Bazı kimseler ilim ehlinin bazı muhalefetlerine dair
yaptığım uyarılardan dolayı şahsıma karşı saldırgan bir tutum içine
girmişlerdir. Benim âlimlere dil uzattığımı iddia ediyorlar ve bana karşı dil
uzatmaktan çekinmiyorlar. Bundan yüksünmüyorum. Lakin kendilerinin düştüğü
çelişki tuhafıma gidiyor. Âlime dil uzatıyor diye başka bir âlime dil
uzatılabilir mi?
Avam arasında bu tür tutarsızlar devam edegelmiştir.
Birbirine ilmi eleştiri yapan âlimler hakkında iki taraftan biri olma yolunu
tutmuşlardır. Hâlbuki olması gereken; vahyin tarafında yer almak ve ümmetin âlimlerinin
de, hata yapsalar dahi hakkını teslim etmektir.
Âlimleri hatasız görme şeklindeki bâtıl cahiliyye düşüncesi
sebebiyle, bir âlim diğer bir âlimi eleştirdiğinde haklıysa, haksız olanı yerin
dibine batırma, haklı olanı ise putlaştırma tutumu câhilane bir tutumdur. Bilakis
her bir âlimin yeri korunmalıdır. Misal olarak Ebu Hamid el-Gazalî, ümmetin âlimlerindendir.
Yenilir yutulur cinsten olmayan bâtıl sözleri de vardır. Bazı cahiller onu
tekfir etmeye kadar işi ilerletirler.
Ebu Hanife’nin de, İbn Hazm’ın da, İbn Teymiyye’nin de ve
daha başka birçok âlimin de ele avuca gelmez muhalefetleri olmuştur. Bu durum
onları tamamen silip çöpe atmayı veya tekfir etmeyi gerektirmez.
Lakin bu hatalara uyarı yapılması ve reddiye verilmesi, aynı
hataya düşülmemesi ve beşerin putlaştırılmaması için önemlidir. Tabii ki âlime
reddiyeyi cahiller yapamaz, yapmamalıdır.
Diğer taraftan “sapma/dalâl”, “sapık/dâl” kelimeleri
hakkında da bir uyarı yapmak lazım. Allah Teâlâ: “Hakkın dışında sapıklıktan
başka ne var ki?” (Yunus 32) buyurmuştur. Hakkın dışında kalan her şey bir
sapmadır ve bunun dereceleri vardır. Hak üzerinde bulunmayan herkes hakkında “dâl”
kelimesi kullanılır. Fakat bu kelimenin geniş manası hakkında bilgi sahibi
olmayanlar, her tür sapıklığı bir zannederler. İnşaallah nasip olursa bu
meseleyi daha geniş bir şekilde açıklarız.
Ümmetin selefinin menhecinden fersah fersah uzaklaşmış olan
muasırlar taassup ve fırkacılığa batmış durumdadırlar.
Tabiin’in imamlarından Katade b. Diâme es-Sedusî rahimehullah,
kader meselesinde batıl bazı sözler etmiş, lakin bu bâtıl akideye insanları davet
etmemiştir. Bu mesele yüzünden cerh edilmekle beraber, rivayet konusunda
güvenilir, tefsir naklinde mutemet imamlardandır. Birçok faziletleri de vardır.
Lakin âlimler, bu faziletleri hatırına onun sapmasına sessiz kalmamışlar,
uyarmışlardır. Bu sayededir ki Katade’nin kadere dair muhalif düşünceleri, (en
azından kendisi vasıtasıyla) sonraki nesillere bulaşmamış, kendisiyle sınırlı
kalmıştır.
Bid’atini savunan ve ona davet edenler hakkında ise daha
ağır tutumlar alınmıştır. Ebu Hanife bid’atinde ısrar ettiği ve davet ettiği
için ona karşı daha sert uyarılar yapılmış ve terk edilmesinde ittifak
edilmiştir. Ebu Hanife hadis rivayeti hususunda da sika olmadığı için imamlık
vasfı yoktur. O ancak bid’at ehlinin imamlarından olabilir.
İbn Abdilberr, ondan sonra da İbn Teymiyye, Ebu Hanife’yi imam
olarak savunmaya başlamakla ümmete karşı en büyük suçlardan birini işlemiş
oldular. Bu konuda Ebu Hanife hakkında imamların kanaatlerine dair mustakil risale
yazdığım için daha fazla ayrıntıya girmiyorum.
Bu meselede önceki imamlardan yığınla örnek verilebilir. Tabiin
ve tebeuttabiinden sonraki âlimler de aynı menheci izlemişlerdir. İmam Buhari’ye
karşı takınılan tutum, İbn Nasr el-Mervezi, Kıvamu’s-Sunne el-Esbehani, İbn
Mende ve daha birçok imamlar, hadis rivayet eden muhaddisler, hem akide olarak
hem rivayete ehil olma bakımlarından değerlendirmeye tabi tutulmuşlar, kimisi
akidedeki pürüzünden dolayı uyarılmakla beraber rivayette güvenilir görülmüş,
kimisi akidesi sorunsuz olmakla beraber rivayet hususunda güvenilir bulunmamış,
kimisi her iki konuda da problemli görülmüşlerdir.
Âlimlerin birbirlerine reddiyelerinde, bu âlimlerin
şahıslarına taraf olmamak gerekir. Bilakis Kitaba, sünnete, selefin menhecine
taraftar olmalı, her hak sahibine hakkını teslim etmelidir. Mesela bir âlim,
İbn Kudame’nin selefe muhalefet ettiği tefviz akidesini reddettiği zaman, ona
reddiye verenin şahsına taraftar olmak gerekmez. Veya İbn Kudame ile ona
reddiye veren kişi arasında fazilet kıyaslaması yapılmaz. Bu cahiliyye
hasletidir.
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem davetini getirdiği
zaman, cahiliyye müşriklerinden Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi
olanlar ile Kureyş eşrafını kıyaslayanlar şirk üzerinde kalmaya devam ettiler. Kur’an’da
önceki peygamberlerin kavimleriyle kıssalarını okuduğunuzda da aynı durumu
görürsünüz. Şu halde burada yapılması gereken, vahyin delilleri ve selefin
menheci doğrultusunda bu mesele ele alındığında, İbn Kudame rahimehullah hak
ehli, fazilet sahibi bir âlim olmakla birlikte bu meselede haktan sapmıştır.
Her beşer gibi o da hata etmiştir. Bu durum ibn Kudame’yi tekfir etmeyi
gerektirmediği gibi, bu âlimin bu hatasını tespit ve reddeden kişiye de
taraftar olmayı gerektirmez. Bilakis hakka taraftar olmak gerekir.
Birçok kimse bâtıl ehline verdiği isabetli reddiyeler
sebebiyle İbn Teymiyye’ye, Muhammed b. Abdilvehhab’a, Elbani’ye, Fevzan’a, İbn
Useymin’e, Bin Baz’a fanatik taraftar olmuş ve bunu “Selefilik” zannederek
taassup yapmaya ve ümmet içinde fırka eğilimi göstermeye başlamışlardır. Hatta şeytanın adamlarından bir davetçi "Alimin hata ettiğini söylemek o alime hakaret demektir" şeklinde ipe sapa gelmez sözler dahi etmişti.
Bazı yazılarımda bu yanlış anlayışların önüne geçmek için “Kötülük
misliyle cezalandırılır” fehvasınca hareket ederek, bu kimselerin hata eden âlimleri
olması gerekenden fazlasıyla cezalandırmaları, hatta tekfir etmelerine mukabil,
bayraktarlığını yaptıkları, yukarıda ismi geçen âlimlerin de hatalarından
dolayı bir çeşit haktan sapma içerisinde olduklarına uyarı yaptım.
Bu uyarıların amacı; “Hatalarıyla, isabetleriyle bu âlimler
bu ümmetin alimleridir, hiçbiri masum değildir, lakin kendilerinden istifade
edilebilecek alimler ile istifade edilmesinden uzak durulacak olanların ayırt
edilmesi gerektiği” esasının belirginleşmesidir.
Muasır âlimler, hadis rivayeti açısından değerlendirilecek
pozisyonda olmadıklarından, akide, menhec ve dini hükümlere yaklaşım
hususlarında değerlendirmeye tabidirler. Bu sebeple bu âlimlerin bazen fıkhi
bir konuda hakka ve açık delillere muhalif fetvalar verdiğine de uyarı yaptım.
Bunun anlamı sırf fıkhi bir ihtilaftan dolayı bu âlimlerin sapık sayılması
demek değildir. Onların da hatadan masum olmadıklarına fiilî örnekler
vermektir. Zira bazı kimseler “Hatasız âlim yoktur” sözünü sadece teorik olarak
söylerler, hakikatte âlimlerin hata edeceğine inanmazlar. Tıpkı tasavvufçuların
şeyhlerini masum kabul etmeleri gibi. Onlar şeyhlerini masum kabul
etmediklerini söylerler, fakat onların “mahfuz” olduklarına, yani günah
işlemeyeceklerine inanırlar.
Bununla beraber adı geçen âlimlerin akide konusunda da ciddî
problem teşkil edecek hataları, muhalefetleri vardır. Sapmasından bahisle
ismini zikrettiğim her âlimin akidevî muhalefetlerini ortaya koyup reddiye
verebilirdim, ancak taassup ehli katında bunun batıl akidelere revaç ettirici
ve cahiller katında ilim ehlinden tamamen yüz çevirtici olması endişesiyle buna
girmiyorum.
Kısaca söylemek gerekirse, İbn Teymiyye, İbn Abdilvehhab
veya muasır âlimleri ölçü alıp, selefin menhecine bu pencereden bakanlar çok
büyük sapıklıklara düşer, düşmektedir. Olması gereken; Kitabı, sünneti, selefin
menhecini ölçü almak, sonraki âlimleri de bu menhece göre değerlendirmektir.
İftira ettiğimi zan ve iddia edenler sebebiyle burada bir
numune zikredeceğim: İbn Teymiyye rahimehullah, Mecmuu’l-Fetava’nın 18. Cildinde,
- ki bu cildi ben tercüme ettim ve İbn Teymiyye Kulliyatı tercümesinin 9. Cildi
olarak yayınlandı - (tercümede s.296) şöyle demiştir:
“Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in cennetlik oluşuna şahitlik ettiği kimselerin
cennetlik olduğuna biz de şahitlik ederiz. Ama şahitlik etmediği kimselere
gelince âlimlerden bir grup şöyle demiştir: “Onun cennetlik olduğuna ve
Allah’ın onu sevdiğine şahitlik edilemez.” Bir başka grup ise şöyle demiştir: “Bilakis
insanlar arasında iman ve takva sahibi olan kimse anlaşılır ve müslümanlar onu
övmekte ittifak ederler. Mesela Ömer b. Abdilaziz, el-Hasen el-Basrî, Süfyan
es-Sevrî, Ebu Hanife, Malik, Şafiî, Ahmed, Fudayl b. Iyaz, Ebu Süleyman ed-Dârânî,
Maruf el-Kerhî, Abdullah b. Mubarek radıyallahu anhum gibiler böyledir.
Bunların cennetlik olduğuna şahitlik ederiz. Zira sahih bir hadiste
bildirildiğine göre: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir cenazeye
uğradı. Onu hayırla övdüler. Bunun üzerine: “Vacip oldu, vacip oldu,” dedi.
Yine bir cenazeye uğradı. Onu da kötülükleriyle andılar. Bunun üzerine yine: “Vacip
oldu vacip oldu,” dedi. O'na: “Ey Allah’ın Rasulü! “vacip oldu, vacip oldu”
demenizin anlamı nedir?” diye sorulunca şöyle cevap verdi: “Hayırla
övdüğünüz cenaze için cennet vacip oldu dedim. Kötülükle andığınız şu cenaze
için de ona cehennem vacip oldu dedim.” “Niçin Ey Allah’ın Rasulü?”
dediler. Şöyle buyurdu:“Güzellikle övülmesi ve kötülükle anılması sebebiyle
böyle dedim.” (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir.)
Evet, İbn
Teymiyye rahimehullah, iki grubun görüşlerini zikrediyor ve ikinci grubun
görüşünü destekliyor! İbn Useymin rahimehullah da Riyazu’s-Salihin şerhinde İbn
Teymiyyen’in desteklediği bu görüşü savunmuş ve İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi âlimlerin
de cennetlik olduğuna şahitlik edilebileceğini eklemiştir!
Bu cidden gaflet
eseri olarak içine düşülmüş büyük bir bâtıldır!
İbn Teymiyye’nin
zikrettiği görüş kendi içerisinde çelişkiler barındırmaktadır! Şöyle ki; İbn
Teymiyye’nin tasvip edip destekleyerek zikrettiği görüşte: “Onun cennetlik
olduğuna ve Allah’ın onu sevdiğine şahitlik edilemez” görüşüne cevap
olarak; “Bilakis insanlar arasında iman ve takva sahibi olan kimse anlaşılır
ve müslümanlar onu övmekte ittifak ederler” deniliyor ve bazı isimler
sayarak “Bunların cennetlik olduğuna şahitlik ederiz” denilerek hadis
zikrediliyor!
Hadiste Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem, kendisinin öğretip yetiştirdiği, akide, ilim ve
amellerini iyi bildiği ashabının şahitliğiyle vardığı hükümden bahsediyor.
Peki,
ashabdan sonrakileri onlara kıyaslamak ne kadar doğru olur? Mesela dininde
hurafelere, zayıf ve uydurma hadislere dayanan, bundan dolayı birçok bid’atlere
dalmış çoğunluk nazarında, sahih delillere sarıldığı için kandil geceleri,
teravihteki bidatler, kabirler hakkındaki bidatler gibi kötülüklerden uzak
duran bir kimse, hatta mescidlerde sadece farz namazları kılan, sünnetleri
gizlice kılan veya hiç kılmayan bir kimse; fasık ve sapık olarak görülürken,
namaz kılmayan, sakalını kesen, pantolon giyen kimseler sırf bu kimselerin
akidelerine muhalefet etmediği için salih bir kimse olarak görülebilmektedir! Örnekleri
çoğaltmak mümkün.
Yine
yukarıda övülmesinde ittifak edilenlerin arasında Ebu Hanife’yi zikretmek de
gerçek dışı bir beyandır. Belki de İbn Teymiyye kendi asrında, kendi
tanıdıklarının ittifakından bahsediyordur. Lakin gerçek şu ki, Ebu Hanife ile
çağdaş olanlar ve onlardan sonraki nesil Ebu Hanife’yi zemmetmek hususunda
ittifak etmişlerdir. İbn Teymiyye’nin bunu bilmemesi imkânsızdır ve burada
populizm yapmıştır.
Sözün kendi
içerisindeki çelişkisine gelince, muhtemelen bu sözler, icma esasına
dayandırılarak söylenmiştir. Ümmetin müçtehitlerinin bir söz üzerinde ittifakı
icma olarak adlandırılmıştır. Lakin burada yargı şudur: “Ümmet, kitap ve
sünnette bildirilenler dışında bir şahsın cennetlik olduğuna şahitlik etmede
ittifak ederse, biz de buna şahitlik ederiz.” Bu gerçekten imkânsız ve bâtıl
bir sözdür. Kitap ve sünnetten bir nas olmaksızın muayyen bir şahsın cennetlik
olduğuna birisi şahitlik etse, bu o kimsenin bâtıl üzerinde olduğuna delalet
eder. Bu sapık söz üzerinde birleşmekten bu ümmet münezzehtir. Peki, imkânsız
olan bir şey üzerinden bu kurgu nasıl yapılabiliyor? İbn Useymin rahimehullah
nasıl oluyor da bu sözleri düşünmeden, savunarak, üstelik İbn Teymiyye ve
başkalarına cennetlik olduğuna şahitlik edilir diye ekleyebiliyor? Çünkü o da
bir beşerdir, yanılır. Tıpkı İbn Hazm’ın, İbn Abdilberr’in, Beyhaki’nin, Gazalinin,
İbn Hacer’in, Nevevi’nin ve başka âlimlerin de yanldığı gibi. Bunun cevabı
bundan ibaret.
İbn Teymiyye’yi
tekfir eden, cehennemlik olduğuna şahitlik eden diğer aşırı gruplar da cabası. Şayet
ittifak olmasa da çoğunluğun sözü bize yeter denilirse, Hızır aleyhi's-selâm’ın
hayatta olduğuna, Kutuplar ve Ebdal denilen manevi şahsiyetlerin varlığına,
imanın artmayacağı ve eksilmeyeceğine, isim ve sıfatların tevil edileceğine vs.
inanan çoğunluğa ne dersiniz?
“Biz o çoğunluğu
kastetmiyoruz, hak ehli olan Ehl-i Sünnet’in çoğunluğuna itibar ediyoruz”
denilirse, bu da çürük, kokuşmuş bir dayanaktır. Mesela Aişe radiyallahu anha’ya
ifk ile iftira atıldığında hak ehlinin ta kendisi olan sahabenin çoğunluğu bu
fitneye bulaştılar. Bu fitneye bulaşmayan bir azınlığı tasdik eden ayet indi?
Cemel ve Sıffin savaşlarında sahabenin çoğunluğu bu fitneler bulaştı. Bu
fitnelere bulaşmayan azınlık, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
hayattayken söylemiş olduğu hadislerle uyarılmıştı.
Bütün bu meselelerde
ümmet adına düşünmek ve kitaba, sünnete, selefin menhecine taraf olmak gerekir.
Sonrakilere taraftar olup taaasup göstermek, zamanımızda olduğu gibi
fırkalaşmaya götürür. Bu, kesinlikle selefilik değildir. Selefilik,
el-Cemaattir. Yani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabını
yetiştirdiği esaslara bağlı kalmaktır. Cemaat; sahabedir, tabiindir,
tebauttabiindir. Akidesinde, menhecinde, amellerinde, ahlakında, gidişatında
onlara uyum gösteren cemaate tabi olmuş olur. Selefe muhalefet eden de
fırkaların kucağına düşer.
Cahillerin âlimleri
eleştirmesi edepsizliktir. Ben, ilmime, bu meselelere girmeme dair yetkinliğime
şahitlik edildiği ve icazet verildiği, bu alanda hakkı ortaya koymaya ve hedef
olmaya başkalarının cesaret etmediği için bu hassas konulara girmek zorunda
kalıyorum. Başkaları bu görevi üstlenseydi asla kendimi atmayı düşünmezdim.
Evet,
birilerinin zoruna da gitse ben uzun zamandan beri Allah’ın lutfettiği ilim
nimetini itiraf ediyorum. Lakin edep sınırlarını gözetmeyenler bana edepsizlik,
üslupsuzluk vb. suçlamalarda bulunuyorlar.
Birincisi, âlimlere
üslup öğretilmez, bilakis onlardan üslup, edep ve menhec öğrenilir.
İkincisi,
üslubu, edebi, menheci bilmeyen insanlar bu kavramlardan bahsedemez. Selefin üslubu,
muasırlar katında üslupsuzluk, selefin edebi muasırlar katında edepsizlik,
selefin menheci muasırlar katında bozuk menhec gibi görülür olmuştur.
Üçüncüsü ben
ilmimle şahitlik ediyorum, şayet benim âlim olduğuma inanmıyorsanız veya
adaletime güvenmiyorsanız itibar etmezsiniz olur biter.
Sonuçta hiçkimse
beni âlim olarak kabul etmek zorunda değil. Böyle bir derdim de yoktur.
Eğer
şahitliğime güveniyorsanız, beni cahil de görseniz getirdiğim delillere itibar
etmek zorundasınız.
Yok, eğer
şahitliğime de güvenmiyorsanız, bu defa fasığın getirdiği haberi araştırma
mecburiyetiniz vardır. Getirdiğim deliller, gerçekten belirttiğim kaynaklarda
var mı, yok mu, araştırmadan reddetme lüksünüz yoktur.
Şahsıma dil
uzatanlar, hatta iftira atanlar her ortamda serbestçe bunu yapıyor zaten,
bunlar beni rahatsız etse de şahsî bir savunmada bulunmuyorum. Lakin sözlü olarak
yapılan bu pervasız saldırılar, menhece dokunduğu zaman bu gibi açıklamalara
girmek zorunlu oluyor.
Nefsimin
savunulacak bir tarafı yoktur. Hatta bazen şahsıma doğrudan serzenişlerini
yapan kimseler var ki, bazen dayanamayarak hakarete hakaretle karşılık verme
hakkımı kullanıyorum, bunda da ölçüsüzlük ettiklerim varsa haklarını helal
etsinler. Etmezlerse de din gününde hesaplaşacağız. O zaman kim daha zararlı
çıkar Allah bilir.
Subhanekallahumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilahe illa ente estagfiruke ve etubu ileyk.