerde namaz kılınıyorsa ve benzeri şiarlar yerine geliyorsa orası İslam ülkesidir.”
Şeyh İbn Baz’a İslam ülkesi ve küfür ülkesi hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Orada küfür şiarları galipse orası küfür ülkesidir. Eğer İslam şiarları galip gelirse orası İslam ülkesidir. Hüküm zahir ve galip olan duruma göredir.”
Görüldüğü gibi ülkelerin hükmü hususunda ittifak edilen iki mesele vardır: Ülkelerin İslam ülkesi sayılması; yöneticileri kafir olsa dahi halkının genelinin müslüman olması ve İslam şiarlarının icra edilmesine bağlıdır. Bu iki şarttan biri yerine gelmediğinde orası darul küfre döner. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın görüşü de bu şekildedir. Tatarların Mardin’i istila ettikleri zaman verdiği fetvasında bu hususu açıklamıştır.



Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)