Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

29 Haziran 2024 Cumartesi

Vahyi Akıl Süzgecinden Geçirme Fikrinin Çürütülmesi -2 –

 6. Şüphesiz aklın vahye karşı durumu avamdan taklitçi olan bir kimsenin âlim bir müftîye karşı durumu gibidir. Hatta sayılamayacak kadar pekçok mertebelerde daha aşağıdır.

Çünkü taklitçinin (ilim öğrenerek) âlim olması mümkündür fakat âlimin nebî ve rasûl olmasına imkân yoktur. Taklitçi, âlim bir kimseyi bilir. Bir başka taklitçiyi de ona gönderirse sonra da müftî ile onu gösteren kimse ihtilafa düşerlerse fetva soran kimsenin kendisini o müftiye gönderen ve o müftî ile tanıştıran diğer taklitçinin sözünü değil, müftinin sözünü kabul etmesi gerekir.

Eğer o taklitçiye o müftîyi gösteren kimse: “Doğruyu ben söylüyorum, müftî değil. Çünkü onun müftî olduğunu bilmem asıl itibariyle benden kaynaklanır. Dolayısıyla sen onun sözünü benim sözümden öne geçirecek olursan, o takdirde onun müftî olduğunu bilmene sebep teşkil eden aslı tenkit etmiş olursun. Dolayısıyla bu da onun fer’i durumunda olanı (müftîyi) tenkit etmeyi gerektirir diyecek” olursa,

  Fetva soran (müsteftî) ona şöyle der: “Sen onun müftî olduğuna şahitlik edip bu hususta bana yol göstermekle seni değil, onu taklid etmek gerektiğine tanıklık etmiş olursun. Nitekim senin bu husustaki delilin de buna tanıklık etmiş olur. Benim bu konuda sana muvafakat etmem her meselede sana muvafakat etmemi gerektirmez. Senin senden daha bilgili olan müftiye muhalefet ettiğin hususlarda hata etmen, onun müftî olduğu hususundaki bilginin de hatalı olmasını gerektirmez. Sen bir içtihat ve bir istidlal ile onun müftî olduğunu bilmiş durumdasın. Sonra da bir içtihat ve bir istidlale dayanarak ona muhalefet edince esasen taklit etmen ve sözüne uyman gereken kimseye seni muhalefete götüren içtihad ve istidlalinde hata etmiş oldun. O kimsenin müçtehit bir müftî olduğu bilgisine seni ulaştıran içtihad ve istidlalinde isabetli isen onu taklit etmen gerekir.”

Bütün bu hususlar müftinin hata etmesinin mümkün olduğu bilinmesine rağmen böyledir. Fakat akıl şunu biliyor ki rasûl Allah’tan getirip verdiği haberde hatadan korunmuştur ve onun hata etmesi sözkonusu olamaz.

7. Aklın şeriatin önüne geçirilmesi hem akla hem de şeriate tenkidi ihtiva eder.

Çünkü akıl vahyin kendisinden daha bilgili olduğuna, vahye nisbetle bir şey olmadığına, onun sahip olduğu bilgilerin ve bilinenlerin vahye nispetle dağa göre bir hardal tanesinden yahut da denize nispetle parmağa yapışan ufacık bir sudan daha az olduğuna tanıklık etmiştir.

Dolayısıyla aklın hükmü şeriatin önüne geçirilecek olursa bu bizzat aklın kendi şahitliğinin tenkidi demektir. Aklın şahitliği çürütülecek olursa sözünün kabul edilmesi de sözkonusu olmaz. Çünkü aklın vahyin önüne geçirilmesi hem aklı, hem de şeriati tenkidi ihtiva eder.

Bu da hiçbir kapalılığı bulunmayan apaçık bir husustur.

8. Şeriat, Allah Azze ve Celle’den biri melek, diğeri insan olan iki elçi aracılığıyla alınmıştır. Allah ile kulları arasındaki elçi kimi zaman aklın zorunlu, kimi zaman gerekli, kimi zaman güzel, kimi zaman caiz, kimi zaman idrak etmekten acze düştüğü ve kuşatmaya imkân bulamadığı ve fakat ona teslimiyet göstererek hükmüne uymak, boyun eğip kabul etmekten başka bir çıkar yolunun bulunmadığı, apaçık delillerle ve belgelerin tanıklığı ile desteklenmiştir.

İşte bu durumda “Niçin?” sözkonusu olmaz, “Nasıl?”dan sözedilemez, “Neden böyle değil?” ortadan kalkar, “Keşke” rüzgârın alıp götürdüğü hususlar olur. Zira bu gibi sorgulamalar vahye karşı sözkonusu olamaz. İtiraz edenin itirazı geri çevrilir, daha uygun olduğunu zannederek bir kimsenin yaptığı teklif ise beyinsizlik ve cahilliktir.

Şeriat bütünü ile ilim ve amel itibariyle hikmetin en üstün türünü kapsar. Eğer bütün ümmetlerin hikmetleri biraraya getirilecek ve ona nispetle oranlarının ne olduğu tespit edilmeye çalışılacak olursa hiçbir değer ifade etmedikleri görülür. Kendisi ise en yakın yol ve en geniş açıklama ile en üstün maksatları ihtiva eder.

Şeriat kendisini bütün insanlara, insanları yaratanı onlara isimleri, sıfatları ve fiilleri ile çeşitli ihsanlarda bulunanı tanıtmayı aynı şekilde onun rızasına lütuf ve ihsanlarına ulaştıran yolu, onu sağlayan sebepleri tanıtmaya, ona ulaştıktan sonra o yolu izleyenlerin durumunu tarif etmeyi ve tanıtmayı üzerine almıştır.

Bunların karşısında ise onlara batıla çağıranın, batıla götüren yolların ve bu tür yolları izleyenlerin hali ile sonunda bu yolların kendilerini nereye götüreceğini tanıtmak yer alır. Bundan dolayı eksiksiz akıllar şeriati en güzel bir şekilde kabul ile karşılamış, teslimiyet ve itaat ile ona boyun eğmiş, onu himaye etmeye ve şeriatın egemenliğini korumaya çalışmıştır.

Kimisi konuşulan dil ile destek vermiş, kimisi açık akıl ile korumuş, kimisi açık delillerle himaye etmiş, kimisi kılıcıyla, mızrağıyla, okuyla uğrunda cihad etmiş, kimisi helal ve haram bilgisine sahip olmuş, kimisi Kur’ân tefsiri ile yardımcı olmuş, kimisi sünnetin metinlerini, senedlerini hıfzetmiş, bir diğeri ravilerinin hallerini tetkik etmiş, sahih olanını olmayanından illetli olanını illetsizinden tenkid süzgeci ile ayırmıştır.

İşte bu şeriattir. O Allah Azze ve Celle’den gelmiştir, O’na gidecektir. Bu şeriatte putlara tapan, Rahman olan Allah’ı bilmeyen, bedenlerin diriltileceklerini tasdik etmeyen, Allah Azze ve Celle’nin kendi sözüyle insan türüne bir rasûl göndereceğine inanmayan, bir Yunan’lı müşrikten sadır olan tür, cins, alt bölüm, özel bölüm, genel araz, on nitelik ve karşıt önermelerdeki bilgiçlikleri ve mantıkçıların hezeyanı bu şeriatte yoktur.

Akıl ile nakil arasında bir çelişki olduğunu ileri süren bu gibi kimseler böyle bir adamın aklını Allah’ın indirdiği kitaplarının, rasulü ile gönderdiklerinin ölçüleceği bir ölçü olarak almışlardır. Bu kimsenin mantığının ve kullandığı aracın aklıyla ortaya koyduğu kanunun tezkiye edip temize çıkardığını kabul ederler, tezkiye etmediğini terk ederler.

Eğer bu gibi kimselerin ve onlara uyanların akıllarını bozan bu deliller doğru olsaydı şeriat sahibin şeriatını bununla doğrultur, bunu kullanarak kemale erdirir, Allah Azze ve Celle buna dikkatleri çeker, bunlara sımsıkı sarılmayı teşvik eder, bunların ilmine ve öğretimine sarılmaları için kullarına takdim eder ve bunların gereklerini yerine getirmelerini onlara farz kılardı.

Tahribe uğramamış akıllar söylesin: Dinin felsefe karşısındaki konumu nerededir?

Âlemlerin rabbinin sözünün Yunan’lıların, Mecusilerin, puta tapıcıların ve Sabiîlerin görüşüne karşı konumu nerededir?

Nubuvvet nuruyla desteklenen, akıl ile kavranılan şeyler nerede? Allah’a, sıfatlarına, fiillerine, meleklerine, kitaplarına, rasûllerine ve ahiret gününe inanmayan, Aristo, Eflatun, Farabi, İbn Sina ve bunlara tabi olan kimselerden öğrenilmiş akıl ile kavranılan bilgiler nerede? Âlemlerin rabbinden indirilmiş olan vahiyden alınan ilim nerede? Şaşkın ve şaşırmışların görüşlerinden alınan şüpheler nerede?

Eğer bunlar aklı ileri sürecek olurlarsa nebîlerin mirasçılarının akıllarından daha mükemmel akıl olamaz.

Eğer - Firavun, Nemrut, Batlamyus, Aristotales, onların mukallidleri ve tabileri gibi - kendi başkan ve önderlerini ileri sürecek olurlarsa şunu belirtelim ki nebîlerin düşmanları hâlâ onlara karşı olmaya devam etmektedirler.

Bunlar ve benzerleri akıllarını nebîlerin getirdiklerinden öne geçirirler.

Allah için hayret edilecek bir husustur; Rasûlün sözüne nasıl olur da filozofun sözüyle karşı çıkılır?!

Hâlbuki filozof da nebîlere tabi olmakla yükümlüdür. Nebîlerin ise filozoflara tabi olmak yükümlülükleri yoktur!

Rasûl Allah tarafından gönderilmiştir, filozof ise, kendisine bir nebî gönderilen kimsedir. Vahiy hâkimdir (hüküm koyan, hüküm verendir), akıl ise mahkûmdur (hakkında hüküm verilendir.)

Eğer akıl ile yetinilecek olsaydı vahyin hiçbir faydası olmazdı. Üstelik akla göre hakkın konumları alabildiğine farklıdır, görüşleri çeşitli çeşitlidir. Akıl tamamıyla tek bir insanda yahut da belirli bir kesimde bulunmuyor ki onların akıllarını nebilerin getirdiklerinin önüne geçirelim. Aksine herbir kesimin diğerinin aklı ile kavradığı ile bağdaşmayan birtakım akli verileri vardır.

Akıllı kesimlerin herbirinin akıllarını nebilerin getirdiklerinin önüne geçirmesini caiz kılan kimselerden daha çok nebilere karşı zalimlik eden ve daha ileri derecede düşmanlık eden kim olabilir?

Eğer: “Biz iki kişinin dahi hakkında ayrılığa düşmediği aklın apaçık hükümlerini nebilerin nasslarının önüne geçiriyoruz” diyecek olurlarsa,

Hiç şüphesiz onlar nebilere herkesten daha çok uzak oldukları bir iftirada bulunmuş olurlar. Bu iftira; “Nebilerin iki kişinin dahi hakkında ihtilaf etmediği, aklın apaçık hükümlerine muhalif şeyler getirdiklerini” söylemektir.

Şahit olarak Allah yetmekle birlikte bizzat Allah Teâlâ ve onun şehadetiyle melekler ve ilim sahipleri şuna tanıklık etmişlerdir: Nebilerin yolu hikmeti de ihtiva eden kesin delil getirme yoludur. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

Ey insanlar! Size rabbinizden bir burhan (apaçık bir delil) geldi.” (Nisa, 174)

Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi.” (Nisa 113)

O halde delillendirme yöntemi bizzat vahiy ile varid olmuş, doğru olanı dile getirmiş, hayra davet etmiş, güzel akıbeti vaâd etmiş, haberlerin gerçek mahiyetlerini açıklamış, göklerin ve yerin rabbinin sıfatlarını tanıtmıştır.

Tahminî, zannî ve başkalarını taklid yolu ise iki önerme, sonuç ve davadan çıkartılmıştır. Bu iddia sahiplerinin ise bütün imkânları putlara tapan, Rahman’ı inkâr eden Yunan’dan bir adama başvurmaktan ibarettir.

Bu kimse aklı ile bir kanun tespit etti, iddiasına göre bütün insanların ilimlerini ve akıllarını bununla doğrulamaya kalkıştı. Aklı başında hiçbir kimse Âdemoğullarının ilimlerinden olan tek bir meselesini doğrulamakta dahi bundan faydalanamadı.

Aksine onunla ölçülen herbir ilimi mutlaka ifsad etti. Bu alanda yetkin konuma gelen herkes mutlaka insanın gömleğini çıkartması gibi imanın hakikatlerinden sıyrılıp çıkmıştır.

Bu kısır akıl ile ancak yüce yaratıcının kemal sıfatları, celalinin nitelikleri ve fiilleri iptal edilmiş, Allah’ın melekleri, kitapları, nebileri ve ahiret günü inkar edilmiştir.

Şu yüzsüzlük edenlerin hayret edilecek bir tutumları da nebilerin getirdikleri nassları zan kabilinden değerlendirmiş olmalarıdır!

Oysa nebilerin nassları vahiydendir. Buna karşılık mantıkçıların sözleri ile filozofların ve Cehmiye’nin ortaya koydukları kuralları kesin hususlar arasında saymışlardır.

Daha sonra bunlar arasında bir çelişki olduğunu ileri sürdüler ve bunu (akli hükümleri) nebilerin nasslarının önüne geçirdiler!

Şeriat yaratılmışların arasında akıl bakımından en mükemmel, marifet bakımından en büyük, yakîni itibariyle en eksiksiz olan kimsenin dili ile tebliğ edilmiştir. Sizin aklî bilgileriniz ise insanlar tarafından ortaya konulmuştur.

Bunlar düşünmüş, ölçüp bitmiş, zannetmiş, tahmin etmiş ve yorulmuşlardır. Fakat hiçbir faydaları da olmadı. Yorulup, bitkin düştüler fakat hiçbir şey almadılar. Dolaşıp durdular fakat bir türlü kaynağa ulaşmadılar. Dokudular ama hiçte güzel olmadı. Taradılar fakat bir işe yaramadı.

Yüksek amaçlara ulaşmak ümidiyle yola koyuldular ama gayeye götüren yolu izlemediler. Sadece yolculuğun yorgunluğu ile kaldılar. Kılavuzları olmaksızın çeşitli yerlerde dolaşmaya kalkıştılar. Fakat maksatlarına delalet edecek en ufak bir ize rastlamadılar:

9. Şüphesiz ümmet usul ve furû’da çeşitli ihtilaflara düşmüş, ahkâm, helal-haram, tefsir, te’vil ve haberlerin müşkil (açıklanması zor) hususlarda türlü anlaşmazlıklara maruz kalmış, görüş, mezhep ve anlayışları itibariyle çeşitli sınıflara, fırkalara ayrılmıştır. Hâricîler, Şia, Mürcie ve Mu’tezile gibi.

Bununla birlikte ümmetin bu taifelerinden herhangi birisi anlaşmazlığı konusunda mantığa ya da herhangi bir filozofa yahut açık nakle muhalif akla sığınmadığı gibi bu taifelerden herhangi birisi de: “Bizim akıllarımız rasûlün getirdiklerinden önce gelir” dememişlerdir!

Her ne kadar rasûlün getirdiklerine yaptıkları te’vil ile mezheplerini bedbaht etmişlerse de bu böyledir. Onların hiçbir taifesi bu fırkanın yaptığını yapmadığı gibi “Akla uymak, rasûlün getirdiklerine uymaktan daha önce gelir” dememişlerdir.

Yine bu fırkalardan herhangi birisi bu akli düşünce sahiplerine: “Yanınızdaki bilgiyle bize yardımcı olun, tarafınızda bulunanlarla lehimize ya da aleyhimize şahitlik edin” dememişlerdir.

Kendi görüşlerini bu akılcıların şahitlikleriyle tahkik etmek cihetine gitmedikleri gibi onların izledikleri yöntemin de desteğini aramamışlardır. Rabbinin kitabında ve peygamberinin sünnetinde bulmadığı herhangi bir ilim ya da bilgiyi bu akılcıların yanında bulmuş değildir!

Bizler bütün İslâmî fırkaların esasları üzerinde dikkatle düşünecek olursak, hepsinin vahye akla göre öncelik tanımakta ittifak ettiklerini, mezhebî anlayışlarını bunların yaptıkları şekilde kendi görüşlerini ve akıllarını vahyin nasslarının önüne geçirerek tesis etmediklerini görüyoruz.

Çünkü böyle bir iş nebilerin düşmanlarının izledikleri yolun esasını teşkil eder. Nebilerin düşmanları bu esas üzerinde ittifak halindedirler. Bu yöntem onlardan öğrenilmiştir, onlardan algılanmıştır. Allah Azze ve Celle’nin kitabında onlardan sözettiği şekilde onlar onun şeriatine ve dinine kendi görüş ve akıllarıyla karşı çıkmışlardır fakat Allah Teâlâ’nın sözettiği bu kesim ile ötekiler arasındaki fark şudur:

Allah’ın kitabında sözkonusu ettiği kimseler nebileri açıkça yalanlamış, açıkça onlara düşmanlık etmişlerdir. Diğerleri ise nebilerin risaletlerini kabul ettiklerini söylemişler ve zahiren onlara müntesip görünmektedirler. Daha sonra ise kabul ettiklerini belirttikleri hususla çelişerek şöyle demişlerdir: “Bizim akıllarımızı ve görüşlerimizi nebilerin getirdiklerinin önüne geçirmemiz gerekir.”

Bu bakımdan bunların İslâm’a ve müslümanlara zararları diğerlerinden daha büyüktür. Çünkü bunlar İslâm’a intisap ettiler ve esaslarını yıkmaya ve temelinden onu sökmeye koyuldular. Bunu yaparken de İslâm’a destek verdiklerini vehmettikleri gibi başkalarına da bu vehmi veriyorlar!

10. Nebiler ile bu akılcı görüşlerin sahipleri arasındaki fark bu görüşlerin sahipleri ile mutlak olarak insanların en bilgisizi arasındaki farktan çok daha büyüktür.

Çünkü böyle bir cahilin ilim tahsili ve ona öğretim vermek ile bu aklî bilgilere sahip olanların bilgilerini bilen birisi haline gelmesi mümkündür. Fakat bu aklî bilgilere sahip olanların hırsı, zekası, gücü ve öğrenime ayıracağı zamanı en fazla olan bir kişilerinin dahi nebî olmasına imkan yoktur.

Çünkü peygamberlik özellikle Allah’tan verilir. Allah kulları arasından dilediği kimseye özel olarak bu peygamberliği verir. Peygamberlik kazanmakla, gayretle elde edilecek bir şey değildir.

İnsan aklı ile bunun rasûl olduğunu bilip, onun bir hususu haber verdiğini de bilse aklı ile onun haberine aykırı bir şey bulacak olsa, kendisinden daha bilgili olan o doğru sözlünün verdiği haberi teslimiyet ile karşılaması, ona uyması gerekir.

Buna karşılık aklını itham etmesi ve aklını ona nisbetle insanların en cahilinin kendisine nisbetinden daha az olduğunu kabul etmelidir. Allah’ın isimleri, sıfatları, fiilleri ve Allah’ın dini hakkındaki ilim ve bilgi bakımından aralarındaki farkın, tıbba dair hiçbir bilgisi olmayan kimse ile kendi döneminde bu işi en iyi bilen kimse arasındaki farktan daha ileri boyutta olduğunu bilmelidir.

Fakat hayret edilecek bir şeydir, onun aklı ilaçların, gıdaların, içeceklerin, kabız yapanların, ishal yapanların güçleri, nitelikleri, kemiyetleri ve dereceleri hakkında Yahudi bir tabibin verdiği habere uyup itaat etmesini gerektirmektedir!

Üstelik bunlara uyarken birtakım külfetlere, acılara, hoşuna gitmeyen şeylerin zorluklarına katlandığını görüyoruz. Çünkü o, bu Yahudi doktorun bu hususta kendisinden daha bilgili olduğunu zannetmektedir. Onu söylediklerini doğru kabul ettiği takdirde bu kabulü neticesinde şifa bulup, iyileşeceğini de tasdik eder.

Bununla birlikte onun çokça hata ettiğini de bilmektedir. İnsanların çoğunun bu doktorun reçeteleri ile şifa bulmadığını da görür. Hatta doktorun verdiği reçeteyi kullanması belki ölümüne de sebep olabilir.

Şüphesiz ölüm sebepleri arasında doktorların yaptıkları yanlışlıklar da vardır. Yanlışlıkları ve hataları dolayısıyla kabristana gönderdikleri nice maktul vardır. Her ne kadar doktorun hatası ilahi takdire denk düşüyorsa dahi bu böyledir.

Peki böyle bir akılcı niçin kendileri doğru sözlü ve doğrulukları tasdik edilen kimseler olmalarına rağmen Allah’ın rasûlleri ile aynı yolu izlemiyor?

Üstelik onların verdikleri haberin, bildirdiklerinden başka şekilde olması mümkün değildir.

Fakat akıllarıyla nebilerin söylediklerine karşı çıkan kimseler hem basit, hem mürekkep türden o kadar cahillikleri ve sapıklıkları vardır ki ancak herşeyi bilip kuşatan bunun boyutlarını bilebilir.

- Devam Edecek İnşaallah –

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)