Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

29 Haziran 2024 Cumartesi

Vahyi Akıl Süzgecinden Geçirme Fikrinin Çürütülmesi -6–

 26. Peygamberlerin peygamberliğine, Rabbin varlığına ve bedenlerin yeniden yaratılıp, iade edilmesine dair ileri sürülen tenkit edici şüpheler –ki bunları ileri sürenler bunlara aklî deliller adını vermektedirler- hepsi de nakle karşıdır. Nakil ile çatışmaktadır.

Bu şüpheler sıfatları kabul etmeyenlerin nakle muhalefet eden aklî deliller yahut onların türünden ya da onlara yakın türden olduğunu iddia edenlerin ileri sürdükleri şüphelerden daha güçlüdür.

Peygamberliği tenkit ve red sadedinde yaklaşık seksen veya daha fazla şüphe ileri sürülmüştür. Hepsi de aklî şüphelerdir. Allah Teâlâ’nın varlığını ispat için de yaklaşık kırk şüphe (delil gibi kabul edilen gerekçe) ileri sürülmüştür. Bunların hepsi de aklîdir. Ölümden sonra diriliş için de buna yakın gerekçeler ileri sürülmüştür.

Allah Azze ve Celle bilir ki bu şüpheler aynı şekilde Allah’ın sıfatlarını, Allah’ın yaratılmışlarının üzerinde oluşunu, konuşmasını, kullarına hitap etmesini, ahirette gözlerle açıkça görüleceğini nefyeden akılcıların şüpheleri türündedir.

Fakat bu şüpheler sahiplerinin Allah rasûlüne ve İslam’a müntesip oldukları, onun dinini korudukları, yüce Rabbi kendisine layık olmayan sıfatlardan tenzih ettiklerinin söylenmesi karşısında revaç bulmuşlardır.

Yoksa tahkik edildiği takdirde hepsi de birbirine benzer şeylerdir. Rasûlün peygamberliğinin esasına karşı ileri sürülen şüpheler ile rasûlün haber verdiği şeylere karşı ileri sürülen şüpheler arasında herhangi bir fark yoktur.

Bunu ve ötekini dikkatle düşünen bir kimse durumun gerçek mahiyetini açıkça anlar. Hatta peygamberliği esastan tenkide yönelik şüphelerin rasûllerin verdiği haberlere yönelik tenkitçi şüphelerden daha çok olduğu dahi görülebilir. Bu durumda rasûlün verdiği haber ile çatışan akli hükümleri önceleyen kimseye şöyle denilir:

Sen risaletin ve nubuvvetin esası ile çatışan aklî bilgiyi öne nasıl geçirirsin? Sen bu şüpheleri zikredip, onlara verdiği cevaplarla kalbinin bunun gerçekten kabul etmediğini ortaya koymuş oluyorsun!

Şüphesiz bu cevaplar, senin söylediğin sözler arasında tutarsızlık bulunduğunu gösteren birtakım kaidelere bina edilmiştir. Bu kaideleri kimi zaman kabul eder, kimi zaman reddeder, kimi zaman da hüküm vermekten kaçınırsın!

Yoksa sen bu aklî bilgileri bir kenara atıp onları yok sayıyor ve tutarsızlıklarına mı şahitlik etmektesin?

Durum böyle ise rasûlün haberi ile çatışan aklî bilgiler hususunda izleyeceğin yol niye izlediğin öteki yol ile aynı değil, her iki yol niye bir değil?

Böyle bir şüphenin reddedilme yolu gayet açıktır. Sen Allah’ın ve rasûlünün dininin yardımcılarındansın. Sen risaletin esasını, rasûlün getirdiklerini koruyan birisisin ve aklınla bu konuda kesin hüküm veren birisisin.

Bu ise yüce Allah’a hamdolsun ki gayet açık bir delildir.

27. Allah Teâlâ’nın hikmeti ve adaleti aklını ileri sürerek rasûlüne muhalefet eden kullarının aleyhine akıllarını ifsad etmeyi gerektirmiştir.

Bunlar akıllarını ileri sürerek Allah’ın peygamberlerine itaat etmediler. Onların getirdiklerine teslim olmadılar, onların buyruklarına boyun eğmediler. Akılları Allah’ın Rasûlü karşısında kendisinde her türlü tasarrufta bulunan bütün yönleriyle sahibine ait olan itaatkâr bir köle durumunda görmediler. Hiçbir şekilde ona karşı bir tasarrufta bulunamayacaklarını düşünmediler.

Bu sebeple Allah Teâlâ’nın ilk ifsad ettiği akıl kadim hocaları iblisin aklıdır. Çünkü o aklı sebebiyle Allah’ın emrine itaat etmedi, aklı ile nassa karşı çıktı, niçin karşı çıktığını da sözkonusu etti. Böylelikle kendi aleyhine olmak üzere aklı alabildiğine ona kötülük etti. Nihayet batılcıların önderi, inkârcıların başı, kâfir ve münafıkların hocası oldu.

Diğer taraftan rasûllerinden yüz çevirerek onlarla gönderilenlere karşı çıkanların akıllarını nasıl ifsad ettiği ve bu akılların bozuluşunun kendilerini Allah Teâlâ’nın haklarında kitabında sözettiği sonuca nasıl götürdüğü üzerinde de düşünmek gerekir.

Bu akılların fesada erişlerinin bir sonucu olarak onlar peygamberlerden hiçbir peygamberi beğenmedikleri halde taştan ilah edinmeyi beğenmişlerdir.

Bu akılların bozukluğunun bir diğer göstergesi onların körlüğü hidayetten daha sevimli bulmaları, dünya ve ahiretin cezasını mutluluklarına tercih etmeleri, Allah’ın nimetini küfür ile değiştirmeleri, kendi kavimlerini helak yurduna götürmeleridir.

İblis iki kitap ehlinin akıllarını peygamberleri inkara götürerek ifsad etti. Nihayet onlar felsefecilerin görüşlerini kabule kadar ileri gittiler. O görüşleri peygamberlerin getirdiklerinin önüne geçirdiler ve sonunda bütün akıllıları güldürecek sözler söylediler.

Cehmiyye ve Mu’tezile kelamcılarına gelince iblis onların da aleyhlerine olarak akıllarını bozdu. O kadar ki sonunda akıl sahiplerinin söyleyene gülecekleri sözler söylediler.

Kişi rasûlden ne kadar uzak kalmışsa aklı o kadar az ve o kadar bozuktur. Akıl bakımından insanların en mükemmelleri rasûllere tabi olanlardır. Akıl bakımından en bozukları onlardan ve onların getirdiklerinden yüz çevirenlerdir.

Bundan dolayı sünnet ve hadis ehli ümmetin en akıllılarıdırlar. Diğer çeşitli taifeler arasındaki durumları insanların geneli arasında ashab gibidir.

Bu kendisi vasıtasıyla Rabb Azze ve Celle’ye karşı gelinen herbir husus hakkında geçerli olan bir kaidedir.

Ne ile Allah’a isyan edilmiş ise Allah onu sahibinin aleyhine olmak üzere ifsad eder.

Mesela malı ile yüce Allah’a isyan eden bir kimsenin aleyhine olarak Allah malını ifsad eder.

Makam ve mevkii ile ona isyan eden bir kimsenin aleyhine olarak o makamını ifsad eder.

Diliyle, kalbiyle yahut herhangi bir organıyla Allah’a isyan eden bir kimsenin aleyhine Allah onu ifsad eder.

İsterse o bu fesadın farkına varmasın. Allah’ın muhabbetinden, korkusundan, ümitten, ona tevekkül etmekten, ona yönelmekten, onu zikretmekle huzur bulmaktan, onunla teselli bulmaktan, ona yönelmekle sevilmekten yana bomboş kaldığı için harab olmuş bir kalbin fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Acaba böyle bir kalp, fesadı iyice kökleşmiş ve fakat sahibinin farketmediği bir kalpten başka bir şey midir?

Allah’ı anmaktan, onun getirdiklerinden, kelamını tilavet etmekten, kullarına nasihat edip, onları irşad etmekten, yüce Allah’a davet etmekten uzak bir dilin fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Kendisini yoktan var eden ve yaratana kulluktan, ona hizmet etmekten, onun rızasına koşmaktan yana faaliyette bulunmayan azaların fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Özetle eğer herhangi bir şey ile Allah’a isyan edilirse, Allah da o şeyi mutlaka sahibinin aleyhine olmak üzere ifsad eder.

Aklın en büyük isyanlarından birisi de Allah Teâlâ’nın kendisi ile rasûlüne ve ona uyanlara hidayet verdiği Allah’ın kitabından ve vahyinden yüz çevirmek ve başkasının sözü ile onun sözüne karşı çıkmaktır.

Böyle bir aklın fesadından daha büyük bir fesad olur mu?

Allah Azze ve Celle, rasûlüne tabi olanlara bu gibi kimselerin aklının fasid olduğuna dair öyle şeyler göstermiştir ki bunlar onların rasûle, onun getirdiklerine, imanlarının artmasını gerektiren en güçlü sebebler arasında olup, bunlar aynı zamanda rasûlün getirdiklerine daha ileri derecede sımsıkı bağlanmalarını gerektirmiştir.

28. Akıl ile nakil arasında çelişki görenlerin tesis ettikleri bu kaide Allah’ın sıfatları ve fiilleri hususunda seçkinlerden olsun, avamdan olsun herhangi bir kimsenin peygamberlerin getirdiği haber ile yararlanmamasını gerektirir.

Seçkinler için böyle olması şundan dolayıdır: Bunlar bu işi ilminin ve bilinmesinin akıllara ait olduğunu açıkça ifade ederler. Akılların şahitlik ve delalet ettiği şey kabul edilir, akıllara muhalif olan sem’i bilgilerin de reddedilmesi gerekir.

Dolayısıyla bunlar (rasûlden gelen) haberlerden hiçbir fayda elde edemezler. Bunlar hakkı ancak rasûllerin verdikleri haberler ile çatışan akıl cihetiyle yararlanmışlardır.

Avama gelince onlar haberin delalet ettiği hususu akide olarak kabul etmişlerdir. Bu ise özü itibariyle batıldır. Çünkü onlar hak bilgisini ondan elde edememişlerdir. Aksine onlar batıl bir itikada binaen bunu elde etmişlerdir.

O halde rasûlün getirdiklerine bundan daha büyük bir düşmanlık olabilir mi?

29. Rasûlün verdiği haber ile çatışan bir hususun akıl yolu ile bilinmesi caiz (mümkün) kabul edilirse o halde kesin iman bu çatışan hususun olmaması ve şart olarak buna bağlı olması gerekirdi. Belli bir şarta bağlı olan o şartın bulunmaması halinde ortaya çıkmaz.

Bilindiği gibi insanların akılları ile ortaya koydukları bir husus ister hak, ister bâtıl olsun belli bir gayesi yoktur.

Herhangi bir kimse akıl ile bilinen hususlar arasında rasûlün haberi ile çelişen bir hususun bulunacağını kabul edecek olursa, rasûlün haberlerinden hiçbir şeye güvenmesine imkan kalmaz. Çünkü henüz kendisi için belirginlik kazanmamış, akıl yönü ile bilinen hususlar arasında rasûlün haberi ile çatışacak şeylerin varlığı mümkündür.

Eğer bu kimse: “Ben sem’iyyatdan (peygamberin verdiği haberlerden) aklın reddetmediği şeyleri ikrar ve kabul ederim. Yine aklın muhalefet etmediği sıfatları kabul ederim” diyecek olursa, onun bu sözünün belli bir kaide ile belli bir prensibe bağlanması sözkonusu olmaz.

Çünkü o sem’i delilleri tasdik etmeyi, belli bir prensibi bulunmayan bir hususa bağlamıştır. Tesbiti mümkün olmayan herhangi bir hususun var olmaması şartına bağlı olan bir şey hiçbir şekilde prensibe bağlanmış olmaz. Böyle bir asli kaide kabul edildiği takdirde elbetteki kesin bir imanın varlığı da sözkonusu olmaz.

Bundan dolayı görüşünü ileri sürerek şeriate karşı çıkmaya alışmış kimselerin kalbinde imanın ebediyyen karar kılmadığını görürüz.

Kişi ise rasûle kesin bir surette iman etmedikçe mü’min olamaz. (Akıl ile) çatışmaması şartı sözkonusu edilmemelidir.

Bir kimse: “Ben rasûlün haberine onu bertaraf edecek bir karşıt delil ortaya çıkmadıkça iman ediyorum” diyecek olursa, bu kimse rasûle iman etmiş olamaz.

Tıpkı “Akıl başka bir ilahın varlığını kabul etmeye dair bir delil ortaya koyması müstesna Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şahidlik ediyorum” demesine yahut;

Akıl onu reddedecek bir delil ortaya koyması dışında ölümden sonra dirilişe iman ediyorum” demesine ya da;

Akıl onun risaletini çürütecek bir delil ortaya koyması hali müstesna rasûle iman ediyorum” demesine benzer.

İşte böyle diyen bir kimse ve benzerleri kesin bir iman ile iman etmiş olamaz. Böyle birisinin olabilecek en güzel hali şüphe eden bir kişi olmasıdır.-

(Bu gibi kimselerin hiçbir şekilde mü’min olamayacaklarından dahi korkulabilir. Çünkü mü’minlerin gerçek niteliği: “Mü’minler ancak Allah’a ve rasûlüne iman eden ve sonra da şüpheye düşmeyen... kimselerdir.” (Hucurat, 15) diye dile getirilmiştir.)

30. Doğruluğuna aklın delalet ettiği vahiy, aklın şahitlik etmediği vahiyden daha sahihtir. Bundan dolayı mütevatir haber akılcılar tarafından ahad haberlere göre daha çok bilinir.

Bunun tek sebebi ise haber verenlerin yalan söylemek üzere birbirleriyle anlaşıp, ittifak edemeyeceklerine aklın delalet etmesidir. Her ne kadar haber verilen husus kendisine haber verilenin alışageldiği ve bildiği şeylere muhalif ise de akıl sahibleri onların bildirdiklerini tasdik etmekten başka bir yol bulamazlar.

Bununla birlikte rasûllerin doğruluğuna, onların peygamberliklerini ispata dair kesin aklî deliller mütevatir haberi bildirenlerin doğruluğuna delalet eden delillerden kat kat fazladır.

Çünkü bunların herbirisinin doğru söylediğine dair bir delil yoktur. Onların haber etrafında birleşmeleri ve ittifakları onların doğruluklarına bir delildir. Peygamberlerin herbirisinin ayrı ayrı doğru söylediğine dair kesin deliller ortadadır.

Ayrıca onlar sözbirliği ederek aynı şeyleri söylemişler ve hepsinden gelen haberler ittifakla Allah Azze ve Celle’nin üstte oluşunu, semavatının üzerinde, arşının üzerinde ve mahlukatından ayrı olduğunu, onun konuşma sıfatı olduğunu, başkalarını muhatap alıp hitab ettiğini, emir ve nehiy koyduğunu, hoşnut olduğunu, gazap ettiğini, sevap ve ceza verdiğini, sevip buğzettiğini ve bu sıfatlarının celaline layık olduğunu ittifakla bildirdiklerine dair onlardan haberler gelmiş bulunmaktadır.

Dolayısıyla onların verdikleri haberin, haber verilen için ilim ifade etmesi mütevatir haberlerin haberi alanlara nisbetle ifade ettiği ilimden daha büyüktür.

Çünkü mütevatir haberler yanılabilmesi muhtemel bir duyuya dayanır. Ancak peygamberlerin haberleri hata etmeyen vahye dayalıdır. Aklen bu haberleri tenkid etmek sofistlerin duyu organları ile akla dair şüphe ve tereddütleri kabilindendir.

Eğer kat’i delilin karşısına çıkarılan herbir şüpheye dönüp bakacak olursak, bizim duyu organlarıyla yahut aklımızla ya da her ikisiyle bildiğimiz herhangi bir şeyimiz kalmaz ve herhangi bir bilgimize de güvenemeyiz.

- Devam Edecek İnşaallah –

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)