Yakında neşrini planladığımız "Tekfir Sapması" adlı çalışmamda sunmak istediğim bir pasajı Haricî akidesine mensup tekfircilerin akidelerini "selefi" nispesi altında yaymaları sebebiyle acilen yayınlama gereği duydum. Her ne kadar bu konuyu yıllardır defalarca sesli ve yazılı olarak izah etsem de menhecini bozmuş bazı şüpheciler bunun yalnız bana ait indî görüş olduğunu, muasır hatiplerin(!) hiçbirinin bu görüşü paylaşmadığını, hepsinin de Esed'i mürtet saydığını vs. yaygaraları dile getirerek müslümanların kalplerini saptırmaktadırlar.
Dininin delillerini sonraki asırlarda yaşayanlara göre şekillendiren ve vahye muhatap olan ilk nesillerin anlayışından yüz çevirenlere yazıklar oldu!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Mecusi kalbi gibi kalplere sahip zalim diktatörlere sabretmeyi emretmesini, bununla birlikte ibadette gayret konusunda imrendiren halleri bulunan haricilerin okun yaydan çıktığı gibi dinden çıktıklarını bildirmesini ve her Müslümana haricileri öldürmeyi görev olarak emretmesini hazmedemiyorlar!
Allah için nasihatime kulak verin! "Nasıl olur da Esed'in kanı helal olmuyor da işidcilerin kanı helal oluyor" sözü hevaların beslediği hislerin galeyana gelmesinden başka bir şey değildir. Bu tıpkı şiilerin hisleriyle saparak: "Nasıl olur da İslama destek olmuş Ebu Talip Müslüman olmaz da, ömrünün çoğunu İslam'a karşı savaşmakla geçirmiş olan Ebu Süfyan Müslüman olur?" demeleri gibi bir sapkınlıktır!
Aşağıdaki yazıyı dikkatlice, düşünerek okuyun ve ülkemizde kendilerinin selefi olduğunu iddia eden haricilerden derhal uzaklaşın. İsimlerini saymaya artık gerek duymuyorum. Akide meselesini lütfen artık ciddiye alın, sonra "vay sen filana neden tagut dedin", "filana neden deyyus dedin" sözleri gibi, kardeşlik suiistimalcisi yalancı münafıkların ve yalandan başka bir şeye kulak vermeyenlerin fitne çıkarma ümidiyle sevinerek dillerine doladıkları sefihçe sözlerle şüpheye düşmeyin!
Kur’ân’da Münafıkların Küfürlerine Delalet Eden Özellikleri
Şeyh İbn Baz rahimehullah'ın öğrencilerinden Şeyh Abdullah Kadirî el-Ehdel şöyle demiştir: "Münafıklar hakkında
nazil olan ayetleri takip eden onların iman iddia etmelerine rağmen kafirler
olduklarını, ıslah iddia etmelerine rağmen bozguncu olduklarını, Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabıyla alay edip onları kendilerinin sahip
oldukları sıfatlarla nitelediklerini, Allah’ın dostları olan müminlere karşı
Allah’ın düşmanı olan kafirlere yakınlık gösterdiklerini görür.
Bu ayetleri takip
eden, onların tehlikesini ve küfürlerinin şiddetini açıkça görür. Kur’ân-ı
Kerim’de birçok surelerde bu özellikler sayılmıştır. Özellikle de; Bakara, Âl-i
İmran, en-Nisâ, el-Enfâl, et-Tevbe, el-Ahzab, Muhammed, el-Feth, el-Hadid ve
el-Munafikun surelerinde.
Bu ayetlerden
bazılarını zikretmekle yetineceğiz ve kâfirlerden olan bu tehlikeli sınıf
hakkındaki yorumu okuyucuya bırakacağız:
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Onlara “Yeryüzünde
fesat çıkarmayın” denildiği zaman: “Biz ancak ıslah edicileriz”
derler. Bilesin ki, asıl fesat çıkaranlar onlardır; fakat (bunun) farkına
varmazlar. Onlara: “Siz de insanların iman ettikleri gibi iman edin”
denildiği zaman, “Biz, beyinsizlerin iman ettikleri gibi mi iman
edelim?” derler. Oysa bilesin ki, asıl beyinsizler onlardır; fakat (bunu)
bilmezler. Onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik”
derler; şeytanlarıyla baş başa kalınca da: “Biz sizinle beraberiz; onlarla
sadece alay ediyoruz” derler. (Hâlbuki asıl) Allah onlarla alay ediyor ve
azgınlık içinde şaşkın şaşkın dolaşmalarına (şimdilik) göz yumuyor. Hidayete
karşılık sapıklığı satın alanlar bunlardır; fakat ticaretleri kazanç
sağlamamış, (kendileri de) doğru yolu bulamamışlardır.” (Bakara 11-16)
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere
inandıklarını iddia eden kimseleri görmüyor musun? Aslında tâğûtu inkar etmekle
emr olundukları halde, yine de onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytan
da onları uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor. Onlara “Allah'ın
indirdiğine ve rasule gelin” denildiği zaman, o münafıkların, senden yüz
çevirip kaçtıklarını da görüyorsun. Fakat kendilerine, kendi ellerinin sebep
olduğu bir musibet gelip çattığı zaman, nasıl da “iyilikten ve ara bulmaktan
başka bir şey istemedik" diye Allah'a yemîn ederek sana
geliyorlar. İşte böylelerinin kalplerinde ne olduğunu Allah bilir! Bu
sebeple onlardan uzak dur; onlara nasihat et ve kendileri hakkında onlara
tesirli söz söyle.” (Nisa 60-63)
“Münafıklar,
kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü'minlere
indirilmesinden korkuyorlar. De ki: “Siz, yine de alay edin; Allah, korktuğunuz
şeyi elbette çıkaracaktır.” Onlara sorsan, “Dalmışız; oyalanıyorduk” diyeceklerdir.
De ki: “Siz, Allah'la, âyetleriyle ve rasulüyle alay mı
ediyorsunuz?” Boşuna özür dilemeyin; zira siz, îmanınızdan sonra
küfrettiniz. İçinizden bir zümreyi affetsek bile, suçlu olmaları dolayısıyla
bir zümreye de azâb ederiz. Erkek olsun kadın olsun, bütün münafıklar
birbirlerine benzerler. Kötülüğü emredip iyilikten nehyederler. Ellerini de
sıkı sıkı yumarlar. Allah'ı unutmuşlardır Allah da onları unutmuştur.
Münafıklar, işte asıl fâsık olanlar onlardır. Allah, erkek ve kadın
münafıklara ve bütün kâfirlere, içinde daimî kalacakları cehennem ateşini va'ad
etmiştir. Bu, onlara yeter. Allah, onlara lanet etmiştir. Onlar için, hiç
değişmeyecek bir azâb vardır.” (Tevbe 64-68)
“İşte orada mü'minler denenmişler ve şiddetli bir şekilde
sarsılmışlardı. Münafıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar, “Allah
ve Rasûlü bize boş vaadden başka bir şeyde bulunmadı” diyorlardı.”
(el-Ahzab 11-12)
“Şu münafıklık edenleri görmüyor musun? Kitap ehlinden
inkâr eden Yahudilere diyorlar ki: “Eğer siz yurdunuzdan çıkarılacak olursanız,
muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Size karşı hiç kimseye itaat etmeyiz.
Sizinle savaşırlarsa mutlaka size yardım ederiz.” Allah şâhitlik eder ki onlar
muhakkak yalancıdırlar.” (Haşr 11)
“Münafıklar sana gelince, "şâhitlik ederiz ki sen,
Allah'ın Rasûlüsün" derler. Allah da senin kendi Rasûlü olduğunu elbette
bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki, münafıklar muhakkak
yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişler ve Allah'ın
yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış oldukları bu şey ne
kötüdür. Bu, onların önce îman, sonra da küfretmiş olmaları dolayısıyladır.
Bu yüzden de kalplerinin üzeri mühürlenmiştir; artık hiçbir şey
anlamazlar. Onları görünce cisimleri hoşuna gider. Söz söylerlerse
sözlerini dinlersin; fakat onlar, sanki elbise giydirilmiş içi boş odun
gibidirler. Her sesin, kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar düşmandır;
Bu itibarla onlardan uzak dur. Allah onları katletsin. Nasıl olup da haktan
döndürülüyorlar. Onlara, “gelin, Allah'ın Rasûlü sizin için bağışlanma
dilesin” denildiği zaman, başlarını çevirirler. Büyüklük taslayıp yüz
çevirdiklerini görürsün. Onlar için mağfiret dilesen de dilemesen de,
Allah onlara asla mağfiret etmeyecektir. Allah, fâsık olan kimselere hidayet
etmez. “Allah'ın Rasûlünün yanında bulunanlara hiçbir şey vermeyin ki dağılıp
gitsinler” diyenler onlardır. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır.
Fakat münafıklar anlamazlar. Diyorlar ki: "Eğer Medîne'ye dönersek,
şerefli olanlar, zelil olanları oradan mutlaka çıkaracaktır. Oysa şeref,
Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere aittir; fakat münafıklar bilmezler.”
(el-Munafikun 1-8)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâfirlerin Bu Sınıfına Nasıl Muamele Etti?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem küfürleri açık kâfirlerden
daha şiddetli olan münafıklara dünya hükümleri bakımından Müslümanlara
uygulanan muameleyi yapmıştır. Gidişatları onların Allah’ı, rasulünü ve ahiret
gününü inkâr ettiklerine, mutlak olarak mümin olmadıklarına delalet etmesine
rağmen, onlarla diğer sahabesi arasında ayrım gözetmemiştir.
Böylece anlaşılıyor ki küfrüne delalet eden karineler olmasına
rağmen Müslüman olduğunu izhar edene açıkça kâfir olmadığı sürece kâfir
muamelesi yapılmaz.
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı
sahabileri Müslümanlığını izhar edip de hıyanetlerine delalet eden karineler
ortaya çıkaran kimselerin iman etmedikleri gerekçesiyle öldürülmeleri için izin
istemişler, itikadî nifaklarını ortaya çıkardıkları için münafıkların Müslüman
değil de kâfir olduklarını söylemişlerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise samimiyetini ve
imanını bildiği kimseleri savunmuş, mazeretini kabul etmiş ve Hatıb b. Ebi
Beltea radıyallahu anh kıssasında olduğu gibi, sahip olduğu fazileti
zikretmiştir. Hatıb radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
Mekke’yi feth etmeye kastettiğine dair sırrını içeren mektubu Mekke’lilere bir
kadın ile göndermiş, bu durumu açığa çıkmıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Kureyş hazırlık yapamadan onlara saldırma düşüncesini gizliyordu.
Allah Hatıb’ın mektubu Kureyş’e ulaşmadan önce bu durumu
ortaya çıkarmış, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Ali, Zubeyr ve
Mikdad radıyallahu anhum’u göndermiş, onlar kadını yakalayıp mektubu ondan
almışlar ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e teslim etmişlerdi. Hatıb
radıyallahu anh’ın bu yaptığına karşı çıkınca Hatıb, Kureyş’in yanında
koruyacak kimseleri bulunmayan akrabaları bulunduğu için koruma edinmek
istediğini mazeret göstermiş ve kendisinin İslam’dan irtidat etmediğini
belirtmiştir.
Ömer radıyallahu anh: “Ey Allah’ın rasulü! Beni bırak da şu
münafığın boynunu vurayım” demiş, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise
şöyle buyurmuştur: “O Bedir’e katılmıştır. Nereden biliyorsun, belki de
Allah Bedir’e katılanların durumlarını bildiğinden dolayı “Dilediğinizi yapın,
sizleri bağışladım” buyurmuştur.”[1]
Sanki Ömer
radıyallahu anh Hatıb radıyallahu anh’ın İslam’ı izhar edip küfrü gizlediğini
düşünmüş gibidir. Zira Allah’a ve rasulüne iman etmiş bir Müslüman böyle şey
yapmaz. O’na göre bu onun Müslüman görünen bir münafık olduğuna karine idi.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu ikrar etmedi, bilakis Hatıb’ı övdü
ve mazeretini kabul etti. Nitekim Hatıb radıyallahu anh’ın kıssasını uzun
şekliyle İmam Buhârî ve başkaları rivayet etmişlerdir. Müfessirler de bunu
Mumtehine suresinin tefsirinde zikretmişlerdir.
Aynı şekilde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Malik b.
Duhşun’u münafıklarla, onların maslahatı için samimi olduğu gerekçesiyle
nifakla suçlayana da karşı çıkmıştır.
Mahmud b. Rebi radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Itban b. Malik radıyallahu anh’ın
evinde bir mescid yeri edinmesi için namaz kılması kıssasında bu durum
geçmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında toplananlardan
birisi: “Malik b. Duhayşin nerede?” deyince birisi: “O Allah’ı ve rasulünü
sevmeyen bir münafıktır” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de: “Böyle
söyleme! Onun Allah’ın veçhini isteyerek La ilahe illallah dediğini görmedin mi?”
buyurmuştur. O da: “Allah ve rasulü daha iyi bilir. Biz onun yüzünü ve
münafıklarla samimi olduğunu gördük” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki: “Muhakkak ki Allah, Allah’ın veçhini dileyerek lâ ilâhe
illallah diyen kimseye cehennemi haram kılmıştır”[2]
Karinelerin nifakını gösterdiği ve Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in samimiyetini bilmediği, hatta fiilen münafık olduğu ağır
basan kişilere gelince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onları
savunmamış ve övmemiş, lakin hiç kimsenin öldürmesini de onaylamamıştır. Bunu
da onun insanlara Müslümanlardan olduğunu izhar etmesi ve İslam’ı izhar eden
kişinin canının ve malının korunmuş olduğuyla gerekçelendirmiştir. Eğer onun
öldürülmesine izin verseydi insanlar Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)
kendisine iman edenleri öldürüyor zannedeceklerdi.
Nitekim Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma hadisinde o
şöyle demiştir: “Biz bir savaştaydık… Muhacirlerden birisi Ensar’dan birine bir
tekme vurdu. Ensar’lı: “Ey Ensar” dedi. Muhacirlerden olan da: “Ey Muhacirler!”
dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunu işitince: “Nedir bu
cahiliyye davası?” buyurdu. Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Muhacirlerden
birisi Ensar’dan birine tekme vurdu.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu
kokuşmuş davayı bırakın” buyurdu. Abdullah b. Ubey bunu işitince: “Demek
bunu mu yaptı? Vallahi Medine’ye dönünce aziz olan zelil olanı oradan
çıkaracaktır” dedi. Bu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca Ömer
radıyallahu anh kalktı ve: “Ey Allah’ın rasulü! Beni bırak da şu münafığın
boynunu vurayım” dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Onu
bırak. İnsanlar “Muhammed ashabını öldürüyor” demesinler.”[3]
Buradan şu sonuçlar çıkmaktadır:
1- İtikadî nifaka sahip olan münafık hakikatte kafir
sayılır.
2- Dünya hükümlerinde böylelerine kâfir muamelesi yapılmaz.
Bilakis Müslüman muamelesi yapılır. Çünkü Müslümanlığını ilan etmesiyle kanı ve
malı koruma altındadır. Bu, (Müslümanlığını ilan etmesi) Allah Teâlâ’nın
kitabında: “Yeminlerini bir kalkan edinirler” (Munafikun 2, Mucadile 16) ayetinde
zikrettiği kalkandır.
Münafıklardan kâfir olduklarını ve İslam’dan irtidat
ettiklerini gösteren bir şey zahir olur da, mümin olduklarına dair ağır
yeminler ederlerse, böylece mürtet hükmü uygulanmasından korunurlar.
İmam Şafii rahimehullah dedi ki: “Yeminlerini bir kalkan
edinirler” yani Allahu a’lem, öldürülmeye karşı kalkan edinirler. Böylece
öldürülmekten alıkonulurlar. Dünyada onlara izhar ettikleri gibi iman hükümleri
uygulanmaya devam eder ve onlara cehennemin en alt tabakası vardır. Çünkü Allah
onların sırlarının (iç hallerinin) dışlarında imanı göstermelerinin aksine
olduğunu bilmektedir.”[4]
3- Müslümanlığını izhar eden, namaz kılan, oruç tutan ve hac
yapan kimselerin, Allah’ın şeriatini uygulamaya itiraz etmeleri gerekçesiyle
kanlarını ve mallarını helal sayanlar cahillik etmektedirler. Hâlbuki onlar
Müslümanlıklarını izhar edip küfür ithamına karşı bununla korunma kalkanı
edinmeleri bakımından münafıkların yolunu tutan kimselerdir.
Müslüman olduğunu izhar edip de münafıkların yolunu tutan
kimselerin kanlarını ve mallarını helal sayanların, İslam ülkelerinde hakim
olmadıkları halde bunu yapmaları şaşırtıcıdır. Bilakis onlar ehlu hal ve akd
(çözüm ve karar mercileri) değil, fert ve cemaatlerden ibarettirler. Bununla
birlikte hükmün aslı konusunda; İslâm’ı izhar ettiği halde küfürlerine delalet
eden karineler bulunan kimselere dünya hükümlerinde Müslüman muamelesi yapan
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhalefet etmektedirler. Onlar bu
şekilde muhalefet ettikleri gibi, öldürülmesi meşru olmayan kimselerin ölümünü
infazı üstlenmek bakımından da ümmetin eski ve yeni âlimlerinin cumhuruna da
muhalefet halindedirler. Böylece İslam ümmetine karşı Allah’ın bildiği birçok
zararlar ortaya çıkarmışlardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’tan vahiy
alıyor ve zamanında Müslümanların veliyyu’l-emri (idarecisi) olmasına rağmen
münafıkları öldürmüyordu, onların öldürülmesine de izin vermiyordu. Peki ya
O’ndan başkaları bahsedilenlere benzeyen münafıkları öldürmeyi nasıl helal
sayabilir?
Üzerinde nifak alametleri ortaya çıkan kişinin nifakı
itikadi bir nifak da olmayabilir. Bilakis bu kendisinden cahillik veya te’vil
sebebiyle sadır olmuş olabilir. Kendisine hüccet ikame edildiği zaman bundan
rücu da edebilir.
İmam Şafii’nin Münafıklar Hakkındaki Görüşü
İmam Şafii rahimehullah küfürlerinin şiddetine rağmen
münafıkların mürtedler hükmüne girmediğini açıklamıştır. Bilakis onlara dünyada
Müslümanların hükümleri uygulanır. Bu konuda Kur’an ve sünnetten deliller
getirerek şöyle demiştir:
“Şafii rahimehullah dedi ki: “Allah Teâlâ, Nebisi sallallahu
aleyhi ve sellem’e şöyle buyurmuştur: “Münafıklar sana gelince,
"şâhitlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlüsün" derler. Allah da senin
kendi Rasûlü olduğunu elbette bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki,
münafıklar muhakkak yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan
edinmişler ve Allah'ın yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış
oldukları bu şey ne kötüdür. Bu, onların önce îman, sonra da küfretmiş
olmaları dolayısıyladır. Bu yüzden de kalplerinin üzeri mühürlenmiştir; artık
hiçbir şey anlamazlar.” (el-Munafikun 1-3)
Şafii dedi ki: imanı izhar edinceye kadar müşrik olarak
devam eden kimselerin imanı izhar etmesi ile imanı izhar ettikten sonra şirk
koşan, bundan sonra yine imanı izhar eden kimselerin imanı izhar etmelerinin
kanlarının dökülmesine mani olduğu açıklanmıştır. Bu iki halden hangisi olursa
olsun, küfrünü ister gizlesin, ister açığa çıkarsın, imanı izhar eden kimse
için bu durum kanının dökülmesine manidir. Çünkü münafıkların bayramlarını ve
kiliselere gitmeyi izhar etmek gibi izhar edebilecek bir dinleri yoktur.
Onlarda ancak inkâr ve iptal etme vardır.
Böylece Allah Azze ve Celle’nin kitabında, sonra Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde Allah Azze ve Celle münafıkların
yeminlerini kalkan edindiklerini – yani Allahu a’lem – öldürülmeye karşı kalkan
edindiklerini haber veriyor. Sonra onların yeminlerini kalkan edinme açısını da
haber veriyor: “Bu onların iman ettikten sonra küfretmeleri sebebiyledir.”
Onların iman ettiklerini, imandan sonra küfre girerek kâfir
olduklarını haber veriyor. Onlara bu sorulduğu zaman inkâr ederler ve imanı
izhar eder, imanı kabul eder ve tevbe etmiş gibi görünürler. Kendileriyle Allah
arasında kalan küfür üzere devam ederler. Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur: “Söylemedik diye Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbuki and olsun o
küfür sözünü söylemişlerdir. Ve Müslümanlıklarından sonra kâfir olmuşlardır.”
(Tevbe 74)
Onların küfürleri, inkârları ve iç hallerindeki
yalancılıkları haber verilmekte, birçok ayette küfürleri zikredilmekte, iman
üzere olmadıkları halde iman izhar ettikleri için nifak ile isimlendirilmektedirler.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Gerçekten münafıklar, cehennemin en
alt tabasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.” (Nisa 145)
Allah Azze ve Celle münafıkların kafir olduklarını haber
vermiş, ilmi ile kendisinin dışında kimsenin bilemeyeceği durumlardan dolayı
onların imanlarını yalanlayanlar olarak ateşin en alt tabakasında olmalarına
hükmetmiştir. Allah Azze ve Celle onların yeminlerinde yalancı oldukları halde
dünyada kendilerini iman etmiş olarak gösterdiklerinden dolayı, yalancı olsalar
da, küfürlerini gizleyip iman ettiklerini izhar etmelerinin; kendilerini
öldürülmekten koruyan bir kalkan olduklarına hükmetmiştir.
Allah Azze ve Celle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
dili üzerinden kitabında indirdiğinin aynısını açıklamış, iman ettiğini
söylemenin öldürülmekten koruyan bir kalkan olduğunu bildirmiştir. Kendisi
hakkında küfrüne şahitlik edildikten sonra kişi ya küfürden sonra imanı ikrar
eder ya da etmez. Eğer imanı izhar ederse, iman ettiğini söylerse, bu
öldürülmesine engel olur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın
küfürden sonra iman ettiğini söyleyen kimselerin kanlarını dökülmesini yasakladığını,
onların varis olma, nikâhlanma ve Müslümanların daha başka hükümlerinde Müslümanlarla
aynı hükmünde olduklarını açıklamıştır.
Allah Azze ve Celle’nin münafıklar hakkındaki hükmü sonra
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmü açık olduğuna göre hiçkimsenin
içindekine aykırı bir şey izhar eden kimseye başka türlü hükmetmeye hakkı
yoktur. Allah Azze ve Celle kullarına ancak izhar ettiklerine göre hükmetme
yetkisi vermiştir. Çünkü onlardan birisinin yalnızca Allah Azze ve Celle
tarafından bilinen gizli hali olabilir. Allah adına akleden kimsenin bütün
zanları batıl hükümler kılması, hiç kimseye zan ile hükmetmemesi gerekir. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin ihtilafsız olarak delalet ettiği
şey de budur.”
İmam Şafii başka bir
yerde şöyle der: “Allah Azze ve Celle kitabının birçok ayetlerinde münafıkların
imanı izhar edip şirki gizlediklerini, onların cezasının cehennemin en alt
tabakası olduğunu haber veriyor ve şöyle buyuruyor: “Gerçekten münafıklar,
cehennemin en alt tabasındadırlar. Onlara bir yardımcı da bulamazsın.”
(Nisa 145)
Bil ki onların ahiretteki hükmü, Allah’ın onların sırlarına
dair ilmi sebebiyle cehennemlik olmalarıdır. Eğer iman etmiş gibi görünerek
bunu kalkan edinirlerse onlara dünyada öyle hükmedilir. Allah Teâlâ onlardan
başka bir grup hakkında şöyle buyurmuştur: “Münafıklar ve kalplerinde bir
hastalık bulunanlar, “Allah ve Rasûlü bize boş vaadden başka bir şeyde
bulunmadı” diyorlardı.” (el-Ahzab 12)
Bu münafıklar ve onlarla beraber bulunan başka bir
topluluğun durumunun aktarılmasıdır. Münferid olarak münafıkların küfrü
aktarılmakla beraber, bedevilerde olduğu gibi kalplerine iman yerleşmemiş olan
kimselerin durumları da aktarılmaktadır.
Şirklerinden dolayı Allah Azze ve Celle’nin, dışlarına
aykırı olan iç durumlarını bildiği kimselerin, dışta gösterdikleri iman
sebebiyle herkesin dünyada kanı koruma altındadır. Çünkü Allah gizli hallere
hükmetmeyi kendisinden başkasına bırakmamıştır. Nitekim Nebisi sallallahu
aleyhi ve sellem’i zahire (dış yüze) göre hükmetmekle görevlendirmiş, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem onlarla muaşerette bulunmuş, onlardan hiçbirini öldürmemiş,
hapsetmemiş, cezalandırmamış, savaşa katıldığı zaman İslam’daki ganimet payını
engellememiş, müminlerle nikâhlanmasına, varis olmalarına, ölüleri üzerine
cenaze namazı kılınmasına mani olmamış, bütün bunlarda o münafıklara İslam
hükmü uygulanmıştır.”[5]
Derim ki: Münafıklara aynı diğer Müslümanlara uygulandığı
gibi bahsi geçen İslâm hükümlerinin uygulanması problemli gelmiştir. Allah Teâlâ,
nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’i münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy b.
Selul’e cenaze namazı kılmasından sonra onların cenaze namazlarını kılmaktan
yasaklamış, şöyle buyurmuştur:
“Münafıklardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma ve
kabri başında da durma. Zira onlar Allah ı ve Rasûlünü inkâr etmişler ve fâsık
olarak ölmüşlerdir.” (Tevbe 84)
Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh şöyle demiştir: “Abdullah
b. Ubeyy b. Selul ölünce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cenaze namazını
kılmak için çağırıldı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkınca ileri
atıldım ve: “Ey Allah’ın rasulü! İbn Ubey üzerine cenaze namazı mı kılacaksın? O
şu gün şöyle şöyle demişti” dedim ve onun sözlerini saydım. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem tebessüm etti ve: “Geri çekil ey Ömer!”
buyurdu. Ben ısrar edince dedi ki: “Ben muhayyer bırakıldım ve bunu tercih
ettim. Şayet yetmişten fazla bağışlanma dilemekle bağışlanacağını bilsem elbet bunu
yapardım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun namazını kıldırdı. Sonra
döndü, çok geçmemişti ki Tevbe suresinden şu iki ayet nazil oldu: ““Münafıklardan
ölen bir kimsenin namazını sakın kılma ve kabri başında da durma. Zira onlar
Allah ı ve Rasûlünü inkâr etmişler ve fâsık olarak ölmüşlerdir.” (Tevbe 84)
Ben o gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı cüretkârlığıma
şaşırmıştım. Allah ve rasulü daha iyi bilir.”[6]
Şafii rahimehullah ayetin tefsirinde bu probleme şöyle cevap
vermiştir: “Münafıklar için cenaze namazı kılmamasının emredilmesine gelince, Şüphesiz
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kıldığı cenaze namazı, başkasının
kıldığı cenaze namazından farklıdır. Münafıklar üzerine cenaze namazı kılmayı
terk etmesinin emredilmesinin, bağışlanacak kimseden başkasına cenaze namazı
kılınmayacağına hükmedilmesinden dolayı olduğunu umarım. Şirk üzere devam eden
bağışlanmaz. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de bağışlanmayacak bir
kimseye cenaze namazı kılmaktan yasaklanmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem Müslümanların onlara (münafıklara) cenaze namazı kılmalarını engellemedi
ve (bu ayetin nüzulünden) sonrasında da münafıklardan kimseyi öldürmedi.”[7]
İmam Şafii bu probleme cevabı genişleterek el-Umm’de şöyle
demiştir: “Eğer birisi şöyle derse: “Allah Azze ve Celle: “Münafıklardan
ölen bir kimsenin namazını sakın kılma” (Tevbe 84) buyuruyor. Eğer Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı diğer Müslümanların namazından farklı ise
biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den başkasının kimseye cenaze namazı
kılmayacağını umarız. Nitekim Allah münafıkların cehennemin en alt tabasında
olacağına hükmetmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Onlar için
bağışlanma dilesen de, dilemesen de birdir. Onlar için yetmiş defa bağışlanma
dilesen dahi Allah onları bağışlamaz.” (Tevbe 80)
Eğer birisi şöyle derse: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in münafıklar için kılmaktan yasaklandığı cenaze namazı ile diğer Müslümanların
namazı arasındaki farkın delili nedir?
Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın
yasaklaması sebebiyle buna son verdi. Allah Azze ve Celle ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem (Müslümanları) bundan ve onların miraslarından yasaklamadı…
Şafii rahimehullah dedi ki: “Hidayet imamları olan Ebu Bekr,
Ömer ve Osman radıyallahu anhum onlardan bazılarını biliyorlardı ve onlardan hiçbiri
onlardan birini öldürmediler, onlar İslâm’ı izhar ettikleri için zahirde onlara
islam hükmü uygulamaktan engellemediler.
Ömer radıyallahu anh bir kimse öldüğü zaman Huzeyfe b.
el-Yeman radıyallahu anh’e gelir, eğer oturmasını işaret ederse otururdu. Bu
işaretten ölen kimsenin münafık olduğunu anlardı. Müslümanların onun üzerine
namaz kılmalarına ise engel olmazdı. Sadece Ömer radıyallahu anh namazı kılmadan
otururdur. Çünkü cenaze namazını kılmadan oturmak, eğer başkaları onun cenaze
namazını kılıyorlarsa, münafık olmayan kimsenin cenazesi için de mubahtır…”[8]
Hafız İbn Hacer rahimehullah münafıklar üzerine cenaze
namazından yasaklanmasının onlardan belirli kimseler hakkında olduğunu
zikrederek şöyle demiştir:
“Ayetin zahiri bütün münafıklar hakkında nazil olduğudur.
Lakin bunun onlardan belirli kimseler için nazil olduğu varid olmuştur. El-Vakıdî
diyor ki; bize Ma’mer, Zuhrî’den haber vererek dedi ki: Huzeyfe radıyallahu anh
şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Ben
sana bir sır vereceğim, onu hiç kimseye anlatma. Ben münafıklardan belli
sayıdaki falan ve filan kimselere cenaze namazı kılmaktan yasaklandım.”[9
Böylece açıkça ortadadır ki, Müslüman olduğunu izhar eden
herkese, bazılarından nifak alametleri ortaya çıksa dahi İslâm hükümlerinin
uygulanması esastır. Onlara cenaze namazı kılmaktan yasaklanması Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e özel bir yasaktır. Bunun delili Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in Müslümanları onlara cenaze namazı kılmaktan
yasaklamamasıdır. Sahabeler de münafıklara cenaze namazı kılmaya devam etmişlerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İbn Ubeyy üzerine namaz kılmak
istediğinde Ömer radıyallahu anh O’na bunu söylemiştir.
[1]
Buhârî (4025)
[2]
Buhârî (415) Muslim (33)
[3]
Buhârî (4622) Muslim (2584)
[4]
Ahkâmu’l-Kur’ân (1/299-300)
[5]
El-Umm 6/157-166)
[6]
Buhârî (1300) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan diğer bir lafızla: Buhârî (1210) Muslim
(2400)
[7]
Şafii, Ahkâmu’l-Kur’an (1/297)
[8]
El-Umm (1/259-260)
[9]
Fethu’l-Bari (8/337-338)
* Daha geniş bilgiler ve güncel tekfir düşüncelerine cevaplar inşallah Tekfir Sapması kitabında yayınlanacaktır.