Zahirîlik, eğer bir mezheb olsaydı, beşinci mezheb değil,
ilk mezheb olurdu. Günümüzde “Zahirilik”le nitelenen kimselerin menheci,
ümmetin selefinin, müçtehitlerin, hadis ehlinin ve günümüze kadar taasubu reddedip,
taklidi terk eden herkesin üzerinde bulunduğu yoldur. Şeyh Mukbil rahimehullah’ın
“Her müslümana zahiri olmasını öğütleriz” derken kastettiği mana da budur.
İmam Şevkani’nin dediği gibi: “İnsaf ile rızıklandırılan ve aslı
bozulmamış zekası olanlara göre bu, önce tefekkür, sonra ameldir. Bu yalnız
Davud ez-Zahiri’nin ve ona tabi olanların mezhebi değildir. Bilakis Sahabe
asrından bugüne kadar dinin naslarına bağlanan büyüklerin mezhebidir. İmam Davud
onlardan sadece biridir… Delilerle meşgul olan büyük müçtehitlerin makalelerine
dikkatle baktığın zaman, onların bizzat Zahir mezhebinde olduklarını görürsün. Hatta
insaf ile rızıklandırılmışsan, gerektiği gibi içtihat bilgilerini öğrenmişsen
ve kitap ve sünnet ilimleri üzerinde hakkıyla düşünürsen sen bir zahiri olursun.
Yani Kitap ve sünnetin zahiri ile amel edersin. Bu, Davud ez-Zahiri’ye nispet
edilmek demek değildir. Çünkü burada “Zahirilik” ile kastedilen, ittifak edilen
zahire nispet edilmek demektir. Bu nispet ise iman’a, islam’a ve rasulllerin
sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e nispet edilmenin kendisidir.”
(Bedru’t-Tali 2/290)
Alimlerin zahiriliğe karşı konumlarına gelince, bütün
alimler aynı konumda değildirler. Onların çoğu zahir ehli olduklarını
açıklamasalar da aynı yolu izlemişlerdir. İmam Şevkani’nin dediği gibi büyük
müçtehitler de böyledir. Sonrakiler ise bu menheci veya bazı meselelerini tenkid
ediyor ya da ondan sakındırıyorlar! Bunun birçok sebeplerinden bazıları
şunlardır:
* İmam Ebu Suleyman Davud b. Ali ve İmam Ebu Muhammed b.
Hazm’ın veya bu ikisinden başkalarının dile getirdikleri az sayıdaki meseleleri,
batını olmaksızın zahirine göre icra etmeleri, ihmali mümkün olmayan kıyas-ı
celî’yi ihmal etmeleri
* İbn Hazm rahimehullah’ın muhalifi reddetmedeki üslubunda
bulunan sertlik ve yumuşaklığı terk etmesi
* Bu mezhebin, diğer mezheplerde olduğu gibi kazanç sağlama,
makam edinme veya dünya mansıplarına ulaşma mezhebi olmaması, zahirilerin
imamlık, fetva ve kadılık makamlarına getirilmemeleri. Zahiri mezhebi, üçüncü
ve dördüncü asır ile beşinci asrın başlarında Hanbeli mezhebinden daha meşhur
idi.
* İbn Hazm’ın felsefe ve kelam ile uğraşmış olması,
kendisini sıfatlar ile ilgili meselelerde haktan saptırmıştır. Onu zemmeden de
bu yüzden zemmeder.
İbn Hazm’ın “Zahirî” değil de, koyu bir Cehmî olduğunun
iddia edilmesine gelince: Bu sözü İbn Abdilhadi söylemiş ve aşırı gitmiştir.
Kendisi ilimde köklü kimselerden değildir. Genç yaşta vefat etmiştir. Allah ona
rahmet etsin. İbn Hazm isimleri ispat eder, Kur’ân’ın mahluk olduğunu söylemez,
Allah’ın arşa istiva ettiğini söyler, Cebriye ve Mürcie akidelerini kabul
etmez, Kaderi inkar etmez, Cennet’in son bulacağını söylemez. Cehm b. Safvan’ın
tek kaldığı hiçbir görüşünde ona uymamıştır. Ancak ispat etmesinden sonra bazı
sıfat meselelerinde ayağı kaymış, bu konularda Mutezile’nin Cehmiyye ile
ittifak ettiği bazı görüşlere uyum göstermiştir. İmam İbn Hazm rahimehullah,
Ehl-i Hadis mezhebinin muvafakat ettiği sınırın dışına çıkmıştır. İbn Hazm’ı Cehmi’likle
niteleyen kimse de mazur görülür. Çünkü alimler arasında Allah’ın sıfatlarını
inkar edeni Cehmi’likle nitelemek meşhurdur.
İbn Hazm’ın nasları yorumlamadan, harfi harfine zahirine tutunması
eleştirilmiştir.
* Aslında “Zahirilik” hakkında konuşanların çoğu, zahiriyyenin
istidlal metotlarını iyice incelemedikleri için bu menheci bilmemektedirler. Bazen
İbn Hazm’ın zahire göre uyum gösterdiği cüz’î birkaç meseleye göre onun
hakkında hüküm veriyorlar. Zahiriyyenin menheci hakkında hükümde bulunanların
çoğu sadece İbn Hazm’dan işitilen meselelere göre hüküm vermektedir. İnsaflı
hareket eden çok azdır.
Yine İbn Hazm’a nispet edilen bazı meseleler daha var ki,
bunları İbn Hazm söylememiştir. Bazı ilim talebeleri, İbn Hazm rahimehullah’ın:
“Safa ile Merve arasındaki say’in on dört şavt olduğunu” söylediğini, İbn
Kayyım’dan naklederler. Hakikatte ise İbn Kayyım bunu İbn Hazm’dan
nakletmemiştir. Bilakis İbn Hazm’ın hac meseleleri ile ilgili başka bir sözünü
nakletmiş, sonra şöyle demiştir: “Bu hata, “Safa ile Merve arasında sa’y’in on
dört şavt olduğunu” söyleyen kimsenin hatasına benzemektedir.” Yoksa İbn Hazm,
böyle söyleyen kimseyi naslarla reddetmekte ve şöyle demektedir: “Şayet bu on
dört şavt olsaydı, sa’y, Merve’de değil, Safa’da biterdi.”
Bundan daha acısı, bazı kıt anlayışlı kimselerin: “İbn Hazm’a
göre kişinin babasına deynekle vurması caizdir, ancak “öf” demesi caiz değildir”
demeleridir. Halbuki İbn Hazm’ın eserlerinde böyle bir şey yoktur.
İlim iddia edenlerden birine bir mesele sorulur, o da: “Cevap
Aişe radıyallahu anha hadisindedir” der. Bununla kastettiği şey: “Bâtını (iç
yüzü) olmaksızın zahirini almakla yetinme! Nasta muhtemel bulunan bütün anlamları
al” demektir. Yani maksada delalet eden bütün delil yollarını al demektir. Bu da;
lafzın dolaylı olarak, mutabık olarak ve lüzum olarak delalet ettiği anlamlar,
siyakın (söz akışının) delaleti, rabıta ve karinelerin delaleti ve nasların
diğer delalet ettiği manalardır.
Bir kere, nassı harfiyyen almayı akıl sahipleri kınamaz. Nitekim
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın: “Onlar için yetmiş defa
bağışlanma dilesen dahi Allah onları bağışlamaz” ayeti inince, “Bunu yetmişten
fazla yapacağım” buyurmuştur. Yine sahabelerin naslara harfiyyen
tutunduklarını görürüz. Bunun örneklerinden birisi “Beni Kurayza yurduna
varmadan ikindi namazını kılmayın” hadisinde gelmiştir.
Zahiri almak, İslam’ın başlangıcından beri mevcuttur. Davud
ez-Zahiri bunun sadece usulunü ortaya koymuştur. Sonra İbn Hazm gelmiş ve bu
usulü geliştirmiştir. Ehl-i Hadisin geneli bu menhec üzerinde olmuşlardır. Mecbur
kalmadıkça kıyasa başvurmamışlardır. Alimin naslar hususundaki hakimiyeti ne
kadar az olursa, onun yanında o kadar fazla kıyas bulunur. Şüphesiz İbn Hazm’ın
ilimde hakimiyeti fazla olduğundan asla bağlı kalarak kıyastan en uzak kalan
kimselerden biri olmakla meşhur olmuştur. Bir topluluk onu beğenirken, bir
topluluk öfkelenmiştir.
Şevkani, el-Elbani, Şeyh Mukbil, Sıddık Hasen Han
el-Kannuci, Muslim, Buhari, el-Esfehani, İbn Akil, Ebu Hayyan ve başkaları gibi
zahiriyye metoduna uyanlara “Zahiri” denilmektedir. Çünkü belli bir mezhebe veya
görüşe bağlanmadan araştırma yaparak nasların zahirini alana böyle diyorlar. İbn Teymiyye, İbn Kayyım ve
İbn Receb gibi alimlerin asrında ise bu menhece uyanlara “Hanbelîler” deniyordu.
Onlara fıkıh mezhebi olarak Hanbeli mezhebine uydukları için değil, isim ve
sıfatların ispat edilmesinde Eşari’lerin sapmalarına muhalefet ederek, İmam
Ahmed’in temsil ettiği selefin menhecini korudukları için “Hanbeli” deniyordu. Yani
Ehl-i Sünnet menheci, farklı tarih safhalarında; ehl-i hadis, ehl-i eser, hanbelîlik,
zahirilik, selefilik gibi isimlerle anılmıştır. Bu isimlerin sebebi, sahabe asrında
mevcut olan menhece muhalefet ettikleri halde kendilerini “Ehl-i sünnet” diye
isimlendiren bid’at ehlinden hakiki sünnet ehlinin ayırt edilmesidir.
Hatta Ebu Osman es-Sabuni, Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis
kitabında, Ehl-i Sünnet-i Hâssa olan hadis ehline, muhaliflerinin “Zahiri”
dediklerini zikreder. Akide konusunda eser te’lif eden mutekaddiminden aynı
durumu dile getiren daha başka alimler de vardır. Nasları muhtemel manalara
yorumlamayana “Zahirî” demişlerdir. Buna göre isimleri sayılan bu alimler ve
daha başkaları ve Ehli Beyt imamlarının çoğunluğu “Zahiri”dir. Bu asırda müslümanlar
taklidi terk etmeye yönelmişlerdir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den başka hatadan korunmuş kimse yoktur. O’ndan başkasına taassub söz
konusu olamaz. Bazen bu hakikatten insanları uzaklaştırmak için “Zahirilik
Ehl-i sünnet dışı bir mezheptir” şeklinde sözler edilmektedir. Şüphesiz bu
menhec hakkında bu iddiayı yapanlar ancak kör taassup ehli kimselerdir.
İnsanlar, beşeri kanunlara uyar gibi, belli bir mezhebe
bağlanmanın, fırka ve cemaat taassubunun caiz olmadığını anlamaya
başlamışlardır. Çünkü bu, insanların kalplerinin birliğini bozmaktadır. Nitekim
Mescidu’l-Haram’da Malikiler, Hanefiler, Hanbeliler ve Şafiiler olarak her
mezhep için birer tane olmak üzere dört mihrap vardı, her bir mezhep mensubu,
diğer mezhep mensubunun ardında namaz kılmazdı. Hatta Camiu’l-Emevi’de şu ana
kadar bu şekilde devam etmektedir. Böyle bir durumda bir Zahirî’ye göre; imamın
Maliki, Şafii, Hanefi, Hanbeli, Zeydi, Hadevî veya İbazî olması yahut salih ya
da günahkar olması fark etmez. Zahirî, herbirinin de arkasında namaz kılar.
Haktan başkasına taasup gösterilmez.
Zahirilerle diğer
dört mezhep arasındaki ihtilaflar kıyas etrafında döner. Nitekim bu mezhepler
kendi aralarında da ihtilaf etmektedirler. Zahir ehlinin başkalarına muhalefet
ettikleri meseleler genelde zahirilerin umum ile delil getirdiği hususlarda, başkalarının
kıyas ile delil getirmeleridir. Halbuki hükümde ittifak etmektedirler. Çoğunlukla
ihtilaf lafzîdir. İbn Hazm’ın dört imama muhalefet ettiği meseleleri araştıran
bir araştırmacı bunun iki yüz yirmi meseleyi bulduğunu görmüştür.
Zahirîlerin şiddet, sertlik ve kabalıkla nitelenmelerine
gelince, onlar aslen kaba tabiatli kimseler değil, bilakis ince ruhlu
kimselerdir. Lakin hakkı savunma konusunda en kuvvetli, en şiddetli
kimselerdir. Naslara muhalefet edenlere ve delilsiz olarak te’vil edenlere
öfkelenirler. İbn Hazm rahimehullah bu konuda fazlasıyla nasibini almıştır.
Yine İbn Teymiyye rahimehullah da muhalifini reddetmedeki sertliğiyle bilinir.
Akli muhakemesinde bozukluk olan bazı kimseler İbn Hazm’ın
bazı fetvalarının hem ağlatan, hem güldüren fetvalar olduğunu öne sürerek Ehl-i
Hadisin de metodu olan Zahiriyye menheci hakkında karalama yapmaya
çalışmaktadırlar. Nitekim bazı cahiller, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Yetmişten
fazla bağışlanma dileyeceğim” sözünde olduğu gibi naslara harfiyyen uymayı
komik bulmaktadırlar!
Diğer taraftan diğer dört mezhepte de, İbn Hazm’ın
fetvalarını komik bulanların yadırgayacakları, garip fetvalar bulunmaktadır. Bu
mezheplerden kimisi domuz dışındaki bütün hayvanların yenebileceğini söylemiş,
kimisi, kişinin zinadan olan çocuğuyla evlenebileceğini söylemiş, bazısı ezan,
ikamet, tavaf ve abdestin yarıya indirilebileceğini söylemiş, kimisi hamrın
(ayette yasaklanan içkinin) yalnızca üzüm ve hurmadan yapılan içkiler olduğunu
söylemiştir. Bazısı namazda imamlığa layık olanların sıralamasında en iyi
okuyan, sonra sünneti en iyi bilen, sonra yaşca en büyük olan diye sıraladıktan
sonra, bu hususlarda eşit oldukları takdirde en güzel yüzlü olan, bunda
eşitseler, karısı en güzel olan diye devam etmişler, hatta burada da durmayıp, yazmaya
haya ettiğimiz şartlar öne sürmüşlerdir. Bu türden örnekler sayılamayacak kadar
çoktur. Buna rağmen biz bu görüşleri dile getiren imamları ve alimleri “şaz
kalan”, “yalnız kendilerinden menkul görüşleri bulunan” kimseler olarak
değerlendirmeyiz. Fakat mezhep mutaassıpları, İbn Hazm’ın adı geçince hemen
benzeri diğer imamlarda da görülen cüz’i bir takım örnekler öne sürerek “şaz
bir şahıs” olduğunu iddia ediyorlar!
Bir diğer iddia; “Zahiriler, hadis ehli, yahut selefiler,
içtihat edilmesi gerektiğini söylüyor, mezhebe bağlanmayı kabul etmiyorlar,
fakat kendileri hakikatte İbn Hazm’ın, Ahmed b. Hanbel’in veya İbn Teymiyye’nin
hadisler hakkındaki içtihatlarının dışına çıkmıyorlar” denilmesidir.
Bu doğru değildir. İbn Hazm’ı, Ahmed b. Hanbel’i, İbn
Teymiyye’yi veya bir başkasını taklid ettiği halde kendisinin zahir ehlinden
olduğunu veya hadis ehlinden olduğunu, ya da selefî olduğunu söyleyen kimse,
dinin zahirine nispet edilen bir zahiri değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in hadislerine nispet edilen bir hadis ehli değildir. Yine o, bu
ümmetin selefine nispet edilen bir selefî değildir. Çünkü selefin asrında belli
bir şahıs ya da mezhebi taklid etmek yoktu. O ancak Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem dışındaki bir şahsa ya da gruba nispet edilen biridir. Hatta zahirînin,
ehl-i hadisin ve selefînin ayırıcı alameti, hadisler hakkındaki hükümde veya
fıkhi bir meselede, naslara muhatap olma hususunda bağımsız olup, taklid
etmemesi, bilakis içtihat etmesi yahut buna gücü yetmiyorsa, alimin görüşüne
değil de, deliline tâbi olmasıdır.