Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

26 Haziran 2015 Cuma

Yetmiş İki Fırka ve Ehl-i Sünnet

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’a şöyle soruldu:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak" sözündeki fırkalar hangileridir? Her bir fırkanın temel akideleri nelerdir?
Cevap: Hamd, Allah'a mahsustur. Bu hadîs sahih olup Sünen'lerde ve Müsned'lerde meşhurdur. Meselâ Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî ve diğer hadîs imamları bu hadîsi tahric etmişlerdir. Hadîsin tamamı şöyledir:
"Yahudiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bu yetmiş bir fırkadan sadece birisi hariç diğerlerinin tamamı cehennemdedir. Hristiyanlar ise, yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunların da sadece biri müstesna diğerlerinin hepsi ateştedir. Bu ümmet de, yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bu yetmiş üç fırkadan, sadece birisi dışında diğerleri tamamen cehennemliktir.” Diğer bir rivayette: "Bu ümmet, yetmiş üç millete ayrılacak" buyurulmuştur. Bir başka varyantta ise şunlar nakledilir:  "Sordular: “Ey Allah'ın Resulü! Bu kurtulan fırka kimlerdir?” Cevaben:
Bugün benim ve ashabımın bulunduğu yol üzere olanlardır” buyurdu.”
Diğer varyantta bu cevap şöyledir: "Kurtulan fırka el-cemâat’tir. Allah'ın eli, cemâat üzerinedir."[1]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in bu cevabından dolayı fırkay-ı nâciye, "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat" olarak vasıflandırılmıştır ki, onlar bu ümmetin büyük çoğunluğunu meydana getirmektedir.
Kalan fırkalar ise, şâz görüş, tefrika ve bid'at sahibi kimseler olup bu fırka mensuplarının adedi, fırkay-ı nâciye'ye denk olmak bir tarafa, onun toplamına bile yaklaşamaz.
Bu sapık fırkalardan her birinin mevcudu, son derece azdır. Bu sapık fırkaların şîârı, Kur'an'a, Sünnet'e ve icmâ-ı ümmet'e muhalefet edip bunlardan uzaklaşmaktır. Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmete tâbi olup bunları benimseyen kimse Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'tendir.
Bu sapık fırkaların tâyin ve tespiti mes'elesine gelince; âlimlerimiz bunlar hakkında, birtakım eserler yazmışlar ve makâlât (görüşler ve mezheblerle ilgili) kitaplarında bunlardan bahsetmişlerdir.
Ancak vasfedilen bir fırkanın dalâlette olan yetmiş iki fırkadan birisi olduğuna kesinlikle karar verip bunu beyân edebilmek için mutlaka delillere sahip olmak gerekir. Çünkü Allah Teâlâ genel olarak, bir konuda bilgi sahibi olmaksızın ileri-geri söz etmeyi, özel olarak da zât-ı Bârî'si üzerinde bilgisi bulunmaksızın konuşmayı haram kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"De ki: 'Rabbim, ancak kötülükleri, gerek açığını, gerek gizlisini, günahı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram etmiştir" (A'râf 33)
"Ey insanlar, yeryüzünde bulunan helâl ve temiz şeylerden yeyin, şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o, sizin apaçık düşmanınızdır. O size dâima kötülük ve çirkin iş (yapmanızı), Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi emreder" (Bakara 168-169),
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (İsrâ 36)  
Öte taraftan insanlardan pek çoğu, bu fırkalardan zan ve hevâ hükümlerine göre bahsetmekte ve kendisine dost edindiği bu fırkalardan bir grubu ve onun reisinin müntesiplerini Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'ten saymakta; bunlara muhalif olanları bid'at ehli kabul etmektedir, işte bu da apaçık bir sapıklıktır.
Çünkü hak ve sünnet bağlılarının önderi ve reisi, ancak ve ancak Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’dir ki O, hevâdan konuşmaz; O'nun söylediği sözler, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. O, öyle bir önderdir ki, haber verdiği bütün hususların şüphesiz tasdik edilmesi, verdiği bütün emirlerde mutlaka itaat olunması gerekir.
Bu mertebe, O'nun dışında hiçbir imam, hiçbir müctehid ve hiçbir önder için söz konusu olamaz. Aksine insanlardan her bir şahsın sözü alınır da, terk edilir de... Ancak Allah Resulü bunun dışındadır.
Artık kim, Resûlullah dışında herhangi bir şahsı sevenleri ve ona muvafakat edenleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'ten kabul ederken, ona muhalefette bulunanları ehl-i bid'at ve'l-firkat sayarsa -ki bu duruma, dinî hususlarda kelâmdaki ve diğer dallardaki imamların etbâından bazı gruplarda rastlanmaktadır-, kendisi bid'at, dalâlet ve tefrika ehlinden olur.
Böylelikle ortaya çıkmaktadır ki; insanlar içinde fırkay-ı nâciye'den olmaya en ziyâde hak sahibi olanlar hadîs ve sünnet ehlidir.
Ki onların, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında, kendisine bağlandıkları hiçbir önderleri yoktur; onlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözlerini ve hâllerini insanların en iyi bilenleri, ona isnat edilen sözlerden hangilerinin gerçek, hangilerinin yakıştırma olduğunu birbirinden en güzel ayıranları ve bu hususlarda anlayış ve kavrayış sahibi imamlarıdır.
Onlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözleri ve davranışlarının mânâlarını en iyi bilen kişiler ve tasdik etme, uygulama, bu esaslara dostluk gösterenleri dost bilme ve onlara sevgi gösterme, düşmanlık besleyenleri düşman edinme gibi yönlerden Sünnet'e en fazla uyan kimselerdir.
Onlar, mücmel ve mübhem olan sözleri ve görüşleri, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği Kitab ve Sünnet'e arz ederler.
Eğer bir söz ve görüş, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in getirdiği esaslar içinde mevcut değilse onu asla dinin temel konularından saymaz ve sözlerinin hülâsası kılmazlar. Bilâkis kendisiyle Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in gönderildiği Kitab ve Sünnet'i, itikad ve itimat ettikleri asıl kabul ederler.
İnsanların ihtilâf ettikleri, ilâhî sıfatlar, kader, vâid, esmâu’l-husnâ, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker gibi mes'eleleri Allah ve Resulüne arz ederler.
Tefrika ve ihtilâf sahiplerinin ihtilâf ettikleri mücmel lâfızları tefsir eder; bunların mânâlarından Kitab ve Sünnet'e uygun olanları kabul edip, Kitab ve Sünnet'e aykırı olanları red ve iptal ederler.
Asla zanna ve nefislerin arzuladığı hevâya uymazlar. Çünkü zanna tâbi olmak cehalet, Allah'tan bir hidâyet olmaksızın nefsin hevâsının peşine takılmak da zulümdür.
Cehalet ve zulüm, şerrin bir araya gelmesi demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on(un sorumluluğun)dan korktular. Onu insan yüklendi; (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi.) Çünkü o, çok zâlim, çok câhildir..." (33 Ahzâb 72)
Allah Teâlâ bu âyetin devamında her insanda mutlaka cehalet ve zulmün bulunduğunu, mü'min kul için dâima, bilmediği bir hakkın ortaya çıkacağını ve bu kulun zulüm içinde bulunduğunu bir amelden böylece rücû edeceğini, zât-ı ilâhîsinin de dilediklerinin tevbesini kabul edeceğini bildiği için tevbeyi zikretmiştir. (Bkz. Ahzâb 73)
İnsanoğlunun en hafif zulmü, kendine olan zulmüdür. Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurur:
Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan nura ulaştırır. Kâfirlerin velileri (ise) tağuttur. Onları nurdan karanlıklara ulaştırır. İşte onlar ateş ehlidirler. Orada ebedi kalacaklardır. (Bakara 257)
"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık açık âyetler indiren O'dur" (Hadîd 9)
"Elif lâm râ. (Bu) bir Kitab'dır ki, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa O güçlü ve övgüye lâyık (Allah)'ın yoluna çıkarman için O'nu sana indirdi" (İbrâhîm 1)
Burada şunu da bilmek gerekir ki, usûlü'd-dîn ve kelâmda şahsiyetlere bağlı zümreler, derece derecedirler. Bunlar arasında birçok usûl konusunda Sünnet'e muhalefet etmiş olanlar vardır, sadece ince birtakım mes'elelerde Sünnet'e muhalif olmuş olanlar vardır.
Bir de Sünnet'i kendisinden daha ziyâde terk etmiş olanları reddetmiş olanlar vardır ki, bunlar reddettikleri bâtıl ve söyledikleri hak hususlarda övülürler; fakat bunlar diğer taraftan birtakım hak unsurları red ve inkâr, bâtıl hususları da kabul ve ifâde etmek suretiyle bu redlerinde adalet ve itidal ölçülerini aşmış; büyük bir bid'ati, ondan biraz daha hafif bir bid'atle, bir bâtılı, ondan biraz daha hafif bir bâtılla reddetmişlerdir. İşte bu durum, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat'e mensup kelâmcıların birçoğunda görülmektedir.
Böyleleri, ortaya koydukları bid'ati, Müslümanların cemaatini parçalayan ve ona göre dost edinip, ona göre düşman bildikleri bir görüş haline getirmedikleri takdirde bu, bir hata kâbilindendir ve Allah Teâlâ, böyle durumlarda mü'minlerin hatalarını bağışlar.
Bu ümmetin selefi ve imamlarından birçoğu böyle durumlara düşmüştür. Onların, bir içtihad neticesinde ileri sürdükleri birtakım görüşleri vardır ve bunlar, Kitab ve Sünnet'te sabit olan esaslara muhaliftir. Ama kendilerine muvafakat edenleri dost bilen, muhalif kalanlara düşmanlık besleyenlerle, Müslüman cemaatin arasına tefrika sokan, içtihâd ve görüşe dayalı mes'elelerde kendisiyle uyuşanları değil de, muhalif kalanları kâfirlik ve fâsıklıkla itham eden, yine muvafıklarıyla değil de muhalifleriyle savaşmayı dahi helâl sayanların durumu farklıdır, işte bunlar, tefrika ve ihtilâf ehli kimselerdir.
Bundan dolayıdır ki, Müslümanlar içinde cemaatinden ayrılıp uzaklaşan ilk bid'at ehli, Hak'tan uzaklaşan Hâriciler olmuştur. Hâriciler hakkında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'den on vecihle sahih hadîs vârid olmuştur ki, bunları İmam Müslim, "Sahih"inde tahric etmiştir. İmam Buhârî de birden fazla vechi tahric etmiştir.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı, Emîru'l-Mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in yanında bu Hâricilerle çarpışmış, onlar arasında, Cemel ve Sıffîn olaylarında ortaya çıkan fitnede çarpışma konusunda düştükleri ihtilâf, Haricîlerle çarpışma konusunda asla çıkmamıştı.
Ashâb-ı Kiram, Cemel ve Sıffîn'de çarpışma konusunda üç gruba ayrılmıştı:
* Bir grup, Ali radıyallahu anh ve taraftarları safında çarpışmış,
* Diğer bir grup karşı tarafta yer almış;
* Bir başka grup ise savaştan el çekip bir kenarda oturmuşlardı ki, aslında bu durumun tercih edilmesi gerektiğine dair nâslar vârid olmuştur.
Şimdi bu Haricîler, Müslümanların cemaatinden ayrılıp onları kâfir kabul ederek onlarla çarpışmayı helâl sayınca Sünnet, bu Haricîler hakkında vârid olmuş bazı beyânları ihtiva etmiştir. Meselâ Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in şu hadîsini nakledelim:
"Sizden biriniz, onların namazı yanında kendi namazını, onların orucu yanında kendi orucunu ve onların kıraati yanında kendi kıraatini küçük görür, önemsiz sayar. Onlar Kur'an'ı okurlar, ama gırtlaklarından öteye geçmez. Bunlar okun, avı delip sür'atle geçip gittiği gibi İslâm'dan sür'atle uzaklaşırlar. Nerede karşılaşırsanız bunları öldürünüz! Çünkü bunların öldürülmesinde kıyamet günü Allah nezdinde, bunları öldüren kimse için ecir ve mükâfat vardır"[2]
İlk Haricî, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde çıkmıştı. Bu adam, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in (Huneyn Gazvesi'nde elde edilen ganimetleri) taksimini görünce:
"Ey Muhammed! Adaletli davran; âdil taksimat yapmadın!" deme küstahlığında bulunmuş, buna karşılık Allah Resulü:
"Eğer ben âdil davranmamışsam ziyan ve hüsrana uğramışım demektir" buyurmuştu.  (Hadîsin bu kısmı muhatap siğası ile: "Şayet ben âdil davranmamışsam, sen (âdil davranmayan birine tâbi olmakla) ziyan ve hüsrana uğramışsın demektir" şeklinde de rivayet olunmuştur.)
Durumu gören bir sahâbî, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
"Ey Allah'ın Resulü, müsaade et de şu münafığın boynunun vurayım" demiş; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ise:
"Bunun soyundan öyle kimseler çıkacak ki, sizden biriniz bunların namazı yanında kendi namazınızı, bunların orucu yanında kendi orucunu ve bunların kırâatı karşısında kendi kıraatinizi küçük ve önemsiz görecek..." buyurmuştu.[3]
Görüldüğü gibi bid'atlerin kaynağı zan ve hevâya göre Sünnet'e ta'n ve hücum etmektir.
Nitekim İblis de, re'yi ve hevasına göre Rabbinin emrine ta'n etmişti.
Helakte olan fırkaların tâyin ve tesbiti mes'elesine gelince; öncelikle, bu fırkaların dalâlette sayılmaları konusundaki açıklamaları bize ulaşan zatları; Yûsuf b. Esbât ve Abdullah b. el-Mubârek'i zikredelim. Müslümanların bu kadri büyük iki imamı demektedirler ki:
"Bid'atin temelleri dörttür: Râfızîler, Hâriciler, Kaderiyye ve Mürcie.”
Bunun üzerine İbnu'l-Mubarek'e soruldu: "Peki Cehmiyye'ye ne dersiniz?" Cevaben, onların ümmet-i Muhammed'den olmadıklarını ifâde etti. Abdullah b. el-Mubârek şöyle derdi:
"Biz, Yahudilerin ve Hristiyanların sözlerini naklederiz; ama Cehmiyye'nin sözlerini anlatıp nakledemeyiz.”
Onun bu sözlerine İmam Ahmed'in ashabından ve diğer zevattan bir grup âlim tâbi olmuş ve demişlerdir ki: "Cehmiyye mensupları kâfirdir; yetmiş iki fırka içerisine, aynen küfürlerini gizleyip Müslüman olduklarını söyleyen münafıkların dâhil olmadığı gibi, giremezler; onlar zındıktırlar.”
İmam Ahmed'in ashabından ve diğer zevattan bir başka grup ise Cehmiyye'nin yetmiş iki fırkanın içine dâhil olduğunu ifâde etmiş ve böylece Cehmiyye ile bid'atin temellerini beşe çıkarmışlardır. Bunların görüşüne göre bid'atçi beş ana gruptan her birisi (kendi içinde) on iki fırkadan oluşmaktadır.
İlk görüş sahiplerine göre ise bid'atçi dört ana gruptan her biri kendi içinde on sekiz fırkaya ayrılmaktadır.[4]


[1] Ebû Dâvud, Sünnet, 1; Tirmizî, İmân, 18; İbn Mâce, Fiten, 17; Dârimî, Siyer, 75; Ahmed, 2/332; 3/120, 145
[2] Buhârî, Menâkıb, 25, İstitâbe, 6, 7; Müslim, Zekât, 147, 148; İbn Mâce, Mukaddime, 12; Ahmed, 3/23
[3] Buhârî, Meğâzi, 61; Menâkib, 25; Edeb, 95; Müslim, Zekât, 142-148; İbn Mâce, Mukaddime, 12
[4] Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin bu beyânına göre ilk görüş sahiplerine nispetle yetmiş iki sapık fırka tamam olmaktadır (4x18=72). Fakat bid'atçi beş ana grubun her biri on iki fırkaya ayrıldığında geride on iki sapık fırka daha kalması gerekir (5x12=60; 72-60= 12). Bu on iki sapık fırkanın kimlerden oluştuğuna, ya da bu hesap açığına ibn Teymiye burada temas etmemiştir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)