Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

23 Ağustos 2021 Pazartesi

İktibas: Epistemik Cemaat Neden Acele Ediyor? - Arslan Bulut

 23 Ağustos 2021 Pazartesi

"Biz bilime inanıyoruz?" diyorlar ve kendi tutumlarına aykırı görüş bildirenleri bilim dışı hurafelere inanmakla suçluyorlar. Aslında kendilerine bilim etiketiyle dayatılan saçmalıkları hiç düşünmeden kabul ettikleri için hurafe içinde yüzdüklerinin farkında bile değiller.

Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, henüz akademik kariyerinin başındayken "Epistemik Cemaat" adlı müthiş bir kitap yazmıştı. "Bilimsel kavramlar, Londra, Berlin, Paris ve Washington'da üretilir, burada tekrar edilir. Merkez orasıdır, bizim gibi ülkelerin üniversiteleri, aydın çevreleri yörüngededir, uydu konumundadır. Bu kavramların tekrarcıları da epistemik cemaati oluşturur" diyordu.

Şimdiki durum tıpatıp böyledir. Gerçi şimdi bilim diye insanlığa dayatılan verileri üniversitelerden çok sermayeye hükmeden şirketler üretiyor. Mesela elektromanyetik dalgaların insan sağlığı üzerindeki etkilerinden söz etseniz ve bu iddiayı dünya çapındaki bilim insanlarının araştırmaları ile destekleseniz, hemen bu dalgaları kullanan şirketlerde çalışan "uzman"lar, sizi yalanlamaya kalkışıyor. Oysa bilimsel bilgi aldığınız maaş ile bağlantılı değildir. Bilimsel bilgi, kişisel çıkarlara göre değişmez.

PCR testini icat eden adam, "Döngü sayısına göre aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Bu sebeple bu test virüs tespitinde kullanılamaz" dediği halde bu testi esas kabul ederek, sözde pandemi politikası sürdürüyorlar.

mRNA teknolojisini üreten adam, "Bu teknolojiyle ürettiğiniz sıvılar, küresel ölçekte insanların bağışıklık sistemini çökertir" diye uyarıyor ama dünyada bütün hükümetler, afsunlanmış gibi Dünya Sağlık Örgütü'nden dikte ettirilen kararları uyguluyor.

Üstelik Dünya Ekonomik Forumu, bu sürecin "Büyük Sıfırlama"yı sağlamak için kullanılacağını açıklıyor. Yani sürecin ardında insanları daha sağlıklı kılmak değil, insanları istediği gibi yönetmek düşüncesi var.

Sürecin başında hatırlatmıştım; businessinsider.com'da, Lydia Ramsey adlı muhabirin 14 Mart 2020'da yayınlanan haberinde şu bilgiler veriliyordu:

"Bill Gates tarafından desteklenen Chicago merkezli bir biyoteknoloji enstitüsü, sedef hastalığı veya kanser gibi hastalıklara sebep olan, mutasyona uğramış genleri etkisizleştiren RNA veya ribonükleik asitleri etkileyen ilaçlar geliştirdi. RNA, hücrelerin protein yapmak için ihtiyaç duyduğu dizilimdir. Fikir şu: Mutasyona uğramış genleri durdurursanız, hatalı proteinlerin yaratılmasını durdurabilirsiniz. Ancak bu tedavilerin karşılaştığı sorun, geliştirilen ilaçları, istediğiniz hücrelere ulaştırmanın zor olmasıdır. Bu sebeple, nanopartiküller ve DNA veya RNA'dan oluşan parçalar geliştirildi. Amaç, DNA veya RNA'ya ulaşmak, bunun için doğrudan cildinize, akciğerlerinize, gözlerinize ve gastrointestinal kanalınıza, yani doğrudan hücrelerinize bu yapıları göndermektir."

Bill Gates'in bahsettiği ve ulusal sınırları tanımayan virüse karşı geliştirilen ve aşı denilen sıvılarda kullanılan parçacık buydu!

Nanorobot da denilen bu parçacıklar, elektromanyetik dalgayla yönlendirilebilir. Bill Gates'in uzmanlık alanı da budur! Bu itibarla, İnternet, uydular, akıllı telefonlar, bilgisayarlar, televizyonlar ve nihayet baz istasyonları üzerinden de nanorobotlar yönlendirilebilir! Vücudunda bu nanorobotları bulunduranlar elektromanyetik dalgaya maruz kaldıklarında doğrudan etkilenir.

Asıl hedefleri, Tek Dünya Devleti kurmak, bunu sağlamak için de Türkiye gibi ulus devletleri çökertmektir. Türkiye'ye Suriyelilerin Afganların sürülmesinin asıl sebebi budur.

Bu iddiaların bilimsel bilgiye değil de hurafeye dayandığını kimse söyleyemez. Zaten bunun için medyada tek sesli yayın yapıyor ve nanorobotların bütün inanların vücuduna yerleştirilmesi için çırpınıyorlar. Ve acele ediyorlar!

Bilimden birazcık nasibini almış bir insan, içine ısıya, elektromanyetik dalgaya duyarlı, sensör nitelikli maddeler bulunan bir sıvıyı aşı diye kabul etmez. Epistemik cemaat kimin liderliğindedir; bunu da sorgulamak gerekmez mi?

22 Ağustos 2021 Pazar

Yeni Çıkan Kitaplar

 


TENVİRU'L-AYNEYN

Bisihahi Zevaidi'l-Mu'cemeyn
Taberani'nin Mu'cemu'l-Evsat ve Mu'cemu's-Sagir'inden, Kütübü Sitte'de Geçmeyen Sahih Hadisler
Ciltli, ithal kağıt, indirimli 40 tl.'dir.
Kitabın sonunda Nasıl Bir Zamandayız? adlı, bazı kıyamet alametlerinin incelemesine dair bir risale yer almaktadır.
www.sahihkitap.com adresinden sipariş verebilirsiniz.


EL-MULTEKA'L-BAHRAYN
Şeyh el-Elbani ve Şeyh Mukbil b. Hadi'nin tashihinde ittifak ettikleri, Buhari ve Muslim'in Sahihlerinde geçmeyen sahih hadis hadisler
5 cilt, ithal kağıt, indirimli 200 tl.'dir.
www.sahihkitap.com adresinden sipariş verebilirsiniz.

Virüs Yalan Salgın Bahane!

Karton kapak, ithal kağıt. Ücretsizdir. 

Talep için darussunne@hotmail.com adresine; talep adeti, isim, adres, telefon bilgilerini içeren e-mail yazabilirsiniz

21 Ağustos 2021 Cumartesi

Zatu Envat Kıssasının Sıhhatini İnkâr Mümkün Değildir!

 Serseri bid’at ehli kelam ve felsefe dolu yorumlarıyla naslara itiraz etmekle yetinmiyor, son zamanlarda yine hiç bilmedikleri diğer bir alan; hadis ilmine de cahil cesaretiyle pisliğe bulanmış habis burunlarını sokuyorlar. Eskiden hevalarına uymayan ayet ve hadisleri devredışı bırakmak için yorumlara girişirlerdi, şimdi ise inkâr için yeni bir yol icat ettiler! Vahiy münkirlerinden birisi meşhur Zatu Envat kıssasının sahih olmadığını iddia için, rivayetin isnadında geçen Sinan b. Ebi Sinan’ın meçhul olduğunu iddia etmiştir! Hâlbuki kıssanın diğer ravileri gibi, Sinan b. Ebi Sinan da Buhârî ve Muslim ricalindendir ve hadis Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahihtir.

Rical kitapları ittifakla şu bilgileri verirler: Sinan b. Ebi Sinan Yezid b. Umeyye ed-Diylî el-Medenî’dir. Hicri 23 senesinde doğmuş, 105 senesinde vefat etmiştir. Tabiinin orta tabakasındandır. Buhârî ve Muslim ricalinden sika bir ravidir. El-İclî dedi ki: “Medineli, tabiî, sikadır” Bkz.: İbn Hacer Tehzibu’t-Tehzib (4/242) Buhârî Tarihu’l-Kebir (4/162) Zehebi Tarihu’l-İslam (3/59) Kelabazi Ricalu’s-Sahihi’l-Buhârî (483)

Nitekim hiçbir hadis âlimi bu kıssanın zayıf olduğunu iddia etmemiştir. Ancak vahye iman etmeyi kibrine yediremeyen bir kâfir bu hadisi inkar eder!

Buhârî ve Muslim’in şartına göre sahih olan bu rivayetin isnadı ve metni şu şekildedir:

قَالَ محمد بن نصر المَرْوَزِي رَحِمَهُ الله فيِ السنة حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَسْمَاءِ بْنُ عُبَيْدٍ الضَّبْعِيُّ عَنْ جُوَيْرِيَّةَ عَنْ مَالِكٍ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ سِنَانِ بْنِ أَبِي سِنَانٍ الدَّيْلِيِّ حَدَّثَهُ عَنْ أَبِي وَاقِدٍ اللَّيْثِيِّ قَالَ خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى حُنَيْنٍ وَنَحْنُ حَدَيِثُو عَهْدٍ بِكُفْرٍ قَالَ وَكَانَتْ لِلْكُفَّارِ سِدْرَةٌ يَعْكِفُونَ عِنْدَهَا وَيَنُوطُونَ بِهَا أَسْلِحَتَهُمْ يُقَالَ لَهَا ذَاتُ أَنْوَاطٍ قَالَ فَمَرَرْنَا بِسِدْرَةٍ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّهَا السُّنَنُ اللَّهُ أَكْبَرُ قُلْتُمْ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ كَمَا قَالَ بَنُو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى {اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ} لَتَرْكَبُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُمْ

Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu anh dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Huneyn savaşına çıktık. Bizler Küfür’den yeni kurtulmuş kimselerdik. Kâfirlerin yanında toplanıp ibadet ettikleri ve üzerine silahlarını astıkları “Zatu envat” denilen bir ağaçları vardı. Biz bir ağacın yanından geçerken dedik ki:

“Ey Allah’ın rasulu! Bizim için bir “Zatu envat” belirle!” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Muhakkak bu takip edilen adetlerdendir! Allahu ekber! Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu sizin dediğiniz, İsrailoğullarının Musa’ya söylediği şey gibidir: “Onların ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler. O da dedi ki: “Muhakkak sizler cahillik eden bir topluluksunuz.” (A’raf 138) Muhakkak ki sizden öncekilerin adetlerini birer birer işleyeceksiniz.”[1]

Bu kıssanın zayıf isnadlarla gelen tariklerinde de lafızları mutabakat etmektedir:

Ezrakî, Ahbaru Mekke’de; dedesi - Muhammed b. İdris – el-Vakidi – İbn Ebi Habibe – Davud b. el-Husayn – İkrime - İbn Abbas radiyallahu anhuma yoluyla şu şekilde rivayet etti:

كَانَتْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ شَجَرَةً يُعَظِّمُهَا أَهْلُ الْجَاهِلِيَّةِ، يَذْبَحُونَ لَهَا، وَيَعْكُفُونَ عِنْدَهَا يَوْمًا، وَكَانَ مَنْ حَجَّ مِنْهُمْ وَضَعَ زَادَهُ عِنْدَهَا وَيَدْخُلُ بِغَيْرِ زَادٍ؛ تَعْظِيمًا لَهَا، فَلَمَّا مَرَّ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى حُنَيْنٍ قَالَ لَهُ رَهْطٌ مِنْ أَصْحَابِهِ فِيهِمُ الْحَارِثُ بْنُ مَالِكٍ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ كَمَا لَهُمْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ. قَالَ: فَكَبَّرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقَالَ: «هَكَذَا فَعَلَ قَوْمُ مُوسَى بِمُوسَى عَلَيْهِ السَّلَامُ

“Zatu Envat, Cahiliyye halkının tazim ettikleri, kendisi için kurban kestikleri ve bir gün onun yanında itikâfa çekildikleri bir ağaç idi. Cahiliyye halkından biri hac yapmak istediğinde azığının onun yanına koyar ve ona tazim için oraya azıksız olarak girerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından bir toplulukla beraber Huneyn’e uğradığı zaman, aralarında bulunan el-Haris b. Malik dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Onların Zatu Envat’ı gibi bize de bir Zatu Envat belirle!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun üzerine tekbir getirdi ve buyurdu ki:

Bu Musa aleyhi's-selâm’ın kavminin Musa aleyhi's-selâm’a yaptığı şeydir!”[2]

Bu hadiste geçen “El-Haris b. Malik”; Ebu Vakid el-Leysî radiyallahu anh’ın ismidir. Bu rivayetin isnadında el-Vakidi metruk bir ravi olsa da siyer ve megazide hüccettir. İbn Ebi Habibe’de zayıflık vardır. Ancak metni yukarıda geçtiği üzere sahihtir.

Kesir b. Abdillah b. Amr b. Avf el-Muzeni – babası – dedesi yoluyla gelen rivayet metni de şu şekildedir:

غَزَوْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَ الْفَتْحِ، وَنَحْنُ أَلْفٌ وَنَيِّفٌ، فَفَتَحَ اللهُ لَنَا مَكَّةَ، وحُنَيْنًا، حَتَّى إِذَا كُنَّا بَيْنَ حُنَيْنٍ وَالطَّائِفِ أَبْصَرَ شَجَرَةً كَانَ يُنَاطُ بِهَا السِّلَاحُ، فَسُمِّيَتْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ، وَكَانَتْ تُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ، فَلَمَّا رَآهَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ انْصَرَفَ عَنْهَا فِي يَوْمٍ صَائِفٍ إِلَى ظِلٍّ هُوَ أَدْنَى مِنْهَا، فَقَالَ رَجُلٌ: يَا رَسُولَ اللهِ، اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ كَمَا لِهَؤُلَاءِ ذَاتُ أَنْوَاطٍ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " إِنَّهَا السُّنَنُ، قُلْتُمْ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ كَمَا قَالَتْ بَنَو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى: اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ، فَقَالَ: أَغَيْرَ اللهِ أبْغِيكُمْ إِلَهًا، وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Fetih senesinde bin küsur kişi olarak gazaya çıktık ve Allah bize Mekke ile Huneyn’in fethini nasip etti. Biz Huneyn ile Taif arasında insanların silahlarını astıkları ve Zatu Envat ismini verdikleri bir ağaç gördük. Allah’ın dışında bu ağaca da ibadet ediliyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce ondan uzaklaştı. Hâlbuki sıcak bir gündü ve o ağacın gölgesi vardı. Bir adam dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Onların Zatu Envat’ı gibi bize de bir Zatu Envat belirle.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:

Muhakkak ki bunlar takip edilen adetlerdir! Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa’ya söylediği: “Bize onların ilahları gibi bir ilah belirle” demeleri gibi dediniz. Musa da demişti ki: “Allah’tan başka bir ilah mı arıyorsunuz? Hâlbuki O sizi âlemlere üstün kılmıştır.”[3]

Bu rivayetin isnadında bulunan Kesir b. Abdillah’ı çoğunluk zayıf görmüştür. Lakin rivayetin metni Ebu Vakid el-Leysi’nin rivayetine mutabık olduğundan sahihitir.

Netice:

1- Zatu Envat kıssası inkârına yol olmayacak şekilde sahih olarak sabit olmuştur.

2- Zatu Envat; cahiliyye halkının ilah edindikleri, tazim ettikleri ve ibadet sundukları bir ağaçtır.

3- Ebu Vakid Haris b. Malik el-Leysî radiyallahu anh ya da sahabe cemaatinden birileri kendileri için de bir Zatu Envat edinilmesini talep etmişler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu teklifin, İsraioğullarının Musa aleyhi's-selâm’dan ilah edinme talebiyle aynı olduğunu söyleyerek reddetmiştir. Dolayısıyla vahye teslim olmayan bid’at ehlinin “Bu teklifte ne var ki? Böyle bir teklif neden şirk olsun?” şeklindeki itirazlarının çöp olduğu ortadadır.

4- Böylesine şirk ihtiva eden bir teklif, İslam’a yeni girmiş olan ve tevhidi tam anlamıyla öğrenmemiş kimselerden, kendilerine ilmin yeterince ulaşmadığı kimselerden sadır olduğu için, teklif sahibinin müşrik olduğuna hükmedilmemiştir. Hadis, geçerli mazereti olan kimseler için cehaletin tekfire mani bir unsur teşkil ettiği hususunda açıktır. Lakin tuhaf olan şu ki, muhaliflerini tekfir etmede insafsız olan Harici ve Mürcie taifelerinden bu hadisi sahih kabul edenleri, hadis hevalarına uygun düşmeyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şirk olduğunu açıkça ifade ettiği bir teklifi dahi temize çekmeye kalkıyor, bunun şirk olmadığını iddia ediyorlar! Tıpkı Allah’tan başkası adına yemin etmenin küçük şirk olduğunu iddia etmeye çalışmaları gibi!



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Muhammed b. Nasr el-Mervezi es-Sunne (39) Tirmizi (2180) Muzeni, Sunenu’ş-Şafii (400) Ahmed (5/218) İbn Ebî Şeybe (7/479) Tayalisi (1443) İbn Hibban (15/94) Humeydi (848) Taberî Tefsir (10/411) İbn Ebî Hâtim Tefsir (8906, 8910) Ebû Ya'lâ (3/30) Taberani (3/244) Ezraki Ahbaru Mekke (1/129) İbn Kani Mu’cem (1/172) el-Lalekai İtikad (205) Herevi Zemmu’l-Kelam (467) Ebu Nuaym Marife (2021) İbn Ebi Asım es-Sunne (76) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (1813) Beyhakî Delail (5/124)

[2] Ezraki Ahbaru Mekke (1/130)

[3] Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (17/21) İbn Ebî Hâtim Tefsir (8910)

15 Ağustos 2021 Pazar

Müslüman Ebeveyne İtaatin, Nafile Olan Cihad ve Hicretin Önüne Geçirilmesi

 İbnu’l-Cevzi rahimehullah, Birru’l-Valideyn kitabında bu konuyla ilgili başlık açmış ve şu rivayetleri zikretmiştir:

13- Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَاسْتَأْذَنَهُ فِي الجِهَادِ، فَقَالَ: أَحَيٌّ وَالِدَاكَ؟ قَالَ: نَعَمْ، قَالَ: فَفِيهِمَا فَجَاهِدْ

“Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e cihad konusunda izin istemek için geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

Annen baban sağ mı?” buyurdu. O da “Evet” deyince: 

O ikisi hakkında cihad et” buyurdu.[1]

* Ebu Muaz’ın notu: İbn Hacer rahimehullah Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir: “Hadisteki: “O ikisi hakkında cihad et” sözünün anlamı şudur: Eğer anne baban varsa onlara iyilik için yaptığın gayretler seni düşmanla savaş için yapılanların ecrine ulaştırır.”

14- Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُبَايِعُهُ، فَقَالَ: جِئْتُ لِأُبَايِعَكَ عَلَى الْهِجْرَةِ، وَتَرَكْتُ أَبَوَيَّ يَبْكِيَانِ، قَالَ: فَارْجِعْ إِلَيْهِمَا فَأَضْحِكْهُمَا كَمَا أَبْكَيْتَهُمَا

 “Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e biat etmeye geldi ve dedi ki: “Sana hicret üzere biat etmeye geldim ve ana babamı ağlar halde bıraktım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Onlara dön ve ağlattığın gibi onları güldür.”[2]

* Ebu Muaz’ın notu: Anne babaya itaat ve onlara iyilik etmek, meşru konularda onları razı etmeye çalışmak Allah Azze ve Celle’ye ibadetten sonra dinin teşvik ettiği en üstün yakınlıklardandır. Hadisin zahirinden anlaşıldığı üzere burada hicret üzere biat etmek için gelen kişi, ilim, davet ve cihad merkezi dışında yaşayan bedevilerden bir müslümandır, anne babası da müslüman bedevilerdendir. Şayet küfür diyarında yaşayan ve anne babası da kafir olan biri olsaydı, üzerine farz olan hicret için kafir anne babadan izin almak söz konusu edilmezdi. Burada müstehap olan hicret için, müslüman anne babadan izin istemek söz konusu edilmiştir. Aksi halde müşriklerin diyarında ikamet etmek hakkındaki tehdit içeren hadislerin bir manası olmazdı. Çünkü müşrik anne babalar, oğullarının müslümanlara katılmalarına ve müşriklere karşı savaşmalarına asla izin vermezlerdi. Yine hadisin zahiri, bu hadisenin hicretin farziyetinin sona ermesinden sonra meydana geldiğini gösteriyor.

Denildi ki: eğer nafile bir cihada çıkmak için gelmiş ise anne babasının izni olmadan çıkması caiz değildir. Ama farz-ı ayn bir cihadda anne babanın iznine gerek yoktur.  Anna baba kafir iseler onların ister nafile, ister farz olsun cihada mani olmaya hakları yoktur. Bu konuda onlara itaat etmek Allah Teâlâ’ya isyan olur.[3]

15- Ebu Said el-Hudrî radiyallahu anh dedi ki:

هَاجَرَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْيَمَنِ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: هَلْ بِالْيَمَنِ أَبَوَاكَ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ لَهُ: أَذِنَا لَكَ؟ فَقَالَ: لَا. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ارْجِعْ إِلَى أَبَوَيْكَ فَاسْتَأْذِنْهُمَا، فَإِنْ فَعَلَا، وَإِلَّا فَبِرَّهُمَا

“Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e Yemen’den hicret etti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: 

Yemende anan baban var mı?” dedi. O da: “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

Onlar sana izin verdiler mi?” buyurdu. Adam: “Hayır” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Ana babana dön ve onlardan izin iste. Eğer izin verirlerse ne âlâ, aksi halde onlara iyilik et.”[4]

16- İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan:

جَاءَتِ امْرَأَةٌ، وَمَعَهَا ابْنٌ لَهَا، وَهُوَ يُرِيدُ الْجِهَادَ، وَهِيَ تَمْنَعُهُ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَقِمْ عِنْدَهَا، فَإِنَّ لَكَ مِنَ الْأَجْرِ مِثْلَ الَّذِي تُرِيدُ

 “Bir kadın yanında oğluyla geldi. Oğlu cihad etmek istiyor, kadın ise ona engel oluyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (kadının oğluna) buyurdu ki:

Onların yanında kal. Muhakkak ki sana arzuladığın ecrin aynısı vardır.”[5]

* Ebu Muaz’ın notu: Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr’de şu lafızla rivayet etmiştir:

جَاءَ رَجُلٌ وَأُمُّهُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ يُرِيدُ الْجِهَادَ وَأُمُّهُ تَمْنَعُهُ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:عِنْدَ أُمِّكَ قَرَّ فَإِنَّ لَكَ مِنَ الأَجْرِ عِنْدَهَا مِثْلَ مَا لَكَ فِي الْجِهَادِ

“Bir adam ve annesi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldiler. Adam cihad etmek istiyor, annesi onu engelliyordu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

Annenin yanında kal. Muhakkak ki onun yanında senin için cihaddaki ecrin aynısı vardır…” Devamında münker bir metin vardır.

17- Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَأْذِنُهُ فِي الْجِهَادِ، فَقَالَ: هَلْ مِنْ وَالِدَيْكَ أَحَدٌ حَيٌّ؟ قَالَ: أُمِّي، قَالَ: فَانْطَلِقْ فَبَرَّهَا، فَأَقْبَلَ يَتَخَلَّلُ الرِّكَابَ، فَقَالَ: إِنَّ رِضَى الرَّبِّ عَزَّ وَجَلَّ فِي رِضَى الْوَالِدِ، وَسَخَطَ الرَّبِّ فِي سَخَطِ الْوَالِدِ

 “Bir adam Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e cihad için izin istemek üzere geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: 

Anne babandan biri sağ mı?” dedi. Adam: “Annem sağ” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

Git ona iyilik et” buyurdu. Adam da bineğini çözmeye yönelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Muhakkak ki Rab Azze ve Celle’nin rızası anne babanın rızasına bağlıdır.”[6]

* Ebu Muaz’ın notu: Muslim’in rivayet lafzı şöyledir:

أَقْبَلَ رَجُلٌ إِلَى نَبِيِّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أُبَايِعُكَ عَلَى الْهِجْرَةِ وَالْجِهَادِ أَبْتَغِي الْأَجْرَ مِنْ اللَّهِ قَالَ فَهَلْ مِنْ وَالِدَيْكَ أَحَدٌ حَيٌّ قَالَ نَعَمْ بَلْ كِلَاهُمَا قَالَ فَتَبْتَغِي الْأَجْرَ مِنْ اللَّهِ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَارْجِعْ إِلَى وَالِدَيْكَ فَأَحْسِنْ صُحْبَتَهُمَا

“Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Sana hicret ve cihad üzere biat ediyorum. Bununla Allah’tan ecir bekliyorum.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: 

Anne babandan biri sağ mı?” buyurdu. Adam: “Evet, ikisi de sağ” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

Allah’tan ecir mi bekliyorsun?” Adam: “Evet” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: 

O halde dön ve anne babana güzel arkadaşlık et.”



[1] Buhârî (3004) Muslim (2549)

[2] Sahih. Ebû Dâvûd (2528) Nesâî (4163) İbn Mâce (2782) Ahmed (6869)

[3] Bkz.: Begavi Kitabu’s-Siyer Mine’t-Tehzib (

[4] Hasen ligayrihi. Ahmed (3/75) Ebû Ya'lâ (2/531) Hâkim (2/103) Beyhakî (9/26)

[5] Zayıf. Abdurrazzak (8/462) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (11/410) el-Elbani ed-Daife (6243) isnadında Rişdeyn b. Kureyb zayıftır.

[6] Muslim (2549)

12 Ağustos 2021 Perşembe

Onların Çoğu Şirk Koşmadan Allah’a İman Etmezler! (Yusuf 106)

Makale sahibi: Prof. Dr. Hakim el-Mutayrî  Tarih: 4/9/1442 hicri-16/4/2021 miladi

Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Siyonistlerin işgali altında oldukları halde mübarek Mescidu’l-Aksa’da yetmiş bin kişi Cuma namazını meşru şekliyle kıldılar.

Müslümanların kendi ülkelerinde Dünya Sağlık Örgütünün Başkanı Adhenom’un tavsiyelerini gözeterek mescidlerinde Cuma namazını ve cemaat namazlarını Allah’ın ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in meşru kıldıkları şekilde kılmaktan yasaklandıkları bir vakitte!

Nitekim Dünya Sağlık Örgütü müslümanların mescidlerini namaz kılanlardan boşaltmıştı! Sonra minberler üzerinden dinin şiarlarını değiştirmeye kalktı. Tatayyur (uğursuzluk) inancına, Allah’a ortak koşmaya, hastalık bulaşması inancına, hastalık korkusuyla farzların terkine, Allah’a tevekkül etmemeye, maddeye iman etmeye minberler üzerinden davet yapıldı! Halbuki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hastalık bulaşması yoktur! Tıyera (uğursuzluk/kötümserlik) yoktur!”  Yine şöyle buyurmuştur: “Tıyera (kötümserlik) şirktir, Lakin Allah Azze ve Celle onu tevekkül ile giderir.”

Bugün korona ile tatayyür (uğursuz sayma) ve teşaum (kötümserlik)in en açık şekli sergilenmektedir! Hatta bu tatayyürün en bariz göstergesi mescidlere uygulanmış, minberler bu davete alet edilmiş, Kitap ve sünnetin; Allah’a tevekkül, tıyeranın (kötümserliğin) ve hastalık bulaşması inancının reddedilmesi gibi esaslarına aykırı her şey emredilmiştir.

Şayet Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tıyera ve hastalık bulaşması inancından yasaklamasına rağmen bugün müslümanların hastalık korkusuyla dinlerinin farzlarını ve şiarlarını terk ettiklerini, birbirlerinden kaçtıklarını, işlerini bırakıp maslahatlarını iptal ettiklerini cahiliyye halkı görselerdi, kendilerinin üzerinde bulundukları cahiliyye ve tatayyürlerinden dolayı Allah’a hamd ederlerdi!

Nitekim Cahiliyye araplarının tatayyür (uğursuz sayma) ve teşaum (kötümserlik)leri delilik ve sebepleri ortak koşma derecesine ulaşmamıştı. Onlar, bugünkü müslümanların yaptıkları gibi uğursuz saydıkları şeylerin Allah’ın kaza ve kaderi dışında etki ettiğine inanmıyorlardı.

Bundan daha çetini ve daha çirkini, bütün bunların İslam, kitap ve sünnet, tevhid adına, Mescidu’l-Haram’da yapılmasıdır! Bu yapılanlarda Allah’a tevekkülün hakikatine hiç yer kalmamıştır! Tevhidin kemali bir yana, onun aslını oluşturan; sebepleri ortak koşmama ve tevekkül esaslarına yer kalmamıştır!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem cennete hesapsız olarak girecek olan yetmiş bin kişiyle ilgili hadiste onların Allah’a tevekkül etmeleri, ister rukye yaptırma, ister dağlama gibi bedenî tedaviler olsun, tedaviyi tamamen terk etmeleri ve tatayyur (kötümserlik) inancını terk etmelerini birbirine bağlamıştır. Buhârî ve Muslim’in Sahih’lerinde geçtiği gibi onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Onlar (cahiliyye rukyesiyle) rukye yaptırmayaniar, dağlama yaptırmayan, tatayyür etmeyen (kötümser düşünmeyen ve uğursuzluğa inanmayan), Rablerine tevekkül edenlerdir.”

Başlıkta verilen Yusuf suresi 106. Ayeti hakkında en güzel tefsir, İmam el-Bikaî’nin (Nazmu’d-Durer 10/267) ayeti müslümanlar ve müşrikler hakkında genel kapsamlı yorumlayarak yaptığı şu tefsirdir:

“Allah Teâlâ’nın şu ayetine gelince: “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 106) Nitekim buna şu ayetlerde de işaret edilmiştir: “Lakin insanların çoğu iman etmezler.” “Ancak akıl sahipleri hatırlar (öğüt alırlar).” “Onlar İman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlardır! Dikkat edin! Allah’ı zikretmek kapleri tatmin eder.” (Ra’d 28) Kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlar; öğüt alarak iman eden akıl sahipleridir. Onların da ne kadar az olduklarına işaret edilerek: “Onlar ne kadar da azdır” (Sad 24) buyrulmuştur. Onlar haklarında şöyle buyrulan kimselerdir: “İşte onlar hakkıyla iman edenlerdir.” (Enfal 4) İman etmiş olanlardan bu seviyede olmayanlar ise onların derecesinde değillerdir, onların yakînine ulaşamamışlardır. Onlara da şu ayette işaret edilir: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: “Ümmetimde şirk karıncanın adımlarından bile gizlidir.” İşte bu “Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler” ayetinin özet bir açıklamasıdır.”

Yine el-Bikaî (Nazmu’d-Durer 10/239) şöyle demiştir: “Ayette, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetimde şirk karıncanın adımlarından daha gizlidir” hadisiyle işaret ettiği gizli şirk kastediliyor gibidir. Bu; kulun kendisi vasıtasıyla ulaşmak için Allah’ın takdir ettiği sebepleri ortak koşmaktır. Sebepleri müsebbibine nispet eden ne kadar da azdır! Er-Razi, el-Levami’de şöyle demiştir: “İmam Muhammed b. Ali et-Tirmizî dedi ki: “Bu ancak tereddüt ve şirktir.” Tereddüt, musibetler anında gönlün daralmasıdır. Şirk ise kalbin bir şeye bağlanmasıdır. Gönlü ancak yakîn nuru genişletir. Şirkten de ancak tevhid nuru ile kurtulunur. İşte o zaman Allah Teâlâ’nın dostluğu gerçekleşir.” El-Vasiti dedi ki: “Onlar şirk koşmadan iman etmezler; yani düşüncelerinde ve hareketlerinde şirk koşarlar.”

Sebepler hakkındaki düşüncelerde gizli şirk meydana geldiğine göre, müslümanların hastalık korkusuyla Cuma ve cemaat namazlarını terk etmeleri, akraba ve komşu ziyaretinden uzaklaşmaları, mushafa elleriyle dokunmaktan uzak durmaları nasıl olur! Hastalar bir yana, hiçbir belirtisi olmayan sağlıklı olanların dahi virüs taşıyo olabilir diye birbirlerinden kaçmaları!

Bu gizli değil apaçık bir şirktir! Bundan dolayı Cuma ve cemaat namazları, namazlarda safların meşru şekli gibi açık farz ameller terk edilmiştir! Bu sahibinin mazur olacağı hissî veya vehmî bir şey değildir!  

Linki: موقع الشيخ حاكم المطيري :-: ‏﴿وما يؤمن أكثرهم بالله إلا وهم مشركون﴾! (dr-hakem.com)

9 Ağustos 2021 Pazartesi

Pandemi Yalanı ve Uyduruk Tedbirlere Karşı Müslümanca Tavır Nasıl Konulur?

 Sosyal medya üzerinde bir çok kimse Korona Plandemisi aleyhinde dayanışma platformları adı altında çalışmalar yapıyorlar, siyasi propaganda türünden eylemler teşvik ediliyor. Bu çalışmalarda öncülük edenlerin geneli, İslam'ı ve tevhidi hayatına geçirmiş kimseler olmadıkları için bir müslümanın en büyük kaygısı olması gereken dinin şiarlarının baltalanması gerçeğine karşı değil de, dünyevi bir takım maslahatlarının zayi olması endişesiyle veryansın ediyor! Hatta birçoğu çocukların küfrî eğitim müfredatına dayalı okullara tekrar gidebilmeleri için durumdan şikayetçi! Bu yüzden yapılması gereken eylemler noktasında, çalgılı çengili, kadın erkek karışık toplantılar, Allah'ın dışında tazim edilen put haline gelmiş kafir demokratik rejimin sembolü olan bayraklara kıyam ederek saygı duruşuyla istiklal marşı okumak gibi İslam'a aykırı olan unsurlarla eylemler öngörüyorlar!

Dünyada cuma ve cemaat namazları yasaklandı, sonra maskeli ve mesafeli namaz uyduruldu! Neden  maskesiz ve mesafesiz namazlarla İslam'ın şiarını izhar etmek üzere toplanmayı teklif etmiyorlar? Çünkü muhtemelen hayatlarında böyle bir namaz zaten yoktu! Şekil ve şemaillerinde müslümanın görünüm ve giyimi yok! Yahut böyle bir namazdan dolayı kolluk güçlerinin eziyetine maruz kalmayı buna değmez görüyorlar! Halbuki davullu zurnalı, kadın erkek karışık, bayraklı marşlı eylemlerden dolayı aynı sıkıntılara maruz kalmayı kahramanlık addediyorlar! 

Allah'ın razı olmadığı şeylerle Allah'ın yardımı kazanılamaz! Önce kendimizde olanı düzeltmemiz gerekir ki, Allah da bizim imkanımız yetmeyen durumları bizim lehimize ıslah etsin!

Kafirlere benzememeli, şov amaçlı siyasi eylemler değil, hukukî talepler esas olmalı, her birerimiz, bir müslüman olarak dinî ve vicdanî haklarımızı talep etmeliyiz. Bir müslümanın itikadında yeri asla olmayan "virüslerin zarar verme gücüne sahip olduğu" şeklindeki şirk itikat ve "hastalığın bulaşıcı olduğu" şeklindeki cahiliyye hurafesi sebebiyle en önemli farz şiarlar olan cuma ve cemaat namazları, safları bitiştimek, hac ve umre yasaklanmıştır. Şirk ve cahiliyye hurafesi sebebiyle maske ve aşılar dayatılmaktadır! 

Dünyayı kuşatan bu büyük şirkî zulme karşı tavrı, her müslümanın durumu asla kabul etmediğini bildiren talepleriyle yöneticilere izhar etmesi gerekir. Misal olarak:

http://www.darussunne.com/ دار السنة: Zamanımızdaki Korona Tedbirleri(!) Cahiliyye Şirki Olan Advâ İnancının Ta Kendisidir! (ebumuaz.blogspot.com)

Bu linkteki yazı veya buna benzer yazılar kopyalanıp CİMER'e şikayet şeklinde yazılmalı, korona tedbirleri adı altında uygulanmakta olan zulmün aynı zamanda anayasaya göre de, din ve vicdan hürriyetine karşı işlenmekte olan bir suç olduğunun  ve bir müslüman olarak asla kabullenilemeyeceğinin ifade edilmesi gerekir. 

Tatayyur (Uğursuz Sayma) ve Advâ (Hastalığın Bulaşıcı Olduğuna İnanmak) Ne Zaman Büyük Şirk Olur?

 Dr. Hakim el-Mutayri, el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyye kitabında (s.142) şöyle demiştir: “Bazı şeyleri uğursuz saymak, özellikle de hastalık bulaşması korkusunun Allah’a ortak koşmak olduğu sahabeden bir topluluktan mütevatir olarak gelmiştir. Eğer bu bâtıl inançlar dünyevi maslahatların terk edilmesine sürüklüyorsa bu küçük şirke yorumlanmıştır. Ama sahibini Allah’ın farzlarını terk etmeye sürüklüyorsa o zaman büyük şirk olur.

İbn Kayyım şöyle demiştir: “Tıyera böyledir. Lakin mü’min tatayyur yapmaz (uğursuz saymaz). Zira tatayyur şirktir. İşittiği bir şey onu maksadından ve ihtiyacından alıkoymaz, bilakis Allah’a tevekkül edip O’na güvenir. Tatayyurun şerrini tevekkül ile def eder.”[1]

İbn Abidin el-Hanefi’nin Haşiye’sinde şöyle geçer: “ez-Zeylaî dedi ki: Retime; bazı insanların üzerinde temimeye (muska, nazarlık vb.) benzer. Retime; Cahiliyye’de bir zararı def edeceği iddiasıyla boyunlarına veya ellerine bağladıkları bir iptir. Bu yasaklanmıştır. Hududu’l-İman’da bunun bir küfür olduğu zikredilmiştir.” Şelebî’de İbnu’l-Esir’den şöyle nakledilir: “Temâim kelimesi, temime kelimesinin çoğuludur. Temime ise arapların çocuklarına nazardan koruması iddiasıyla taktıkları boncuklardır. İslam bunu iptal etmiştir. Diğer bir hadiste: “Kim temime takarsa Allah onu tamamlamasın” buyrulmuştur. Zira onlar bu şeylerin tedavi ve şifanın tamamlayıcı olduğuna inanıyorlardı. Hatta bunları ortaklar ediniyorlardı. Çünkü bununla kendilerine yazılmış olan kaderleri def etmeyi kastediyorlar ve sıkıntının giderilmesini Allah Teâlâ’dan başkasından talep ediyorlardı.”[2]

Nitekim bunlar küçük şirkin şekilleri arasında zikredilmiştir. İmam Muhammed b. Nasr el-Mervezi, Tazimu Kadri’s-Salat kitabında fısk, şirk ve küfür türleri hakkında şöyle demiştir:

“Selef imamları dediler ki: Fısk iki çeşittir: Dinden çıkarak fısk ve dinden çıkarmayan fısk. Bundan dolayı kâfir, “fasık” diye isimlendirilir. Müslümanlardan olan fasık da “fasık” olarak isimlendirilir. Allah İblis’ten şöyle bahsetmiştir: “Rabbinin emrinden fısk etti (çıktı)” (Kehf 50) Bu, küfür olan fısk idi. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Fasık olanların ise varacakları yer ateştir.” (Secde 20) Burada kâfirler kastedilmektedir. Buna şu ayet delalet ediyor: “Oradan çıkmayı istedikçe geri döndürülürler ve onlara: “Yalanlamakta olduğunuz ateşin azabını tadın” denilir.” (Secde 20) Müslümanlardan olup da iftira eden kişi de “fasık” olarak adlandırılmış, İslam’dan çıkarılmamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini aslâ kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar (el-fasikûn).” (Nur 4) Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hacc bilinen aylardır. Her kim o aylarda haccı farz ederse hacda refes yok, fusuk yok ve cidal yok!” (Bakara 197) Alimler buradaki “fusuk” kelimesinin tefsirinde: “masiyetler/günahlar kastediliyor” demişlerdir.

Dediler ki: zulüm iki çeşittir, fısk iki çeşittir, küfür de iki çeşittir. Bunlardan biri dinden çıkaran, diğeri dinden çıkarmayandır. Aynı şekilde şirk de iki çeşittir. Bunlardan birisi tevhid hususunda olup dinden çıkarandır, diğeri amel hususunda olup dinden çıkarmayan şirktir. Bu da riyadır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Kim rabbiyle karşılaşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf 110)  Burada salih amellerde gösteriş yapmak kastedilmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de: “Tıyera (uğursuz saymak) şirktir” buyurmuştur. Bu iki görüş Ahmed b. Hanbel’den, hadis ashabına muvafakati olarak nakledilmiştir.

580- eş-Şalenci İsmail b. Said, Ahmed b. Hanbel’e, büyük günahlarda israr eden, bütün gayretiyle onları isteyen, lakin namazı, zekatı, orucu terk etmeyen kimsenin günahında ısrar etmesi durumunu sorunca şöyle demiştir: “O şu sözdeki gibi bir şeyde ısrar ediyor: “Zina eden zina ettiği sırada mü’min değildir.” İmandan çıkar ve İslama düşer. Bunun benzeri: “Sarhoş edici içki içen mü’min olduğu halde içmez, çalan mü’min olduğu halde çalmaz” hadisidir. Yine İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın: “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerlerin ta kendileridir.” (Maide 44) ayeti hakkındaki sözü de böyledir. Ona dedim ki: “Bu küfür nedir? Dedi ki: “Dinden çıkarmayan bir küfürdür. İmanın bir kısmının yerine gelip bir kısmının yerine gelmemesi gibi. Küfür de böyledir. Ta ki hakkında (küfür olduğu hususunda) ihtilaf edilmeyen bir şey işleyene kadar.”

581- İbn Ebî Şeybe dedi ki: “Zina ettiği sırada mü’min değildir” sözü imanını kemale erdirmiş değildir, imanında eksiktir demektir.

582- Ahmed b. Hanbel’e İslam ve İman hakkında sordum. Dedi ki: “İman söz ve ameldir. İslam ise ikrardır. Dedi ki: Ebu Hayseme de böyle söyledi.

583- İbn Ebî Şeybe dedi ki: İman olmadan İslam olmaz. İslam olmadan da iman olmaz. Konuşma halinde “İmanı kabul ettim” diyen İslam’a girmiş olur. “İslam’ı kabul ettim” diyen de İmana girmiş olur.”

584- el-Meymuni Abdulmelik b. Abdilhamid b. Meymun b. Mihran, Ahmed b. Hanbel’e: “İnşaallah mü’minim” demek hakkındaki görüşünü sorduğu zaman dedi ki: “Ben mü’minim inşaallah derim. Ama müslümanım derken (inşaallah diyerek) istisna yapmam.”

585- Ahmed’e dedim ki: “İslam ile imanın arası ayrılır mı?” Bana dedi ki: “Evet.” Ben ona: “Buna neyi delil getiriyorsun?” dedim. Dedi ki: “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bedeviler: “İman ettik” dediler De ki: Henüz iman etmediniz, lakin islam olduk deyiniz.” (Hucurat 14) ve daha başka şeyler de zikretti.

586- eş-Şalencî dedi ki: “Ahmed b. Hanbel’e şöyle diyen kimse hakkında sordum: “Ben nefsimde hükümler, miraslar gibi konularda mü’minim ama Allah katında ne olduğumu bilmiyorum” Ahmed dedi ki: “Böyle diyen mürciî değildir.”

587- Ebu Eyyub dedi ki: “Ben mü’minim” derken istisna yapmak caizdir, Allah katında mü’min olduğunu söylemez ve istisna da yapmazsa bana göre bu caizdir, o kimse bir mürciî değildir. Ebu Hayseme ve İbn Ebî Şeybe de böyle dediler.

588- Bunlardan başkaları da Ahmed’e Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Zina eden zina ettiği sırada mü’min değildir” hadisini sorduklarını naklettiler. O da dedi ki: “Kim bu dört şeyden (sina, hırsızlık, içki içmek ve ganimetten aşırmak) birini işlerse veya bundan daha büyüklerini işlerse o müslümandır ama ona mü’min demem. Kim küçük günahları işlerse onu imanı eksik mü’min diye isimlendiririm.” Mervezi’nin Tazimu Kadri’s-Salat kitabından nakledilenler burada bitti.

Kurtubi Tefsir’inde dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tıyeradan (kötümserlikten) hoşlanmazdı. Çünkü o şirk ehlinin amellerindendir ve Allah Azze ve Celle’ye kötü zanda bulunmaya sürükler. El-Hattabi dedi ki: “Fe’l (iyimserlik) ile tıyera (kötümserlik) arasındaki fark şudur: Fe’l ancak Allah’a güzel zanda bulunma yoluyla olur. Tıyera ise ancak Allah’ın dışındaki bir şeye dayanma yoluyla olur.”[3]

Allah Teâlâ’nın: “Dediler ki sen ve senin yanındakiler yüzünden uğursuzluğa uğradık.” ayetinin tefsirinde dedi ki: “Tıyera inancı kadar görüşe zarar veren ve tedbiri ifsat eden bir şey yoktur.”[4]

Ez-Zemahşeri de ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bir şeyle tatayyur etmek; onu uğursuz saymak demektir. Bir şeyden tatayyur etmek ise ondan kaçmak demektir.”



[1] Medaricu’s-Salikin (2/460)

[2] Haşiyetu İbn Abidin el-Hanefi (6/363)

[3] Tefsiru’l-Kurtubi (6/60)

[4] Tefsiru’l-Kurtubi (12/214)

Zamanımızdaki Korona Tedbirleri(!) Cahiliyye Şirki Olan Advâ İnancının Ta Kendisidir!

Hakim el-Mutayri, el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyye kitabında (s. 139 vd.) şöyle demiştir:

“Korona vebasıyla tatayyur sebebiyle geride ne tevhid ne de tevekkülü bırakan büyük bir olay meydana gelmiş, hatta mescidler kilitlenmiş, müslümanlar mescidlerin men edilmiş, hac iptal edilmiş, kalpler tıbba ve tabiplere bağlanmış, Allah unutulmuştur! Nitekim müslümanlar dinlerinin hükümlerinin usulünü ve füru’unu terk etmişler, yüzden fazla dinî hüküm korouna vebasıyla tatayyur sebebiyle terk edilmiştir. Bundan dolayı Allah’a tevekkül terk edilmiş, Allah’a kötü zanda bulunulmuş, kaza ve kadere iman zayıflamış, yalnız Allah’a tevekkül etme azimetine tutunmak terk edilmiş, olmamış şeyden korkuyla tatayyür (uğursuzluk inancı) yapılmış, hasta olan akrabalar uğursuz sayılmış, onu ziyaret terk edilmiş, hasta olan bir yana, sağlıklı olan kimseyle dahi tehlikesi mevsimsel gripten daha fazla olmayan virüsün bulaşması korkusuyla musafaha terk edilmiştir! Hastaya dokunmak ve özen göstermek hastalık bulaşacağı korkusuyla terk edilmiştir! Dinin kökten nefyettiği advâ (hastalık bulaşması)na itikad edilmiş, dinin hükümlerinden şüphe edilmiş, ibadetlerin şekli değiştirilmiş, bunun için fetva yayınlanmış, bütün bu münkerlerden yasaklayan dinin nasları te’vil, tahrif ve iptal edilmiştir. Genelin sağlığı ve dünya hayatı, dinin açık şiarlarını ikame etmekten daha fazla büyütülmüş, Allah’ın dininin gereği olan, Allah’ın sevip razı olduğu bütün bu şiarları iptal edilmiş, insanın canının hastalıktan korunmasının Allah katında dinin farzlarını ikame etmekten daha öncelikli olduğu iddia edilerek Allah’a ve rasulüne iftira edilmiştir. Bu dünyevî maslahatın dinin ahkamını ve uhrevi ibadetleri iptal etmeyi gerektirdiğini iddia etmişlerdir!

Canı ve sağlığı koruma zaruretini, dini koruma zaruretinin önüne geçirmişlerdir!

Bütün müslümanlar bu büyük suçtan sorumludur! Cuma ve cemaatlerin terk edilmesine davet etmek, insanların birbirinden uzaklaşmalarına, mescidleri terk etmelerine, mescidlerin kapanmasına, cumanın iptal edilmesine, cemaat namazlarının terkine çağırmak ve yasaklamak, azimete sarılıp Allah’a tevekkül ederek evinde ve ailesiyle beraber dahi olsa, Cuma ve cemaat namazı kılanları cezalandırmak, para cezası ve hapis cezası vermek, namazlarda safların arasına mesafe koymak, sağlıklı kimselerin dahi namaz esnasında yüzünü maskelerle kapatmak, maskenin hastalığa mani olduğuna inanmak, umreyi yasaklamak, haccı iptal etmek, çalışanları işlerinden engellemek, aylıklarını kesmek, insanları evlerinden çıkmaktan engellemek, yolculuktan yasaklamak, onları haklarından ve maslahatlarından mahrum etmek, onları maske satın almaya mecbur etmek, maske takmaya mecbur etmek, bunu yapmayanlara para cezası kesmek, cenaze namazlarından engellemek, mushaflara dokunup okumaktan yasaklamak, mescidler açıldıktan sonra da on dakikadan fazla orada oturmayı yasaklamak, 15 yaşından küçükleri mescide girmekten yasaklamak, yaşlıların mescide girmesine mani olmak, hasta olanların genel bir şekilde cemaate katılmasını ve mescidlere girmelerini yasaklamak, mescidlerdeki abdesthaneleri kilitlemek… ve daha neler neler…

Bütün bunlar cahiliyye itikadı olan advâ (hastalık bulaşması inancı) ve tatayyur (uğursuzluk inancı) sebebiyle dine aykırı olan muhalefetlerdir.”

Şerîd es-Sulemî Hadisi Cüzzamlı’dan Kaçınmak Gerekmediğine Delildir

 İbn Teymiyye rahimehullah’ın dediği gibi, bid’at ehlinin sünnet ehline karşı delil getirmeye çalıştığı ayet veya hadisler aslında onların aleyhine delildir!

Muslim, Sahih’inde şöyle rivayet etti: “Amr b. Şerîd, babasından şöyle dediğini rivayet etti: “Sakif kabilesinin heyeti aradında cüzzamlı bir adam vardı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona haber göndererek: “Senin biatini kabul ettik, dönebilirsin” buyurdu.

Bid’at ve şirk ehli, bu hadisi hastalığın bulaşıcı olduğu iddialarına delil getirmeye çalışıyorlar. Halbuki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Sakif heyetindekilere cüzzamlı adamdan uzak durmalarını emretmediği gibi, onun Medine’ye girmesini, mescidinde namaz kılmasını da yasaklamamıştır! Sadece onun durumuna merhamet ederek, gelme külfetine girmemesini söylemiştir! Hatta hadisin zahiri, onun daha önce biat ettiğine delalet etmektedir. Çünkü ona: “Biatini kabul ettik, dönebilirsin” buyurmuştur. İbn Muflih el-Hanbelî dedi ki: “Ahmed ve Muslim’in Şerid b. Suveyd radiyallahu anh’den rivayetinde şöyle gelmiştir: “Sakif heyeti içinde cüzzamlı bir adam vardı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona haber göndererek: “Senin biatini kabul ettik, dönebilirsin” buyurdu. Onlara göre bu mensuhtur. Şu da muhtemeldir: İmam Ahmed, ihtiyat olarak müstehap olsa da, ondan kaçınmanın vacip olmadığını kastetmektedir. Çoğunluğun görüşü budur. En uygun olan görüş de budur inşaallahu Teâlâ…”

İbn Hubeyre, “Biatini kabul ettik, dönebilirsin” kavli hakkında dedi ki: “Bu lafız ancak bunun öncesinde biat edildiği durumda kullanılabilir. Bunun manası ancak şudur: Onun için biat hasıl olmuştur. İnsanlar onun hastalığı kendilerine bulaştıracağını zannettikleri için, heyettekilerle beraber gelmemişti. Buradan açıkça anlaşılmıştır ki, ondan uzak durmak gerekmez… Kadı Iyad da bunun çoğunluğun görüşü olduğunu zikretmiştir.” (İbn Muflih, el-Adabu’ş-Şer’iyye 3/361)

8 Ağustos 2021 Pazar

Hastalığın Bulaştığına İnanmak (Koronaya İnanmak, Maske, Mesafe, Aşı Olmak Vb.) Şirktir!

 


Hakim el-Mutayrî’nin el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyye kitabından tercüme eden: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Korona fitnesi ve onunla tatayyur yapmak – hatta sağlıklı kimselerin arasına mesafe koyup günahların dökülmesine vesile olan musafahayı engellemek – küçük şirk çeşitlerindendir. Nitekim kişinin durumuna göre büyük şirke de varabilir. Nitekim Allah şirki haver verip mü’minleri bundan sakındırmış, şöyle buyurmuştur:

Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106)

Tefsir imamları bu ayeti, kâfirleri ve Allah’a şirke düşen müslümanları kapsayacak şekilde genel manada değerlendirmişlerdir. Taberî’nin ve İbn Ebî Hâtim’in Tefsirlerinde sahih olarak İkrime’nin İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayetine göre Allah Teâlâ’nın: “Bildiğiniz halde Allah’a denkler edinmeyin” (Bakara 22) ayeti hakkında İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir:

“Ayette geçen “el-Endâd (denkler)” kelimesi ile kastedilen, karanlık bir gecede, siyah bir kayanın üzerindeki karıncanın bile adımlarından daha gizli olan şirktir. Bu da şöyle sözlerdir: “Allah için ve senin hayatın için ey falan!”, “Şu köpek olmasaydı hırsız gelirdi”, “Evdeki kaz olmasaydı hırsız girerdi” Kişinin arkadaşına: “Allah ve sen dilersen” demesi, kişinin: “Allah ve falan olmasaydı” demesi, bütün bu sözler birer şirktir.”

Taberî’nin Tefsir’inde rivayetine göre İkrime rahimehullah şöyle demiştir: “Allah’a niddler (denkler) koşmayın! Bu da şöyle sözler demeniz: “Köpeğimiz olmasaydı evimize hırsız girerdi” ve buna benzer sözler söylemenizdir.”

Allah Teâlâ herhangi bir şeyi kendisine ortak koşmalarını, başkasına ibadet etmlerini, itaat’te Allah’a denk şeyler edinmelerini yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Sizi yaratmakta, sizi rızıklandırmamda, size olan otoritemde, size verdiğim nimetlerde bir ortağım olmadığı gibi aynı şekilde siz de bana itaatte beni birleyin ve ibadeti yalnız bana hâlis kılın. Yarattıklarımdan bir şeyi bana ortak ve denk edinmeyin. Muhakkak ki sizler üzerinizdeki her nimetin benden olduğunu biliyorsunuz.”[1]

İbn Mes’ud radiyallahu anh şöyle demiştir: “Allah’a denkler edinmeyin” (Bakara 22) Allah’a isyan hususunda insanlara itaat ederek onları Allah’a denkler edinmeyin demektir.”

Kurtubî, Tefsir’inde ayetin tefsiri hakkında söylenenleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Allah’ın nimetini falana nispet etmeyin, Allah’ın korumasını köpeğe nispet etmeyin. Nitekim müslümanların avamından birçok kimse bu sözleri söyleyebilmektedirler. Hareket ve kuvvet ancak el-Azim olan Allah iledir!”[2]

İbn Kesir bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Bir de genellikle sahibinin fark etmediği gizli bir şirk vardır. Nitekim Urve rahimehullah’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Huzeyfe radiyallahu anh bir hastanın yanına girdi, onun pazusunda asılı olan bir kayış gördü. Hemen onu çekip kopardı ve sonra şöyle dedi: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” (Yusuf 106) Hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse şirk koşmuştur.” Tirmizî “hasen” kaydıyla İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir.

Ahmed, Ebû Dâvûd ve başkalarının İbn Mes’ud radiyallahu anh’den rivayet ettiği hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki rukye, temimeler ve tivele şirktir.” Bir rivayet lafzında: “Tiyera (uğursuzluk inancı) bir şirktir. Bizden her birinin mutlaka böyle düşündüğü olur, ancak Allah bunu tevekkül ile giderir.”

İsa b. Abdirrahman dedi ki: “Abdullah b. Ukeym hasta iken ziyaret için onun yanına girdim. Ona denildi ki: “Bir şey asmayacak mısın?” O da dedi ki: “Bir şey mi asayım?! Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir şey asarsa ona bırakılır.” Nesâî, Ebu Hureyre radiyallahu anh’den rivayet etmiştir.

Ahmed’in Musned’inde Ukbe b. Amir radiyallahu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kim temime takarsa şirk koşmuştur.” Bir rivayette: “Kim temime takarsa Allah onu tamamlamasın. Kim vedaa (nazar boncuğu vb. şeyler) takarsa Allah ona fayda vermesin.”

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kimi tiyera (uğursuzluk) inancı ihtiyacını görmekten geri çevirirse ortak koşmuş olur.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bunun kefareti nedir?” Buyurdu ki: “Birinizin şöyle demesidir: “Allah’ım! Senin hayrından başka hayır yoktur, senin tayrından (uğurundan) başka tayr yoktur, senden başka ibadete layık hak ilah yoktur.”

Ma’kil b. Yesar radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğuna şahit oldum: “Aranızda şirk karıncanın adımlarından bile gizlidir.” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki:

“Şirk; Allah ile beraber başka bir ilaha dua edip seslenmek değil midir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Aranızda şirk, karıncanın adımından bile gizlidir.” Sonra şöyle buyurdu: “Sana şirkin büyüğünü de küçüğünü de senden giderecek olan şeyi göstereyim mi? Şöyle dersin: “Allah’ım! Muhakkak ki ben bilerek sana şirk koşmaktan sana sığınırım ve bilmeden işlediğimden de bağışlanma dilerim.” İbn Kesir’in Tefsir’inde zikrettikleri bunlardır.[3]

İbn Kesir burade ayeti Allah’a ortak koşmanın büyüğüyle, küçüğüyle bütün manalarını kapsayacak şekilde yorumlamıştır. Yani kafir olsun, müslüman olsun her insanın düşebileceği şirk olarak yorumlamıştır. Tatayyur (uğursuz saymak) kişiyi zarara uğrama korkusuyla ihtiyacını karşılamaktan geri çevirirse bu kısımdandır. İnsanın tevhid ve tevekküle aykırı şekilde sebeplere tutunması da böyle bir şirktir.

Yine İmam Burhanuddin el-Bukaî Tefsir’inde ayeti genel kapsamlı şekilde yorumlamış, müslümanların da kâmil iman sahibi olmadıklarında ve kalpleri mutmain olmadığında, şirke düşebileceklerini belirtmiş, şöyle demiştir:

“Allah Teâlâ’nın şu ayetine gelince: “Onların çoğu Allah’a şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 106) Nitekim buna şu ayetlerde de işaret edilmiştir: “Lakin insanların çoğu iman etmezler.” “Ancak akıl sahipleri hatırlar (öğüt alırlar).” “Onlar İman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlardır! Dikkat edin! Allah’ı zikretmek kapleri tatmin eder.” Kalpleri Allah’ın zikriyle tatmin olanlar; öğüt alarak iman eden akıl sahipleridir. Onların da ne kadar az olduklarına işaret edilerek: “Onlar ne kadar da azdır” buyrulmuştur. Onlar haklarında şöyle buyrulan kimselerdir: “İşte onlar hakkıyla iman edenlerdir.” İman etmiş olanlardan bu seviyede olmayanlar ise onların derecesinde değillerdir, onların yakînine ulaşamamışlardır. Onlara da şu ayette işaret edilir: “Onların çoğu Allah’a ortak koşmadan iman etmezler.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur: “Ümmetimde şirk karıncanın adımlarından bile gizlidir.” İşte bu “Onların çoğu şirk koşmadan iman etmezler” ayetinin özet bir açıklamasıdır.”[4]

Hastalığın Bulaştığına İnanmak Kaza ve Kadere İmanı Yaralar:

Nitekim hastalığın bulaştığı görüşü ve bununla tatayyur yapmak yasaklanmış ve haram kılınmış olan; Allah’a ortak koşmanın bir türüdür. Aynı şekilde bu inanç kaza ve kader hususunda şüphe etmek ve Allah’a kötü zanda bulunmak demektir. Ahmed ve İbn Mace’nin hasen isnad ile İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan rivayetinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hastalık bulaşması yoktur, tıyara (uğursuzluk inancı) yoktur, hâme (baykuşun öldürülen kimsenin intikamı alınıncaya kadar onun evinde tünemesi inancı) yoktur.” Bedevilerden bir adam kalkıp dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Ne dersin, bir deve uyuz oluyor, sonra bütün develeri uyuz ediyor?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Bu kaderdir! İlk deveyi uyuz yapan kimdir?”

Hastalık Bulaşmasıyla Tatayyur Yapmanın Hakikati

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den mütevatir gelen hadisin lafzı: “Hastalık bulaşması yoktur, tatayyur yoktur” şeklindedir ve kırka yakın sahabeden rivayet edilmiştir. Bunların çoğu da sahihlerde yer almıştır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu iki lafzı, birbirini gerektirir şekilde bağlamış, hastalığın bulaştığına inanmanın ve hastalığın bulaşacağı korkusuyla hastayı uğursuz saymanın, hastayla bir arada bulunmayı ve ona dokunmayı uğursuz görmenin arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.

Bu ilişkiyi, Buhârî ve Muslim’in İmran b. Husayn ve İbn Abbas radiyallahu anhum’den rivayet ettikleri şu hadis pekiştiriyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hesaba çekilmeden cennete girecek olan yetmiş bin kişiyi şöyle açıklamıştır:

Onlar (cahiliyye rukyesiyle) rukye yaptırmayanlar, tatayyur yapmayanlar (uğursuz saymayanlar) ve dağlama yaptırmayıp rablerine tevekkül edenlerdir.”

Böylece tatayyur (uğursuz sayma düşüncesi), rukye yaptırmak ve dağlama ile bir arada zikredilmiştir. Tıpkı hastalık bulaşması inancıyla tatayyur (uğursuz sayma)’nın bir arada zikredilmesi gibi. Bütün bu bâtıl inançları terk etmek ve yalnız Allah’a tevekkül etmek ise imanın en üstün şeklidir. Böyle bir imana sahip olanlar da cennette en üstün derecede olacaklardır. “Tatayyur yapmayanlar” sözüyle kastedilen; hastalığın bulaşacağı inancı sebebiyle uğursuz saymayanlar ve hastayla bir araya gelmekten korkmayanlardır. Tatayyur inancı ise hastalıktan kurtulma isteğiyle hastadan uzak durmak demektir.

Şeyh İzzuddin b. Abdisselam şöyle demiştir: “Tıyera; kötülüğe delalet eden bir şey görmesi veya böyle bir söz işitmesi sebebiyle korkmak ve uzak durmaktır. Bu Allah’a kötü zanda bulunmaktır.”[5]  

Yine şöyle demiştir: “Tatayyur ile tıyera arasındaki fark şudur: Tatayyur; kalpte kötü bir zannın bulunmasıdır. Tıyera ise bu kötü zannın gerektirdiği şekilde fiilde bulunmaktır.”[6]

Nevevi, Sahihu Muslim şerhinde şöyle demiştir: “Tatayyur; uğursuz saymaktır. Bunun aslı, hoşlanılmayan bir söz, bir fiil veya bir görüntüden dolayı bir şeyi kötü saymaktır.  Cahiliyye halkı ceylan ya da kuşları ürkütürler, sağa doğru giderse bereketli sayar, yolculuklarına devam ederler, sola doğru giderse de bunu uğursuz sayarak yolculuklarından ve ihtiyaçlarını karşılamaktan geri dönerlerdi. Bu durum çoğu zaman onları maslahatlarından alıkoyardı. Din bu inancı nefyetmiş, iptal etmiş ve yasaklamıştır. Böyle şeylerin fayda ya da zarara etki etmediğini haber vermiştir. İşte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Tıyera yoktur” hadisinin manasıdır. Diğer hadiste: “Tıyera şirktir” buyrulmuştur. Yani etki ettiğine inanılan bir şeyin gereği yapıldığı zaman fayda ya da zarar verdiğine inanmak şirktir. Çünkü onlar bu fiilin var etmede etkisi olduğuna inanırlar.”[7]

Genel manasıyla tıyera; uğursuz saymak, zararın meydana gelmesinden veya şerre düşmekten korkmak ve insanın bu yüzden ihtiyacını karşılamaktan çekinmesidir. Tatayyur kelimesinin aslı, lügat olarak kuşlardan sakınmak manasından alınmışsa da, genel olarak uğursuz saymak hakkında kullanılır hale gelmiştir.

Nevevi, hastalığın bulaşması inancının iptal edilmesi ile hastalıklı olanın sağlıklının yanına sokulmasından yasaklanmasının arasını şöyle bulmuştur: “Alimlerin çoğunluğu bu iki sahih hadisin arasının bulunması gerektiğini söylemişler ve şöyle demişlerdir: “Hastalık bulaşması yoktur” hadisi ile kastedilen; cahiliyyede itikad edilen; hastalık ve belanın Allah Teâlâ’nın fiiliyle değil, kendi tabiatiyle bulaştığı iddiasıdır. Ama: “Hastalıklıyı sağlıklının yanına sokmayın” hadisi adeten Allah’ın fiili ve kaderiyle meydana gelen zarardan uzaklaşmaya yönlendirmektir. İlk hadiste hastalığın kendi tabiatiyle bulaşması düşüncesi nefyediliyor. Allah’ın kaderi ve fiiliyle zararın meydana gelebileceği nefyedilmiyor. İkinci hadiste ise Allah’ın fiili, iradesi ve takdiriyle meydana gelebilecek zarardan sakındırma söz konusudur. İşte sahih olan bu iki hadisin aralarını bulmada cumhurun isabetli bulduğu açıklama budur. Ebu Hureyre radiyallahu anh’ın “Hastalık bulaşması yoktur” hadisini unutmuş olması ise iki sebepten ötürü hadise bir zarar vermez:

Birincisi: Ravinin rivayet etmiş olduğu hadisi sonra unutması alimlerin cumhuruna göre hadisin sıhhatine bir zarar vermez, bilakis onunla amel edilmesi gerekir.

İkincisi: Ebu Hureyre radiyallahu anh’den başkalarının rivayetiyle de bu lafız sabit olmuştur. Nitekim Muslim bu hadisi es-Saib b. Yezid, Cabir b. Abdillah, Enes b. Malik ve İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayetleriyle zikretmiştir.

El-Maziri ve Kadı Iyaz, bazı alimlerden; “Hastalıklı olan sağlıklı olanın yanına sokulmasın” hadisinin, “Hastalık bulaşması yoktur” hadisiyle nesh edildiğini söylediklerini zikretmişlerdir. Bu da iki açıdan yanlıştır:

Birincisi: Nesh söz konusu olması için iki hadisin arasını bulma imkanının bulunmaması gerekir. Burada ise böyle bir durum yoktur, ikisinin arasını bulduk.

İkincisi: Nesh söz konusu olması için tarihlerinin bilinmesi, nesh edenin daha sonraki bir tarihte varid olması gerekir. Burada böyle bir durum yoktur.

Başkaları ise şöyle dediler: “Hastalık bulaşması yoktur” hadisi zahirine göredir. Hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmasından yasaklanması ise, hastalık bulaşmaması gerekçesiyle değildir. Bilakis çirkin kokudan ve kötü görüntüden, cüzzamlının çirkin görünümünden eziyet görmemek içindir.  İsabetli olan daha önce geçen açıklamadır. Allah en iyi bilendir.”[8]

Fakihlerin geneli, hastalık bulaşmasını nefyetmişler, sadece “hastalıklı olanın sağlıklı olan yanına sokulmaması ve cüzzamlıdan kaçınmak gibi buna aykırı olan haberler konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi bunların nesh edilmiş olduğunu söylemiş, kimisi de Nevevi’nin zikrettiği gibi tevil etmiş, kimisi de aralarını bulmuştur. İmamların hiçbirisi bu hadisleri hastalığın bulaştığına delil getirmemişlerdir! Bilakis onlar ya nesh edilmiş olduğunu, yahut cüzzamlıya has bir hüküm olduğunu söylemiş, yahut te’vil etmiş ve hastalığın bulaşması düşüncesini iptal eden hadise aykırı düşmeyecek şekilde cem etmeye çalışmışlardır.

Yine Nevevi şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “İlkine kim bulaştırdı?” sözünün manası şudur: Uyuz olan ilk deveyi kim uyuz etti? Böylece anladılar ki, ikinci, üçüncü ve diğer develer de ancak Allah Teâlâ’nın fiili ve iradesiyle uyuz olmuşlardır, hastalığın bulaşıcı olması sebebiyle değil! Şayet uyuz kendi tabiatiyle bulaşıcı olsaydı, ilk deve de, ona bulaştıran bir şey olmadığı için uyuz olmazdı. Bu hadiste kesin olarak hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğu şeklindeki görüşlerinin bâtıl olduğu beyan edilmektedir.”[9]

Yine dedi ki: “el-Musahh; sağlıklı olan deve sahibi demektir. Hadisin manası; hastalanan devenin sahibi devesini, sağlıklı devenin sahibinin sürüsüne katmasın demektir. Çünkü bazen hastalığın bulaşıcı tabiati sebebiyle değil de, Allah Teâlâ’nın fiili ve kaderiyle adeten hastalık isabet eder, bundan dolayı devenin sahibi zarar görür, bunun neticesinde de daha büyük bir zarar olan, hastalığın kendisinin bulaşıcı olduğuna inanmaya başlayarak kâfir olur.”[10]

Hastalığın kendi tabiatıyla bulaştığına inanmak, bugünkü tabiplerin hastalığın bulaştığını ispat etmek için kastettikleri mananın ta kendisidir. Bundan korktukları için tıbbî tedbirler alınmasını, sağlıklı olanların da virüs taşıyabilecekleri ve farkında olmadan hastalığı bulaştırabilecekleri endişesiyle aralarına mesafe koymalarını söylüyorlar! İşte şeriat sahibinin kökten reddettiği advâ (hastalık bulaşması) inancı tam da budur!

Advâ; bir kimsenin bir arada olmak ve yakınlaşmak sebebiyle kendi hastalığını başkasına naklettiğine inanmaktır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu inancı reddetmiştir. Virüsün isabet ettiğine ve hastalığa sebep olduğuna inanmak advâ değildir. En açık sözlerle: “Hiçbir şey bir şeye hastalık bulaştırmaz” ve “Hasta olan sağlıklıya hastalık bulaştırmaz” buyurmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hastalık sebeplerini ve bunların vebalardan olduğunu nefyetmemiştir. İnsanların bir arada bulunmaları sebebiyle hastalık sebeplerinin insanlar arasında intikal ettiğini de nefyetmemiştir. Ancak bu hastalık sebeplerinin intikal etmesi, mutlaka hastalığın meydana gelmesini gerektirmez! Bilakis bir araya gelmeleri tedavinin kendisidir! Çünkü sağlıklı kimselerin vücutları, virüsleri tanır ve bağışıklık sistemleri gelişir. Modern tıp ise aşırılık ederek herkese aşıyı şart koşuyor, ilaç şirketlerinin maslahatı için, ihtiyacı olmayan kimselerin dahi tedbir almalarını zorunlu koşuyor. Tıp ismi altında genelin sağlığını ticaret unsuru haline getiriyor!

* Ebu Muaz’ın notu: Yazı sahibi el-Mutayri, burada genel kabul gören virüslerin varlığına inanıyor gibi! Virüslerin varlığı ispat edilememiştir, modern tıp ölü hücreler olan eksozomların virüsler olduğunu iddia etmektedir. Burada yazarın virüs terimi yerine bakteri terimini kullanması daha uygun olurdu. El-Mutayri bundan sonra benim Virüs Yalan, Salgın Bahane adlı kitabımda da nakletmiş olduğum, İbn Hacer el-Askalani’nin açıklamalarıyla, sahabenin hastalık bulaşmasına inanmadıklarını gösteren diğer bazı bazı rivayetleri zikrederek devam etmiştir. Bu açıklamalar ve rivayetler, adı geçen kitabımda görülebileceği için, yazıyı fazla uzatmamak üzere tercümeyi burada bırakıyorum



[1] Taberî Tefsir (1/369)

[2] Tefsiru’l-Kurtubi (9/273)

[3] Tefsiru İbn Kesir (4/418)

[4] El-Bikaî, Nazmu’d-Durer (10/268)

[5] İzzuddin b. Abdisselam Kavaidu’l-Ahkam (1/230)

[6] Es-San’anî et-Tenvir Şerhu’l-Camii’s-Sagir (7/186)

[7] Nevevi, el-Minhac Şerhi Sahihi Muslim b. Haccac (14/218)

[8] Nevevi el-Minhac (14/213)

[9] Nevevi el-Minhac (14/217)

[10] Nevevi el-Minhac (14/218)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)