Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

29 Haziran 2024 Cumartesi

Vahyi Akıl Süzgecinden Geçirme Fikrinin Çürütülmesi -5–

 21. Kur’an ve sünnetin dışında bir yerde hidayeti arayan kimsenin sapıklıkta olduğuna dair Allah da, rasûlü de şahitlik etmiştir. Peki Allah’ın saptırdığı bir kimsenin aklı nasıl olur da Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetinin önüne geçirilebilir?

Allah Teâlâ akıllarından hareketle vahyine karşı çıkan akılcılar hakkında şunları söylemektedir:

Kendi hevasını ilah edinmiş, bilgisine rağmen Allah’ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve kalbine mühür vurduğu, yüzü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin? Artık buna Allah’tan başka kim hidayet verebilir. Hiç öğüt almaz mısınız?” (Casiye, 23)

Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, başka yollara uymayın. Sonra sizi onun yolundan ayırırlar.” (En’am, 153)

  Aklını peygamberin getirdiklerinin önüne geçiren kimseler hakkında da şöyle buyurmaktadır:

Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevasına uyarlar. Halbuki andolsun ki Rablerinden kendilerine hidayet gelmiştir.” (Necm, 23)

Kur’an-ı Kerim aklını getirdiklerinin önüne geçiren kimseleri sapıklıkla nitelendirdiği buyruklarla dolup taşmaktadır.

22. Bu peygamberlerin nasslarına bu gibi kimselerin çıkardıkları aklî bilgiler hususunda bizzat kendileri şaşkınlık ve şüphe içinde olduklarına ve bunların hiçbirisi hakkında kesin bir hüküm veremediklerine, bunlardan ilim ve yakîn elde edemediklerine şahitlik ettikleri gibi kendi çelişkileri, tutarsızlıkları ve ihtilafları da aleyhlerine şahitlik etmiştir.

Allah’tan başkası tarafından ortaya konulanlarda pekçok tutarsızlıkların olması kaçınılmaz bir şeydir. Bu hususta rasûllere tabi olanlar da bu gibi kimseler hakkında şahitlik etmişlerdir.

Herşeye şahitlik eden de onlara böylece şahitlik ettiği gibi kıyamet gününde de şu buyrukların üzerine indirildiği zat da onlar aleyhine şahitlik edecektir:

Her ümmetten birer şahit getirip, bunlara karşı da seni şahit getireceğimiz zaman halleri nice olur.” (Nisa, 41)

Bu hususta onlara karşı kitap ve sünnetin nassları da şahitlik etmiştir. Açık akılların delillerinin nassların lehine şahitlik etmesi dolayısıyla da onlar aleyhine şahitlik etmişlerdir.

Peki bunların peygamberlerin getirdikleri nasslara kendileriyle karşı çıktıkları aklın doğruluğuna dair bu şahitlere denk şahitleri var mıdır?

Evet, onların şahitleri Aristo, Eflatun, Pisagor, İbn Sina, Farabi, Cehm b. Safvan, Ebu’l-Huzeyl el-Allaf, en-Nezzam, Cehmî’lerin yüzsüzleri, Mu’tezile, Sabiilerin yavruları ve Mecusilerdir!

Bu apaçık belgelerin kendisine göre çelişkili göründüğü bir kimse için aklın ve naklin de birbiriyle çelişmesi ve nakle göre akla öncelik tanımasını garip karşılamayız.

23. Şüphesiz Kur’an ve imana bağlı olanlar lehine Allah şahitlik etmektedir. –Ki şahit olarak O yeter.- İlim, yakîn (kesin bilgi) ve hidayet şahitlik etmektedir.

Onların bir basiret üzere ve Rablerinden gelen apaçık bir delil üzere olduklarına, akıl, özlü akıl ve basiret sahibi olduklarına, onların nur üzere nura sahip olduklarına hidayet bulan, kurtuluşa erenler olduklarına şahitlik etmektedir.

  Allah Teâlâ gayba iman eden, ona karşı akılları ve görüşleriyle karşı çıkmayan kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:

Elif, lam, mim. Bu o kitaptır ki onda hiç şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir. Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilene de iman ederler. Onlar ahirete de şüphe etmeksizin inanırlar. İşte bunlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Bakara, 1-5)

Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine ilim verilenler bilir ki Rabbinden sana indirilen hakkın ta kendisidir ve o her hamde layık, aziz olanın yoluna iletir.” (Sebe, 6)

Aklı, Kur’ân’ın önüne geçiren kimselere ilim adına az ya da çok hiçbir şey verilmediğinin apaçık bir delilidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi midir?” (Rad, 19)

  İşte bu, Allah Teâlâ’nın böylelerinin kör olduklarına dair bir şahitliğidir. Onun bu şahitliği bizzat kendilerinin kendi haklarındaki şaşkınlık ve şüphe içinde olduklarına ve mü’minlerin onlar hakkındaki şahitliklerine de uygundur.

  Allah Azze ve Celle bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Allah göklerle yerin nurudur. Nurunun misali içinde kandil bulunan bir kandil yuvasına benzer. O kandil de bir cam içindedir. O cam ise doğuya da batıya da nisbeti olmayan, mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulan, parıltısı inciyi andıran bir yıldız gibidir. O (zeytin) ağacın(ın) yağı neredeyse kendisine ateş dokunmaksızın dahi aydınlık verecektir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna hidayet eder. Allah insanlar için misaller getirir. Allah herşeyi çok iyi bilendir.” (Nur 35)

  Allah Azze ve Celle kendisine, isimlerine, sıfatlarına, fiillerine iman etmenin, rasûllerinin kullarının kalblerindeki doğruluklarının, nurunun misalini bu nurun akıllarının kendisi vasıtasıyla iman nurunu gördükleri nura uygunluğunu, görülen nur türlerinin en yükseklerini ihtiva eden bu misal ile bildirmekte, bu nurun üstüste nurlar olduğunu bildirmektedir:

Vahyin nuru, aklın nuru, şeriatın nuru, fıtratın nuru, sem’i delillerin nuru ve akli delillerin nuru (hep üstüstedir).

Allah Teâlâ bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Ölü iken (imanla) kendisini dirilttiğimiz insanlar arasında ona hakkı batıldan ayırarak yürümesi için nur verdiğimiz kimse içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir? Kâfirlere işledikleri iş de böylece süslü gösterilmiştir. (En’am, 122)

Daha sonra Allah Teâlâ bu nurdan yüz çeviren vahye karşı akıl ile çıkan bu kimselerin hallerini, biri onların katmerli cehaletle nitelikli olmaları, diğeri basit cehalet ile cahil olmalarını ifade eden iki misal ile haber vermektedir.

Çünkü onların kimisi düşünen, araştıran, ölçüp biçen, tefekkür eden, kimisi de bunlar hakkında hüsn-ü zan besleyen bir mukalliddir. Allah Teâlâ bu iki kesim hakkında şöyle buyurmaktadır:

Kâfir olanların amelleri ise susuz kimsenin su sandığı dümdüz çöldeki bir serap gibidir. Nihayet ona yaklaşınca onun bir şey olmadığını görür. Hâlbuki kendisi(nin ameli) yanında Allah’ı bulmuştur. O da hemen onun hesabını ona tamamen öder. Allah hesabı çok çabuk görendir. Yahut (onların amelleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir, onu bir dalga örter, onu da üstünden (başka) bir dalga kaplar. Onların üzerlerinde ise bulutlar vardır. Elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremeyecektir. Allah kime nur vermemişse onun nuru olmaz.” (Nur, 39-40)

24. Şöyle denir: Akıl ile nakil çatışacak olursa nakle öncelik tanımak icap eder. Çünkü iki medlulün bir arada kabul edilmesi, iki çelişiğin bir arada kabulü demektir. Her ikisinin de kabul edilmeyip, çürütülmesi iki çelişiğin çürütülmesi demektir.

Akla öncelik tanımak imkansızdır. Çünkü akıl sem’i delilin sıhhatine ve rasûlün verdiği haberin kabul edilmesinin gerektiğine delalet etmiş bulunmaktadır. Eğer bizler nakli kabul etmeyecek olursak, aklın delaletini kabul etmemiş oluruz. Aklın delaleti sözkonusu olmayacak olursa, nakle karşı delil olmaya elverişli de olmaz. Çünkü kendisi delil olamayanın, bir başka delile karşı delil olması uygun değildir. O halde akla öncelik tanımak, onun öne geçirilmemesini gerektirir. O halde aklı öncelemek caiz değildir.

Bu husus apaçıktır. Çünkü sem’i delilin doğruluğuna ve sıhhatine, onun haberinin onu haber veren ile mutabakat halinde bulunduğuna delalet eden bizzat akıldır. Böyle bir delalet ya sahihtir veya batıldır.

Şayet bu delalet sahih ise akli deliller arasında onu çürüten herhangi bir delaletin bulunmasına imkan kalmaz.

Eğer batıl ise o takdirde aklın doğru bir delil olmasına imkan kalmaz.

Akıl sağlıklı bir delil olamıyor ise sahih sem’i delilin önüne geçirilmesi şöyle dursun hiçbir şekilde ona tabi olunmaz. Buna göre aklı naklin önüne geçirmek onun kaçınılmaz sonuçları ve medlullerinin sözkonusu olmaması ile bizzat aklın kendisine bir tenkittir.

Aklı naklin önüne geçirmek, aklın eleştirilmesini gerektirdiğine göre, aklın eleştirilmesi onun delil olmasına engel olur. Bu da aklın aykırı düşmesini önler ve çatışma halinde aklın öne geçirilmesi imkansız olur. Çünkü çatışma halinde öne geçirildiği zaman akıl kendisini iptal etmiş olur. Bu ise meseleyi kökünden çözer.

25. Şöyle denilir: Aklın hak olduğuna delalet ettiği bir şeye aklın karşı çıkması delaletinin çelişkili olduğuna delildir. Bu da böyle bir delillendirmenin tutarsızlığını gerektirir. Sem’i delilin ise delaletinin fasid olduğu bilinmemektedir. Bu delillerin birbirleriyle çatıştıkları, çeliştikleri de bilinmemektedir. Böyle bir şey varsayılacak olsa dahi bunun doğruluğu bilinemez.

İki delil çatışacak olursa, bunlardan birisinin çürük olduğunu bilsek, diğerinin de çürüklüğünü bilmiyor ise çürük olduğunu bilmediğimiz delilin öne geçirilmesi çürük olduğu bilinenin öne geçirilmesine göre doğruya daha yakındır.

Bu da yalancılığı ve fasıklığı bilinen bir şahidin yapacağı şehadetin yalancılığı bilinmeyip, durumu meçhul olan bir kimsenin şahidliğinin önüne geçirmenin caiz olmayışına benzer.

Eğer yalancı şahidin kendisi şahidliklerinin bazılarında yalan söylemiş olduğuna şahitlik ederse durum ne olur?

Akıl sem’i delilin haber verdiği her hususta doğru olduğunu kabul eder. Sonra da o hakka muhalif haber verdiğini söylerse, sem’i delilin lehine sözünün kabul edilmesinin icab ettiğine dair şahitlik etmiş olur ve yine onun sözünün kabul edilmesinin caiz olmadığına da şahitlik etmiş olur.

Onun verdiği haberlerin hak olmadığına şahitlik etmiş olur. Diğer taraftan haber verdiklerinin hak olduğuna dair de şahitlik etmiş olur. Bu ise kayıtsız ve şartsız olarak onun yapacağı şahitliği reddetmeyi gerektirir. Aynı şekilde onun tezkiyesinin de kabul edilmemesini gerektirir. İlk şahitliği de, ikincisi de kabul edilmez.

- Devam Edecek İnşaallah –

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)