İftar Vaktinin Sınırlandırılması hakkında Şeyh el-Elbâni’den
Hoş Bir Munazara
Faziletli Şeyh Ebu Muaz Raid Âlu Tahir’in "Ceniyu's-Simâr" başlıklı makalesinin tercümesidir.
Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Bismillah.
Allah’a hamd ve Rasulullah’a, âline, ashabına ve din gününe
kadar O’nun menhecinde gidenlere salat ve selam olsun. Bundan sonra;
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmenin Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in ve ashabı radıyallahu anhum’un yolu olduğu malumdur. Hatta
bu, önceki nebilerin de yoludur. Bu, insanlar arasında hayır ve dinin izharına
delalet eden bir alamettir.
Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece hayır
üzere kalmaya devam ederler.” Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İnsanlar iftarda acele ettikleri sürece din
zahir olmaya devam eder. Zira Yahudi ve Hristiyanlar iftarı geciktirirler.”
Ebû Dâvûd, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân rivayet etmişlerdir.
Umm Hakîm radıyallahu anha’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu: “İftarda acele edin, sahuru geciktirin.”
Taberânî rivayet etmiş, Şeyh el-Elbani sahih demiştir.
Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Üç şey nübüvvet ahlâkındandır. İftarda
acele etmek, sahuru geciktirmek ve namazda sağ eli sol el üzerine koymak.”
Taberânî rivayet etmiş ve el-Elbani sahih demiştir.
Amr b. Meymun rahimehullah’dan: “Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in ashabı insanların iftarda en çok acele edenleri ve sahurda
en çok geciktirenleri idiler.” Beyhakî rivayet etmiştir.
Ebu Atiyye rahimehullah dedi ki: “Aişe radıyallahu anha’ya
dedim ki: “Aramızda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından iki kişi
var, birisi iftarda acele edip sahuru geciktiriyor, diğeri ise iftarı
geciktirip sahurda acele ediyor” Aişe radıyallahu anha dedi ki: “İftarda acele
edip sahuru geciktiren hangisi?” Ben: “Abdullah b. Mes’ud (radıyallahu anh)
dedim.” Dedi ki: “İşte o Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığını
yapıyor!” Nesâî rivayet etmiş, el-Elbani sahih demiştir.
Durum böyle olduğuna göre insanların Nebileri sallallahu
aleyhi ve sellem’e, Allah’ın diğer nebilerine ve Ashabı kirama uymaları
gerekir. Onlar kendileriyle arkadaşlık edenlerin bedbaht olmayacağı
topluluktur. Kişinin onlardan başkasına uymaması, iftarı geciktiren Yahudi ve
Hristiyanlara benzememeleri gerekir. Bununla beraber oruç tutanların çoğunun
durumu iftarı geciktirip sahurda acele etmek şeklindedir. Bu da hayır ehlinin
azlığının ve dinin zayıfladığının göstergesidir.
Bilindiği gibi akşam namazının ilk vakti güneş yuvarlağının
tamamen battığı andır. Nitekim Cibril aaleyhi's-selâmın imamlık yaptığı
rivayette şöyle geçmektedir: “Sonra akşam namazını güneş kaybolup oruçlunun
iftar ettiği vakitte kıldırdı…”
Burayde radıyallahu anh hadisinde şu şekildedir: “Sonra
emretti de güneş kaybolduğu zaman akşam namazı için kamet okundu” Buhârî’nin
Seleme b. el-Ekvâ radıyallahu anh’den rivayetinde şöyle demiştir: “Biz Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam namazını (güneş ufuk) perdesiyle
gizlendiği zaman kıldık.” Muslim şöyle rivayet etmiştir: “Akşam namazını güneş
batıp perdesiyle gizlendiği zaman kılardı.”
Hafız İbn Hacer rahimehullah el-Feth’te (2/43) şöyle
demiştir: “Bu da gösteriyor ki metindeki özetleme (güneşin battığının
zikredilmeyip “perdesiyle gizlendi” lafzını söylemesi) Buhârî’nin şeyhi
tarafından yapılmıştır.”
Derim ki: “Muslim’in rivayeti, Buhârî’nin rivayetinin
aksine, açıklayıcıdır. Nevevi rahimehullah Şerhu Sahihi Muslim’de (5/135) dedi
ki: “Güneş batınca” ve “perdeyle gizlenince” lafızları aynı anlamdadır. Biri
diğerini açıklamaktadır.”
Hafız İbn Hacer el-Feth’de (2/42) dedi ki: “Burada şuna
delil vardır: Güneş yuvarlağının düşmesi (kaybolması) akşam vaktinin girmesi
demektir. Onun yerinde, gören kimse ile güneşin batışını görmesi arasında bir hail
(engel) bulunmazsa (güneş) gizlenmiş olmaz. Allah en iyi bilendir.”
Derim ki: Batış, güneşin tamamının bir şeyin arkasına geçmesi veya güneşin
görünmesini engelleyen bulut, toz veya karanlık gibi bir şeyle gizlenmesiyle
olur. Ama hâil (engel) gören kimse ile arasına giren dağ, binalar veya
ağaçlardır.
Derim ki: İbn Hacer’in koştuğu birinci şart yani: “Kişi ile
batışı görmek arasında engel yoksa” sözü, ikindi vaktinde de meydana gelebilir.
Nitekim Buhârî’nin rivayet ettiğine göre Esma bt. Ebi Bekr radıyallahu anha
şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında bulutlu bir günde
iftar ettik, sonra güneş göründü.” Ama bakan kişi ile arasında hâil (engel)
bulunması sözünde şüphe vardır.
Şeyh el-Elbâni rahimehullah’ın bu konuda Hafız İbn Hacer’e
muhalif bir görüşü vardır. Bu Şeyh el-Elbani ile evinde misafir ettiği Ebu
Ahmed künyeli birisi arasında geçen sesli bir münazara kaydındadır. Bu münazara
iftar vakti hakkında geçmiştir. (Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur 317 no’lu kaset)
Uzunca şekliyle bu münazara şu şekildedir:
El-Elbani: “Bu münasebetle, sizler burada güneşin batışını
ve doğuşunu, fecrin doğuşunu görüyorsunuz değil mi?
Ebu Ahmed: Öncelikle bugün hava bulutlu!
Şeyh el-Elbani: Bulutları bırakalım
Ebu Ahmed: Yapamayız
El-Elbani: Neden?
Ebu Ahmed: Batı bölgesinde bulunan şehirler açık bölgeler
değil ki batı yönünü açıkça görebilelim! Buradaki dağ güneşi batışından
önce görmemizi engelliyor. Batıdaki bu dağ sebebiyle göremiyoruz.
Şeyh el-Elbani: Batıdaki bu dağ güneşi perdelemiyor mu?
Ebu Ahmed: Batmasından önce mi! Güneş battı mı, batmadı mı
bilemeyiz.
El-Elbani: İşte problem! Neden (bu dağ) perdelemiş
olmuyor?
Ebu Ahmed: Ufuk uzaktır!
El-Elbani: Ufuk nedir peki?
Ebu Ahmed sustu. Meclistekilerden biri şöyle dedi: “Binalar
burada güneşin batışını görmeyi engelliyor.”
El-Elbani: Senin söylediğin, onun söylediğinden başka! Bununla
beraber cevap aynıdır. Arada fark sadece şu: Doğal, ilahî engel bulunması ile
yapay engel bulunması.
Ebu Ahmed mizah yaparak şöyle dedi: Bu engellerin en uzunu
inşâallahu Teâlâ!
El-Elbani: Nasıl?
Ebu Ahmed: Aslî engel! Yani insanlar çoğu akşam ezanından
önce iftar etmeyi bir fitne ve bir bid’at sayarlar. Onlar böyle görürken biz
böyle görmeyiz inşaallahu Teâlâ
Orada bulunanlardan biri: Bu güzel bir soru!
Ebu Ahmed sözünü şöyle bağladı: Lakin bu fitne kapısını
kapama babındandır. Özellikle de yeterli kardeşler yoksa, bekler ve ezanla
beraber iftar ederiz. Bir kişi tek başına olduğunda, ben kendi adıma güneşin
battığını görsem iftar ederim. Âlemlerin rabbi Allah’a hamd olsun. Hatta
akşamdan bir süre önce olsa dahi öyle yaparım. Ama insanlarla beraber olduğum
zaman beklerim.
Şeyh el-Elbani araya girerek şöyle dedi: Hayır! Maksat bu değildir! Her şeyden önce
maksat şer’î hükmü bilmektir. İkinci olarak bu şer’î hükme davet metodu gelir.
Birisi gayedir, diğeri vesiledir. Gaye ile vesilenin arasını ayırmalıyız. Sen
önceki sözündeki cevabında bunu vesile olarak değil, gaye olarak ele aldın. Sen
evinin ortasında: “Dağ perdeliyor” diyorsun. O halde ne zaman iftar
edeceksin?
Ebu Ahmed: Ezanı işittiğim anda ederim.
El-Elbani: Allah size bereket versin, müezzin ezanı ne zaman
okuyor? Aslında biz vakit kaybetmeye devam ediyoruz. Müezzin ne zaman ezan
okuyor?
Ebu Ahmed: Güneşin batmasından yaklaşık beş dakika sonra
okuyor.
El-Elbani: Allah seni hidayet etsin ey Ebu Ahmed! Müezzin
şer’î vakitlere göre mi yoksa astronomik hesaplarla belirlenmiş vakitlere göre
mi ezan okuyor?
Ebu Ahmed: Astronomik hesaplara göre okuyor.
El-Elbani: Bu meşru mudur?
Ebu Ahmed: Meşru değildir.
El-Elbani: Öyleyse biz meşru olanla beraber kalalım. Az
önceki sorum meşru olan hakkında idi. Müezzin akşam ezanını ne zaman okuyor?
Ebu Ahmed: Astronomik hesaplara göre belirlenmiş vakitte
okuyor.
El-Elbani: Az önce ne konuştuğumuzu unuttun mu?
Sonra Şeyh el-Elbani daha açık bir şekilde sorarak şöyle
dedi: Müezzinin şer’î vakitlere göre ezanı ne zaman okuması gerekir?
Ebu Ahmed: Güneş batar batmaz okumalı.
El-Elbani: Batıda dağ varken güneşin battığından nasıl
emin olacak? Güneşin batmış olduğunu nasıl bilecek?
Orada bulunanlardan birisi mizah ile dedi ki: Denize gider…
El-Elbani – gülerek - : bu manidar bir cevap idi!
Ebu Ahmed: Bundan emin olması esastır.
El-Elbani: Senden düşünüp de konuşmanı rica ederim. Çünkü
soru senin sorundan çıkacak, nasıl emin olacak?
Ebu Ahmed: Ben de sana inşallah cevabının bize fayda vermesi
için bunu tekrar edeceğim, ben “güneş görünmüyorsa iftar etmek caiz olur” demek
istemiyorum. Çünkü yüksek dağlar var ve onun ardında güneşin batmamış olmasından
korkarım.
El-Elbani: İşte şimdi size göre vakit geldi, öyle değil mi?
Oradakilerden birisi: Dört dakika kaldı dedi. Bir diğeri: Beş dakika var dedi.
El-Halebi: Tabii ki bu astronomik hesaplara göre öyle!!
El-Elbani: Görünen o ki insanların çok azı dışında hepsi de
boşa bekliyorlar. Beş vakit namazın şer’î belirlemelere göre nasıl tespit
edildiğini bilmiyorlar.
Sonra Şeyh el-Elbani’nin sözleri şu noktaya geldi: Nice beldelerin ufku deniz sahilidir. Bir
diğerinin ufku alçak yerlerdir. Üçüncü bir beldenin ki yüksek yerdir.
Dördüncüsünün ufku bir dağdır, ve saire… Bunlar ne zaman iftar ederler? Ezan ne
zaman okunur?
Şeyh kendisi cevap verdi: Güneş battığı zaman. İster deniz
sahilinde batsın, ister alçak bölgede batsın, ister tepe üzerinde batsın,
isterse dağ üzerinde batsın. Önemli olan güneşin batmasıdır. Arapçada ve
müşahede olarak: “Şu an güneş battı” denilir. Ama dağ bulunduğu için
beklememize gelince! İyi ama dağdan başkası olsaydı ne yapmak isterdiniz?
Burada sahil olsaydı bekler miydik? Nitekim az önceki arkadaşımız “denize
gider” demişti. Bu güç yetmeyen şeye zorlamadır. Hakikatte ise din kolaydır.
İnsanlar onu zorlaştırıyor. Onlardan bir kısmı cahilliklerinden yapıyor, diğer
bir kısmı da aşırılıklarından yapıyor.
El-Halebî dedi ki: “Şeyhimiz! Özellikle şu dağın arkasına
geçmesi güneşin battığını gösterir. O doğu tarafında gecenin başlaması
demektir.
El-Elbani: Sana dedim ya, insanlar boşa vakit kaybediyor.
El-Halebi: Durum bunu gösteriyor.
El-Elbani: Size göre güneş şuradan battığında iftar etmek
helal olur ve akşam namazı vacip olur.
Sonra şeyh el-Elbani şöyle dedi: Ben burada binalar
görüyorum. Siz bu binaların arkasındaki dağı görmek için daha yukarı mı çıkmak
istiyorsunuz?
Sonra söz Fecr-i sadık ve fecri kazibe geldi.
El-Elbani dedi ki: “Ey kardeşlerim! Şu hadisi bilmeniz
gerekir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Gece
şuradan geldiği, gündüz şuradan gittiği zaman ve güneş battığı zaman oruçlu
iftar eder.” Bu yüzden güneşin battığını gördüğümüzde: “Burada dağ var” veya
bir diğerinin: “Burada binalar var” demesi kuruntulardandır ve hatta fahiş bir
hatadır.
Tamam, şimdi gece şuradan geldi mi, gelmedi mi diye
bekleyelim. Üzerimizdeki gündüz ışığı doğuya kadar uzanmış halde olduğunda yine
batıya doğru uzanmış iken güneş batmış da olsa oruçlu iftar etmez. Lakin Gece
şuradan gelse yani karanlık başlayıp doğudan üzerimize gelse ve güneş ışıkları
ufkun ardında kaybolsa batmış olur ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in: “Oruçlu iftar eder” dediği vakittir dersek, biz bu üç vasfın bir
araya gelmesini düşünemeyiz: Gecenin şuradan gelmesi, gündüzün şuradan gitmesi
ve güneşin batması. Böylece: “İftar vakti henüz olmadı” deriz. Halbuki bu,
apaçık arapça konuşan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisine
çarpar! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle diyor: “Gece şuradan
geldiği, gündüz şuradan gittiği ve güneş battığı zaman oruçlu iftar eder.” Size
ne oluyor da apaçık meselelerde şüphe ediyorsunuz?
Güneşin kendisini görüyorsak, güneşin yuvarlağı iner, iner,
iner, ta ki güneşin dairesinin alt kısmı dağ veya binalar ile bir hizada olur,
sonra güneş yuvarlağı kaybolur, kaybolur, görünmez olur. Lügat olarak, dinen ve
örfen “güneş battı” demez miyiz? Size ne oluyor da apaçık hususta şüphe
ediyorsunuz? Güneş batmıştır!
Bizim beklememize sebep olan şey “Gündüzün ışıkları doğuda,
ortada ve batıda devam ediyor” dememizdir! Bu bizi şüpheye düşürüyor. Lakin
hakikat böyle değildir. – sonra müezzin akşam ezanını okudu ve şeyh bu
konuşmayı bitirdi –
Derim ki: Belki de “Güneş perdelendiği zaman” hadisi Şeyh
el-Elbani rahimehullah’ın görüşünün delilidir. Hadiste “perde” ifadesi
mutlaktır. Bu sınırlanmamıştır. Bu perde ile kastedilen deniz, dağ, binalar
veya alçak yerin yükseltisi olabilir. Bu perde bir rivayette geçen: “Hıyne
yagiybu hâcibiha: güneşin kaşı kaybolduğu zaman” ifadesi değildir.
Bundan daha
açık bir şekilde şöyle buyurmuştur: “Sonra güneş perdelendiği zaman akşam
namazını emretti.” Bu malumdur.
Hâcibu’ş-şems (Güneşin kaşı) ifadesi hakkında
el-Aynî Umdetu’l-Kari’de (5/58) şöyle der: “Güneşin yuvarlağının üst tarafıdır.
Havacibuha; etrafları demektir. Denildi ki: “İnsanın kaşında olduğu gibi ilk
olarak bu kısmı göründüğünden böyle denilmiştir.” Buna göre Hâcib kelimesi ilk
görünen üst kısmıdır. Bütün yanlarına: havacib denilmemiştir.”
Hatta burada “hicab/perde” kelimesi ile kastedilen güneşi
örten her şeydir. Bu, güneş ile ona bakan kimsenin arasına giren engellerdir.
İbnu’l-Esir en-Nihaye Fi Garibi’l-Hadis’te (1/894) şöyle
demiştir: “Burada hicab ile kastedilen ufuktur. Güneş ufukta kaybolduğu zaman
onu örtmüş olur.”
El-Aynî, Umdetu’l-Kari’de (16/13) “Hicabın arkasına
geçinceye kadar” ifadesi hakkında şöyle demiştir. “Hatta tevarat” yani güneş
batınca, “el-hicab” bu Kaf’ın arkasında bir senelik mesafede ardında güneşin
battığı bir dağdır. Denildi ki: bunun manası; “Güneş gözlerden perdeleyen bir
şeyle gizlenince“ demektir. “
Derim ki: Hatta Muslim’in rivayetinde: “Akşam namazını güneş
batıp hicabın arkasına gelince kılardı” şeklinde geçmiştir. Bu da güneş hicabın
arkasına geçtiğinde, ondan bir şey görünmediği zaman şer’an “güneş battı”
denilmesine delildir. Güneş perdeleyen bir şeyin arkasına geçtiği zaman batış
gerçekleşmiş olur. Bundan fazlası aranmaz.
Şeyh el-Elbani’nin söylediğinde bir gariplik yoktur. Ancak
insanlar şer’î ıstılahlardan uzak oldukları için nasları dikkatlice
anlamıyorlar. Bu yüzden şeyhin görüşünü tuhaf karşılıyorlar. Onun bu görüşünü
şu hususlar pekiştirir:
Şayet bir kişi dağın alt tarafında otursa, diğer bir kişi de aynı dağın
üstünde olsa, ikisinin güneşi görmelerinin farklı olacağında tereddüt yoktur.
Buna binaen iftar vakitleri ve akşam namazı vakitleri de farklı olacaktır.
Böylece şayet bir kimse etrafı dağlarla çevrili bir yerde yaşıyor olsa veya
batı tarafında dağ bulunan bir yerde olsa, güneş bu dağın arkasına geçse o
vakit batmıştır. Diğer bir kimse de öncekine yakın bir yerde yerleşmiş olsa,
doğu tarafında da bir dağ bulunup, batı tarafında düzlük bulunsa, önceki şahsa:
“İkinci kişiyle beraber başlamadıkça iftar etme ve akşam namazını kılma. Çünkü
sen güneşin batışını ikinci şahsın gördüğü gibi görmedin” denilemez. Böyle
demek şeriat sahibinin mükellef kılmadığı bir zorlama olur.
Bundan sonra diyorum ki:
Güneş yuvarlağının kaybolması, akşam namazı ve oruçlunun iftar vaktinin
girdiğinin alametidir. Güneş yuvarlağı tamamen kaybolduktan sonra sarılık,
kızıllık veya gündüz ışıklarının halen bulunuyor olmasına itibar edilmez.
Nitekim Buhârî “Oruçlu ne zaman iftar eder” başlığı altında
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den cezm sigasıyla muallak olarak şöyle
rivayet etmiştir:
“Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh güneş yuvarlağı kaybolduğu
zaman iftar etti.”
Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (4/196) şöyle demiştir: “Bu
rivayeti Said b. Mansur ve Ebu Bekr b. Ebi Şeybe; Abdulvahid b. Eymen,
babasından tarikiyle rivayet ettiler: dedi ki: “Ebu Said’in yanına girdik. Biz
güneşin batmamış olduğunu gördüğümüz halde iftar etti.” Delil olma yönü şudur:
Ebu Said radıyallahu anh’e göre güneşin batışı tahakkuk edince bundan fazlasını
aramamıştır. Yanında olanların buna muvafakat edip etmemelerine aldırmamıştır."
Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh’den: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Ramazan ayında bir yolculukta idik.
Güneş kaybolunca: “Ey falan! İn de bize yiyecek hazırla” buyurdu. “Ey Allah’ın
rasulü! Halen gündüz!” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İn de
bize yiyecek hazırla” buyurdu. O da indi ve yiyecek hazırlayıp getirdi. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem onu içti, sonra eliyle gösterip şöyle buyurdu:
“Güneş şurada kaybolup gece şuradan geldiğinde oruçlu iftar etmiştir.” Buhârî
ve Muslim rivayet etmişlerdir. Lafız Muslim’indir.
Buhârî ve Muslim’in bir
rivayetlerinde şu şekildedir: “Güneş kaybolunca birisine: “İn de bize yiyecek
hazırla” buyurdu. Adam: “Ey Allah’ın rasulü! Akşam olsaydı ya” dedi. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem: “İn de yemek hazırla” buyurdu. Adam: “Gündüz hala
üzerimizde” dedi."
Abdurrazzak’ın Musannef’teki (4/226) rivayetinde:
“Topluluktan birisine: “İn de bize yiyecek bir şey hazırla” buyurdu. O oruçlu
idi. Adam dedi ki: “Güneş ey Allah’ın rasulü!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “İn de bana yiyecek getir” dedi. Adam indi ve hazırladı. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem içti, şöyle dedi: “Birisi devesine binse onu
(yani güneşi) görür.”
Derim ki: Anlaşılan o ki, adamın Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’e geri dönmesi üç defa oldu. Nitekim diğer rivayetlerde bu açıktır. Bir
defasında: “Güneş!” demiş, yani güneşin izleri hala görünüyordu. Veya yüksekte
görülebilirdi. Diğer rivayette: “Gündüz üzerindedir” demiştir. Yani gündüz
aydınlığı hala devam ediyordu. Bir diğer rivayette de: “Akşam olsaydı ya”
demiştir. Yani biraz daha bekle ki akşam olsun demiştir.
(Yiyecek diye tercüme ettiğim) “Cedah” kelimesi suyla
karıştırılarak yapılan bulamaçtır. Micdeh; içinde içeceğin yayıldığı, üst
tarafı kapaklı ağaçtan kaptır.” (Şerhu Sahihi Muslim 7/209-210)
Nevevi Şerhu Sahihi Muslim’de (7/210) şöyle demiştir:
“Hadisin manası şudur: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı oruçlu
idiler ve bu Ramazan ayında olmuştu. Nitekim Yahya b. Yahya’nın rivayetinde bu
açıklanmıştır. Güneş batınca Nebî sallallahu aleyhi ve sellem iftar etmeleri
için yemek hazırlanmasını emretti. Bu emrin muhatabı aydınlık izlerini ve
güneşin batmasından sonraki kızıllığı görüyordu. Bütün bunlar gitmedikçe
iftarın helal olmayacağını zannetti. Ona göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
bu izleri görmemişti ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e hatırlatmak ve bunu
bildirmek istedi. Bu hususu: “Gündüz hala üzerinde” sözü pekiştirir. Gündüzün
bu aydınlığının oruca devam etmeyi gerektirdiğini zannetti. Bu: “Akşam olsaydı
ya” demesinin manasıdır. Yani biraz daha beklersen akşam vakti girecek
demektir. Tekrar geri döndü, çünkü o inanıyordu ki yemenin haram olduğu
gündüzde idi. Halbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu caiz kılmış
ve bu aydınlığın gitmesini beklememişti. Aydınlık devam ediyor olmasına rağmen
maksadını ilan ederek bildirdi.”
Derim ki: Bu sahabî vaktin
iftar vakti olmadığına dair sözünü üç karine ile pekiştirdi. Birincisi: “Güneş!”
demesi, yani güneşin izleri olan sararma veya kızıllık hala görülüyordu.
İkincisi: “Gündüz hala üzerinde” demesi yani gündüz aydınlığı tamamen
gitmemişti. Üçüncüsü: “Akşam olsaydı ya” demesi, yani biraz daha bekle ki gece
gelsin, doğu ile batı arasını kaplasın. Hatta bu karinelerden daha kuvvetlisi
diğer hadiste gelen: “Birisi devesine binecek olsa onu (güneşi) görür” sözüdür.
Yani biri zorlama yapsa da devesine binse güneşin kalan kısmını görecek. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem bu karinelerin hiçbirine aldırmadı ve hükmü zorlama
yapmaksızın güneşin gözle görülmemesine bağladı. Gecenin doğu yönünden gelmesi
ve gündüzün batı yönünden gitmesi ile pekiştirmiştir. Bu özellikler güneş
yuvarlağının kaybolması ile iftar vaktinin girdiğini gösterir. Başka bir şeye
itibar edilmez. Şöyle buyurdu: “Gece şuradan geldiğinde, gündüz şuradan
gittiğinde ve güneş battığında oruçlu iftar eder.”
Derim ki: “Bu hadiste Allah Teâlâ’nın: “Sonra orucu geceye
kadar tamamlasınlar” (Bakara 187) ayetinde geçen mücmelin beyanı vardır. Burada
gece ile kastedilen güneş yuvarlağının kaybolmasıdır. Çünkü gecenin ilk başlangıcı
bu alamettir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Güneş şuradan
kaybolup gece şuradan geldiğinde oruçlu iftar eder” buyurmuştur. Bundan sonra
gece an be an artar.
Şu hadise gelince: “Ümmetim akşam namazını yıldızların
iştibakine kadar geciktirmediği sürece hayır (veya fıtrat dedi) üzere kalmaya
devam eder.” Bunu Ahmed, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve İbn Huzeyme rivayet etmişler,
el-Elbani sahih demiştir.
El-Azimâbâdî, Avnu’l-Ma’bud’da
(2/63) şöyle demiştir: “Yıldızlar iştibak edinceye kadar” sözü hakkında İbnu’l-Esir
dedi ki: “Yani yıldızların toplu ve çok görünmelerinden dolayı birbirine
karışması demektir. Bu karanlıktan kinayedir.”
Şerhu Suneni İbn Mace’de (1/50) şöyle demiştir: “Bu, sadece
yıldızların doğmuş olmasına kadar ertelemekte kerahet olmadığını gösterir.”
Derim ki: Bazıları bu hadisin önceki hadislere çelişkili
olduğunu zannetmişlerdir. Önceki hadisler akşam namazının vaktinin sırf güneş
yuvarlağının kaybolmasıyla girdiğine delalet etmektedir. Bu hadis ise yıldızların
birbirine geçme vaktinin karanlıktan kinaye olduğuna işaret ediyor. Yıldızlar
birbirine geçmedikçe yalnızca yıldızların doğmuş olmasında kerahet yoktur.
Yıldızların birbirine girmesi ise kızıl şafağın kaybolmasından bir müddet önce
gerçekleşir.
İmam İbn Huzeyme Sahih’inde (1/175) şöyle demiştir: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim akşamı yıldızların birbirine girmesine
kadar geciktirmediği sürece hayır üzere devam eder” hadisi, Abdullah b. Amr b.
el-As radıyallahu anhuma hadisindeki söze delalet eder: “Akşamın vakti şafağın
kızıllığı kaybolmadıkça devam eder.” Burada ancak mazeret ve zaruret vakti
kastedilmiştir. Akşam namazının şafağın kaybolmasına yakın zamana kadar
ertelenmesine bu dayanak değildir. Çünkü yıldızların birbirine girmesi, şafağın
kaybolmasından öncedir. Şafak uzun bir süre devam eder. Yıldızların birbirine
girmesinden sonra da olsa şafağın kaybolmasından önce birçok rekat, dört
rekatten fazlası da kılınabilir.”
Diyorum ki: Bu hadis cevaz vaktini açıklamakta ve namazın
yıldızların birbirine girmesine kadar ertelenmesinin dinen kötülenmiş olduğunu
bildirmektedir. Bundan başka hadisler ilk vakitte kılmanın mustehap olduğunu
açıklamıştır. Müstehap olduğu vakit ile caiz olduğu vakit arasından çelişki
yoktur. Sonra hadis, akşam namazını kılmakta erken davranmaya teşvik
etmektedir. Nitelim Rafizilerine hilafına, Sünnet alimleri bu şekilde
anlamışlardır.
El-Azimâbâdî, Avnu’l-Ma’bud’da (2/63) şöyle demiştir: “Hadis
müstehap olanın, akşam namazında erken davranmak olduğunu, yıldızlar birbirine
girinceye kadar geciktirmenin mekruh olduğunu göstermektedir. Rafıziler ise
hükmün zıddını yaparak akşam namazını yıldızların birbirine girdiği vakte kadar
geciktirmeyi mustehap sayarlar.”
Şayet bu hadis akşam namazını yıldızların birbirine girme
vaktinin öncesine kadar ertelemek hakkında olsaydı, Müslümanlar o zaman
karanlıkta namazdan ayrılırlardı. Bu da kendileri hakkında gelenin aksinedir:
Rafi b. Hadic radıyallahu anh’den: “Biz Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşamı kılardık, birimiz namazdan
ayrıldığında attığı okun düştüğü yeri görebilirdi.” Buhârî, Muslim ve başkaları
rivayet etmişlerdir.
Enes radıyallahu anh’den: “Onlar Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile beraber Akşamı kılar, sonra dönerler, onlardan biri attığı
okun düştüğü yeri görebilirdi.”
Cabir radıyallahu anh’den: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem ile beraber akşamı kılardık, sonra Beni Seleme’ye gelir ve attığımız
okun düştüğü yeri görürdük.”
Abdullah b. Ka’b b. Malik, babasından rivayet ediyor: “Biz Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam namazını kılar, sonra Beni Seleme’ye
gelir, attığımız okun düştüğü yeri görürdük. Beni Seleme Medine’nin en uzak
yeri idi.”
Zeyd b. Hâlid el-Cuhenî radıyallahu anh’den: “Ben Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşamı kılar, sonra çarşıya çıkardım.
Şayet ok atsam elbette düştüğü yeri görürdüm.”
Ebu Tarif radıyallahu anh’den: “Ben Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile beraber Taif kuşatmasında bulundum. Bize akşamı
kıldırırdı. Şayet kişi (o vakit) ok atsa düştüğü yeri görürdü.”
Bu rivayetler delalet ettiği maksat hususunda birbirini
takviye eden rivayetlerdir. Nevevi rahimehullah Şerhu Sahihi Muslim’de (5/136) dedi
ki: “Bunun anlamı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara vaktin başında
güneşin batmasıyla akşam namazını kıldırmakta erken davranırdı. Hatta namazdan
ayrıldıklarında birimiz yayı ile ok atsa hala aydınlık devam ettiği için okun
düştüğü yeri görürdü.”
Seleme b. el-Ekva radıyallahu anh dedi ki: “Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem akşamı güneş battığı zaman, kaşı kaybolduğunda kıldırırdı.” Buhârî,
Muslim ve başkaları rivayet etmişlerdir.
Kaşı kaybolduğunda; yani üst tarafı
kaybolup ondan bir şey görünmez olduğunda demektir.
Son Olarak:
Şeyh el-Elbani rahimehullah es-Silsiletu’s-Sahiha’da (5/300)
şöyle demiştir: “Bu Şam beldelerinde ve onlardan biri olan Amman’da terk
edilmiş sünnetlerdendir. Şüphesiz benim evim Himlan dağı üzerindedir. Güneşin
doğuşunu ve batışını gözlerimle görüyorum. Akşam için ezanın güneşin batışından
yaklaşık on dakika sonra okunduğunu işitiyorlar! Halbuki Amman’ın ortasında ve
vadilerinde güneşin bizimkinden çok daha önce batacağı bilinmektedir! Hatta tam
aksine, onlar fecir (sabah) ezanını da vaktinin girmesinden yarım saat kadar
önce okuyorlar! İnna lillah ve inna ileyhi râciun!”
Derim ki: Böylece anlıyoruz ki akşam namazını ilk vaktinde
kılmaya acele etmek sünnettendir. Bu da güneşin bir engel arkasına geçmesiyle
ve güneşin yuvarlağının gözlerden kaybolması ile olur. Lakin burada erken
davranma ile acele etmenin arasındaki farkı bilmemiz gerekir. Birincisi
övülmüş, ikincisi kınanmıştır.
Allame İbnu’l-Kayyım rahimehullah er-Ruh’ta (s.258) şöyle
demiştir: “Erken davranma (mubadere) ile acele arasındaki fark: Mubadere; vakti
içinde fırsatı yakalayınca onu elden kaçırmamak, eğer kaçırmış ise peşine düşmektir. Bu ertelenmesi ve
vaktinden önce yapılması istenmeyen şeydir. Bilakis vakti geldiğinde ona erken
davranılır ve üzerine atlanır. Aslanın avı üzerine atlaması gibi. Bu
olgunlaştığı zaman meyveyi toplamak menzilesindedir. Acele ise; bir şeyi almayı
vaktinden önce talep etmektir. Bu da ona şiddetli hırstan dolayı olur. Meyveyi
olgunlaşmasından önce toplamak menzilesindedir.
Mubadere; iki kınanmış hasletin ortasındadır: Birincisi: Tefrit
(geri kalmak) ve zâyi etmektir. İkincisi: Vaktinden önce acele etmektir. Bu
yüzden acele şeytandandır. Çünkü acele, kulu sebattan, vakardan ve hilimden
engelleyip işlerini yerli yerince yapmamaya mecbur eden, kulun üzerine birçok
kötülükleri çekerek çeşitli güzelliklerden alıkoyan hafiflik ve sersemliktir.
Tembellik, kaybetmenin elden kaçırmanın dostu olduğu gibi acele de pişmanlığın
dostudur. Acele edip de pişman olmayan insan oldukça azdır.”
Allah en iyi bilendir. Başarılı kılacak olan O’dur.
*****
Ebu Muaz Raid Âl-u Tahir'in risalesi burada bitti. Konuyla bağlantılı olduğu için Şeyh Elbani rahimehullah'ın burada geçmeyen konuşmasının tercümesini de aktarıyorum:
Şeyh el-Elbani rahimehullah’a şöyle soruldu: “Oruç tutan
Müslümanlardan bazı insanlar ezandan bir süre önce iftar ediyorlar. Bazıları da
ezanla birlikte iftar ediyorlar. Bu iki grubun hükümleri nedir?
Şeyh el-Elbani şöyle dedi: “Sen bizimle beraber isen bunu
anlayabilirdin. Allah sana bereket versin.
Soruyu soran: “Ben sürekli seninle beraberim, lakin sen
sahur ezanından bahsetmiştin.
Şeyh el-Elbani: “Akşam ezanından da. Akşam ezanından da
bahsettik, akşam iftarda acele etmek ve namaz için acele etmekten de bahsettik.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim iftarda acele ettikleri
sürece hayır üzere bulunmaya devam eder” hadisini de rivayet ettik.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculukta sahabeden birine “bize
iftarlığımızı getir” dediğini anlattık. Adam: “Ey Allah’ın rasulü, gündüz
önünde” demişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona: “Getir”
dedi. Bu sahabe: “Birimiz devesine binse güneşi görür” dedi. Yani (Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem) güneş kaybolur kaybolmaz iftarda acele ediyordu.
Yine fatihayı ezberlediğimiz gibi ezberlememiz gereken bir hadis söylemiştik. O
da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir: “Gece şuradan
yönelip, gündüz şuradan gittiğinde ve güneş battığında oruçlu iftar etmiştir”
İftarda hiç beklemeden acele etmek gerekir.”
Soruyu soran dedi ki: “Kişi bir toplulukla beraber
bulunuyor, bu topluluktakilerin hiçbiri iftar etmiyor, bu kimsenin kendi başına
iftar etmesi olur mu? Gecenin gittiğini nasıl bilecek?
Şeyh el-Elbani: “Allah sana bereket versin. Az önce
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim İslam’da güzel bir sünnet
başlatırsa” hadisini anlattık. Bu adam vaktin girdiğini yani iftar vaktinin
girdiğini biliyorsa, bir de buna şunu ekle: bunu sırf iftarda acele etme
sünnetini bildiği için yapıyorsa, bu insanların önünde bardağı alıp içtiğinde,
hurma alıp yediğinde güzel bir sünnet mi başlatmış olur, kötü bir çığır mı açmış
olur?
Soruyu soran: “Elbette güzel (sünnet başlatmış olur)…
Şeyh el-Elbani: Evet, Allah sana bereket versin
Soruyu soran: Onlar sana “bizim ezanı beklememiz de güzel
bir sünnet diyecekler.
Şeyh el-Elbani: Allah sana bereket versin, burada ikinci bir
konuya geçiyoruz. Eğer onların bekledikleri ezan vaktinde okunuyorsa hiç
kimsenin ezandan önce yemesi caiz olmaz. Lakin biz bugünkü ezandan
bahsediyoruz. Zannederim bugünkü ezanın güneşin batmasından on dakika sonra
okunduğunu işitmişsindir
Soruyu soran: Kişi bugünkü ezandan bahsediyor, önceki ezanı
kastetmiyo
Şeyh el-Elbani: Öyleyse bu şekildeki bir ezanı beklemek
sünnet değildir. Bilakis sünnete muhaliftir…