Bismillah.
Şüphesiz
bid’at ehlinin özelliklerinden birisi de; önce bir şeye itikad edip veya amelde
bulunup, daha sonra buna delil aramaya kalkışmaları ve delilleri hevâlarına
göre yontmaya girişmeleridir.
Yine
bir diğer özellikleri; meşru olanı yasaklayıp meşru olmayanı uygun görmeleridir.
Son
günlerde bid’at metotlarla tevhidi anlatmaya çalışan bazı göz boyacılarının:
* kadınların
huzuruna arada perde olmaksızın çıkarak ders yapmaları,
* mescid
dışında şer’i ilim tahsili için tahsis edilen ve mescid olarak bilinmeyen
derneklerde kadınların veya erkeklerin toplanmaları,
* seminer
ve konferanslarda hristiyan papazlarının kiliselerde yaptıkları gibi kürsüden,
sandalye/koltuk üzerinde oturanlara hitap etmeleri vb. bidatlere karşı
çıkılması üzerine itirazlar yükseldi.
Selefilik iddia eden Mu'tezile bir kelâmcının
“hatta kadınlar da örtülü oldukları takdirde arada perde olmaksızın
erkeklere ders verebilir” şeklindeki, müslümanların icmaına aykırı
iddiaları işitenler üsluplu(!) tepki vermedikleri için bir şeyler yazmak maalesef
benim gibi bir üslupsuza düştü.
Bir
de savunmaya geçerek: “yasaklanan şey; kadının çarşı pazarlarda
dolaşmasıdır, mescide gitmesi değil” diye bâtılı tevil ettiler.
Kadınları
mescidlerden veya ilim öğrenmekten engellemek istiyormuşuz gibi îmâlar yapıldı.
İçinde namaz kılınmasına karşı çıkılan derneklerden mescidmiş gibi bahsedildi.
Mescid
davetinin ise arkasındayım:
*
Sünnetlerin ihya edildiği, bid’atlerin öldürüldüğü mescide!
*
Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde olduğu gibi; erkek,
kadın, büyük, küçük herkesin ilim tahsil etmesi gereken yer olan mescide!
*
Hatibinin erkek olduğu, erkeğin kadını, kadının erkeği görmeyeceği saflarda
nazar disiplininin muhafaza edildiği, namaz esnasında bile erkeğin
“subhanallah” diyerek, kadının ise “el çırparak” uyardığı, ses disiplininin de
muhafaza edildiği mescidlere!
*
Yine de kadınlar için evlerinin daha hayırlı olduğu mescidlere!
Dinde
malum bir kaide vardır: “Aksine bir delil gelmediği sürece ibadette asıl olan
haramlıktır, eşyada (ibadet ve dinle doğrudan ilgili olmayan konularda) ise
asıl olan mubahlıktır.”
Şer’î
ilmin tahsili için toplanmak şüphesiz bir ibadettir. İlim tahsili ibadetinin
icra edileceği yer ise sünnette mescid olarak varid olmuştur. Bunun fazileti
hakkında da “Bir topluluk Allah’ın evlerinden bir evde (yani mescidlerden
birinde) toplanır ve Allah’ın kitabından ders yaparlarsa….” buyrulmuştur.
Mescidlerin
sünnetteki fonksiyonunu gerçekleştirmemizin önüne; kaldırmaya güç
yetiremediğimiz engeller girmiştir, Itban b. Malik radıyallahu anh’ın
rivayet ettiği kıssada olduğu gibi bir yeri mescid edinebiliriz! “Ama
mescidler bidatlerin kahr-ı sultasında kalsın, namazlarımız sünnete uymasa
da olur, dernek kurarız ilim tahsili için” diyorsanız, sünnete uyan neyimiz
kalır?
Allah
Azze ve Celle münafıkların özelliklerinden birini şöyle açıklar:
"Bu da, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşnud
olmayanlara, "biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz" demiş
olmalarındandır. Oysa Allah, onların bütün sırlarını bilir." (Muhammed
26)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetinden
hoşlanmayanlara "Biz bazı bidatler hususunda size itaat edeceğiz"
demek gibi değil midir bu?
Diyanet
camilerinde bilmeyenlere hakkı tebliğ ederiz iddiasıyla kendilerini fitneye arz
eden ve bu konuda başarılı olduklarını zanneden hayalperestler, mesela
secdelerde el kaldırma farzını terk ettiler, tadili erkan olmaksızın kıldıkları
namazları ifsad ettiler, Allah rasulünün mihraplardan sakının ikazına kulak
tıkadılar, âmin derken sesleri kısmayı emrettiler, bidat ehlini taltif edip
batılın kalabalığını artırdılar, hoş görünmek için el-fatiha dediler,
başkalarını kazanalım derken farkında olmadan kendilerini kaybettiler! Tabii ki
muvazenesini bozanlar sünnete uymakta direnip kendileri gibi sapmayanı itham
ederler. Müminler için gösterilmesi gereken yumuşaklığı bid’at ehline sunarken,
bidat ehli ve münafıklar için göstermeleri gereken sertliği sünnet ehline
uygularlar!
Bu işin diğer bir sakıncası da şudur ki; dini hakkında yeni şuurlanmaya başlayan insanlar, hatta eskiler bile, bilgisiz kimselerden gördükleri tepkilerden dolayı kavga ortamı oluşmakta, avam tekfire dahi kalkışılmaktadır. Zira camilerdeki saflar adeta harp alanı gibidir; ilerili gerili ve boşlukludur. Dolayısıyla kalplere sürekli ihtilaf atılmakta, hakkı anlatma niyetindeki insan samimiyetinden sapmaktadır. Şüphesiz yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ve sahabenin yoludur. Cemaat kavramını da cahil toplumdan değil, ancak salih seleften öğrenmemiz gerekir. Cemaatten kastedilen rahmeti önce bilenler uygulayarak tatmalıdır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak bid'at işleyenlerin kalabalığı ise asla dindeki cemaat kavramı ile örtüşmez!
Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem: "Müslümanın kendisini küçük düşürmesi
yaraşmaz" buyurunca sahabeler: bu nasıl olur? diye sorarlar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle açıklar: "Altından
kalkamayacağı işe girişir. Bu onun kendisini küçük düşürmesidir." Diyanet
mescidlerindeki münkerleri değiştirmek garip kalmış sünnet ehlinin güçlerinin
yetmeyeceği bir iştir. Ancak sünnetin ihya edildiği mescidler kurmaya güç
yeter. Eğer güç yeten vakit bu yerine getirilmezse, Allah bu imkanı da
elimizden alır.
Mescid
yapılarak Allah’a ait kılınamayan, “dernek” adı verilen evlerden bir evde, “bir
ibadet” olan şer’î ilim tahsili için sünnete uygun olmayan toplanmalar
bid’attir. Zira bu konuda delil yoktur. Sufiler, mescid fonksiyonlarından
bir kısmını ikame etmek üzere önce hıristiyanlardan dergah açmayı, onlara
uyarak aleviler de cem evi açmayı öğrendiler. Bu bid’ati ihdas ettikten
sonra sufiler bu yaptıklarına delil aradılar, Ashabı suffe'yi batıl
işlerine delil getirdiler! Hayır ve yardımlaşma amaçlı bir dernek kurulmasında
Hılfu'l-Fudul örneği vardır. Lakin şer’î-ilmî derslere tahsis edilen bir yer
olan ve mescidin fonksiyonu olan ilim meclislerine alternatif çıkıp sünneti
öldüren bir dernek anlayışı nasıl olur?
Batıl
davaların önderi her kimse ve ne diyorsa çaldık duvara, bizim önderimiz “Her
kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur” buyurur.
*Kadının
dinî olmayan bir ihtiyacı için, hicabına bürünerek, erkek kalabalıkları
arasına sıkışmaksızın dışarı çıkmasına gelince; bu eşyadandır ve bunu
yasaklamaya delil yoktur!
Hatta
deliller bunun aksinedir! Zira İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın hanımı gibi, el
işleri yapıp bunları satmaya çıkan, Havle radıyallahu anha gibi kadınlara güzel
koku satmaya çıkan, Kayle el-Enmariye radıyallahu anha gibi pazarda ticaret eşyası
satan sahabiye hanımlar meşhurdur!
Gördünüz
mü nasıl da münker emrediliyor ve ma'ruf yasaklanıyor!
Daha
önceki yazımda; bina içi gibi kapalı ortamlarda kadınlar ile erkekler arasında,
kadının ferdî tesettürüne ek olarak perde hicabının da zorunlu olduğunun
delillerini zikretmiştim. Haya sigortası kitabımda bunun mütevatir sünnetle
sabit olduğunu açıklamış bulunuyorum. Lütfen "Kadınlar yanında duvar mı
taşıyacak" diyerek Allah'ın diniyle dalga geçmeden önce okuma zahmetine
katlanın!
Bina
içinde; kadınların ferdî tesettürüne ek olarak perde veya duvar hicabının da
emredilmesi hakkında Ahzab suresi 53. Ayetinin tefsirlerine de bakabilirsiniz.
Video
ve suretlerle islama davet bidatine bulaşanları bile, hiçbir delili olmadığı ve
açık naslara aykırı olduğu halde savunanlar; kör bayrak arkasında savaşan
taassup ehlidir ve onların: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
kadınlara ders vermek için gün ayırmış, bunu yasaklayan delil mi var?”
demeleri pek bir samimiyetsizdir!
Bu konuda: "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinde meşru kılan ortakları mı var?" (Şura 21) ayeti yasaklayıcı delildir. Zira dinle ilgili işlerde bu işin meşru olduğunu gösteren bir delil bulunmadıkça o şey yasaktır.
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in hicablarına bürünmüş yabancı kadınlarla arada
perde olmaksızın konuşması kendisine özel hallerdendir!
Bir
gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yanında bir hanımı ile mescide
giderken yoldan geçen iki sahabeyi çevirir ve onlara şöyle buyurur: “Dikkat
edin, bu yanımdaki hanımım Safiyye’dir” Sahabeler: “Ey Allah’ın rasulü!
Senden şüphelenecek değiliz ya” deyince, “Lakin şeytan hepinizin
damarlarında dolaşır…” buyurur. Seninde mi ey Allah’ın rasulü! Deyince; “Evet,
benim de, lakin benim şeytanım bana boyun eğdirilmiştir” – ya da bu manada
- buyurur.
Bu
kıssa şuna delalet eder:
1-
Asrı saadette birbirine yabancı kadınlarla erkekler karışmıyorlardı. Böyle bir
durum düzgün toplum fıtratına aykırı olduğu için Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem yanındakinin eşi olduğunu açıklama gereği duymuştur. Yine bu temiz
toplum fıtratının bir gereğidir ki, küçük yaşta evlenmiş olan Aişe radıyallahu
anha’nın henüz kız çocuğu olan arkadaşları, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem girince hayâlarından dolayı hemen kaçıyor, gizleniyorlardı!!
2-
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yalnız kendisinin şeytanının boyun
eğdirildiğini bildirmiştir.
Bu
yüzdendir ki, Kureyş’ten bazı kadınlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile
konuşurlarken Ömer radıyallahu anh içeri girince perde arkasına geçerler… (Buhari (3294) Muslim (2396)
Bu kadınların Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile konuşurken gizlenmeyip, şeytanın kendisinden kaçtığı bildirilen Ömer radıyallahu anh’den gizlenmeleri, bu durumun Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e has olduğunun delillerindendir.
Bu kadınların Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile konuşurken gizlenmeyip, şeytanın kendisinden kaçtığı bildirilen Ömer radıyallahu anh’den gizlenmeleri, bu durumun Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e has olduğunun delillerindendir.
Nitekim
hiçbir erkek sahabenin – bildiğimiz kadarıyla - mescidlerdeki umumi vaaz
dışında kadınlara özel ders yaptığı rivayet edilmemiştir.
Kadının
erkeklere hitabına gelince; delilerin kuyuya attıkları taşlarla uğraşacak
akıllı kalmadı… Ne diyordu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “…Siz kadınlar kadar aklı başında
olanların aklını çelen yoktur…” Kadınlar akıllı(!)larının
etrafından hele bir çekilsinler de belki aklı başına gelir… Gavurlar bile
anlamış; kadın tuvaleti ayrı, erkek tuvaleti ayrı!
*
Allah rasulünün kullandığı ve açıkladığı; “Deyyus” kelimesi; eşini kıskanmayan
veya eşinin yanına erkekleri sokan kimse demektir. Argo çevreleri müslüman
örfünü temsil etmez. Bu yüzden argocuların bu kelimeye yüklediği anlam
sebebiyle, Allah rasulünün kullandığı kelimeyi kullanmak üslupsuzluk değildir.
*
Müslüman bir kadının erkeklerin huzuruna çıkıp ders vermesini teklif etmek veya
müslümanların hanımlarını arada iki cinsin birbirlerini görmelerini engelleyen perde
olmaksızın – adı dinî ders de olsa - bir erkeğin huzuruna çıkarmalarını teklif
etmek, yukarıda açıkladığımız manada deyyusluk davetidir.
*
Bu gerçeği söylemek, Allah rasulünün üslubuna aykırı değildir! Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinden zina etmek için isteyen gence, “bunun
annene, kızına, kız kardeşine yapılmasını ister misin?” buyurmuştur.
* Yumuşak
söz söylemenin yeri olduğu gibi, bâtılı reddederken sert sözler söylemek de Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in üslubunda vardır: hariciler cehennem ehlinin
köpekleridir sözü gibi.
Şayet
masum olmayan, isabet de, hata da edebilen bir zâta olan vefâ anlayışı, Allah’a,
rasulüne ve dinine olan vefânın önüne geçirilmeseydi ne demek istediğim gayet
açıktı. Masum olmayan birine karşı masum olmayan bir başkasını tercih etmeyi
kimse teklif edemez. Lakin sarıldığımız takdirde sapıtmayacağımız iki şey;
Allah’ın kitabı ve rasulünün sünnetidir. Ne benim bozuk gördüğünüz üslubum ne
de kelamı güzel becerenin anlayışı bu ikisine üçüncü olmaz.
Sinsidir
sîneler, hakkı yok tutan,
Hakka
kükrer, bâtıla dilsiz şeytanSırça köşkte sırıtır şarlatan
“Kardeş” dediler, kalleşe sordular
Hak
söylediler bâtılı kast ederek
Edebiyatla
hisleri mest ederekTahammülleri zorla test ederek
Hakkı bâtıl ile bir yoğurdular
Tatlı
dille çıkardılar yılanı
Hak
diye tanıttılar yalanıKandırdılar “falan” diye “filan”ı
Dağ idiler, fare doğurdular
Zulmü
içmişler, adaletten geçtim,
Kitabı
yutmuşlar, nasihatten geçtim, Belalarını bulmuşlar, âhtan geçtim,
Tehlikeli yerlere oturdular
Susturduk
dediler zulme susanı,
Susturdular
doğru konuşanıKoşturdular şerre yanaşanı
Gelen şerri de hayra yordular
Ağzıma
gemi dünyada vurdular
Gözleri
bağlayıp, dilleri kurdular
Ya
Rab! Yoluna böyle durdular
Takatim
kalmadı çok yordular
Ebu
Muaz el-Çubukâbâdî