Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

29 Haziran 2024 Cumartesi

Vahyi Akıl Süzgecinden Geçirme Fikrinin Çürütülmesi -4–

 16. Sem’i deliller, kitap, sünnet ve icmadır. İcmaya ise kitap ve sünnete ulaşmaya imkân bulunmadığı halde gidilir. O son mertebededir. Bundan dolayı Ömer radıyallahu anh, Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh’e yazdığı mektubunda onu en son olarak sözkonusu etmiştir:

“Allah’ın kitabında bulunanlar gereğince hükmet, eğer Allah’ın kitabında yoksa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde olana göre hüküm ver. Eğer sünnette de yoksa senden önce salih zatların hüküm verdiği şey ile hüküm ver.” (Nesâî (8/231) el-Elbani Sahihu Suneni’n-Nesâî (4989)

Bu yol ashab ve tabiînin ve imamlardan onların izlerinden gidenlerin yolunu izlemektir.

Allah Azze ve Celle ümmeti bir hata yahut aklın açık hükümleriyle bâtıl olduğu bilinen bir husus üzerinde icma etmekten korumuş bulunmaktadır. İcma aklın açık hükümlerine aykırı herhangi bir husus üzerinde gerçekleşmekten yana korunmuş olduğuna göre hatta icmaya muhalif olan aklî bir hüküm bulacak olursak, biz kesin olarak bunun fasid bir aklî hüküm olduğunu da biliriz.

O halde Allah Teâlâ’nın kitabı ile rasûlünün sünnetinin aklın apaçık hükümlerine muhalefetten yana korunmuş olması daha önceliklidir.

17. Aklın ve kitabın çeliştiği var sayılacak olsa, yapılması gereken bizim için hatadan korunmuşluğundan emin olunamayan aklın, hatadan korunmuş olduğu bilinen kitaba ve sahih sünnete havale edilmesidir.

18. Kendi görüşlerine ve akıllarına dayanarak rabbin sıfatları, fiilleri, onun hakkında caiz olan şeylerle caiz olmayan hususlara dalan bu kimselerin kendi aralarında ihtilaf ettiklerini, anlaşmazlığa düştüklerini, şaşkın ve şaşırmış olduklarını görüyoruz.

Onların sahip olduklarının nihai sonucu herkesin yolunu izlediği imamı (önder kabul ettiği kimse hakkında) hüsnü zan beslemesi ve onun kabul ettiği esaslarda onu taklid etmesinden ibarettir.

O kendi aklına göre ona muhalif bir görüştedir. Öbürünün görüşünü izah etmekte zorlanmaktadır ve açıklanmasının gerçekten zor olduğunu dahi kabul etmektedir. Sonra başını önüne eğerek: “Bununla birlikte o, akla uygun olanı benden daha iyi bilir” demektedir.

Onların pekçoğu kendi aklıyla, hocasının ve önder kabul ettiği kimsenin tam zıttı görüştedir. Fakat hocası ve önder kabul ettiği zat hakkında sahip olduğu hüsnü zan dolayısıyla ona muhalefet etmekten kaçınmakta, anlayış kıtlığını kendisine nispet etmektedir. Kendi aklının eksik olduğunu söylemektedir. Buna sebep ise kendisine göre Aristo’nun ya da başkasının büyük olduğunu düşünmesi ve onun kendisinden daha akıllı olduğunu sanmasıdır.

İşte bütün görüş ve mezheplerin müntesiblerinin durumu budur. Onlardan herhangi birisi tabi olduğu kimsenin ve taklid ettiği şahsın bir görüşünün bâtıl olduğunu görmekle birlikte bunu reddetmekten geri kalmaktadır. Çünkü o kendi önderinin ve hocasının ilim itibariyle kendisinden daha mükemmel, akıl itibariyle daha ileri olduğuna inanır. Bununla birlikte o da, akıl sahibi kimseler de şunu bilirler ki tabi oldukları kimseler ve hocaları hatadan korunmuş değillerdir.

Hatadan korunmuşluğu (masumiyeti) teminat altına alınmış, haber verdiği her hususta doğruluğu bilinen nebilerine ve rasûllerine karşı niye böyle bir tutum takınmıyorlar ve niye: “Onun aklı bizden daha çoktur, onun bilgisi bizim bilgilerimizden daha doğrudur” diyerek kendi hocalarına ve tabi oldukları kimselere karşı takındıkları tutumu takınmıyorlar?

Fakat Allah’ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen Allah’a karşı bir şey yapamazsın. Onlar Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlara zillet vardır. Ahirette de onlara pek büyük azap vardır.” (Maide 41)

19. Aklın ona muhalefet ettiğini düşünerek vahiyden yüz çeviren ve bu tutumu takınmasına sebep olarak vahyin kendisine göre yakîn (kesin bilgi) ifade etmediğini gerekçe gösterenlerin kendi aralarındaki anlaşmazlığın, birbirleri aleyhine sapık olduklarına dair şahitliklerinin vahiyden yüz çevirmeleri nispetinde çok farklılık arzettiği görülmektedir.

Vahiyden kim daha uzak ise onun sözü daha tutarsız, o taifenin ayrılıkları daha ileri derecededir.

Mesela Mu’tezile arasındaki ayrılıklar ispat ehli (Allah’ın sıfatlarını kabul eden) kelamcıları arasındaki ihtilaftan daha ileridir. Mu’tezilenin Basra ve Bağdat ekolleri arasındaki anlaşmazlık konularını sıralamak oldukça uzun sürer. Basra’lılar ispat ve sünnete bağlılık konusunda Bağdat’lılardan hakka daha yakındırlar. Basra’lılar Allah Teâlâ’ın işiten, gören, diri, alim ve kadir olduğunu kabul ederler. İrade sahibi olduğunu söylerler. Dünyada aslah (kullar için daha iyi olan)ı yaratmasını vacip kabul etmezler. Vahid haberi ve kıyası kabul ettikleri gibi müçtehidlerin günaha düştüklerini de söylemezler.

Şiaya gelince onların ayrılıkları ve ihtilafları Mu’tezile’den daha büyüktür. Hatta onların yetmiş iki fırkaya bölündükleri dahi söylenmiştir. Çünkü onlar bu dinin çeşitli taifeleri arasında sünnetten en uzak olanlardır.

Felsefecilere gelince onların bir ortak paydasını bulmaya imkan yoktur. Peygamberliğin getirdikleriyle oyun oyna, peygamberliğin getirdiği sınırda durma, aklına dayanarak istediğini söyle, son derece hâkim bir filozof olursun!

Müslüman, Yahudi ve Hristiyanlara mensup bütün taifeler arasında görüş ayrılıkları en fazla olanlar felsefecilerdir. Bunların dışındaki diğer felsefe gruplarına gelince eğer onların sadece astronomi ilmi ile ilgili görüş ayrılıkları anlatılacak olursa oldukça hayret edilecek şeyler görürsün.

Astronomi ise matematiksel ve aritmetiğe dayalı bir ilimdir. O onların bilgilerinin en doğru olanlarındandır. Peki ya tabii ilimler hakkındaki ayrılıkları ve teolojik ilimler hakkındaki ayrılıklarına ne demeli?

Tabii ilimler hakkındaki karşıt görüşlerinin ve görüş ayrılıklarının sayılıp dökülmesi hemen hemen imkansızdır, anlatılamayacak kadar çoktur. Oysa bu duyulara teolojik bilgiden daha yakındır!

Teolojik konulara gelince, onların durumlarını anlamaya yardımcı olacak bir örnek verecek olursak, durumları şuna benzer. Bir topluluk karanlık bir gecede düz bir arazide konaklar. Düşman üzerlerine hücum eder, bundan dolayı karanlık içerisinde ayağa kalkarak herkes burnu doğrultusunda kaçıp gider.

Subhanallah! Onların bu husustaki tutarsızlıkları, zanları ve tahminleri ne kadar da fazladır! Kesinlikle herhangi bir husus hakkında ittifak etmiş değillerdir.

Onların ileri gelenleri bu hususta yakîn (kesin) bilgiye ulaşamayacaklarını, ancak bu hususta daha uygun ve daha yerinde buldukları şekilde konuştuklarını açıkça söylerler!

Bundan dolayı onlardan sonra gelip arkalarından giden kimselerin şaşkınlık, kararsızlık içerisinde olduklarını ve bu hususta hiçbir neticeye ulaşmadıklarını itiraf eden kimseler ortaya çıktı. (Agnostizm)

Allah’ın vahiy ile indirdiklerini bunlar ve bunlara benzeyen kimselerin akıllarının önüne geçirerek rasûllere tabi olan vahiy ehli kimseler için bu durumda bir ibret vardır.

Allah’ın saptırdığına asla doğru bir yol bulamazsın.” (Nisa, 88)

Şeyhulislam (İbn Teymiye) bana şunları anlattı: “Zeki zatlardan birisi –kendi döneminin en bilginlerinden kelam ve felsefe tahsil etmiş birisi olan İbn Vasıl el-Hamevi- anlattığına göre hocası ona şöyle demiş: “Ben yatağıma uzanıyorum, yorganımı başıma çekiyorum, bunların delillerini ötekilerin delilleriyle sabaha kadar karşılaştırıyorum, bununla birlikte benim için hiçbir görüş aydınlık kazanmıyor.”

Bundan dolayı kelam ehlinden bir kesim delillerin aynı değerde olduğunu benimsemiştir. Yani deliller aynı değerde ve birbirleriyle çelişmektedir. Bu sebepten dolayı hak batıldan ayırdedilemez. Onlar bu sözleriyle hem doğru söylemişlerdir, hem de yalan.

Doğru söylemişlerdir çünkü onların delilleri ve bilgi edinme yolları birbirine denk ve birbiriyle çatışma halindedir. Öyle ki onlara müntesip bir şair şöyle demiştir:

“İlimde benim benzerim olan kişi de benim gibi kördür

Bakarsın ki ikimiz de kapkaranlık gecede birbirimizle çarpışıyoruz.”

Gözü ve basireti kör olan bu şair doğru söylemiştir. Bu topluluğun halini Allah’a yemin olsun ki güzel anlamış ve nitelendirmiş, onların hallerini öyle ifadelerle nitelendirmiş ki onları kapkaranlık bir gecede birbirine giren ve çatışan körler topluluğuna benzetmiştir.

Yalan söylemelerine gelince, aydınlık karanlığa, beyazlık siyahlığa, misk en kötü leş kokusuna denk olmadıkça hakkın delilleri ile batılın şüpheleri de birbirine denk olmaz.

Kullarından dilediği kimselerin gözlerini güneşe karşı kör ettiği gibi yine yarattıklarından dilediği kimselerin basiretlerini hakka karşı kör eden Allah’ın şanı ne yücedir. Ancak bunun günahı hakkın değil, basiretlerin zayıflığınadır. Tıpkı güneşi görmeyen gözlerin perdeli olduğu ve bu konuda güneşin bir kusurunun bulunmadığı gibi.

Bu gibi kimselerin basiretlerini nitelendirirken şöyle diyen kişi gerçekten güzel söylemiştir: “Onların basiretleri yarasaların gözleri gibidir. Yarasalar gündüzün ışığında görmezler ve bu aydınlıkta gözlerini açmazlar. Gecenin karanlığı onlara uygundur ve o zaman gider gelirler.”

Bundan ötürü bunların birçoğunun bu yolların herhangi birisinde hidayeti göremediğini, ayakları üzerinde gerisin geri dönerek hayâyı bir kenara itip, kalbinden şeriat bağını sıyırıp attığını, karnı ve ferci hususunda yahut da başkanlık ve malı için azgınlığın istek ve arzularına yöneldiğini bundan ötürü lezzet veren şeylere, şarkıcıları dinlemeye, güzel suretlerle oturup kalkmaya yöneldiğini görüyoruz.

Buna sebep ise ilmin hakikatlerinin ve Allah’ın rasûlü ile göndermiş olduğu imanın kalbinde yer etmemesidir. Onun kalbine bu ulaşmadığı gibi kendi arkadaşları yoluyla da aynı kalbe şüphe ve şaşkınlıktan başka bir şey ulaşmamıştır.

İşte Allah Teâlâ’nın şu buyruğu ile kastettiği kimseler bunlardır:

Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevasına uyarlar.” (Necm 23)

Bundan ötürü onların bilgisi zanlardan ibarettir: “Zan ise hiç şüphesiz hak adına hiçbir şey ifade etmez.”  (Necm, 28)

Onların iradeleri nefislerinin hevasıdır. İlimleri de kendilerini iradeleriyle istediklerine çağırır. İradeleri, ilimleri ile bildiklerine çağırır. Şüphesiz hevaya uymak hakka uymaktan alıkoyar. Allah’ın yolundan saptırır, bundan ötürü onlar da Kur’an’dan yüz çevirdiler ve dünyanın acil menfaatlerini tercih ettiler.

İşte Allah Teâlâ’nın rasûlüne onlara karşı delili ortaya koymasını emrettikten sonra kendilerinden yüz çevirmesini emrettiği kimseler bunlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

O halde zikrimize (Kur’an’a) sırtını dönen ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden sen de yüz çevir. Onların ilimde varabildikleri son nokta işte budur.” (Necm, 29-30)

  20. İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: Allah Teâlâ Kur’an’ı okuyan ve ondaki hükümler gereğince amel edene dünyada sapmayacağına, ahirette de bedbaht olmayacağına dair teminat vermiştir. Daha sonra şu ayeti okudu:

Kim de zikrinden yüz çevirirse gerçekten onun için dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Taha, 124) (Bunu İbn Ebî Şeybe (10/467)  Abdurrazzak (6032) ve Hakim (2/381) rivayet etmişlerdir.)

Bu Allah’ın indirmiş olduğu zikri kapsar. Bu zikirde Allah Azze ve Celle’nin peygamberlerinin getirdiği hidayettir. Buna daha sonra gelen şu ayet delalet eder:

Çünkü sana ayetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun.” (Taha, 126)

  İşte Allah’ın öğüdünden yüz çevirmek budur. Ondan yüz çeviren kimsenin hali bu olduğuna göre aklını yahut taklit ettiği kimselerin aklını ileri sürerek ona karşı çıkan ve bu akıl hakkında hüsnü zan besleyen kimsenin hali ne olacaktır?!

Ancak o zikre itaatle onu kabul eden kimse mü’min olduğuna göre ondan yüz çeviren ve ona karşı çıkan kimse de o zikre iman etmekten insanlar arasında en uzak olan kimselerden birisidir demektir.

- Devam Edecek İnşaallah 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)