Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

12 Ocak 2018 Cuma

Sahih Tefsir'in Diğer Tefsirlerden Farkı ve Üstünlüğüne Örnek

İbrahim Aleyhisselam’ın “Bu benim rabbimdir” sözü hakkında
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَكَذَلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ اللَّيْلُ رَأَى كَوْكَبًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَا أُحِبُّ الْآفِلِينَ فَلَمَّا رَأَى الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هَذَا رَبِّي فَلَمَّا أَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِنِي رَبِّي لَأَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّالِّينَ فَلَمَّا رَأَى الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هَذَا رَبِّي هَذَا أَكْبَرُ فَلَمَّا أَفَلَتْ قَالَ يَاقَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“Biz İbrahim’e yakîn sahiplerinden olsun diye göklerin ve yerin melekûtunu böylece gösteriyorduk. Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: “Bu rabbimdir” O kaybolunca da: “Ben kaybolanları sevmem” demişti. Ardından ayı doğarken görünce: “Bu rabbimdir” demişti. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapanlardan olurdum.” demişti. Sonra güneşi doğarken görünce: “Bu rabbimdir, bu daha büyük” demişti. O da batınca: “Ey kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuzdan uzağım.” demişti. “Muhakkak ki ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am 75-79)

Ayetlerin Tefsirinde Selefin İttifak Etmeleri

İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Melekût’tan kastedilen; güneş, ay ve yıldızlardır. İbrahim aleyhi's-selâm yıldızı görünce
“Bu rabbimdir” dedi ve yıldız kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Yıldız kaybolunca:
“Ben sönenleri sevmem” dedi. Sonra ayı gördü ve
“Bu rabbimdir” deyip, kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Ay kaybolunca:
“Eğer rabbim beni hidayet etmeszse elbette sapan topluluktan olurum” dedi. Güneşi görünce:
“Bu rabbimdir, bu daha büyük” dedi ve kayboluncaya kadar ona ibadet etti. Güneş de kaybolunca:
“Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi.”[1]
Mucahid rahimehullah dedi ki: “Melekût’tan kasıt göklerin ve yerlerin ayetleridir. İbrahim aleyhi's-selâm’a yedi kat gök yarıldı ve bakışları Arş’a varıncaya kadar semaya, semadakilere baktı. Yedi kat yer kendisine yarıldı ve içindekilere baktı.”[2]
Katade rahimehullah dedi ki: “Bize anlatıldığına göre İbrahim aleyhi's-selâm zorba bir idareciden kaçırılıp yerin altında bir mahzene konuldu. Allah ona rızkını parmaklarında vermişti. Parmaklarından birini emdiğinde onda rızkını buluyordu. İbrahim aleyhi's-selâm mahzenden dışarı çıkınca Allah ona, göklerin melekûtunu gösterdi. İbrahim aleyhi's-selâm dağları, denizleri, nehirleri, ağaçları, bütün hayvanları ve yaratıkları gördü.
Gece onu örtünce bir yıldız görmüş ve “İşte bu benim rabbim!” demişti. Yıldız batınca: “Kaybolanları sevmem” dedi.” (En’am 76) Yıldız yatsı vakti çıkmıştı ve batınca, Rabbinin daim olduğunu ve yok olmayacağını bildi.
Ardından ayı doğarken görünce “İşte bu benim rabbim” dedi. O da kaybolunca: “And olsun ki rabbim beni hidayet etmezse elbette sapanlardan olurdum” dedi. Güneşi doğarken görünce
İşte bu benim rabbim! Bu daha büyük” dedi.” (En’am 77-78) Yani güneş yıldızdan ve aydan daha büyük ve daha parlaktır dedi.”[3]
Es-Suddî rahimehullah dedi ki: “İbrahim aleyhi's-selâm yeryüzünün doğusuna hükmeden Nemrud b. Kenan b. Kuş b. Sam b. Nuh zamanında yaşamıştır. Nemrud rüyasında güneşin ve ayın ışığını bastıran bir yıldız görünce bundan korktu ve sihirbazlarla kâhinleri çağırıp onlara bunun yorumunu sordu. Ona:
“Senin idaren altında olan yerden seni ve mülkünü yok edecek biri çıkacak” dediler. Nemrud o zaman Babil’de idi ve kadınları orada bırakıp erkekleri yanına alarak başka bir şehire gitti. Doğan erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Şehirde bir işi çıkınca bu işi için sadece Azer’e güvendi ve onu şehre göndererek:
“Sakın ailenle birlikte olma” dedi. O da:
“Ben dinimi bu yolda feda edemeyecek kadar kuvvetliyim” dedi. Azer şehre gidip hanımını görünce, nefsine hâkim olamadı ve onunla birlikte oldu. Hanımıyla Kufe ile Basra arasında Ur denilen şehre kaçtı. Hanımını bir mahzene koyup belli aralıklarla ihtiyaçlarını giderdi. Uzun zaman geçip de Nemrud’a bir şey olmayınca Nemrud:
“Sihirbazlar yalan söyledi, memleketinize geri dönün” dedi. Herkes geri dönünce İbrahim aleyhi's-selâm doğdu. O büyüyüp geliştiğinde Nemrud olanları unutmuştu. İbrahim aleyhi's-selâm’ı anne ve babasından başka kimse görmedi. Azer arkadaşlarına:
“Benim gizlediğim bir oğlum var, onu getirsem krala haber verir misiniz?” dedi. Onlar:
“Hayır” dediler. Azer gidip İbrahim aleyhi's-selâm’ı mahzenden çıkardı. İbrahim babasına gördüğü yaratıkların isimlerini soruyor, o da söylüyordu. İbrahim:
“Bu yaratıkların muhakkak bir rabbi olmalı” dedi. Mahzenden güneş battıktan sonra çıkmıştı. Başını semaya kaldırınca yıldızı gördü ve:
Bu benim rabbim” dedi. Yıldız kaybolunca
Ben kaybolanları sevmem” dedi. İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki:
“İbrahim mahzenden ayın sonunda çıktığı için yıldızdan önce ayı göremedi. Gecenin sonunda ayın doğduğunu görünce
Bu benim rabbim” dedi. Ay kaybolunca:
Rabbim beni hidayet etmezse and olsun ki sapanlardan olurum” dedi. Sabah olup güneşi doğarken görünce
Bu benim rabbimdir, bu daha büyük” dedi. Güneş kaybolunca:
Ey kavmim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım” dedi. Allah Teâlâ ona:
Teslim ol buyurduğunda, o: “âlemlerin rabbine teslim oldum” dedi. (Bakara 131) Bundan sonra İbrahim aleyhi's-selâm kavmini İslam’a davet edip uyarmaya başladı. Babası put yapar ve satması için onları oğluna verirdi. İbrahim aleyhi's-selâm bunları satarken:
“Hiçbir zararı ve faydası olmayan şeyleri kim satın alır?” diye bağırırdı. Diğer kardeşleri putları satıp dönerken, İbrahim satamadan dönerdi. Sonra İbrahim Aleyhi's-selâm babasını:
Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?” (Meryem 42) diyerek İslam’a davet etti. Sonra putların bulunduğu eve gidip onların büyük bir salonda olduğunu, büyük bir putun da salonun kapısına doğru döndürülmüş olduğunu gördü. Büyük putun yanında ondan daha küçük bir put ve diğerleri de aynı şekilde büyükten küçüğe yan yana kapının yanına kadar dizilmişti. Putperestler, putların önünde bayramdan dönüşleri sırasında yemek maksadıyla yemek bırakırlar ve:
“Döndüğümüzde ilahlarımızın bereketi yemeğimize geçer ve yemeği böyle yeriz” derlerdi. İbrahim aleyhi's-selâm putlara ve önlerindeki yemeğe bakıp:
“Yemez misiniz?” dedi. Putlar cevap vermeyince:
Size ne oldu da konuşmuyorsunuz?” (Saffat 92) diye sordu. Sonra gidip kavmini davet ederek uyarmaya başlayınca onu eve hapsettiler ve onu yakmak için çokça odun topladılar. Yakılan odun yığını o kadar çoktu ki yakınından uçan kuşların kanatları ateşin hararetinden yanıyordu. İbrahim aleyhi's-selâm’ı alıp ateşe atacakları yapının üzerine çıkardılar. İbrahim aleyhi's-selâm başını semaya kaldırınca, sema, yer, dağlar ve melekler:
“Ey rabbimiz! İbrahim senin için yakılacak mı?” dediler. Allah Teâlâ:
“Ben onun durumunu sizden daha iyi bilirim. Eğer sizden yardım isterse ona yardım edin” buyurdu. İbrahim aleyhi's-selâm başını semaya kaldırınca:
“Allah’ım! Semada sen teksin, ben de yerde (iman eden) tek kişiyim. Yerde sana benden başka ibadet eden yoktur. Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” dedi. Onu ateşe attıklarında Cibril aleyhi's-selâm ateşe:
Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol” (Enbiya 69) buyurdu. İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
“Eğer Cibril ona sadece serin olmasını söyleyip zararsız da olmasını söylemeseydi İbrahim aleyhi's-selâm soğuktan ölürdü. O gün yeryüzünde sönmeyen hiçbir ateş kalmadı. Bütün ateşler kendisinin sönmesinin emredildiğini zannetti. Ateş sönünce İbrahim aleyhi's-selâm’a baktılar ve yanında başka bir adamın da olduğunu gördüler. İbrahim aleyhi's-selâm’ın başı o adamın kucağında ve bu kişi İbrahim aleyhi's-selâm’ın yüzündeki teri siliyordu. Söylendiğine göre o adam gölgelerle görevli olan melekti. Sonra Allah yeryüzüne yeniden ateş indirdi ve insanlar o ateşten faydalandılar. İbrahim aleyhi's-selâm’ı ateşe atanlar onu çıkarıp kralın yanına götürdüler. İbrahim aleyhi's-selâm daha önce kralın yanına girip konuşmamıştı.”[4]
Selef’in bu ayetler hakkındaki tefsirleri bu şekildedir ve aralarında bir ihtilaf yoktur. İbrahim aleyhi's-selâm Allah Azze ve Celle’den hidayete yönlendirilme talebinde bulunduğu sırada bunları söylemiştir.
İbn Abbas radiyallahu anhuma, “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur 35) ayetinin tefsirinde de şöyle demiştir:
“Allah yer ve gök ehlinin hidayet edicisidir. Müminin kalbindeki hidayeti kandil ışığı gibidir. Müminin kalbi, daha kendisine ateş değmeden parlayan saf yağlı kandil gibidir. Ona ateş değdiği zaman ışığı daha da artar. O daha kendisine ilim verilmeden hidayetle iş yapar. İlim verildiği zaman da hidayet üstüne hidayet, nur üstüne nur olur. Nitekim İbrahim aleyhi's-selâm da kendisine bilgi gelmeden önce yıldızı görünce:
Bu benim rabbimdir” demişti. Daha önce hiçkimse ona bir rabbi olduğunu söylememişti. Allah ona rabbi olduğunu haber verince hidayeti daha da arttı.”[5]

Halefin Selefe Muhalefet Edip İhtilaf Etmeleri

Halefe gelince, onlar bu tefsiri reddetmişler ve bu durumun nebilerin makamına yakışmadığını iddia etmişlerdir! Sanki onlar Allahı, nebilerini ve rasullerini, onlara layık olanları ve olmayanları sahabe ve tabiin’den daha iyi biliyorlarmış gibi bu iddiada bulunuyorlar!
Es-Sem’ânî şöyle dedi: “Bu benim rabbimdir” dedi” kavli hakkında denildi ki:
Bunu küçüklüğünde, sözünün nereye vardığını bilmediği sıralarda söylemişti.” Yine denildi ki:
Bununla ancak delil getirdi. Delil getirme sırasında bu sözleri söylemenin ona bir zararı olmadı.”
Bu iki görüş zayıftırlar. Bu konuda bilinen üç görüş vardır: Birincisi: Kutrub dedi ki: “Bu benim rabbimdir” sözü, anlamaya çalışma (istifham) sözüdür. Takdiri: “Bu benim rabbim midir?” şeklindedir...
ez-Zeccac ve başkaları bu açıklamayı kabul etmemişler ve demişlerdir ki: “Arap kelamında “haza” kelimesinin istifham manasında kullanılması söz konusu değildir.” Zeccac iki görüş daha zikretmiştir.
Bunlardan birisi; “Bu benim rabbimdir” sözü, kavminin iddiasına göre söylenmiş bir sözdür.
Eğer denilirse ki: “Onlar yıldızlara ibadet etmiyorlardı. Nasıl olur da onların iddiasına göre bu söylenmiş olabilir?” denilir ki: “Onlardan Nücum ehli olanlar vardı. Yıldızlardan meselelere dair görüş çıkarıyorlardı. Sanki yıldızlara tapıyor gibiydiler.”
İkinci görüş, bu sözde gizli zamir vadır. Takdiri: “Bu benim rabbimdir” dediler” şeklindedir.”
Begavi dedi ki: “Bu söz hakkında ihtilaf ettiler. Bazıları zahirine göre kabul ettiler ve dediler ki:
“İbrahim aleyhi's-selâm tevhidi arayış esnasında bunu söyledi. Ta ki Allah onu muvaffak kıldı, ona rüşdünü verdi. İstidlal esnasında söylediği bu söz de ona bir zarar vermedi.” Yine
bu sözler İbrahim aleyhi's-selâm’ın çocukluk zamanında, kendisine hüccet ikame olmasından önce olmuştu bu sebeple küfre girmedi.” Diğerleri bu görüşe karşı çıktılar ve dediler ki:
Allah’ın, herhangi bir vakitte kendisini birlemeyen, bilmeyen, Allah’ın dışındaki bütün mabudlardan berî olmayan birini rasul kılması caiz değildir. Allah onu korumuş ve temizlemişken, öncesinde ona rüşdünü vermişken bu nasıl düşünülebilir? Onun hakkında: “Rabbine selim bir kalple geldiğinde” buyurmuştur. Yine: “İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk” buyurmuştur. Görmez misiniz, ona yakin sahibi olması için melekût gösterilmiş, yakin sahibi olunca da, yıldızı görmüş ve böyle bir itikatla: “Bu benim rabbimdir” demiş olabilir mi? Bu asla olamaz.” Sonra dediler ki:
Burada yorum bakımından dört açı vardır.
Birincisi: İbrahim aleyhi's-selâm bu sözle derece derece, bunlara tazimdeki hatalarını ve cahilliklerini göstermek istedi. Onlar yıldızlara tazim ve ibadet ediyorlardı. Bütün işleri yıldızlardan biliyorlardı. İbrahim aleyhi's-selâm da onlara en büyük tazim ettikleri şeyi ve hidayetin nasıl aranacağını gösterdi. Yıldız kaybolunca onlara yıldızlar hakkındaki iddialarında hatalarını ispat etti. Putlara tapan bir kavme gelip onları reddeden havarinin durumu da bunun gibidir. Önce onlara tazimini göstermiş, birçok işin başına geçinceye kadar putlara saygı göstermiş, o kavim bütün işlerini ve düşmana karşı ne yapacaklarını kendisiyle istişare eder hale gelince: “Şu putu çağıralım da bizim başımıza gelen bu işi bizden kaldırsın” demiş, bunun üzerine etrafında toplanmışlar ve yalvarmaya başlamışlar. O putun fayda ve zarar veremeyecek bir şey olduğu ortaya çıkınca onları Allah’a dua etmeye çağırmış, onlar da dua etmişler ve sakındıkları şey onlardan savuşturulmuştur. Böylece müslüman olmuşlardır.
İkinci açısı, bu sözü istifham vechiyle söylemiştir. Takdiri: “Bu benim rabbim midir?” şeklindedir. Tıpkı: “Sen ölürsen onlar kalıcı mıdırlar?” kavli gibidir. İbrahim aleyhi's-selâm da bu sözü, onların fiillerini çirkin görmesi sebebiyle zikretmiştir. Yani “Böyle bir şey rab olabilir mi?” demektir. Yani Bu benim rabbim değildir demektir.
Üçüncü açı: Onlara karşı hüccet getirmek için söylenen bir sözdür. Yani: “İddianıza göre benim rabbim bu mudur?” demektir. O kaybolunca: “Şayet bir ilah olsaydı kaybolmazdı” demiştir…
Dördüncü açısı: Burada gizli zamir vardır. Takdiri: “Dediler ki: Bu benim rabbimdir” şeklindedir. Tıpkı “İbrahim beytin direklerini İsmail ile birlikte yükseltirken: “Rabbimiz bizden kabul et” kavlinde anlamının: “Dediler ki: Rabbimiz bizden kabul et” demek olması gibi.”
 İbn Atiyye dedi ki: “Şayet “Ey kavmim ben şirk koşmaktan uzağım” deseydi bu yorum doğru ve kuvvetli olurdu. Eğer bazı müfessirlerin söyledikleri gibi, bu kıssanın çocukluk döneminde, mağarada, mükellef olmadan önce gerçekleştiğini söylersek, lafız buna muhtemeldir. Bu yüzden iki kısma ayrılmıştır. Ya “Bu benim rabbimdir” sözü samimi ve inanarak söylenmiş bir sözdür ki bu batıldır. Çünkü nebilerden böyle bir şey vaki olmaz. Ama araştırma ve istidlal yoluyla bunu söylemişse, bu delilleri destekler. İbrahim aleyhi's-selâm, Allah Teâlâ’nın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Seni sapmış bulup da hidayet etmedi mi” sözü gibi bir durumdadır. Yani itikad olmaksızın böyledir. Eğer bu kıssanın küfür halinde, mükellef iken meydana geldiğini söylersek “Bu benim rabbimdir” sözünü samimi bir şekilde söylemesi caiz değildir. Çünkü bu cehalet ve tereddüt mertebesidir. İbrahim aleyhi's-selâm ise bundan münezzeh ve masumdur. Geriye bunu ancak kavmine gerçeği kabul ettirmek, onları kınamak ve putlara ibadet hususunda onlara hücceti ikame etmek için söylemiş olması kalıyor…”
Kurtubi tefsirinde de bu minval üzere sonrakilerin bu ayetlerin yorumuna dair ihtilafları genişçe anlatılmaktadır. İbn Kesir de tefsirinde, bu ayetin tefsiri hakkında seleften gelen bazı rivayetleri zikretmiş, sonra halefin yorumlarından etkilenerek bâtıl yorumlara meyletmiştir. Bu iki tefsirin türkçe tercümesi mevcut ve internetten de ulaşılması mümkün olduğundan burada ilgili bölümleri terceme edip sözü uzatmak istemiyorum.
Reşid Rıda şöyle der: “İbn Cerir (et-Taberi’)nin, en güzel yorumu ikrar etmesine karşın bu görüşü tercih etmesi şaşırtıcıdır. Bu diğer görüş, cumhurun kesin karar verdiği görüştür. Bu da, kavmine karşı tartışmak için, onları inkara giriş olması için bu sözü söylemiş olduğudur…” Reşid Rıda böylece batıl yorumlarını devam ettirir.
Es-Sa’dî: “Bu benim rabbimdir” sözü, hasımın seviyesine inmek için söylenmiştir. Yani “Bu benim rabbimdir, öyleyse hadi bakalım, rabliğe hak sahibi midir? Buna bir delil bulabilir miyiz?” demektir. Çünkü akıl sahibinin hüccet ve burhan olmadan hevasını ilah edinmesi yakışmaz. Bu ayetlerin tefsiri hakkında isabetli olan bu zikrettiğimizdir. Bu da İbrahim’in kavmiyle münazara makamında olması, yüce alemlerdeki varlıkların ilahlığının batıllığını onlara açıklamak için bunu söylemiş olmasıdır. Ama çocukluk çağında hakkı araştırma makamında olduğu görüşünün delili yoktur.”
Es-Sa’di, selefin bu ayetlere yaptığı tefsir hakkındaki cehaletini böylece ortaya koyuyor yahut kasıtlı olarak gizliyor!
Eş-Şankiti de selefin tefsirine işaret etmiş, sonra halefin yorumlarına işaret etmiş ve kelâmî yorumlarla selefin ittifakından, halefin ihtilafına meyletmiştir.

Halef’în İftira ve Yalanları

Halefin yorumları genel olarak zikrettiğimiz minval üzeredir. Bu yüzden onların görüşlerini cumhura nispet ettiklerini görüyoruz. Onlar ancak muhalif düşenlerdir. İki açıdan yalan söylemekte ve iftira etmektedirler.
Birincisi: Ayetin tefsirinde ihtilaf olduğunu iddia ediyorlar.
İkincisi: Selefin, İbrahim aleyhi's-selâm’ın bu sözü münazara için değil, araştırma esnasında söylediğine dair tefsirlerine muhalefet ediyorlar. Onların en yakın delilleri re’y ve istihsandır!
İbn Cerir et-Taberi rahimehullah onların sözlerini şöyle niteliyor:
“Rivayet ehli olmayan bir topluluk İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan ve ondan rivayet edenlerden rivayet edilen bu görüşe karşı çıktılar. İbrahim aleyhi's-selâm’ın yıldıza veya aya: “Bu benim rabbimdir” demesini hakkında:
Allah’ın, buluğa erdiği halde herhangi bir vakitte böyle bir söz söylemiş birini risaletle göndermesi caiz/mümkün değildir, risaletle gönderilen birisi her vakit Allah’ı birleyen, bilen bir kimse olmalıdır. Allah’ın dışında ibadet edilenlerden berî olmalıdır” dediler. Yine:
Şayet bazı vakitler bu caiz olsa, o kafir olurdu ve risalet için seçilmezdi çünkü onun diğer küfür ehlinden farkı olmazdı, Allah ile kullarından bir kimse arasında bağlantı olamazdı, ona ikramlar ile tahsis edilmesinin manası olmazdı” dediler…”
Böylece İmam Taberi rahimehullah selefe muhalif yorum yapanlara ve yorumlarına işaret etmiştir, onların görüşlerinin farkındadır. Bu görüşleri zikrettikten sonra sonuç olarak şöyle demiştir: 
“Allah Teâlâ, İbrahim aleyhi's-selâm’ın ay kaybolduktan sonra: “Eğer rabbim beni hidayet etmeseydi elbette sapıtan kimselerden olurdum” dediğini söylemiştir. Bu da bütün bu toplulukların görüşlerinin hatalı olduğuna delildir. İsabetli olan, Allah Teâlâ’nın verdiği haberi O’ndan öylece kabul etmek ve bunun dışındakilerden yüz çevirmektir.”
Taberi rahimehullah: “Rivayet ehli olmayan kimseler” sözüyle, hadis ehli olmayan kimselerin, hatta Allah’ın dini hakkında şahsi görüşleriyle ve hevalarıyla konuşan re’y ehlinin muhalefeteninin bir şey ifade etmediğini belirtmektedir.  Allah Taberi’ye rahmet etsin.


[1] Hasen. Taberî (9/356) İbn Ebî Hâtim (7498, 7511, 7517, 7520) Beyhaki el-Esma ve’s-Sıfat (612)
[2] Sahih. Tefsiru Mucahid (s.324) İbn Ebî Hâtim (7501, 7503) Beyhakî el-Esma ve’s-Sıfat (613)
[3] Sahih. Taberî (9/352, 356) İbn Ebî Hâtim (7505, 7515, 7522)
[4] Sahih. İbn Ebî Hâtim (15689, 7518-19)
[5] Hasen. Taberî (17/295, 296, 299, 301, 303) İbn Ebî Hâtim (8/2593-2595) Beyhaki el-Esmâ ve’s-Sifât (136)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)