36. Eğer akıllarda rasûlün haberi ile çelişen yargıların bulunması mümkün olsaydı, rasûle iman kesinlikle düşünülemezdi. Bunun da iki sebebi vardır:
a. Karşı delilin tümü
ile reddedilmesi halinde bilgi edinmeye imkan kalmaz. İmkânsıza bağlı olarak
kabul edilen bir şey de imkânsızdır.
b. Akılcıların
peygamberleri tasdik ve onlara iman etmeleri şarta bağlı olur. İmanın bir şarta
bağlı olması ise sahih değildir. “Şayet babam bana izin verirse rasûle iman
ettim” yahut “siz bana şunu verirseniz, ya da ondan sonra yönetim işi
bana verilirse” ve buna benzer şartlar koşarak iman ettim diyecek olursa
ittifakla iman etmiş olmaz.
Aynı şekilde eğer:
Akli bir delilin onunla çatışması hali müstesna verdiği haberlere iman ettim demesi
de böyledir. İşte bu, bu gibi kimselerin gerçekte söyledikleridir. Böyle diyen
bir kimse ise ümmetin ittifakı ile rasûle iman etmiş olmaz. Ayrıca böyle bir
iman şer’i bakımdan küfür olduğu gibi, akli bakımdan da fasiddir.
O halde insanlara
düşen görev Allah’ın rasûlüne herhangi bir şarta bağlı olmaksızın mutlak ve
kesin bir şekilde iman etmektir.
“Aklımın yahut
benden daha akıllı olanın ya da benim gibi olanın aklının tasdik ettiğini
tasdik, reddettiğini reddederim” diyen bir kimse de ümmetin ittifakı ile kâfirdir
ve aklı fasiddir.
37. Böyle bir karşı
çıkmak yüce Allah’ın kitab-ı keriminde âyetleri hakkında herhangi bir delil ve
bir bilgileri olmadan mücadele edip tartışmakla yerdiği kimselerden kalmış bir
mirastır.
Allah Teâlâ’nın haber
verdiğine göre böyle bir tartışmanın kaynağı da kibirdir, kendilerinden daha
bilgili olduklarını gördükleri kimselerin takındıkları hakkı kabule karşı bir
büyüklenmedir.
Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: “Peygamberleri onlara apaçık deliller ile
geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şaşırdılar...” (Mu’min, 83)
Cahil ve zalim
nefisler eğer kendilerinden daha cahil olan kimselerden onun vesilesiyle
ayrıcalık kazandıkları bir parça bilgi ve yine o sebeble bir çeşit liderlik ve
mal elde etmişse zalim ve cahil ruhların hali budur.
Bunlara ilimlerinin,
bilgilerinin izlerini kendi bilgi ve ilmi içerisinde silecek türden daha
bilgili kimseler gelirse ona sahip olduğu bilgi ile karşı çıkar ve onun sahip
olduklarına çeşitli bakımlardan tenkitlerde bulunmaya kalkışır.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır: “Allah haddi aşan şüpheci kimseleri işte böyle
saptırır. Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil (sultan) olmaksızın Allah’ın
ayetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah indinde, gerek mü’minler nezdinde bu
öfke oldukça büyüktür. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle
mühürler.” (Mu’min, 34-35)
Yine Allah Azze ve
Celle bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine kesin bir delil
(sultan) gelmemiş iken Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar var ya şüphesiz
onların göğüslerinde asla kendisine ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey
yoktur.” (Mu’min, 56)
Sultan (delil, kesin
delil) semadan indirilmiş kitaptır. Allah’ın kitaplarına ve rasûllerine, kendi ellerinde
bulunan görüş, akli değerler, bid’atler ve bâtıl kelam ile karşı çıkan kimseleri
yeren bu tür ayetler Kur’ân-ı Kerim’de pek çoktur.
Her kim insanların
görüşleri ile vahye karşı çıkarsa onun söylediği bu söz işte bu tür sapıkların
sözleri kabilinden olur. İmam Malik şöyle demiştir:
“Bizler bize bir
diğerinden daha çok tartışma gücüne sahip bir kimsenin geldiği her seferinde
Cebrail’in, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’er getirdiklerini o kimsenin
tartışma gücü dolayısıyla terkedecek miyiz?”
Kim bu karşı
çıkanların benimsedikleri esaslara, bunların kaynaklarına vakıf olursa onların
bu karşı çıkışlarının iki esastan ortaya çıktığını açıkça görür: Hakka tabi
olmaya karşı kibirlenmek ve basireti körelten bir heva
Böyle kimseler
kapkaranlık geceler gibi şüphelerin darbesine uğrarlar. Bu nitelikte olan kimseler
kendi akıllarıyla ve haklarında hüsn-ü zan besledikleri kimselerin akıllarıyla
peygamberlerin getirdikleri haberlere nasıl olur da karşı çıkmazlar.
Daha sonra bu şüpheler
dine bağlı, imana ve hayra sahip kimselerin kalblerine girdi. Bunlar da bu şüpheleri
çürütemediler. Bu sebepten ötürü bunları din edindiler ve Allah’ın kendisi ile
rasûlünü gönderdiği hususların tahkiki olduklarını sandılar. Bunları himaye
için savaştılar, bu hususta kendilerine muhalefet eden kimselerin Allah ve
rasûlü tarafından haram kılınmış haklarını helal olarak değerlendirdiler.
Bunların kimisi
mukallid ve cahil, kimisi hata eden ve iyi niyetli müçtehid, kimisi zalim,
haddi aşan ve mutaassıptır.
Hepsi için vaadolunan
yer kıyamettir ve o gün emir yalnız Allah’ın olacaktır.
38. Aklî bilgilerden
sem’i delillerle çelişen herbir şeyin tutarsız olduğu yine akıl tarafından
bilinen bir husustur.
Şayet sem’i delil ile
çatışmıyor olsa bile bizler onu çürütmekte ve sem’i delil ile çelişki halinde
olduğundan ötürü tutarsız olduğunu kabul etmekte tereddüt etmeyiz. Hatta böyle
bir delil bizatihi de batıldır.
Sem’i delil ile
çelişki olması halinde onun batıl olduğuna dair sem’i bir delil var demektir.
Çünkü böyle bir bilginin tutarsızlığı ve batıl oluşu üzerinde akıl ve sem’in
delili ittifak halindedir. Bu şekilde olan bir bilginin akla da, sem’e de karşı
delil olarak gösterilmesi uygun olmaz.
Bu özet bilgi vahye
muhalefet edenlerin şüpheleri ile bunun tutarsızlığının ve aklın apaçık
hükümlerine muhalefetinin açıklanması ile ortaya konulur.
Bu durum –Allah’a
hamdolsun ki- rasûlün dininin yardımcılarının hâlâ yerine getirdikleri ve
açıklamasını üstlendikleri bir husustur. Bu hususta onlar ilim, iman ve beyan
bakımından mevkilerine göre Allah nezdinde derece derecedirler.
Hiçbir mesele
görülemez ki, onunla Allah rasûlüne karşı çıkılsın da onun yardımcıları ve
taraftarları onu reddedip tutarsızlığını açıklamasın.
Yine onlar, bunu ileri
sürerek karşı çıkanların akıllarının oldukça basit olduğunu ilim türlerinden
herbiriyle mutlaka ortaya koymuşlardır.
Allah’ın sünnet ve âdeti
bu şekilde devam edegelmiştir. Sem’i delile karşı çıkan kimselerin kusurlarını
açığa çıkartmış, onları rezil ve rüsvay etmiştir.
İnsanları güldürecek
şeyler söylemelerine kadar Allah onları akılları konusunda yardımsız
bırakmıştır. Nitekim sem’i delile kendi sözüyle itiraz eden, karşı çıktığı
hususta insanlar kendisine gülünceye kadar yardımsız bırakılmaktadır.
İşte bu peygamberliğin
delillerinin eksiksizliğinden, vahyin sıhhatinin belgelerinin mükemmelliğinden
kaynaklanır. Ona karşı çıkan kimse akıl sahiblerini güldürecek şeyler söyler.
Birisi şöyle
diyebilir: “Peygamberlerin getirdiklerine karşı haklı bir itiraz bulunabilir.”
Eğer karşı çıkanın yetersizliği tesbit edilir ve batıl olduğu tahakkuk ederse
bu o kişinin imanını ve yakînini arttırır ve böylece bu başkasının yanında
benzeri bulunmayan bir kokuya sahip olduğunu ve bunun gibi hoş bir kokunun
kimsede bulunmadığını ileri süren bir kimse durumunda olur.
Bir başkası ona karşı
çıkarak kendisinin yanında onun gibi hatta ondan daha üstün koku bulunduğunu
ileri sürebilir. Onu dışarı çıkartınca bakarsın ki o en kötü ve en berbat bir
koku imiş fakat ortada pisliklerde, çöplüklerde yetişmiş, pislik böcekleri
kabilinden akıllar da vardır. Bunlar ancak içinde yaşadıkları ortamda rahat
edebilirler.
39. Şüphesizki akıl
ile vahyin nassları arasında çatışma, peygamberliğe gerçekten iman eden
müslümanların kurallarına da, peygamberliğin hakikatini tasdik eden dinlere
mensup herhangi bir kimsenin benimsediği esaslara da uygun bir şekilde ortaya
konulamaz.
Böyle bir karşı
çıkmanın peygamberliğe iman ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle bir karşı çıkış
onlar arasından peygamberliği kabul eden kimselerden beklenebilir.
Onların bu kabulleri
de kendisine tabi olunmasını gerektiren özel bir zuhuru olan hikmet sahibi bir
varlığın mevcudiyetini itiraf etmektir. Bu zat onlara akıllarının idrak
edemediği bir şeyi haber verecek olursa, onlar da akıllarını ileri sürerek onun
haberine karşı çıkar ve akıllarını haberlerinin önüne geçirirler.
İşte akıl ile
peygamberlerin nassları arasında çatışma olduğunu kabul edenler ve Allah’a,
meleklerine, kitablarına, rasûllerine ve ahiret gününe iman bahislerinde
peygamberlerin nasslarına karşı çıkanlar bunlardır. Bu beş iman esasında bunlar
akıllarıyla karşı çıkmışlar ve peygamberlerin yolu üzere bunların hiçbirisini
tasdik etmemişlerdir.
Daha sonra bunların bu
karşı çıkışları peygamberlere uyanlara da bulaştı ve kendi aralarında bunu
kendilerine miras bırakan kimsenin mirasını paylaştıran mirasçılar gibi paylaştılar.
Herbir kesimin vahiyden payı mezheblerinin ve taklid ettikleri kimselerin
muhalefeti oranında olmuştur. Onlar vahyin nasslarını dışarda tutarak böyle bir
karşı çıkmaya sığındılar ve ona sıkı sıkıya yapıştılar.
Bilindiği gibi bu
peygamberliğe iman ile çelişmektedir. Bunu iddia eden bir kimsenin kendisi
çelişkiye düşse bile kabul edebileceği en ileri nokta peygamberin ilmi hususlar
dışında ameli hususlar için bir rasûl yahutta bir kısmı dışarda kalmak üzere
haber verdiği bir kısım ilmi hususlar hakkında bir rasûl olduğunu kabul
etmekten ileriye gitmez.
Böyle birisinin durumu
onun insanların hepsine değil de bir bölümüne peygamber gönderildiğini kabul
edenlerden daha kötüdür. Çünkü bu görüşü kabul eden bir kimse onu hem ilmi hem
ameli hususlarda bir rasûl kabul eder. Fakat risaletinin bütün mükelleflere
umumi olduğunu inkâr edişinde çelişkiye düşmekle birlikte onun getirdiği
haberler ile akıl arasında bir çelişki görmez.
Böyle bir kişi
peygamberin davet olunanlara risaletinin umumiliğini inkar ederken öteki davet
ettiği ve haber verdiği şey hakkındaki risaletinin genelliğini inkar
etmektedir.
Gerçekte ne bu ne
öteki onun risaletine iman etmiş olmaz.
Çünkü buna şöyle
denilir: Eğer bu gerçekten bunlara Allah’ın gönderdiği bir rasûlu ise o zaman
diğerlerine de rasûl olduğu kesindir. Çünkü o bunu da haber vermektedir. Onu
tasdik etmenin zorunlu bir gereği olarak risaletinin umumi olduğuna iman etmek
gerekir.
Diğerine de şöyle
denilir: Eğer o ameli hususlarda Allah’ın rasûlü ise ve bu hususlar Allah’tan
gelmiş hak iseler ilmi hususlarda da Allah’ın rasûlüdür, çünkü o bunu da,
ötekini de Allah’tan diye haber vermiştir.
40. Akıllarıyla vahye
karşı çıkan bu kimseler dört büyük hata işlemişlerdir:
a. Peygamberlerin nasslarını
reddetmeleri
b. Nakil hakkında kötü
zan besleyip, onu akla aykırı ve akıl ile çelişir konumda görmeleri
c. Aklın bilgileri
arasında nasslara uyanları reddetmek suretiyle akla karşı suç işlemeleri. Çünkü
aklın reddettiğini iddia ettikleri nassların akla uygunluğu akıl ile
çatışmalarından daha açık bir şekilde ortada bulunmaktadır.
d. İcad ettikleri esas
ilkelerinde uydurdukları görüşlerinde –bunlar hem akla, hem nakle muhalif
olmakla birlikte- kendilerine muhalefet eden kimseleri küfürle yahut bid’atçi
ve sapık olmakla itham etmeleri.
Böylelikle onlar hem
akla ve nakle aykırı olan görüşü kabul edenlerin görüşünün doğru olduğunu her
ikisine uygun düşenlere yapışanların hata içerisinde olduğunu söylemişlerdir.
Bu görüş ise Allah’ın kendilerine bir nur vermediği ve kalbinde nubuvvet nuru
aydınlığının ulaşmadığı kimseler arasında revaç bulmuştur.
- Devam Edecek
İnşaallah –