Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Ocak 2018 Cuma

Selefin Tekfir’den Sakınmaları

Tekfir meselesinde Harici ve Mürcie fırkalarının her birinin haktan sapmış bir yol tuttukları bilinmektedir. Günümüzde her iki sapık aşırılık mensuplarından kendisini selefiliğe nispet eden vardır. Bunların sapmalarını ve selefe muhalefetlerini Haricilik ve Mürcie Arasında Tekfir Sapması adlı kitabımda açıklamıştım. Burada, tekfir konusunda selefe muhalefet ettikleri halde selefilik iddia edenlerin çelişkilerini gösteren diğer bazı örnekler zikredeceğim.

Bu örneklere geçmeden önce şu uyarının yapılması gerekir: Günümüzdeki hariciler de, mürcie de, tebdî (bid’atçi sayma), tefsîk (Fasık sayma) ve tekfir (kafir sayma) arasındaki farkı ayırt etmedikleri için sapkınlığa düşmektedirler.

1- Harici meşrepliler, selefin ve müçtehit imamların; bid’atçiden teberri konusunda cehaleti, tevili mazur görmemeleri ve bu konuda hüccet ikamesinin şart olmadığı şeklindeki uygulamasını müslümanı tekfir edip mürtet sayma hususunda kullanarak Harici ekolüne sapmaktadırlar.

2- Mürcie meşrepliler ise, bir müslümanın mürtet olduğuna hükmetmek demek olan tekfir hükmünde şart koşulan hüccet ikamesi, istitabe uygulanması, cehalet, tevil, hata gibi tekfire mani hallerin değerlendirilmesi gibi şartları, bid’atçi veya bid’at sahibi hakkında da işletmeye çalıştıkları için sapmaktadırlar.

Selefin menheci olan hak şudur: La ilahe illallah Muhammedun rasulullah diyen, kendisini İslam’a nispet eden kimseler müslüman hükmünü alırlar. Böyle bir müslüman şayet küfür ve şirkte vuku bulursa, bunu ilim üzere mi, yoksa cehalet üzere mi işledi, hata üzere mi, yoksa kasıt üzere mi işledi, ikrah altında mı değil mi, mazur görülecek bir te’vili var mı, yok mu diye araştırılır. Bu araştırmadan sonra bu kişi, şayet bilmiyor veya geçersiz bir te’vil üzere ise ona hakkın hücceti sunulur. Hata veya ikrah altında bunu işlemişse tevbeye çağırılır. Şayet tevbe ederse eder. Bu tevbesinde samimi olup olmadığı da onunla Allah arasındadır. Bize düşen zahirine göre hareket etmektir.

Şayet tevbe etmezse veya hüccet ikame edildikten sonra küfür veya şirk ameline devam ediyorsa iki durumdan biri söz konusudur:

a- İslam devleti ve vahiyle hükmeden kadısı varsa, kadı bu kimseyi tevbe etmediği takdirde ölümüne hükmeder.

b- İslam devleti veya vahiyle hükmeden kadı yoksa ve mezkur şahıs, kendisine beyan edilen hüccete rağmen şirk veya küfür fiilinde ısrar ediyor, bununla beraber müslüman olduğunu iddia ediyorsa, ona zahiren müslüman muamelesi yapılır, o bir münafıktır. Yani kanı, malı, ırzı helal sayılmaz. Fakat münafıklardan nasıl sakınmak gerekiyorsa buna göre tavır takınılır.

Bid’at işleyen veya bid’at itikadını ortaya koyan kimselere gelince, bize düşen şey onun mazeretini araştırmaksızın ondan sakınmak, beraber oturmamak, selamlaşmamak vb. hecir uygulamaktır. Ona hakkı anlatıp tevbeye çağırmak değil, böyle kimselerden sakınmak emredilmiştir. Müslümanların alimleri bid’at olan itikad ve amellere reddiye verirler. Bir kimsenin veya topluluğun bid’at ehli olduğu, bid’ate çağırdıkları zahir olduktan sonra o kimselerle ilişkisini kesmeyen kimseye hecir uygulanır.

Tebdî ile Tekfir böylece birbirinden ayrı şeylerdir. Biri diğerine kıyaslanmaz. Zira tekfir hükmü, had cezalarından bir ceza olan mürtedin öldürülmesi hükmüyle alakalıdır. Bunu toplumun fertleri değil, yetkili kadılar uygular. Tıpkı zina, hırsızlık, içki içme vb. had cezalarında olduğu gibi. Yani bir kimse birisinin zina ettiğini gözleriyle görse, dört şahit bulunmadıkça bunu insanlar arasında yayması helal değildir, bilakis onun durumu kadıya arz edilse, kendisine iftira haddi uygulanır.

Tebdî, yani bidate hükmetme ise, had cezalarıyla alakalı değil, müslümanların bâtıldan korunması ile alakalı bir durumdur. Bu yüzden bid’ate ve bid’atçiye alimler hükmederler, avam ilse alimlerin bu şahitliklerine tabi olurlar. Bu konuda alimin yanılma ihtimalinin bulunması durumu değiştirmez. Nitekim İmam Buhari rahimehullah’ın sözünün yanlış bir manaya yorumlanması sebebiyle, selefin imamları, kendisine hüccet beyanı olmaksızın, cehalet, tevil, hata vb. mazeretleri söz konusu etmeksizin İmam Buhari hakkında hecir uygulamışlardır.

Bid’at sahipleri hakkında uygulanan hecri, tekfircilik olarak gören veya bid’at ehlini tevhid ehli olarak gören kimseler bu asrın mürcieleridir.

Neticede hariciler de, mürcie de İslam şeriatindeki “münafık” tabirini içi boş bir kavram olarak algılamaktadırlar. Haricilerin tekfir ederek kanını, malını mubah saydıkları kimselerin çoğu aslında mürtet değil, münafıklardır. Hariciler hissî hareket ettikleri için, mürtet saydıkları kimselere “Münafık” denmesini hazmedemiyorlar. Sanki bu kelimenin onları temize çekmek manasına geldiği gibi bir hevâya kapılıyorlar. Mürcienin de tevhid ve sünnet ehli saydıkları kimselerin çoğu aslında münafıklardır. Onlar da hissî hareket ederek, bu kimselere “münafık” veya “sapık bidatçi” denmesini, onların mallarını, canlarını, ırzlarını helal saymak manasına geldiği zannıyla karşı çıkıyor ve bunu bir tekfir olarak görüyorlar.

Her iki sapma da, kendilerini selefiliğe nispet eden, fakat ümmetin selefinin menheci hakkında tam bir cehalet içinde olan gafil toplulukların sapmasıdır. Allah’ın hakka hidayet ettiklerine gelince, onlar da ne kadar azdır!

Haricilerin Selefe Muhalif Oldukları Örnekler


1- Abdullah b. İsam el-Muzenî, babasından rivayet ediyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün bizi Batnu Nahle’ye gönderdi ve buyurdu ki:

بَعَثَنا رَسولُ الله صَلى الله عَليه وسَلم يَومَ بَطن نَخلَةَ, فَقالَ: اقتُلوا ما لَم تَسمَعوا مُؤَذِّنًا أَو تَرَوا مَسجِدًا, إِذ لَحِقنا رَجُلاً, فَقُلنا لَهُ: كافِرٌ أَو مُسلِمٌ؟ فَقالَ: إِن كُنتُ كافِرًا فَمَه، قُلنا لَهُ: إِن كُنتَ كافِرًا قَتَلناكَ, قالَ: دَعوني أَقض إِلَى النِّسوان حاجَةً, قالَ: إِذ دَنا إِلَى امرَأَةٍ مِنهُنَّ فَقالَ لَها: اسلَمي حُبَيشُ عَلَى نَفَد العَيشِ:

أَرَيتَك إِذ طالَبتُكُم فَوَجَدتُكُم ... بِحَليَةَ أَو أَدرَكتُكُم بِالخَوانِقِ

أَما كانَ أَهلاً أَن يُنَوَّلَ عاشِقٌ ... تَكَلَّفَ إِدلاَجَ السُّرَى والوَدائِقِ

فَلاَ ذَنبَ لي قَد قُلتُ إِذ نَحنُ جيرَةٌ ... أَثيبي بِوُدٍّ قَبلَ إِحدَى الصَّفائِقِ

أَثيبي بِوُدٍّ قَبلَ أَن تَشحَطَ النَّوَى ... ويَنأَى أَميري بِالحَبيب المُفارِقِ

فَقالَت: نَعَم، حُيّيتَ عَشرًا، وسَبعًا وِترًا، وثَمانيًا تَترَى، قالَ: فَقَرَّبناهُ, فَضَرَبنا عُنُقَهُ، قالَ: فَجاءَت, فَجَعَلَت تَرشُفُهُ حَتى ماتَت عَلَيه

“Müezzini işitmediğinizde veya bir mescid görmediğinizde onları öldürün.” Bir adamı yakaladık ve ona:

“Kâfir misin, müslüman mısın?” dedik. O da:

“Kâfir olsam ne yapacaksınız?” dedi. Biz:

“Eğer kâfir isen seni öldüreceğiz” dedik. Dedi ki:

“Beni bırakın da kadınların ihtiyaçlarını göreyim.” Adam onlardan bir kadına yaklaşınca ona:

“Müslüman ol Hubeyş! Hayat bitti!” Sonra şu şiiri okudu:

“Eğer sizi arar ve bir takı ile sizi bulacak olursam,

Veya dar bir geçitte yetişirsem size,

Bir aşığın nail olması hakkı değil mi?

Gece sevgilisine gitmeyi göze alırsa.

Suçsuzum, sana komşu olduğumuzu söyledim

Dostça bana dön, musibetler başa gelmeden,

Birbirimizden uzaklaşmadan geri dön de gel,

Ayrı düşsek de sevgilimle, emirim benden uzaklaşmadan.” Kadın ona şöyle cevap verdi:

“Sana on ve yedi kez tek tek ve sekiz kez çift olarak selam olsun!’” Sonra adama yaklaşıp onun boynunu vurduk. O kadın adamın yanına geldi ve ona sarldı. Dövünerek oracıkta onun için öldü.”[1]
* İbn Abbas radıyallahu anhuma'dan aynı kıssa rivayet edilmiştir. kıssanın sonunda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, bu hadiseyi duyunca: "Aranızda merhametli hiç kimse yok muydu?" buyurduğu da geçer. Kaynağı dipnotta verilmiştir.

Açıklama:


1- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Müezzin işitmez veya bir mescid görmezseniz onları öldürün” buyurması, zahire itibar etmenin ve aksine bir delil bulunmadıkça bundan sapmamanın gerektiğine delildir.

2- Şüphe söz konusu olduğu zaman ayrıntının sorulması gerekir. Bu yüzden adamın müslüman mı, yoksa kafir mi olduğunu sormuşlar, Daru’l-Küfürde yaşayan biri olsa dahi, kafir olduğundan emin olmadıkça öldürmemişlerdir.

2- Tarik b. Şihab radiyallahu anh şöyle dedi:

كُنْتُ عِنْدَ عَلِيٍّ حِينَ فَرَغَ مِنْ قِتَالِ أَهْلِ النَّهْرَوَانِ فَقِيلَ لَهُ: أَمُشْرِكُونَ هُمْ؟ قَالَ: مِنَ الشِّرْكِ فَرُّوا فَقِيلَ: مُنَافِقُونَ؟ قَالَ: الْمُنَافِقُونَ لَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا قِيلَ: فَمَا هُمْ؟ قَالَ: قَوْمٌ بَغَوْا عَلَيْنَا فَقَاتَلْنَاهُمْ

 “Ben, Nehrevan halkıyla savaşı bitirdikten sonra Ali radiyallahu anh’ın yanında idim. Ona:

“Onlar müşrikler midir?” denildi. Ali radiyallahu anh:

“Şirktan kaçtılar” dedi. Ona:

“Onlar münafıklar mıydılar?” denildi. Dedi ki:

“Münafıklar Allah’ı çok az zikrederler.” Denildi ki:

“Peki, onlar kimlerdir?” Ali radiyallahu anh dedi ki:

“Bize karşı isyan ettiler, biz de onlarla savaştık.”[2]

Açıklama:


Haricilerin sapıklığa batmış olduklarını herkes bilir. Bununla beraber sahabe radiyallahu anhum, Nehravan ehlinin müslümanlardan sayıldığı görüşünde idiler.

3- Haccac b. Yusuf es-Sekafî hakkında Asım b. Behdele rahimehullah dedi ki:

مَا بَقِيَتْ لِلَّهِ حُرْمَةٌ إِلَّا وَقَدِ انْتَهَكَهَا الْحَجَّاجُ

“Haccac, Allah Teâlâ’nın haram kılıp da kendisinin delmediği bir şey bırakmadı.”[3]

Açıklama:


Said b. Cubeyr, Şa’bî, Tavus, İbrahim en-Nehaî, Seleme b. Kuheyl ve başkaları Haccac’ı tekfir ediyorlardı. İbn Sirin, Amr b. Kays el-Mellâî, Meymun b. Mihran ve başkaları ise bunu kabul etmiyordu. Bu gruplardan biri diğerine “Tekfir ettiğimizi/tagutu tekfir etmiyor” diye tekfir etmemişlerdir, diğerleri bu sebeple vela ve bera uygulamamıştır.

Haccac’ın ortaya koyduğu çirkinlikler malumdur. Haccac hakkındaki bu ihtilafa rağmen Muasır hariciler ise onu tekfir ediyor ve onun tekfirinde duraklayanı da tekfir ediyorlar! Haccac’ın tekfir edilmesi, Abdulmelik ve el-Velid’in da tekfirini gerektirir. Nitekim bunlar, onun memuruydu. Onun yaptıklarını görüyor ve işitiyorlardı. Bu durumda o ikisi de buna razı idiler. Bununla beraber Haccac’ı tekfir eden imamlar, o ikisini de tekfir etmemişlerdir. Muasır Hariciler ise, kendi görüşlerinde olmayanı ve insanlara hüküm verme konusunda kendilerine muhalefet edenleri tekfir ediyorlar. Muhalifleri la ilahe illallah dese de, bunu bozan bir amelleri bulunmasa da, kendilerine muhalefet edeni tekfir ediyorlar. Hâlbuki had cezaları konusunda şüphelerin giderilmesi zorunludur. Hadlerde şüpheler muteberdir.

4- Abdullah b. Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle dedi:

سمعت القواريري قبل أن يموت بعشرة أيام، وذكر ابن الثلجي، فقال: هو كافر. فذكرت ذلك لإسماعيل القاضي فسكت، فقلت له: ما أكفره إلا بشيء سمعه منه؟ قال: نعم

“el-Kavarirî’nin ölümünden on gün önce İbnu’s-Selcî hakkında: “O kâfirdir” dediğini işittim. Bunu İsmail el-Kadî’ye anlattım, sükût etti. Ona:

“Bizzat kendisinden bir şey işitilmedikçe o tekfir edilmez mi?” dedim. O da:

“Evet” dedi.[4]

Açıklama:


İbnu’s-Selcî’nin tekfiri için araştırma gerekli görülmüş ve el-Kavarirî’nin tekfiri ile hükmedilmemiştir. Peki kendisinden tevhidi bozan bir şey sadır olmayan ve kendisinde şirk bilinmeyen bir kimse nasıl olur? Muasır hariciler ise böyle birini tekfir etmeyeni tekfir ediyorlar!

5- Ebu Talib rahimehullah dedi ki:

سَأَلْتُ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ: يُكْتَبُ عَنِ الرَّجُلِ، إِذَا قَالَ: مُعَاوِيَةُ مَاتَ عَلَى غَيْرِ الْإِسْلَامِ أَوْ كَافِرٌ؟ قَالَ: " لَا، ثُمَّ قَالَ: لَا يُكَفَّرُ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

“Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel) rahimehullah’a: “Muaviye (radiyallahu anh) İslam’dan başka din üzere veya kâfir olarak öldü diyen kimseden hadis yazılır mı?” diye sordum. Ahmed b. Hanbel rahimehullah dedi ki:

“Hayır.” Sonra şöyle dedi:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından hiçkimse tekfir edilemez.”[5]

Açıklama:


Bu, Muaviye radiyallahu anh’ı tekfir eden kimse hakkındadır. Peki ya sahabe hakkında ve başka konularda sahih itikad sahibi olan, zorunluluk sebebiyle Kâfir ülkesinde ikamet eden ve orada İslam’ın şiarlarını izhar eden, Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyleri eda eden, şirkten ve müşriklerden buğz eden ancak buğzunu onlara açıkça ortaya koymaya gücü yetmeyen kimsenin tekfiri nasıl olur? Muasır hariciler ise böyle bir kimseyi tekfir ediyorlar. Hatta onları tekfir etmekten çekinenleri de tekfir ediyorlar!

6- Riyah b. el-Haris dedi ki: “Ammar b. Yasir radiyallahu anhuma şöyle dedi:

لَا تَقُولُوا كَفَرَ أَهْلُ الشَّامِ وَلَكِنْ قُولُوا فَسَقُوا أَوْ ظَلَمُوا

“Şam halkı kâfir oldu demeyin! Fasık oldular deyin veya zulmettiler deyin.”[6]

Açıklama:


Ali radiyallahu anh’ın bazı arkadaşlarındaki hisler ve gayretlilik, onları halifeye karşı savaşan Şam halkını tekfir etme düşüncesine götürmüştü. Ammar radiyallahu anh onlara tekfirin hislerle ve zanlarla yahut ihtimal taşıyan karinelerle olamayacağını, bilakis apaçık delillerle olabileceğini öğretmiştir.

7- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in, etrafındaki münafıklara karşı tutumu hakkında İmam Şafii rahimehullah şöyle demiştir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıklar hakkındaki sünneti şu hususlara delalet etmektedir:

a- İmanından sonra küfre giren tevbe izhar ettiğinde öldürülmez

b- Onlar Yahudilere, Hristiyanlara, Mecusilere veya izhar ettikleri başka bir dine dönmüyor, ancak İslam’ı (müslüman olduklarını) izhar ediyorlar, küfürlerini gizliyorlardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de zahirdeki hallerini kabul ediyor ve onlara müslümanların hükümlerini uyguluyordu. Onlar müslümanlarla nikâhlanıyor, müslümanlara varis oluyor, onlardan savaşlara katılanlar ganimetten pay alıyor, müslümanların mescidlerine bırakılıyorlardı. İmandan dönmekten daha şiddetli bir şey ve Allah Azze ve Celle’nin; imanından sonra küfre girdiğini haber vermesinden daha açık bir küfür yoktur.

Eğer birisi: “Allah Azze ve Celle onların sırlarını haber vermiştir” derse, İnsanlar bunu bilmeyebilirler. Onlardan bazısının imandan sonra kâfir olduğuna şahitlik edilmiştir. Kimisi bunu şahitlikten sonra, kimisi de şahitlik olmaksızın ikrar etmiştir. Kimisi de şahitlikten sonra inkâr etmiştir. Allah Azze ve Celle onlar hakkında açık bir haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar; Allah’ın ve rasulünün bize vaad ettikleri ancak aldatmadır dediler” Onların hepsi de söylediklerini söylemiş,  bu sözleri onlardan sabit olduktan sonra ya inkâr etmiş, ya kabul etmiş ve İslam’ı izhar etmiş, onları bu halleriyle öldürülmeden bırakılmışlardır.

Eğer birisi şöyle derse: “Allah Azze ve Celle: “Münafıklardan ölen bir kimsenin namazını sakın kılma” (Tevbe 84) buyuruyor. Eğer Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı diğer Müslümanların namazından farklı ise biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den başkasının kimseye cenaze namazı kılmayacağını umarız. Nitekim Allah münafıkların cehennemin en alt tabasında olacağına hükmetmiştir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Onlar için bağışlanma dilesen de, dilemesen de birdir. Onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen dahi Allah onları bağışlamaz.” (Tevbe 80)

Eğer birisi şöyle derse: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in münafıklar için kılmaktan yasaklandığı cenaze namazı ile diğer Müslümanların namazı arasındaki farkın delili nedir?

Şüphesiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın yasaklaması sebebiyle buna son verdi. Allah Azze ve Celle ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem (Müslümanları) bundan ve onların miraslarından yasaklamadı.

Eğer birisi: “Onların öldürülmesinin terk edilmesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hastır. Başkaları bu hükme dahil değildir” derse, denilir ki:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in öldürmediği kimseyi ona has sayarsan, öldürdüğü kimseyi de ona has say! Bir şeyin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e has olduğuna dair delil getirilmedikçe, O’nun yaptıkları insanlara geneldir, uyulması gerekir. Ancak bir şeyin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e has olduğuna dair delil veya haberin delaleti varsa o başka. Nitekim hidayet imamları olan Ebu Bekr, Ömer ve Osman radıyallahu anhum onlardan bazılarını biliyorlardı ve onlardan hiçbiri onlardan birini öldürmediler, onlar İslâm’ı izhar ettikleri için zahirde onlara islam hükmü uygulamaktan engellemediler.

Ömer radıyallahu anh bir kimse öldüğü zaman Huzeyfe b. el-Yeman radıyallahu anh’e gelir, eğer oturmasını işaret ederse otururdu. Bu işaretten ölen kimsenin münafık olduğunu anlardı. Müslümanların onun üzerine namaz kılmalarına ise engel olmazdı. Sadece Ömer radıyallahu anh namazı kılmadan otururdu. Çünkü cenaze namazını kılmadan oturmak, eğer başkaları onun cenaze namazını kılıyorlarsa, münafık olmayan kimsenin cenazesi için de mubahtır...”[7]

Son olarak:


Bekr b. Abdillah el-Muzenî rahimehullah, Galib el-Kattan’a şöyle demiştir:

إِنَّ مِنَ الْأُمُورِ أُمُورًا إِنْ صَدَقْتَ فِيهَا لَمْ يَكُنْ لَكَ فِيهَا أَجْرٌ، وَإِنْ كَذَبْتَ كُنْتَ كَذَّابًا، إِنَّكَ لَوْ قُلْتَ هَذَا حِمَارٌ، وَهَذَا فَرَسٌ، وَنَحْوَ هَذَا، لَمْ يَكُنْ لَكَ فِيهِ أَجْرٌ، وَلَوْ ذَهَبْتَ تَقُولُ لِلْحَصَى هَذَا طَيْرٌ، وَسَمَّيْتَهُ بِغَيْرِ اسْمِهِ كُنْتَ كَذَّابًا، فَإِيَاكَ أَنْ تَقُولَ لِرَجُلٍ مُسْلِمٍ كَافِرٌ، أَوْ لِرَجُلٍ كَافِرٍ مُسْلِمٌ

“Muhakkak bazı meseleler var ki eğer bunda doğru söylersen sana bir ecir söz konusu olmaz ve yalan söylersen yalancı olursu. Şayet sen: “Bu eşektir, şu attır” gibi sözler söylesen bunda sana bir ecir yoktur. Şayet gidip taş hakkında: “Bu bir kuştur” dersen onu isminden başka bir şeyle isimlendirmiş olur ve yalancı olursun. Müslüman bir kimse hakkında: “Kâfir” demekten veya kâfir birisi hakkında “Müslüman” demekten seni sakındırırım.”[8]



[1] Sahih ligayrihi. İbn Sa’d Tabakat (2/149) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (8787) Tirmizî (1549) Humeydi (820) Taberânî (17/177) Bezzar(Keşfu’l-Estar 1731) Ebu Nuaym Marife (5381) Beyhakî (9/182) Beyhakî Delail (5/116, 117) İbnu’l-Cevzi Zemmu’l-Heva (s.498)
* Abdullah b. Ebi Hadred radiyallahu anh’den: Taberî Tarih (3/68) Fesevi Ma’rife (1/406) Suheyli Ravdu’l-Unf (7/131) Beyhakî Delail (5/115) İbnu’l-Cevzi Zemmu’l-Heva (s.495)
* İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (12/331)  Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (8610) Taberânî (11/369) Beyhakî Delail (5/117) İbnu’l-Cevzi Zemmu’l-Heva (s.501) el-Elbani es-Sahiha (2594)
[2] Muslim'in şartına göre sahih. Muhammed b. Nasr el-Mervezi Tazimu Kadri's-Salat (591)
[3] Beyhaki Delail (6/489) İbn Asakir Tarih (12/188)
[4] Darimi En-Nakz Ale’l-Merisi (s.33) Hatib Tarih (3/315) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (25/363)
[5] Hallal, es-Sunne (691)
[6] Sahih. İbn Ebi Şeybe (8/722) Mervezi Tazimu Kadri’s-Salat (600) Beyhaki (8/174) İbn Asakir Tarih (1/346) İbnu’l-Adim Bugyetu’t-Taleb (1/303)
[7] El-Umm (1/259-260)
[8] Firyabî el-Kader (391)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)