Şeyh Nasıruddin el-Elbanî rahimehullah’ın küfrü itikadî küfür ve amelî küfür şeklinde iki kısımda zikretmesi muasır birçok bid’ât ehli tarafından şüpheyle, hatta inkâr ile karşılanmış, iman ve küfür meselelerini idrak edebilecek bir istidata sahip olmayan, konuyu ilmî olmaktan çok magazin yönüne çekmeye çalışan, sözlerini yalan ve çarpıtmalarla süslemeyi marifet zanneden Abdulkadir Polat gibi cühela gençler El-Elbanî’yi bu yüzden tekfir etmişler, El-Elbanî’yi müslüman görenlerin dahi kafir olduklarını iddia etmişlerdir.
Hiçbir zaman kendimi
Allame el-Elbanî rahimehullah’ın avukatlığını yapmak durumunda görmedim. Lakin el-Elbanî,
son asırda benim de aralarında bulunduğum birçok müslümanın, çalışmalarından
istifade ettiği önemli âlimlerden biridir ve onun ismi üzerinden hem
el-Elbanînin şahsına zulmedilmektedir, hem de çok önemli bir akide meselesi
Haricîler tarafından el-Elbanî’nin ismi üzerinden manipüle edilmektedir.
Bu yüzden bu yazıda
el-Elbanî’nin şahsını savunmak gibi gayem yoktur. Lakin el-Elbanî üzerinden
saptırılan önemli bir akide meselesinden bahsedeceğim.
El-Elbanî’nin küfrü;
itikadî ve amelî küfür olarak iki kısma ayırması önceki selefin ve sonraki âlimlerin
sözlerinin dışına çıkan bir söz değildir. Bilakis bu taksim, el-Elbanî’nin
akide meselesinde köklü bir ilme sahip olduğuna delalet eder. Şeyh el-Elbanî
rahimehullah şöyle demiştir:
“Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”, “zalimlerin
ta kendileridir” ve “fasıkların ta kendileridir” şeklindeki üç
ayetin, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmü hakkında: “Eğer size
arzuladığınız hükmü verirse öyle hükmedin, eğer sakındığınız hükmü verirse o
hükmü kabul etmeyin” diyen Yahudiler hakkında nazil olduğunu öğrendin. Nitekim
bu ayetlerin öncesinde: “Eğer size (kırbaç cezası) verilirse, onu
kabul edin; eğer bu ceza verilmez (recm cezası verilir) se, ondan da
sakının" derler.” (Maide 41) buyrulmuştur. Bunu anladıysan, bu
ayetlerin Allah’ın indirdiği dışında beşerî kanunlarla hükmeden, müslümanların
bazı yöneticileri ve kadıları hakkında yorumlanması caiz değildir. Yine eğer
Allah’a ve rasulüne iman ettikleri takdirde onların bu yüzden dinden
çıktıklarına hükmedilerek tekfir edilmeleri caiz değildir.
Onlar Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmekle suçlu (günahkâr)
olsalar da tekfir edilmeleri caiz değildir. Çünkü zikredilen (hükmetme)
açısından Yahudiler’e benzemiş olsalar da, diğer bir açıdan Yahudilere
muhaliftirler. Bu da onların Allah’ın indirdiklerine iman ve tasdik
etmeleridir. Yahudiler ise daha önce geçen “Eğer size (kırbaç cezası)
verilirse, onu kabul edin; eğer bu ceza verilmez (recm cezası verilir) se,
ondan da sakının" derler.” (Maide 41) ayetinde geçen sözlerinde açıkça
görüldüğü gibi hükmü inkar ediyorlardı. Buna bir de onların aslen müslüman
olmayışları da eklenebilir.
Bunun sırrı şudur: Muhakkak ki küfür iki kısımdır: İtikadî
küfür ve amelî küfür. İtikadî küfür; kalp ile ikrar edilendir. Amelî küfrün
yeri ise azalardır. Kimin ameli dine aykırı bir küfür olur da bu küfür kalbinde
yerleşik olana mutabık olursa bu itikadî küfürdür. Allah böyle bir küfrü
bağışlamaz ve sahibi cehennemde ebedî olarak kalır. Yalnız amelde gerçekleşen
ve kalbinde ikrar ettiği şeye muhalif olana gelince, o rabbinin hükmüne iman
etmiştir, lakin amelinde muhalefet etmiştir. Bunun küfrü yalnızca amelî
küfürdür, itikadî bir küfür değildir. Böyle bir kimse Allah Teâlâ’nın dilemesi
altındadır, dilerse azap eder, dilerse bağışlar. Müslümanlardan bazılarının
işlediği bazı günahlar hakkında hadislerde kullanılan küfür ifadeleri, küfrün
bu türüne hamledilir. Bu hadislerden bazısını zikretmekte sakınca yoktur:
“İnsanlarda bulunan iki şey küfürdür; soylara hakaret
etmek ve ölü üzerine ağıt yakmak.” Muslim rivayet etmiştir.
“Kur’ân hakkında tartışmak bir küfürdür.”
“Müslümana sövmek fasıklık, onu öldürmek bir küfürdür.”
“Soyundan teberri eden Allah’a kafir olmuştur.”
“Allah’ın nimetlerini anlatmak şükür, bunu yapmamak ise
bir küfürdür.”
“Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran kafirlere
dönmeyin.” Buhârî ve Muslim rivayet etmişlerdir.
Şuan hepsini sayamayacağım bunlar gibi daha birçok hadisler
vardır. Müslümanlardan bir kimse bu günahlardan birini işleyecek olursa onun
küfrü amelî bir küfürdür. Yani kâfirlerin amelini işlemiştir. Ancak onu helal
sayar ve bunun günah olduğunu kabul etmezse o zaman kanı helal olan bir kâfir
olur. Çünkü itikadında da kâfirlere katılmıştır.
Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme konusu da bu
kuralın dışına asla çıkmaz. Nitekim Selef’ten gelenler bu minval üzeredir. “Bu,
küfrün altında bir küfürdür” dediği Kur’ân’ın tercümanı Abdullah b. Abbas
radiyallahu anhuma’dan sahih olarak gelmiştir. Sonra bu sözü tabiinden bazıları
ve daha başkaları alıp kabul etmişlerdir…”
Sonra el-Elbanî rahimehullah, Maide 44. Ayetinin tefsiri
hakkında bunun küçük küfür olduğunu ifade eden rivayetleri nakleder.
Nitekim İmam İbn Cerir et-Taberî de tefsirinde ilgili ayet
hakkında sözlerin sahiplerine ulaştığı isnadları zikrettikten sonra şöyle
demiştir: “Bu sözlerden bana göre isabete en uygun olanı; bu ayetlerin kitap
ehli kâfirler hakkında nazil olduğunu söyleyenlerin sözüdür. Çünkü bu ayetlerin
öncesi ve sonrasındaki ayetler de onlar hakkında inmiştir ve onlar
kastedilmektedir. Şayet birisi şöyle diyecek olursa: Muhakkak ki Allah Teâlâ bu
haberi Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmeden herkes hakkında umumî
olarak zikrediyor, nasıl olur da kitap ehline has kabul edilir?” Cevap olarak
denilir ki: “Muhakkak ki Allah haberi Allah’ın kitabında zikrettiği hükmü inkâr
eden bir topluluk hakkında umumi olarak zikretmiştir. Onların kendisinin
indirdiği ile hükmetmeyi terk etme şekillerinin inkâr suretinde olduğunu
bildirmiştir. Aynı şekilde Allah’ın indirdiğini inkâr ederek bununla
hükmetmeyen herkes de bu hükme dâhildir. İbn Abbas radiyallahu anhuma’nın
dediği gibi o Allah’ı inkâr etmiştir. Çünkü Allah’ın kitabında indirmiş olduğu
hükmünü öğrendikten sonra inkar etmek, bir nebinin nebi olduğunu öğrendikten
sonra onun nübüvvetini inkar gibidir.” (Taberî Tefsiri 8/469)
El-Elbani, Taberî’nin bu sözlerini de aktardıktan sonra
şöyle devam eder:
“Özetle: ayet, Allah’ın indirdiği hükmü inkâr eden Yahudiler
hakkında nazil olmuştur. Kim bu inkârda onlara katılırsa o da itikadî küfürle kâfirdir.
Onlara inkâr konusunda iştirak etmeyip yalnız amelinde iştirak edenin küfrü ise
amelî küfürdür. Bu kimse onların amelini işlediği için suçlu bir günahkârdır.
Lakin İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan gelen nakilde geçtiği gibi, bununla
dinden çıkmaz. Nitekim bunu İmam Hafız Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam
Kitabu’l-İman’da genişçe açıklamıştır. Daha fazla ayrıntı isteyen oraya baksın.
Geçen bu açıklamaları yazdıktan sonra Şeyhulislam İbn
Teymiyye rahimehullah’ın bu ayetin tefsiri hakkında Mecmuu’l-Fetava’da (26/3)
şu sözlerini gördüm:
“Bu, Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal
sayan hakkındadır.” Sonra (Mecmuu’l-Fetava’da 7/254) şöyle zikretmiştir:
“İmam Ahmed’e bu ayette (Maide 44) zikredilen küfür hakkında
sorulunca şöyle demiştir: “Bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmeyenin
yaptığı gibi imandan çıkaran bir küfür değildir…”
Yine (Mecmuu’l-Fetava 7/312) şöyle demiştir: “Selefin
görüşü; “bir kimsede iman ile nifak bir arada bulunabilir” ve yine onların
sözleri: “kişide iman ve küfür bir arada bulunabilir” şeklinde olduğuna göre,
bu dinden çıkaran bir küfür değildir. Nitekim İbn Abbas ve ashabı Allah Teâlâ’nın:
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta
kendileridir” ayeti hakkında dinden çıkarmayan bir küfür demişler, İmam
Ahmed ve diğer sünnet imamları bu konuda onlara tabi olmuşlardır.”
El-Elbani rahimehullah’ın es-Sahiha (6/110) kitabında
zikrettiği sözleri bu şekildedir.
Allame İbn Kayyım rahimehullah da Kitabu’s-Salat ve Hukmu
Tarikuha kitabında küfrün itikadî ve amelî olmak üzere iki kısım olduğunu,
amelî olanın imana zıt olanı ve olmayanı olduğunu zikretmiş, sonra şöyle
demiştir: “Putlara secde etmek, mushafı aşağılamak, nebiyi öldürmek ve sövmek
imana zıt olanlardandır. Ama Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek ve
namazı terk etmek kesin olarak amelî küfürdendir.”
Şeyh el-Elbani rahimehullah Hukmu Tariki’s-Salat kitabında
(s.38) İbn Kayyım’ın bu sözlerine şöyle bir not düşmüştür: “Derim ki, bunun
mutlak söylenmesinde itiraz konusu vardır. Çünkü bu bazen itikadî küfür
olabilir. Mesela bununla beraber akidesinin bozuk olduğuna delalet eden
unsurlar bulunabilir, namazla ve namaz kılanlarla alay etmek, hâkim namaza
kılmaya davet ettiğinde öldürülmeyi namaz kılmaya tercih etmek gibi. Bu noktayı
iyi düşün, çünkü önemlidir!”
Şeyh el-Elbani rahimehullah et-Tahzir Min Fitneti’t-Tekfir
(s.70) adlı risalesinde şöyle demiştir: “Şu halde itikadî küfrün mücerret
amelle esasen bir alakası yoktur. en büyük alaka kalp iledir.” Sonra bunun
dipnotunda şöyle demiştir: “Muhakkak ki amellerden bazısı vardır ki sahibini itikadî
bir küfürle kafir yapar. Çünkü bu ameller onun küfrüne kesin olarak delalet
eder. Onun bu fiili, adeta küfrünü dile getirir. Mesela mushafı bilerek ve
kasten pisliğe atmak gibi.”
Yine aynı risalede şöyle der: “Bütün günahlar özellikle de
şu zamanda yaygınlaşmış olan; amelî olarak helal sayılan faiz, zina, sarhoş
edici içkiler içmek vb. bunlar amelî küfürlerdir. Bu günahlara batmış kişileri
mücerret olarak bu günahları işledikleri için tekfir etmek caiz değildir. Ancak
gönüllerinde yer eden şeyin Allah’ın ve rasulünün haram kıldıklarını haram
görmemek şeklinde bir itikad olduğu ortaya çıkarsa o zaman onların bu kalbî
muhalefetlerinin dinden çıkaran bir küfür olduğunu anlarız. Ancak bunu
bilmezsek onların küfrüne hükmetmemize bir yol yoktur. Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in “Kişi kardeşine ey kâfir derse bu söz ikisinden birine
döner” hadisindeki tehditin kapsamına girmekten korkarız.”
- İnşaallah devam edecek -