Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’a şöyle
soruldu:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim
yetmiş üç fırkaya ayrılacak" sözündeki fırkalar hangileridir? Her bir
fırkanın temel akideleri nelerdir?
Cevap: Hamd, Allah'a mahsustur. Bu hadîs sahih olup
Sünen'lerde ve Müsned'lerde meşhurdur. Meselâ Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve
diğer hadîs imamları bu hadîsi tahric etmişlerdir. Hadîsin tamamı şöyledir:
"Yahudiler, yetmiş bir fırkaya
ayrıldılar. Bu yetmiş bir fırkadan sadece birisi hariç diğerlerinin tamamı
cehennemdedir. Hristiyanlar ise, yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunların da sadece biri
müstesna diğerlerinin hepsi ateştedir. Bu ümmet de, yetmiş üç fırkaya
ayrılacak. Bu yetmiş üç fırkadan, sadece birisi dışında diğerleri tamamen
cehennemliktir.” Diğer bir rivayette: "Bu ümmet,
yetmiş üç millete ayrılacak" buyurulmuştur. Bir başka varyantta ise
şunlar nakledilir: "Sordular: “Ey Allah'ın Resulü! Bu kurtulan
fırka kimlerdir?” Cevaben:
“Bugün benim ve ashabımın bulunduğu yol üzere
olanlardır” buyurdu.”
Diğer varyantta bu cevap şöyledir: "Kurtulan
fırka el-cemâat’tir. Allah'ın eli, cemâat üzerinedir."[1]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bu
cevabından dolayı fırkay-ı nâciye, "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat" olarak
vasıflandırılmıştır ki, onlar bu ümmetin büyük çoğunluğunu meydana
getirmektedir.
Kalan fırkalar ise, şâz görüş, tefrika ve bid'at
sahibi kimseler olup bu fırka mensuplarının adedi, fırkay-ı nâciye'ye denk
olmak bir tarafa, onun toplamına bile yaklaşamaz.
Bu sapık fırkalardan her birinin mevcudu, son
derece azdır. Bu sapık fırkaların şîârı, Kur'an'a, Sünnet'e ve icmâ-ı ümmet'e
muhalefet edip bunlardan uzaklaşmaktır. Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmete tâbi
olup bunları benimseyen kimse Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'tendir.
Bu sapık fırkaların tâyin ve tespiti mes'elesine
gelince; âlimlerimiz bunlar hakkında, birtakım eserler yazmışlar ve makâlât
(görüşler ve mezheblerle ilgili) kitaplarında bunlardan bahsetmişlerdir.
Ancak vasfedilen bir fırkanın dalâlette olan
yetmiş iki fırkadan birisi olduğuna kesinlikle karar verip bunu beyân edebilmek
için mutlaka delillere sahip olmak gerekir. Çünkü Allah Teâlâ genel olarak, bir
konuda bilgi sahibi olmaksızın ileri-geri söz etmeyi, özel olarak da zât-ı
Bârî'si üzerinde bilgisi bulunmaksızın konuşmayı haram kılmıştır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur:
"De ki: 'Rabbim, ancak kötülükleri,
gerek açığını, gerek gizlisini, günahı ve haksız yere saldırmayı; hakkında
hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında
bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir" (A'râf 33)
"Ey insanlar, yeryüzünde bulunan helâl
ve temiz şeylerden yeyin, şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o, sizin apaçık
düşmanınızdır. O size dâima kötülük ve çirkin iş (yapmanızı), Allah hakkında
bilmediğiniz şeyler söylemenizi emreder" (Bakara 168-169),
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme"
(İsrâ 36)
Öte taraftan insanlardan pek çoğu, bu
fırkalardan zan ve hevâ hükümlerine göre bahsetmekte ve kendisine dost edindiği
bu fırkalardan bir grubu ve onun reisinin müntesiplerini Ehl-i Sünnet
ve'l-Cemâat'ten saymakta; bunlara muhalif olanları bid'at ehli kabul
etmektedir, işte bu da apaçık bir sapıklıktır.
Çünkü hak ve sünnet bağlılarının önderi ve reisi,
ancak ve ancak Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir ki O, hevâdan
konuşmaz; O'nun söylediği sözler, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey
değildir. O, öyle bir önderdir ki, haber verdiği bütün hususların şüphesiz
tasdik edilmesi, verdiği bütün emirlerde mutlaka itaat olunması gerekir.
Bu mertebe, O'nun dışında hiçbir imam, hiçbir
müctehid ve hiçbir önder için söz konusu olamaz. Aksine insanlardan her bir
şahsın sözü alınır da, terk edilir de... Ancak Allah Resulü bunun dışındadır.
Artık kim, Resûlullah dışında herhangi bir şahsı
sevenleri ve ona muvafakat edenleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'ten kabul ederken,
ona muhalefette bulunanları ehl-i bid'at ve'l-firkat sayarsa -ki bu duruma,
dinî hususlarda kelâmdaki ve diğer dallardaki imamların etbâından bazı gruplarda
rastlanmaktadır-, kendisi bid'at, dalâlet ve tefrika ehlinden olur.
Böylelikle ortaya çıkmaktadır ki; insanlar
içinde fırkay-ı nâciye'den olmaya en ziyâde hak sahibi olanlar hadîs ve sünnet
ehlidir.
Ki onların, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem dışında, kendisine bağlandıkları hiçbir önderleri yoktur; onlar, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerini ve hâllerini insanların en iyi
bilenleri, ona isnat edilen sözlerden hangilerinin gerçek, hangilerinin
yakıştırma olduğunu birbirinden en güzel ayıranları ve bu hususlarda anlayış ve
kavrayış sahibi imamlarıdır.
Onlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
sözleri ve davranışlarının mânâlarını en iyi bilen kişiler ve tasdik etme, uygulama,
bu esaslara dostluk gösterenleri dost bilme ve onlara sevgi gösterme, düşmanlık
besleyenleri düşman edinme gibi yönlerden Sünnet'e en fazla uyan kimselerdir.
Onlar, mücmel ve mübhem olan sözleri ve görüşleri,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği Kitab ve Sünnet'e arz ederler.
Eğer bir söz ve görüş, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem'in getirdiği esaslar içinde mevcut değilse onu asla dinin temel
konularından saymaz ve sözlerinin hülâsası kılmazlar. Bilâkis kendisiyle Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem'in gönderildiği Kitab ve Sünnet'i, itikad ve itimat
ettikleri asıl kabul ederler.
İnsanların ihtilâf ettikleri, ilâhî sıfatlar,
kader, vâid, esmâu’l-husnâ, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker gibi
mes'eleleri Allah ve Resulüne arz ederler.
Tefrika ve ihtilâf sahiplerinin ihtilâf
ettikleri mücmel lâfızları tefsir eder; bunların mânâlarından Kitab ve Sünnet'e
uygun olanları kabul edip, Kitab ve Sünnet'e aykırı olanları red ve iptal
ederler.
Asla zanna ve nefislerin arzuladığı hevâya uymazlar.
Çünkü zanna tâbi olmak cehalet, Allah'tan bir hidâyet olmaksızın nefsin
hevâsının peşine takılmak da zulümdür.
Cehalet ve zulüm, şerrin bir araya gelmesi
demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara
sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on(un sorumluluğun)dan korktular. Onu
insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi.) Çünkü o,
çok zâlim, çok câhildir..." (33 Ahzâb 72)
Allah Teâlâ bu âyetin devamında her insanda
mutlaka cehalet ve zulmün bulunduğunu, mü'min kul için dâima, bilmediği bir
hakkın ortaya çıkacağını ve bu kulun zulüm içinde bulunduğunu bir amelden
böylece rücû edeceğini, zât-ı ilâhîsinin de dilediklerinin tevbesini kabul
edeceğini bildiği için tevbeyi zikretmiştir. (Bkz. Ahzâb 73)
İnsanoğlunun en hafif zulmü, kendine olan
zulmüdür. Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurur:
“Allah iman edenlerin velisidir. Onları
karanlıklardan nura ulaştırır. Kâfirlerin velileri (ise) tağuttur. Onları
nurdan karanlıklara ulaştırır. İşte onlar ateş ehlidirler. Orada ebedi
kalacaklardır. (Bakara 257)
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için kuluna açık açık âyetler indiren O'dur" (Hadîd 9)
"Elif lâm râ. (Bu) bir Kitab'dır ki,
Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa O güçlü ve övgüye lâyık
(Allah)'ın yoluna çıkarman için O'nu sana indirdi" (İbrâhîm 1)
Burada şunu da bilmek gerekir ki, usûlü'd-dîn ve
kelâmda şahsiyetlere bağlı zümreler, derece derecedirler. Bunlar arasında
birçok usûl konusunda Sünnet'e muhalefet etmiş olanlar vardır, sadece ince
birtakım mes'elelerde Sünnet'e muhalif olmuş olanlar vardır.
Bir de Sünnet'i kendisinden daha ziyâde terk
etmiş olanları reddetmiş olanlar vardır ki, bunlar reddettikleri bâtıl ve
söyledikleri hak hususlarda övülürler; fakat bunlar diğer taraftan birtakım hak
unsurları red ve inkâr, bâtıl hususları da kabul ve ifâde etmek suretiyle bu
redlerinde adalet ve itidal ölçülerini aşmış; büyük bir bid'ati, ondan biraz
daha hafif bir bid'atle, bir bâtılı, ondan biraz daha hafif bir bâtılla
reddetmişlerdir. İşte bu durum, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'e mensup kelâmcıların
birçoğunda görülmektedir.
Böyleleri, ortaya koydukları bid'ati,
Müslümanların cemaatini parçalayan ve ona göre dost edinip, ona göre düşman
bildikleri bir görüş haline getirmedikleri takdirde bu, bir hata kâbilindendir
ve Allah Teâlâ, böyle durumlarda mü'minlerin hatalarını bağışlar.
Bu ümmetin selefi ve imamlarından birçoğu böyle
durumlara düşmüştür. Onların, bir içtihad neticesinde ileri sürdükleri birtakım
görüşleri vardır ve bunlar, Kitab ve Sünnet'te sabit olan esaslara muhaliftir.
Ama kendilerine muvafakat edenleri dost bilen, muhalif kalanlara düşmanlık
besleyenlerle, Müslüman cemaatin arasına tefrika sokan, içtihâd ve görüşe
dayalı mes'elelerde kendisiyle uyuşanları değil de, muhalif kalanları kâfirlik
ve fâsıklıkla itham eden, yine muvafıklarıyla değil de muhalifleriyle savaşmayı
dahi helâl sayanların durumu farklıdır, işte bunlar, tefrika ve ihtilâf ehli
kimselerdir.
Bundan dolayıdır ki, Müslümanlar içinde
cemaatinden ayrılıp uzaklaşan ilk bid'at ehli, Hak'tan uzaklaşan Hâriciler
olmuştur. Hâriciler hakkında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'den on vecihle
sahih hadîs vârid olmuştur ki, bunları İmam Müslim, "Sahih"inde
tahric etmiştir. İmam Buhârî de birden fazla vechi tahric etmiştir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı, Emîru'l-Mü'minîn
Ali b. Ebî Tâlib'in yanında bu Hâricilerle çarpışmış, onlar arasında, Cemel ve
Sıffîn olaylarında ortaya çıkan fitnede çarpışma konusunda düştükleri ihtilâf,
Haricîlerle çarpışma konusunda asla çıkmamıştı.
Ashâb-ı Kiram, Cemel ve Sıffîn'de çarpışma
konusunda üç gruba ayrılmıştı:
* Bir grup, Ali radıyallahu anh ve taraftarları
safında çarpışmış,
* Diğer bir grup karşı tarafta yer almış;
* Bir başka grup ise savaştan el çekip bir
kenarda oturmuşlardı ki, aslında bu durumun tercih edilmesi gerektiğine dair
nâslar vârid olmuştur.
Şimdi bu Haricîler, Müslümanların cemaatinden
ayrılıp onları kâfir kabul ederek onlarla çarpışmayı helâl sayınca Sünnet, bu
Haricîler hakkında vârid olmuş bazı beyânları ihtiva etmiştir. Meselâ Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem'in şu hadîsini nakledelim:
"Sizden biriniz, onların namazı yanında
kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu ve onların kıraati yanında
kendi kıraatini küçük görür, önemsiz sayar. Onlar Kur'an'ı okurlar, ama
gırtlaklarından öteye geçmez. Bunlar okun, avı delip sür'atle geçip gittiği
gibi İslâm'dan sür'atle uzaklaşırlar. Nerede karşılaşırsanız bunları öldürünüz!
Çünkü bunların öldürülmesinde kıyamet günü Allah nezdinde, bunları öldüren
kimse için ecir ve mükâfat vardır"[2]
İlk Haricî, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem döneminde çıkmıştı. Bu adam, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in (Huneyn
Gazvesi'nde elde edilen ganimetleri) taksimini görünce:
"Ey Muhammed! Adaletli davran; âdil
taksimat yapmadın!" deme küstahlığında bulunmuş, buna karşılık Allah
Resulü:
"Eğer ben âdil davranmamışsam ziyan ve
hüsrana uğramışım demektir" buyurmuştu. (Hadîsin bu kısmı
muhatap siğası ile: "Şayet ben âdil davranmamışsam, sen (âdil
davranmayan birine tâbi olmakla) ziyan ve hüsrana uğramışsın demektir"
şeklinde de rivayet olunmuştur.)
Durumu gören bir sahâbî, Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem’e:
"Ey Allah'ın Resulü, müsaade et de şu
münafığın boynunun vurayım" demiş; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
ise:
"Bunun soyundan öyle kimseler çıkacak
ki, sizden biriniz bunların namazı yanında kendi namazınızı, bunların orucu
yanında kendi orucunu ve bunların kırâatı karşısında kendi kıraatinizi küçük ve
önemsiz görecek..." buyurmuştu.[3]
Görüldüğü gibi bid'atlerin kaynağı zan ve hevâya
göre Sünnet'e ta'n ve hücum etmektir.
Nitekim İblis de, re'yi ve hevasına göre
Rabbinin emrine ta'n etmişti.
Helakte olan fırkaların tâyin ve tesbiti
mes'elesine gelince; öncelikle, bu fırkaların dalâlette sayılmaları konusundaki
açıklamaları bize ulaşan zatları; Yûsuf b. Esbât ve Abdullah b. el-Mubârek'i
zikredelim. Müslümanların bu kadri büyük iki imamı demektedirler ki:
"Bid'atin temelleri dörttür: Râfızîler,
Hâriciler, Kaderiyye ve Mürcie.”
Bunun üzerine İbnu'l-Mubarek'e soruldu: "Peki
Cehmiyye'ye ne dersiniz?" Cevaben, onların ümmet-i Muhammed'den
olmadıklarını ifâde etti. Abdullah b. el-Mubârek şöyle derdi:
"Biz, Yahudilerin ve Hristiyanların
sözlerini naklederiz; ama Cehmiyye'nin sözlerini anlatıp nakledemeyiz.”
Onun bu sözlerine İmam Ahmed'in ashabından ve
diğer zevattan bir grup âlim tâbi olmuş ve demişlerdir ki: "Cehmiyye
mensupları kâfirdir; yetmiş iki fırka içerisine, aynen küfürlerini gizleyip
Müslüman olduklarını söyleyen münafıkların dâhil olmadığı gibi, giremezler;
onlar zındıktırlar.”
İmam Ahmed'in ashabından ve diğer zevattan bir
başka grup ise Cehmiyye'nin yetmiş iki fırkanın içine dâhil olduğunu ifâde
etmiş ve böylece Cehmiyye ile bid'atin temellerini beşe çıkarmışlardır.
Bunların görüşüne göre bid'atçi beş ana gruptan her birisi (kendi içinde) on iki
fırkadan oluşmaktadır.
İlk görüş sahiplerine göre ise bid'atçi dört ana
gruptan her biri kendi içinde on sekiz fırkaya ayrılmaktadır.[4]
[1]
Ebû Dâvud, Sünnet, 1; Tirmizî, İmân, 18; İbn Mâce, Fiten, 17; Dârimî, Siyer,
75; Ahmed, 2/332; 3/120, 145
[2]
Buhârî, Menâkıb, 25, İstitâbe, 6, 7; Müslim, Zekât, 147, 148; İbn Mâce,
Mukaddime, 12; Ahmed, 3/23
[3]
Buhârî, Meğâzi, 61; Menâkib, 25; Edeb, 95; Müslim, Zekât, 142-148; İbn Mâce,
Mukaddime, 12
[4]
Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin bu beyânına göre ilk görüş sahiplerine nispetle
yetmiş iki sapık fırka tamam olmaktadır (4x18=72). Fakat bid'atçi beş ana
grubun her biri on iki fırkaya ayrıldığında geride on iki sapık fırka daha kalması
gerekir (5x12=60; 72-60= 12). Bu on iki sapık fırkanın kimlerden oluştuğuna, ya
da bu hesap açığına ibn Teymiye burada temas etmemiştir.