Şeyh el-Elbani rahimehullah'ın Avustralya Fetvalarından tercüme eden: Ebu Muaz
Soru: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İçinde köpek,
suret (ruh taşıyan canlı resmi) veya timsal (heykel, biblo vs.) bulunan eve
melekler girmez” buyurmuştur. Buradaki suret kelimesinin kapsamına
televizyondaki suretler ve küçük çocukların oyuncakları da girer mi?”
Cevap: Televizyondaki suret sabitse bu kapsamda olduğunda
şüphe etmeyiz. Burada bazı işler, bazı hareketler ve televizyon vasıtasıyla
gördüğümüz buna benzer şeyler olabilir. Lakin bu manzarayı görüntülemek ve bir
kasete kaydedip sonra yayınlamak durumunda bu suretlerle fotoğraf suretleri ve
benzerleri arasında bir fark olmaz. Çünkü bunların hepsine de lugat ve örf
gereği olarak “suret” denilir. O zaman bütün çeşitleriyle bu suretler ve yeni
çıkan meseleler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in suret yapanlarla
ilgili olarak söylediği:
كُلُّ مُصَوِّرٍ فِي النَّارِ
Yine şu hadisin de genel kapsamına girer:
لَا تَدْخُلُ الْمَلَائِكَةُ بَيْتًا فِيهِ صُورَةٌ وَلَا كَلْبٌ
“İçinde suret ve köpek bulunan bir eve melekler girmezler.”[2]
Genel kapsamlı olan bu iki hadis, suretler hangi vesileyle
yapmış olursa olsunlar, bütün suret yapanları ve hangi vesileyle yapılmış
olursa olsun bütün suretleri kapsar. Değerlendirme bakımından böyledir.
Düşünce bakımından ise – inşaallah hepiniz biliyorsunuz –
hikmet sahibi din koyucu, bir şeyi haram kıldığı zaman bunu etkili bir hikmetle
haram kılar. Nitekim bazıları için bu hikmet ortaya çıkmış, birçok kimseye ise
gizli kalmıştır. İlim ehli katında bilinmektedir ki Allah Azze ve Celle suret
yapmayı haram kıldığında, suret edinmeyi de haram kılmıştır. Muhakkak ki bu,
açıkça ortada olan iki etkili hikmetten dolayı haram kılınmıştır:
Birinci hikmet: İnsanlar ile onların şirke düşmelerinin
arasındaki vesilelerin önünün kapanmasıdır. Nitekim Nuh aleyhi's-selâm’ın
kavmi, kendisinin ismiyle anılan suredeki kıssada anlatıldığı gibi bu şirke
düşmüşlerdir. Rabbimiz Azze ve Celle onların Nuh aleyhi's-selâm’ın kendilerine
yalnızca Allah’a ibadet etmelerini emretmesi karşısındaki konumlarını
anlatarak, onların kendi aralarında birbirlerine şöyle nasihat ettiklerini
bildirmiştir:
وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا
وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا
“Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı terk etmeyin. Vedd'i,
Suvâ'ı, Yağûs'u, Ya'ûk'u ve Nesr'i bırakmayın.” (Nuh 23)
Bu ayetin tefsiri hakkında Buhari’nin Sahih’inde, İbn Cerir
et-Taberî’nin Tefsir’inde, İbn Kesir’in Tefsir’inde ve daha başka selefî
kaynaklarda şöyle gelmiştir: “Nuh aleyhi's-selâm’ın kavminin şirke düşmelerinin
ve Allah Azze ve Celle’den başkasına ibadet etmelerinin sebebi; ancak
kavimlerinin salihlerine meşrû olana aykırı bir tazimde bulunmaları olmuştur.
Az önce kaynaklarından bir kısmını zikrettiğimiz bu
rivayette şöyle denilir: “Geçen ayette zikredilen bu beş isim, Allah’ın salih
kulları idiler. Onlar öldüklerinde şeytan onlara, bu kimseler için evlerinin
avlularında kabirlerini yapmalarını vahyetti.
O beş kişi, Allah’ın salih kulları idiler. Öldükleri zaman
Şeytan onların kavmine evlerinin avlularına defnetmelerini emretti. İnsanların
genelinin defnedildikleri kabristanlara defnetmediler. Bu yüzden genel
meydanlara onları hatırlatacak heykeller dikmeyi düşünmeye başladılar. Maalesef
bu zamanda bazı İslam ülkelerinde de bu durum yaygınlaşmıştır.
Onlar, şeytanın vahyine icabet ettiler ve evlerinin
avlularına onları defnettiler. Şeytan biz süre onları kendi hallerine bıraktı.
Tâ ki ikinci bir nesil geldi. Bu nesil, babalarının ziyaret kastıyla – yahut
bugün bazı dervişler tarafından “teberrük” denilen maksatla - bu kabirlere
gidip geldiklerini gördüler. Şeytan onlara da bu kabirlerin bu mekânlarda
kaldıkları takdirde sel ve afetlere maruz kalacağını, bunun neticesinde eskiyip
izlerinin kaybolacağını vahyetti ve onlara dedi ki: “Bildiğiniz gibi bunlar
salih insanlardır. Onların izleri ebedî olarak kalıcı olmalıdır.” Onlar: “O
zaman ne yapalım?” dediler.
Şeytan dedi ki: “Onlar için sanemler – heykeller – oyun.”
Bunun üzerine bu davete uydular ve bu heykelleri bir mekâna koydular. İnsanlar
bu mekâna gidip gelmeye başladılar. Sonra üçüncü bir nesil geldi. Şeytan son olarak
onlara da şöyle vahyetti: “Bu mekâna konulmaya layık olanlar ancak salih
oluşları ve konumları sebebiyle yüceltilmeyi hak eden kimselerdir.”[3]
Böylece heykeller yoluyla Allah Azze ve Celle dışında bir de
bunlara ibadet edilmeye başladı. Bu Allah Azze ve Celle’nin ister gölgeli
olsun, ister gölgesiz olsun fark etmez bütün suretleri haram kılmasının
hikmetlerinden biri olmuştur.
Bu açık ilk hikmet, Nuh kavminin, Nuh aleyhi's-selâm ile
olan kıssasındandır.
İkinci Hikmet: Bu, rivayet açısından daha kuvvetlidir.
Dikkat edin, bu hikmet; Sahihu’l-Buhari’de geldiği gibi; Allah Azze ve
Celle’nin yaratmasına benzemektir:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir yolculuktan döndüğünde
Aişe radıyallahu anha’nın yanına girmek istedi. Orada asılı bir perdenin
üzerinde suretler olduğu için içeri girmedi ve odanın dışında durdu. Aişe
radıyallahu anha hemen O’na doğru gelerek: “Ey Allah’ın rasulü! Eğer bir günah
işlediysem Allah’tan bağışlanma dilerim” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “Bu suretler nedir?” diye sordu. O da: “Senin için – yani sana karşı
onu süslemek için – almıştım” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
أَشَدُّ النَّاسِ عَذَابًا يَوْمَ القِيَامَةِ الَّذِينَ يُضَاهُونَ بِخَلْقِ اللَّهِ
“Muhakkak ki kıyamet gününde insanların en şiddetli azap
görecek olanları, Allah’ın yaratmasına benzeşen şu suretleri yapanlardır.”[4]
O halde suret yapmanın haram kılınmasının sebeplerinden
birisi, suret yapan kimsenin Allah Azze ve Celle’ye yaratma hususunda
benzemesidir.
Burada modern bir nokta vardır, o da şudur: Fakih
geçinenlerin çoğu – fakihler demiyorum – bu zamanda fotoğraf makinalarıyla –
kamera ve video gibi – çekilen resimlerin Allah’ın yaratmasına benzeşmek
olmadığını iddia ediyorlar. Bilakis bunun Allah’ın yarattığı kevnî sebeplere tutunmak
olduğunu ve bu suretleri Allah’ın insanlara boyun eğdirdiğini söylüyorlar.
Hatta bazıları hayale, bâtıl konuşmalara ve kelama dalarak şöyle diyorlar: “Bu
kameralar suret yapmıyor, sureti yapan; gölgeyi hapseden Allah’ın kendisidir.”
Bu, basiret sahibi olan hiç kimseye gizli kalmayan,
gerçekten garip bir büyüklenmedir. Çünkü bu mesele, tasvir (suret yapma)
meselesidir. Şayet, eski ressamların resim yapmak için kaleme, fırçaya ve
boyaya ihtiyaçları olmaması sebebiyle, bu cihazı üretenlerin sarf ettikleri
çabalara göz yumacak olursak, kamera kullanan sadece bir düğmeye basmakla suret
yapmaktadır!
Diyorum ki: Subhanallah! Bu gerçekten garip bir
büyüklenmedir!
Kamera denilen bu cihaz terk edilecek olsa senelerce hiçbir
şeyin sureti yapılmazdı. Öncelikle bu cihaz resmi çekilmek istenen hedefe
çevrilir, sonra düğmeye basılır. Nasıl olur da bu suret yapmıyor denilir?
Bu gerçekten garip bir büyüklenmedir. Lakin onlar bu modern
vesilelerin benzetme olmadığını söylemektedirler. Hakikatte ise bu cihazlarla
yapılan suret ile Allah’ın yarattığına benzetme, önceden fırça veya oyma ile
yapılan resimlerden daha fazla söz konusudur. Önceki ve sonraki âlimler cisimli
suretlerin – yani heykel şeklindeki putların – haram oluşunda ittifak
ettiklerinde, bunun sebebi onun sadece cisimli ve gölgeli olması değildi. Lakin
burada her açıdan Allah’ın yarattığına benzeme söz konusu değil midir?
Mesele çok açıktır. Bu put/heykeller sadece bir taş parçası
idi. Görünüşte Allah Azze ve Celle’nin yarattığı bir insana benziyordu. Lakin
iç yüzü, Allah Azze ve Celle’nin yaratıp düzenlediği insanın iç yüzüne benzeyen
bir şey yoktur.
Öyleyse benzeme yalnızca görünüşte ortaya çıkmaktadır.
Cisimli olması ile perde üzerinde veya duvar üzerinde yahut kâğıt üzerinde
yapılmış olması arasında fark yoktur.
Böylece yaşadığımız durumdan anlaşılıyor ki, bazılarından
işittiğimiz bu asrın hükümlerinde İbn Hazm ez-Zahiri’nin mezhebi olan Zahirî
mezhebinin tavrını görüyoruz. İbn Hazm’ın aşırılığı ve nasların zahirine
tutunması darb-ı mesel olmuştur. Nitekim şöyle denilir: “Çocuğunu yitirmiş,
gülüyor”
Biz şu an – bu asırda – bu eski Zahirîliğin benzerine
düşmüşüz ve modern Zahirîlik yaşıyoruz. Neden?
Çünkü haram kılınan şeyin sadece heykel şeklinde olan,
sesini işitmediğimiz, dudak hareketini, göz kırpmasını göremediğimiz put olduğu
söyleniyor. Bunda Allah’ın yarattığına benzetmek vardır!
Bu Zahirilik, İbn Hazmın sarıldığı Zahiri’likten daha
derindir.. İş o duruma gelmiştir ki, İbn Hazm:
إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
نَهَى أَنْ يُبَالَ فِي الْمَاءِ الرَّاكِدِ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem durgun suya
bevletmekten yasakladı”[5]
hadisine karşı bu hadisin arapça lafzına tutunmuş, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in durgun suya bevletmekten yasakladığını, dolayısıyla boş bir kaba
bevl edip sonra bunu o kaptan durgun suya boşaltanın bu yasağın kapsamına
girmediğini, bunun caiz olduğunu söylemiştir.
Subhanallah! Fazileti ve ilmine rağmen böyle demiştir. O
gerçekten faziletli bir kimsedir. Lakin Subhanallah! Allah Azze ve Celle ancak
nebî ve rasullerini masum kılmıştır.
İbn Hazm hakkında daha başka örnekler de vardır.
Mesela Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bakire kızın
evlenme hususunda kendisinden izin istenilmesini söylemiş ve:
وَإِذْنُهَا صُمَاتُهَا
Bu, hikmet sahibi din koyucunun bakire kızlara son derece
bir lütfudur. Geçmiş zamanlarda bakire kızlar çekingen davranırlardı.
Ama bugün baba, kızına: “Falan seni istiyor” dediği zaman:
“Hayır istemiyorum” diyor, hatta “ben falanı istiyorum” diye açıkça söylüyor.
Rabbimiz Azze ve Celle nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’e,
bakire kızdan izin istenilmesi halinde – hayâsından dolayı – susması hakkında
bunun yeterli olduğunu vahyetmiştir.
Peki İbn Hazm bu hadisi nasıl anlıyor? Diyor ki: “Onun izni
susmasıdır” buyrulmuştur. O halde “Razı oldum” derse nikâhı kıyılmaz. Susması
gerekir”! Zahirilik! Bu teşrîdeki gaye ve hedefi değerlendirmiyor!
Durgun suya bevletmenin yasaklanmış olduğu açıktır. Bu,
durgun suyun muhafazası içindir. Suya doğrudan bevletmek ile idrarı bir kaptan
suya boşaltmak arasında ne fark vardır?
Bizim burada, Dımeşk’te “Alik” adında bir nehir vardır.
Atıklar oraya atılır. Bu kirli su, semadan inen saf göl suyuna ulaştığında,
necaseti doğrudan ona dökmekle, bu vasıtayla dökmek arasında fark yoktur.
Özetle: Şu an bu modern Zahirî’liği yaşıyoruz. Keski ile
günlerce yontulan put haramdır!
Onlardan birine – yani kamerayla suret yapmanın caiz
olduğunu, çünkü bunun o zamanlar mevcut olmayan bir vesile olduğunu, sonra bu
suretlerin öncekiler gibi olmadığını savunan birine – şöyle dedim: Bu gün bir
düğmeye basarak makineleri çalıştıran ve onlarca, hatta yüzlerce durgun heykel
çıkaran kimseye ne dersin, bu caiz midir? O da: hayır dedi.
Dedim ki: Lakin bu da diğeri gibidir. Bu vesile de o zamanlar
yoktu. Heykelde de bu vesile mevcuttur. Aynı şekilde bu suretlerde de bu vesile
bulunmaktadır. Vesileye değil, gayeye itibar edilir. Vacibin ancak kendisiyle
yerine getirildiği şey de vaciptir. Haramın ancak kendisiyle yerine getirildiği
şey de haramdır. Bunlar kaidelerdir. Keski ile yontulan heykel veya makinalarla
bir anda üretilen heykel sonuç bakımından aynıdır. Durgun suya doğrudan
bevletmek ile başka bir vasıta ile suya idrar dökmek de aynı sonucu verir.
Öyleyse vesileleri farklı olan, eskiden bilinen vesilelerle
elde edilen suretler ile bütün bu suretlerin ismi surettir ve
لَا تَدْخُلُ الْمَلَائِكَةُ بَيْتًا فِيهِ صُورَةٌ
“Melekler, içinde suret bulunan bir eve girmezler”
hadisinin kapsamına girerler. Bu suretleri modern cihazlarla yapanlar da musavvirlerdir
ve hepsi de ateştedir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
كُلُّ مُصَوِّرٍ فِي النَّارِ
“Her suret yapan ateştedir” buyurmuştur.
Yine şöyle buyurmuştur:
وَلَعَنَ المُصَوِّرِينَ
يُقَالُ لَهُمْ: أَحْيُوا مَا خَلَقْتُمْ
“Onlara “Yarattıklarınıza can verin” denilecektir.”[8]
Bunun hakikatini anladıysak, video suretlerinin de bu
şekilde olduğunu anlamış oluruz.
[1] Muslim (2110)
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan.
[2] Buhari (3226,
3227) Muslim (2106)
[3] Buhari
(4920)
[4] Buhari
(5954) Muslim (2107)
[5] Muslim
(281)
[6] Buhari
(6971) Muslim (1421)
[7] Buhari
(5347)
[8] Buhari
(5951) Muslim (2107)