51. Akılcılara şöyle denilir: Siz akıl hakkında oldukça kötü bir kusur işlemişsiniz ve ona oldukça büyük tenkitlerde bulunmuşsunuz. Çünkü Allah Azze ve Celle kullarına aklı onlar vasıtasıyla kendisinin ve peygamberlerinin doğruluğunu bilsinler, akıllarıyla Allah’ı tanısınlar, onun kemalini, sıfatlarını, azametini, celalini, rububiyetini, tevhidini, hak ilah olduğunu, onun dışındakilerin de batıl olduğunu bilsinler diye yaratmıştır.
Bizzat ve birinci
maksat olarak aklı onlara bunun için vermiştir. Akıl vasıtası ile yaratılış
sebepleri ve aklın kendilerine verilme sebebi konusunda onlara yardımcı olacak
maişetlerinin gereklerine bu akılla onları iletmiştir.
O halde aklın en büyük
semeresi yaratıcısını, yoktan var edicisini bilmesi, kemal sıfatlarını, celal
sıfatlarını, fiillerini, rasûllerinin doğruluğunu, onun önünde boyun eğip
zilletle ona taabbud etmeyi gerçekleştirmeleridir.
Sizler aklın aleyhine
o bunları idrak edemez ve akılla bunlar tasdik edilmez diyecek olursanız, hatta akıl bununla çatışır, yalanlar ve
reddeder diye iddia ederseniz. Siz aklı cehaletin en kötüsüyle nitelendirmiş, onun
hakkında en büyük yalan şahitlikte bulunmuş olursunuz. Bu durumda olan bir
kimsenin hiçbir hususta şahitliği kabul edilmez. Allah’ın kendi zatı hakkında
yaptığı şahitliğe, rasûllerinin baştan sona kadar ona yaptığı şahitliklerin
önüne geçirilmesi ise hiç sözkonusu olmaz.
52. Allah Azze ve
Celle kitabı ile yetinmeyenlerin halini reddederek şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine karşı
okunup duran sana indirdiğimiz bu kitap onlara yetmedi mi? Şüphe yok ki bunda
iman eden bir topluluk için bir rahmet, bir öğüt vardır.” (Ankebut, 51)
Sarih aklın kendisine
muhalefet ettiği kitabın yeterli olması imkânsız bir şeydir. Ancak bu kitap,
kendisini akıl ile elde edilen herbir bilginin, görüşün, kıyasın, zevkin,
hakikatin ve siyasetin önüne geçiren kimseler için yeterli olabilir.
Bu kitap böyle bir
kimseye yeterlidir. Aynı zamanda bu kitap böyle bir kimse için ve sadece onun
için rahmet ve öğüt olur.
Bu kitaptan yüz
çeviren yahut başkalarının görüşleri ile ona karşı çıkan kimselere ise bu kitap
yeterli değildir. Böyle bir kimse için hidayet de, rahmet de olmaz. Aksine
böyle bir kimse batıla iman edip, Allah’ı inkâr eden kimselerden olur.
53. Akıllarıyla ve
görüşleriyle vahye karşı çıkanların sözleri üzerinde iyice düşünen kimseler bu
sözlerde iki özelliğin bulunduğunu görür. Bu özelliklerin herbirisi onların
görüşlerinin de batıl olduğunun delilidir.
Birincileri: Bu sözler
bizatihi tutarsızdır, birbiriyle çatışmaktadır ve anlamsızdır. Bu da bu
sözlerin Allah tarafından indirilmediğinin delilidir. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
“Hala onlar
Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi
elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” (Nisa, 82)
Bir sözün bozuk ve
yetersiz olduğunu anlamak için ifadelerindeki tutarsızlıklar, birbiriyle
çatışması ve çelişmesi yeterlidir.
İkinci özellik de
şudur: Bu görüşlerin kaynağı tahmin, zan ve varsayımdır. Bunlar hatadan
korunmuşluğu (masumiyeti) bilinen bir vahiyden kaynaklanmadığı gibi bütün akıl
sahiplerinin ortak bir şekilde kabul ettikleri akıldan ya da fıtrattan
kaynaklanmamaktadır.
Allah Azze ve Celle
ise Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetine muhalefet edenlerin görüşlerinin
hakikatini bu iki özellikle sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun tozutup
savuran rüzgârlara, ağır yük taşıyan bulutlara, kolaylıkla akanlara, emri
paylaştıranlara ki şüphesiz vaadolunduğunuz elbette doğrudur ve şüphesizki
kıyamet elbette gerçekleşecektir. Güzel yolları bulunan gök hakkı için
gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz. Ondan döndürülenler
döndürülür kahrolsun yalancılar (tahminciler) onlar ki kuşatıcı bir cehalet
içinde gafil kimselerdir.” (Zariyat, 1-11)
Allah Azze ve Celle
bununla Allah’ın rasûlü ile gönderdiklerini reddeden ve akıllarıyla ona karşı
çıkanların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarına dair yemin
etmektedir.
Bundan dolayı her
zaman için onların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarını, hiçbir
sözlerinin sebat göstermediğini ve hiçbir sözlerinin dayanak alınamayacağını
görüyoruz.
Onların mesele ve
delillerinden istediğinizi ele alabilirsiniz. Bu hususta alabildiğine ihtilaf
içinde olduklarını görürsünüz. Bu bir söz söylerken öbürü o görüşü
çürütmektedir. Bir üçüncü kişi gelerek kendisinden önceki iki görüşten farklı
bir görüş söylemekte, diğer iki görüşü çürütmekte ve delillerini iptal
etmektedir.
Hüküm ve delil
itibariyle birbirleriyle çatışmadıkları tek bir mesele bulamazsınız. Onlar
insanlar arasında en çok ihtilaf edenlerdir. Öyle ki onlardan birisinin bir söz
söylediğini ve bunun kat’i olduğunu iddia ettiğini görüyoruz.
Daha sonra bizzat
kendisi ondan farklı bir şey söylüyor, önceki sözünü çürütüyor ve bu yeni
sözünün kat’i olduğunu iddia ediyor. Daha sonra yüce Allah bu birbirini
tutmayan sözlerden döndürülenlerin döndürüldüğünü haber vermektedir. Yani
birtakım şüphelerle döndürülenler haktan çevrilmektedir. Bu gibi kimselerin
haktan yüz çevirmeleri bir şüpheye dayalı olduğundan ötürü sanki ondan ayrılmış
olmaktadır ve ihtirası ondan ortaya çıkmış gibidir.
Daha sonra Allah Teâlâ
şöyle buyurmaktadır: “Kahrolsun yalancılar (tahminciler)” (Zariyat, 10)
Hars (tahmin)in esas
anlamı bilgisizce söz söylemektir. Hatta zan, tahmin ve doğruluğuna dair bir
delil bulunmadan rasgele bir söz söylemek demektir. Bundan dolayı yalancı
kimseye “haris” adı verilmiştir. Zan ve tahminde bulunan kimseye de böyle
denilir.
İşte bu nitelik
böylelerine en mükemmel bir şekilde uyabilmektedir. Bunların ellerinde
tahminden ve zanna tabi olmaktan başka bir şey yoktur. Nitekim Allah şeriatine
karşı çıkan, onların geçmişlerini nitelendirirken şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ancak zanna
uyarlar ve onlar ancak yalan ve iftira edenler (hars yapanlar)dır.” (En’am,
116)
İşte bu vahye tabi
olanın durumundan farklı bir durumdur. Vahye tabi olan birbirini tasdik eden
bir söze, biri diğerinin lehine şahitlik eden buyruklara uymaktadır. Onun
uyduğu bu sözler arasında bir tutarsızlık, bir çatışma yoktur. Bu söz alemlerin
Rabbindendir, onun sözü ve onun rasûlüne indirdiği vahiydir. Bu sözün kaynağı
şanı yüce Allah’tır. Onun rasûlünün dili üzere bize sunulmuştur. Onu açıklamak
yüce Allah’a aittir, onu tebliğ etmek de rasûlünün görevidir, bize düşen ise
ona teslim olmaktır.
Allah Azze ve Celle
üzerine düşeni yapmıştır, rasûlü de görevini yerine getirmiştir. Artık bundan
sonra üzerimize düşeni yerine getirmekten başka neyi isteyebiliriz?
54. Eğer kitabın ve
sünnetin zahiri aklın sarih değerlerine muhalif olsaydı, kalpte alabildiğine
büyük darlık ve sıkıntıya sebep olurdu. Bu ise akl-ı selim sahibi herkesin
kendi içinde tanık olduğuna muhalif bir haldir. Kişinin aklı ne kadar mükemmel
ise Allah’ın kitabı dolayısıyla duyacağı sıkıntı ondan o kadar uzak olur. Allah
rasûlüne şöyle hitap etmektedir:
“(Bu)... sana
indirilen bir kitaptır, sakın ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı (bir daralma)
olmasın.” (Araf, 2)
Kitabı vesilesiyle
kalplerden sıkıntıyı ve darlığı kaldıran yüce Allah’tır. Bu kitabın
indirilmesinden önce kalpler en büyük darlık ve sıkıntı içerisinde idiler. Allah
Azze ve Celle kitabını indirince kalplerden sözkonusu o darlık ve sıkıntı
kalktı. Fakat bu darlık ve sıkıntı iman etmeyenlerin üzerinde kalmaya devam
etti. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Allah kimi
hidayete erdirmeyi dilerse göğsünü İslama açar. Kimi de saptırmayı dilerse,
onun da göğsünü daraltır, sıkar.” (En’am, 125)
Bu kitaba bazı
bakımlardan iman etmekle birlikte diğer bakımlardan öyle olmayan bir kimse
üzerinden o kitaba iman ettiği bakımlardan doğabilecek darlık ve sıkıntıları
kaldırılır fakat etmediği bakımlardan kalır.
Bu kitabın hakkı
bilmekte yetersiz olduğunu iddia edip, kulların bu kitabla birlikte birtakım
akli bilgilere, görüşlere, kıyaslara, mantıki kaidelere ve akli bahislere
muhtaç olduklarını söyleyenlerin kalblerinde bundan dolayı en büyük darlık ve
sıkıntı vardır.
Sıkıntıları bundan da
daha büyük olan kimseler ise bu kitabta açık akli bilgiler ile çelişen
hususların bulunduğuna ve aklın bu kitabtakilerin aksine tanıklık ettiğine
inanan kimselerin kalplerindeki darlık ve sıkıntıdır.
Aynı şekilde onun
ayetlerinden bir bilgi ve bir yakîn (kesin bilgi) elde edilemeyeceğini iddia
eden kimsenin kalbinde de bu kitabtan dolayı ancak yüce Allah’ın çok iyi
bildiği boyutlarda darlık ve sıkıntılar vardır.
Bu kitapta bulunan en
şerefli ve en faziletli bilgiler olan yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını ihtiva
eden tevhide dair buyrukların birtakım mecazler, istiareler, hakikatleri
olmayan benzetmeler olduğunu iddia eden kimselerin kalblerinde ise bundan da
büyük bir darlık ve sıkıntı vardır.
İşte bütün bu
taifelerin, kesimlerin kalblerinde bu kitabtan dolayı darlık, sıkıntı ve şüphe
vardır. Bu kitap onlar için bir hidayet, bir şifa, bir rahmet değildir. Bizzat
kendileri hakkındaki şehadetleriyle aynı şekilde yüce Allah’ın, meleklerin ve
onun salih kullarının onlar hakkındaki şahitlikleriyle bu kitap onlara yeterli
gelmez.
İmdi, bunca delillerden
sadece bir tanesi bile sözü geçen ve ileri sürülen o külli kanunu çürütmek için
yeterlidir. Bu akılcılar ve onların taraftarları bu kanunu, Kur’an’ın zahirini
ve sünnetin açık hükümlerini reddetmek için kullanırlar. Bu delillerin
herbirisi aynı zamanda bu külli kanun dedikleri hükümden dallanıp budaklanan ve
onun üzerine bina edilen herbir şeyi de yıkar, darmadağın eder.
Hakkın delilleriyle
güçlendiriliş bu delillerin herhangi birisini çeşitli kelime oyunları yapan
lafızları ve maksatları birbirine karıştırarak şu kabilden sözler söyleyen
kimse çürütmüş olamaz:
“Bizler Allah’ın
rasûlü ile akıl arasında bir çatışma olduğunu söylemiyoruz. Bizler bu
çatışmanın Allah’ın rasûlüne ait olmadığı halde ona nispet edilen hadisler ile
akıl arasında olduğundan bahsediyoruz.”
Bunlara deriz ki: Bu
havada kalan bir sözdür... Bu söz birbirini tutmamaktadır, başı sonunu
çürütmektedir.
Şöyle ki bu sarmal
ifadenin gerçek mahiyeti ve neticesi kendi mezheplerinin esaslarını iptal
etmekte, kanunlarının temelini çürütmektedir. Çünkü Peygamber (s.a)’dan hadis
ilmi ve kaideleri ışığında rivayet edilen hadisler iki kısımdır:
1. Ondan sahih olarak
gelen ve sağlam sika ravilerin naklettiği rivayetler.
2. Ondan sahih olarak
gelmeyen, zayıf ve cerhedilmiş (rivayet ilmi bakımından tenkid edilmiş)
kimselerin naklettikleri rivayetler.
Acaba onlar bu
açıklama ışığında aklın ondan sahih yolla gelmeyen rivayetlerle çatıştığını mı
söylüyorlar, yoksa ondan sahih olarak gelen rivayetlerle çatışma halinde
olduğunu mu iddia ediyorlar.
Eğer çatışma birinci
türden ise bu sözkonusu edilmez. Çünkü bunların sahih olmayışları ve buna bağlı
olarak reddedilmeleri aklın bunlarla çatıştığını söylemeye ihtiyaç bırakmaz.
Şayet ikinci hal
sözkonusu ise peygamberden sahih olarak gelen bir kısmı kabul etmemizi
gerektiren, diğer taraftan yine ondan sahih olarak gelen bir diğer kısmı
–belkide bir önceki kısımdan daha fazla olabilir- reddedilmesini gerektiren
kriterler, ölçüler nelerdir?
Onların bu hususta
hakikati tersyüz etmekten başka bir çıkar yolları yoktur. Bu konuda onlar aklı
esas kabul ettiklerini söyleyecekler. Bu da kaçınılmaz olarak onları gerçekte Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiş birtakım hadisleri sadece
akıllarıyla reddetmek noktasına götürecektir.
Bu ise kesinlikle akıl
ile rasûl arasında bir çatışmayı yeniden başlatmaya dönüştür.
Şayet fasih konuşmaya
özenen bir diğeri: Biz ravileri itham ediyoruz ve bunun ışığında onların
naklettikleri rivayetleri zayıf buluyoruz diyecek olurlarsa,
Onlara şöyle deriz: Bu
da bir öncekisi gibidir. Yani böyle bir itham hadis ilminin apaçık delilleri ve
hadis ehlinin kabul ettikleri kaidelere uygun olarak bina edilmiş değildir.
Aksine bu itham sadece nakledilen rivayetleri kuşatmaktan ve onları anlamaktan
yana kusurluluktan kaynaklanan tutarsız, akli gerekçeye bina edilmiştir...
Buna bağlı olarak
onlar o ithamlarında bulunurlar. Sonra ravilerin rivayetlerini ve haberlerini
reddederler. İsterse bu rivayetler bizzat sahih olsun ve onlar bunu bilerek ya
da bilmeyerek yapsınlar farketmez.
Bu oldukça yanlış bir
iştir. Sünneti temelinden kabul etmeyip reddetmek için kapıları sonuna kadar
açmaktır. Hadis ilmi bize ancak bu sağlam ravilerin senedleriyle ulaşmış
bulunmaktadır.
Peki onların nakil ve
rivayetlerinin esasını kabul etmeye iten, sonra da bunları tafsilatı sözkonusu
olunca o tafsilatı reddetmeye götüren nedir?
Çünkü siz onların
naklettikleri rivayetlerden akıllarınızın akletmediği bir kısmını
reddetmektesiniz.
Bunu yapmanızın tek
sebebi aslında pak nebevi sünnete iman etmeyişinizden başkası değildir. O
takdirde söyleyecek bir söz kalmaz. Bu da –Allah’ın lütfuyla- insaflı olanlar
için yeterlidir.
Batıl peşinde
gidenlere gelince bunlara bin ayet ve delil getirseniz dahi hakka dönmezler.
Bunlar bağırıp
çağıracaklar, sözleri yine allayıp pullayacaklar ve güzel ifadelerle konuşmaya
devam edeceklerdir.
“Sakın böyle bir işe
aldanma çünkü çarpıtılan anlamların pek çoğu allanıp pullanmış ibarelerle
ifadelerle gizlenir.” Onların nitelemelerine karşı Allah’tan yardım dileriz.