Soru: “Selefî davet hükümleri, ilim ve ihtisas sahiplerinden değil de kitap
ve sünnetten almayı şart koşuyor. Avamdan bir kimsenin ilim ehline müracaat
etmeden naslarda kendi anlayışına dayanması mümkün müdür?”
Şeyh el-Elbani rahimehullah'ın cevabı: Selefi daveti fıkhetmemiş ve anlamamış bazı
insanlardan bunu çok işitiyoruz. Bunları selefîliğe davet eden şahısların
kendilerinden ve eserlerinden işitmeyiz. Bu ancak selefî davetin rakipleri ve
düşmanları tarafından böyle anlaşılmaktadır. Onlar bu daveti kötü
anladıklarından bu gibi belaları getiriyorlar. İnsanların çoğu bizden
naklediyorlar, bazılarının bizimle bağlantısı vardır, bazısı da bize karşı harp
ediyor ve arkadan saldırıyorlar. Diyorlar ki:
“Biz bütün müslümanları, hatta
avamlarını dahi kitap ve sünneti doğrudan anlamaya çağırıyormuşuz” Ben
açıkça şunu söylüyorum:
Şayet burada okuma yazma bilmeyen, Kur’an ayetini
güzelce okuyamayan ve hadis rivayetlerini bilmeyen cahilleri, fıkıh, akide ve
dinin tamamını kitap ve sünnetten almaya çağıran kimseler olsaydı o düşmanların bu iddiaları doğru olurdu. Lakin davet bu şekilde
midir?
Bizler ilimden bir şey anlamayan kimseleri, cahilliklerini,
avamlıklarını kitap ve sünnete karşı ümmiliklerini görmezden gelerek, kitap ve sünnetten doğrudan almaya mı çağırıyoruz?
Sonra böyle bir kimse çıkıp diyor ki: “Ben bunu böyle anlıyorum. Ben kitap
ve sünnete tabi olmakla emrolunmuşum!” Selefî ya da Halefî dilediğiniz gibi
niteleyin, böyle bir söz konuşacak bir müslüman asla bulamazsınız. Biz ise asla
böyle söylemeyiz.
Yakın geçmişte Humus’tan bazı şahıslar bana geldiler,
aralarında biraz kültürlü olan bir genç vardı. Ona meşhur “Mezhepsizlik”
kitabından bir şeyler ulaşmıştı. O kitaba işaret ederek bizim bütün insanları
kitap ve sünnete tabi olmaya çağırdığımızı, yani cahillerin kitap ve sünneti
cehaletleriyle anlayamaya çağırdığımızı okumuş. Ona meseleyi ayrıntılı olarak
açıkladım. Özetle ona dedim ki:
Kurân-ı Kerim nassı insanları ilim bakımından
iki kısma ayırır: Birincisi âlimler ki, onlar kitap ve sünneti anlayanlardır. Âlimlere
karşılık olarak ikincisi de kitap ve sünneti anlayamayan cahillerdir.
Kur’an-ı
Kerim nassıyla, her iki sınıfa da vacip olan bir şeyler vardır. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” (Nahl 43) O
halde bu, âlimleriyle, cahilleriyle, kültürlüsüyle, ümmisiyle bütün ümmeti
muhatap almaktadır. Deniliyor ki; sizler; âlimler ve âlim olmayanlar olarak iki
taifesiniz. Âlim olmayanlara düşen şey âlimlere sormaktır: “Eğer
bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (Nahl 43) İşte bizim insanları davet
ettiğimiz şey budur. Lakin taklitçilerle ihtilaf ettiğimiz şey ilim ve âlim
kavramlarıdır. İlim nedir? Âlim kimdir?”
(Durusun ve Muhadaratun Muferriga)