- Mustafa Bilgen’in
Yüksek İslam Ahlakı Kitabından İktibastır -
‘Dalalet’, sözlükte yolunu şaşırma, kaybolma, azma, sapkınlık ve batıla
yönelme demektir. Ayrıca helak olmak, batıl şey ve unutmak manalarına geldiği
gibi bilerek veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapmak anlamlarına da
gelir. Nitekim ‘dâll’ ve ‘dalal’ hem peygamberler hem de kâfirler için
kullanılmıştır: “(Kardeşleri) dediler ki: Yusuf’la kardeşi babamıza bizden
daha sevgilidir. Hâlbuki bizler birbirine bağlı bir toplumuz. Herhalde babamız apaçık bir hata (dalâl)
içindedir” (Yusuf 8) ayette görüldüğü gibi, hata kelimesi “dalal” ile ifade
edilmiştir.
Duhâ sûresinde de peygamberlere hitaben “Seni şaşırmış bulup da yol
göstermedi mi?” (Duha 7) buyurulmaktadır. Buradaki şaşırma kelimesi de
Kur’an’da “dall”, yani yolunu kaybetmiş, şaşırmış demektir.
Dilimizde dalalete sapmak, sapıklık ve sapkınlık denir. Dalâl, bazen
gafletten ve şaşkınlıktan doğar. Bu münasebetle dalâl, gaflet, şaşkınlık,
kaybolma ve helak olma manalarında da kullanılır.
Aslında dalâl, yoldan sapmak demek olduğu gibi, aklî sapma anlamlarında da
kullanılmıştır. Biz de dalalet ve sapkınlığı batıla düşmeyi sadece dinde; dalal
ve sapıklığı da akıl ve sözde kullanırız. Dall kelimesinin çoğulu olan
'dâllîn', tam manasıyla, sapkınlar demektir.
“Kim imanı küfürle değiştirirse şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur” (Bakara 108)
“Allah’a ortak koşan kimse şüphesiz derin bir sapıklığa düşmüştür” (Nisa 116)
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm
verdiği zaman, mümin kadın ve erkeğin o işlerinde (başka bir hükmü) seçme hakkı
yoktur. Kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur”
(Ahzab 36)
Yukarıdaki ayetler, ister mümin olsun ister kâfir, Allah Azze ve Celle’nin
ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in emir ve teklifleri karşısında inat
edip O’ndan deliller ve olağanüstü şeyler istemek suretiyle Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’i zor durumda bırakmaya çalışmalarının onları doğru yoldan
sapmış kimseler olarak nitelendirmeye götüreceğini ihtar etmektedir.
“İbrahim, babası Âzer’e: Sen bir takım putları ilâhlar mı ediniyorsun?
Doğrusu ben seni ve milletini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum demiştir” (En’am 74)
Halbuki İbrahim aleyhi's-selâm Kur'an-ı Kerim deyimiyle yumuşak,
müsamahakâr, temiz huylu ve hâlim birisidir. Fakat akîde (inanç) söz konusu
olunca, ne babalık ne de evlatlık dikkate alınmıyor. Dalaleti seçenlere karşı
tavır budur.
Bazı insanların hidayet üzere iken sonradan sapıtmalarında, dalalete
düşmelerinde yetiştiği çevre, aldığı eğitim, kendisine örnek edindiği insan
gibi sebepler etkilidir. Ancak Müslümanların dalalete düşmelerinde, dinde daha
sonra ortaya çıkan bidatlerin rolü büyüktür. Çünkü bu durum (Bid’at) dinde
olmayan bir hüküm olduğu için zamanla dini algılayışı dahi değiştirmekte ve
insanları sapıttırmaktadır. Bunun yanında Din’de tefrika, ayrılık çıkarmak da
dalaletin bir başka sebebidir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum geçmiş milletlerin
hatası ile açıklanmaktadır: “Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar
var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır,
sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir.” (En’am 159)
“... Allah müminlere lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce apaçık bir
(dalâl) sapıklık içindeydiler.” (Al-i İmran 164)
Daha önce, tasavvurda, itikatta, hayat anlayışlarında, gaye ve
düşünüşlerde, âdet ve gidişatta, nizam ve prensiplerde dalalet; sosyal ve
ahlâki yaşayışta da sapıklık içindeydiler. Allah Azze ve Celle lütufta
bulunarak onları, sapıklıktan doğru yola çıkarmıştır.
“Ey Muhammed! Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilenlere
inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun?
Tağutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekte emr
olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister.” (Nisa 60)
İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk’ın önünde muhakeme edilmeye çağrılınca,
tağutun hükmünü Hakk’ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık bir
sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu sapıklıklarında daha da
derinleşmelerini ister ve nitekim çoğu zaman başarır.
Dalalet kelimesinden geçişli olarak türetilen 'idlâl' da saptırmak
anlamlarına gelir. Şöyle ki: “Onlardan bir güruh seni saptırmaya
yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar
vermezler.” (Nisa 113)
Dalaletin unutma ve yanılma anlamına geldiği de olur. Aşağıdaki ayet buna
bir örnektir: Borç verirken yazılmasını ve şahit getirilmesini isteyen ayet,
devamla; “Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden olmak
üzere bir erkekle iki kadın gösterin ki, onlarda biri yanılırsa (dallet) diğeri
düzeltsin.” (Bakara 282)
Görüldüğü gibi burada yanılma olarak tercüme edilen kelime Kuran’da
‘dalalet’ ‘ten türeyen, ‘dallet’ sözcüğüdür.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinde de, sapıklığın dalalet
olarak geçtiğini görmek mümkündür. Şu hadis-i şerif buna örnektir: “Sonradan
uydurulan şeylerden sakınırız. Çünkü sonradan uydurulan her şey bid’attır. Ve
her bid’at sapıklık (dalalet) tır.” (Ebu Davud, sünnet 5)
Allah Azze ve Celle’nin hidayetine uymak insanın fıtratına (doğasına),
yaratılışına daha uygunken, dalaleti tercih edenler akl-ı selimi değil de sapıklığı
yayanlar şüphesiz zalim, fasık kimselerdir. Onları Allah Teâla şöyle ifade
etmektedir: "Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanları görmüyor
musun? Onlar, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı
istiyorlar.” (Nisa 44)
Dalalete, sapıklığa götüren Şeytan, bunu yardımcıları ile birlikte yaparak
insanları helâka da götürmektedir. “Çünkü zikir bana gelmişken o, hakikaten
beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yapayalnız ve
yardımcısız bırakmaktadır.” (Furkan 29)
“Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı
saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra (onların)
önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen,
çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." (A’raf 16-17)
Bu noktada şeytanın dostları arasında Kur’an-ı Kerim’de ismi çokça
zikredilen Firavun, yeryüzünde azmanın, sapmanın, kibirlenmenin, kendi heva ve
hevesini ilahlaştıran, dalaletin ve zulmün en açık örneğidir. Şeytanın dostu
olan bu zalim insan, sadece kendisini değil aynı zamanda etrafındaki insanları
da dalalete sürükleyerek helak olmalarına sebep olmuştur. (Şuara 11-68)
Musa aleyhi's-selâm’ın kavminden olan ve kendisine anahtarlarını güçlü
insanların taşımakta zorlandığı kadar hazine verilen Karun da azgınlıkta ve
dalalette en açık örneklerden birisidir.
“Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona
öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor
taşırdı. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.
Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama
dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de
(insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah,
bozguncuları sevmez.” (Kasas 76-80)
Lider konumunda olan bu insanların sapıtması, dalalette olmaları
kendilerine itaat eden toplumların da sapıtmasına sebep olmaktadır. Bu
toplumlar, bazen bu liderlerin peşinden hiç sorgulamadan kayıtsız şartsız
giderler. Yukarıda örneklerini verdiğimiz insanların hem kendileri sapıtmış,
hem de kendilerine uyanları sapıttırmışlardır. Bu durumun kayıtsız şartsız itaat
eden insanları kurtarmayacağını ayette şöyle görmekteyiz:
“(Onlar) orada ebedî kalırlar ve ne bir dost bulabilirler, ne de bir
yardımcı. O gün yüzleri ateş içinde çeviriliyken: ‘Ah keşke Allah'a itaat
etseydik, peygambere itaat etseydik!’ derler. Yine derler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz
beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler. Ey
Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile
lânetle.” (Ahzab 65-68)
Bu hususta Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Ümmetim
hakkında en çok korktuğum (şey) saptırıcı imamlardır (önderlerdir).” (Darimi rikak 39)
Allah Teâla bu önderlerin kıyamet günü kendilerine uyanların da günahlarını
yükleneceğini ayette şu şekilde aktarmaktadır: “Bunu söylemelerinin sebebi şu:
Kıyamet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklendikten başka, bilgisizlikleri
yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da
yükleneceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri günah ne kötüdür!” (Nahl 25)
Dalalet Hastalığından Kurtuluş Yolu
Bu hastalıktan kurtuluş yolunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şu
hadisinde ifade buyurduğu gibi O’nun güzel ahlâkında bulmaktayız. ‘Bir grup
sahabe geldiler, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e, ailelerinden
ayrılmaya, vakitlerini dünyadan kesilerek namaz oruç gibi ibadetlerle geçirmeye
kararlı olduklarını söylediler, bunlara cevaben Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem: “Benim ahlâkıma ve benim yoluma uygun az amel, benim yoluma uymayan çok bir
amelden daha hayırlıdır. Benim ahlâkıma ve yoluma uymayan her bir hareket
dalalettir, sapıklıktır. Her dalalet de cehennemde olur.”
“İhsan, ihsanlık vasfını korudukça kabul edin. Fakat bu, dine karşı
rüşvet mahiyetini alınca reddedin, almayın. (Maalesef) bunu terk
etmeyeceksiniz. Dine karşı rüşveti terketmekten sizi alıkoyan şey korku ve
fakirliktir. Haberiniz olsun, iman çarkı (ilelebed) dönecektir. Bu çark her
nerede dönüyorsa Allah'ın kitabına uygun olarak dönderin. Haberiniz olsun
sultan ve kitap birbirinden ayrılacaktır. Sakın sakın siz Kitap'tan ayrılmayın.
Haberiniz olsun başınıza öyleleri reis (emîr) olarak geçecek ki, (kendileri
için hükmettiklerini sizin için hükmetmeyecekler), onlara itaat etseniz sizi
dalalet ve sapıklığa atarlar, itaat etmeyip isyan etseniz, sizi öldürürler.”
Cemaatten bazıları sordu.
‘Ey Allah'ın Resûlü! Pekâla ne yapalım?’ Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: "Hz.
İsa'nın ümmeti gibi yapın. Onlar, ateşe atıldılar, testerelerle biçildiler
(fakat dinlerinden dönmediler). Allah'ın taati uğruna ölmek Allah'a isyan
içinde yaşamaktan daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvûd Harac, 17)
Yukarıda dalalet’in sebeplerini açıklarken önder edindikleri liderlerin hem
kendilerinin hem de kendilerine uyanların günahını yüklendiklerini ifade
etmiştik. Burada insanın iradesini düşünmemiz gerekmektedir. O, dilediği yolu
ve inancı seçme hakkını elinde barındırmaktadır. Bu yüzden Allah Resûlü
dalalete düşmekten, sapıklığa uğramaktan ziyade Allah yolunda mücadele ederek
gerektiğinde ise ölmeyi bize tavsiye etmektedir.
"Hakikat biz insanı biri biriyle karışık bir damla sudan yarattık.
Onu, imtihan etmek için işitici ve görücü yaptık.” (İnsan 2)
Allah Teâla, insanı zahirî ve batınî organlarla donattıktan sonra, ona,
hidayet ve dalalet, hayır ve şer
yollarını, necat ve helak sebeplerini beyan etmek için peygamberleri
vasıtasıyla kitaplar göndererek imtihanın varlığını ve sınırlarını gösterdi.
Bundan sonra iş insana kalıyor. İster şükredici olsun, isterse nankör olsun.
Dünya küfür sistemi ve onun uluslararası güdücüleri ne kadar zorlarsa
zorlasın, insanlık iki sınıftır ve iki cephe halindedir. Nur ile zulmetin
birbirine zıtlığı, hak ile batılın tam karşıt oluşu gibi, hakkın yahut
batılların taraflısı olmak, dalalet veya hakk yolda olmak üzere insanlık da iki
sınıftır. Bir tarafta tevhid ehli olarak müminler, öbür tarafta da bin bir
çeşit yanlışın bağlıları ve köleleri olarak dalalet ehli vardır. İlahî kelam, bu karşılıklı zıtlıkları çok
anlamlı ve hikmetli bir şekilde sergiler. Örneğin, ‘iyi’ olan, övgüye ve
müjdeye layık bir şeyden sonra hemen kötü olan karşıtını zikreder. Mümine bir
müjde verilirse kâfire bir inzar (korkutma) gönderilir. Cennetten sonra
cehennem hatırlatılır. Böylece hak ile batıl, hidayetle dalalet, hayır ile şer, doğru ile yanlış, maruf ile münker... Ve
bunların taraftarları, karşılıklı olarak mukayese edilmek suretiyle durumları
ve değerleri doğru bir hükme bağlanır.
Bu sınama içerisinde Allah Teâla insanların dalalete, sapıklığa düşmemesi
için dinler, peygamberler göndermiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Veda
Hutbesi’nde şöyle vasiyette bulunmaktadır:
“Haberiniz olsun ki, ben önceden gidip Havuz başında bekleyeceğim. Başka
ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. Sakın günah işleyip yüzümü
kara çıkarmayın. Sakın benden sonra dalaletlere (sapıklığa) dönerek
birbirinizin boynunu vurmayın! Bu
vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki, bildirilen
kimse, buradaki işitenden daha iyi anlar ve muhafaza etmiş olur.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Veda Hutbesi’nde buyurduğu dalalete
düşmeme yolu; Allah Teala’ya kulluğu öğretecek ve Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in sünnet’ini bildirecek ilmin öğrenilmesidir. Ancak bu hususta çok
dikkatli olunmalıdır. Çünkü insanların sapıtmalarında en büyük etkenlerden
birisinin de âlimler olduğunu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisinde
ifade etmektedirler:
“Allah Teala ilmi, kullarının kalplerinden silmek suretiyle değil,
âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alacaktır. Sonuçta hiç âlim kalmayınca
insanlar cahil bir takım kimseleri kendilerine başkan edinirler, bunlara bir
takım şeyler sorulur. Onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem
kendileri dalalete düşerler hem halkı dalalete düşürürler." (Buhari, ilim 86)
Bu sebeple farkına varmadan
dalalete düşmüş ilim ve fikir adamlarından pek ziyade korkmak ve onlardan
kaçmak gerekir. Arkalarından gidenler de aynı uçuruma yuvarlanmaya
mahkûmdurlar. Dalalete düşenlerden
bazıları kemale ermiş kimselere pek çok benzedikleri için insan kolayca
aldanır.
“O küfredenler ve Allah'ın
yolundan sapanlar, saptıranlar muhakkak ki hidayetten pek uzak bir dalalete
düşmüşlerdir.” (Nisa 168)
“O fasıklara
gelince onların varacakları yer ateştir. Onlar oradan her çıkmak istedikçe
oraya döndürülürler ve
kendilerine: 'Yalanlamakta olduğunuz bu ateşin azabını tadın bakalım'
denilir”,”Onlar sadece kendilerini aldatırlar, fakat bunun farkına varmazlar.”
(Bakara 9)
Yani onlar, yalnız kendilerini aldatırlar ama gaflet ve dalalete saplandıklarından bunu
hissedemezler. Allah Azze ve Celle'yi ve müminleri aldatmaya çalışmalarının
vebali ve zararı o kadar açık bir şekilde bu münafıklara dönecektir ki, bunu
ancak duyma özelliği azalan körelmiş kimseler anlayamazlar.
Dalaletin sonucunda insanların kalpleri katılaşır ve bu insanlara bir
şeyleri anlatmak zorlaşır.
“Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.
Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat
onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar
hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta
kendileridir.” (A’raf 179)
Bu insanların hidayeti bırakıp dalaleti seçtikleri için ahiretteki cezası
ebedi cehennemdir.
“Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır. Onlara, ‘Allah'ı bırakıp da
taptıklarınız, hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini
kurtarabiliyorlar mı?’ denilir. Ve arkasından hep onlar (putlar ve azgınlar) o
cehennemin içine fırlatılmaktadırlar. Ve bütün o İblis orduları onun içinde
birbirleriyle çekişirlerken dediler ki: ‘Vallahi biz, gerçekten apaçık bir
sapıklık içindeymişiz." (Şuara 91-97)
Bunun içindir ki, Allah Azze ve Celle’nin davetine kulak asmayıp, O’nun
dinini inkâr edenler, kendi hür iradeleriyle sonu ebedi azabın olduğu bir
hayatı seçmiş olmaktadırlar. İnsanları Allah Teâlâ’nın yolundan uzaklaştıracak,
sapıtmasına sebep olan insan, fikir veya araçlardan uzak durulmalıdır.