İlk dönemlerinde İslam
çok dirençli hatta güçlü durumda idi. Müslümanlar da galip idiler ve çok büyük
bir çoğunluğu teşkil ediyorlardı. Ehl-i İslam'ın ve ona yardımcı olan dostların
çokluğu sebebiyle o dönemlerdeki durum bir gurbet/gariplik olarak
nitelendirilemezdi. Onların yolundan gitmeyen veya gittiği halde İslamda bid'at
çıkaran diğer insanların, gözde büyütülecek
herhangi bir hamleleri ve kurtuluşa eren Allah taraftarlarını zayıf
düşürecek bir güçleri yoktu. Bu sebeple Müslümanlar bir istikamet/doğru bir yol
üzerinde bulunuyorlar, her şey birlik ve uyum içinde cereyan ediyordu.
Bu birlik ve uyumun
dışına çıkan da mağlup oluyor ve bastırılıyordu. Bu durum, Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem'in haber verdiği parçalanma olayı gerçekleşinceye ve İslamın
kuvveti, beklenen zayıflığa dönüşünceye kadar devam etti. Fırkalar
ortaya çıktıktan sonra sünnetin dışına çıkanların saldırıları yoğunlaşıyor
ve sayıları çoğalıyordu. Başkaları tarafından örnek alınmaktan hoşlanan kişi,
onların da kendisi gibi olmasını ve düşünmesini ister. Şüphesiz galip olan,
çoğunlukta olandır. Bütün sünnetler, Bid'atlerin ve nefsânî arzuların hücumuna
uğradı. Bidatçiler de pek çok gruba ayrıldılar. Bu da Allah'ın yaratıkları için
koyduğu bir kanundu: Bâtıl taraftarlarının yanında hakkın taraftarlarının
sayısı az olacaktı. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyordu: "Sen ne kadar
yürekten istersen iste, insanların çoğu inanmazlar.”(Yusuf
103) "Kullarımdan şükredenler pek azdır.” (Sebe 13)
Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem gurbet halinin ileride tekrar ortaya çıkacağını haber
vermişti. İşte Allah Teâlâ elçisinin bu sözünü doğrulayacaktı. (Bâtılın sayıca çokluğunun bir sebebi de bu idi.)
Gurbet, ancak Müslümanlar bulunmadığı veya sayıca az oldukları zaman meydana
gelen bir durumdur. İşte o zaman iyilikler kötülük, kötülükler iyilik,
sünnetler bid'at, bid'atler sünnet olur (öyle kabul edilir). Önceleri bid'at
ehline karşı çıkılırken artık sünnet ehline karşı sert ve azarlayıcı bir tavır
takınılmaya başlanır. Çünkü bid'atçı, dalâlet/sapıklık üzerinde birleşilmesini
arzu eder. Allah Teala ise, kıyamet kopuncaya kadar insanların hepsinin
sapıklık üzerinde birleşmelerine izin vermez. Sayılarının çokluğuna rağmen
fırkaların tamamı genellikle sünnete muhalefette birleşmezler. Böyle bir şey
duyulmamıştır. Fakat ehl-i sünnet cemaatı kıyamete kadar her zaman mutlaka
bulunacaktır. Bununla beraber onlar, sapık fırka mensuplarını (Sünnete ve
İslamın temel esaslarına) uymaya çağırdıklarından dolayı onların
düşmanlıklarına, kin ve nefretlerine fazlasıyla maruz kaldıkları için daima
cihad ederler, mücadele ederler, kendilerini savunurlar ve gece gündüz onlarla
savaşırlar. Allah Teala bundan dolayı kendilerine kat kat sevap ve büyük mükâfatlar verir.
Buraya kadar
anlatılanlardan özet olarak şu sonuç ortaya çıkıyor: Sünnete muhalif olan
kişiyi sünnete uymaya çağırmak her zaman için geçerlidir. Bu, herhangi bir
zamana mahsus değildir. Kendisi sünnete uymaya çağırıldığında bunu kabul eder
de muvafakat gösterirse, hangi hal üzere olursa olsun artık doğru ve yerinde
bir iş yapmış olur. Muhalefet ederse hatalıdır, yanlış yoldadır. (Sünnete tabi
olma çağrısını) kabul eden kişi övülür ve bahtiyar olur, muhalefet eden kişi
ise yerilir ve reddedilir. Sünnete uyan kişi hidayet yoluna girer, sünnete
muhalefet eden kişi ise sapık ve yanlış bir yolda kendini kaybeder…