İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kıyasçıların dillerinden, onların her zaman şöyle dediklerini naklediyor: “Allah insanların fıtratlarını ve akıllarını birbirinin aynı olan iki şeyin arasını eşitlemek, bu ikisinin ayrılmasına karşı çıkmak, birbirinden farklı olan kişi şeyi farklı görmek ve bu ikisini birleştirmeye karşı çıkmak üzere odaklamıştır.”
Bu, batıl oluşunda şüphe bulunmayan bir batıldır. Bunu
diyenlere şöyle denir: “Birbirinin aynı olan iki şey nedir?” Şayet: “Aynı
cinsten olan bir şey ile başka bir şeydir” derlerse, onlara şöyle denir: “Aynı
cinsten olan bir şey ile diğer şeyi eşitlemeye karşı çıkılmaz. Mesela buğday,
buğdayın hükmündedir. Mercimek, mercimeğin hükmündedir.” Lakin onların
kasttettikleri bu değildir.
Şayet: “Bu, aynı cinsten olmasa da bir şeyin benzeri olan
başka bir şeyle eşitlenmesidir” derlerse, onlara: “Bunun, diğerinin benzeri
olduğunu nereden bildiniz?” denilir. Diyecekler ki: “Nas ile belirtilen hükümde
etkileyici olan sıfatı, hakkında sükut edilen şeyde mevcut bulduk” Onlara
denilir ki: “Size Allah’ın birbirinin benzeri olan şeyler arasını ayırmasını
açıklayacağız:
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Allah'ın gökten
bir su indirdiğini görmüyor musun? Biz o su ile renkleri muhtelif meyveler
çıkarmış, dağlarda da beyaz, kırmızı, simsiyah, renkleri muhtelif yollar
yapmışızdır.” (Fâtır 27)
Bütün meyveler tek sudan yaratılmıştır. Kur’an, suyun eserde
etkileyici olarak mevcut olduğunu bildirmiştir. Ancak Allah Azze ve Celle’nin
kudreti, birbirine – aynı sudan sulanmaları bakımından - benzeyen şeyler
arasında farklı hükümler belirlemiştir. Onlardan bazısını sarı, diğerini
kırmızı renkte kılmış, bazısını yeşil, diğerini beyaz renkte kılmıştır. Hata bundan
dolayı birinin yenmesini helal, diğerinin yenmesini haram kılmıştır.
Bu misal bize, varlıklar arasındaki benzerliklerin,
hükümlerde eşitliği gerektirmediğini gösteriyor.
Eğer birisi: “İlk zikrettiğin örnekteki benzetme hükümlerde
eşitliği gerektirmez” derse, ona denilir ki: “Bunun, sizin kabul ettiğiniz bir
benzetme olduğunu açıklayacağız. Bu, İbnu’l-Kayyım rahimehullah’ın zikrettiği benzetmedir.
İbnu’l-Kayyım şöyle der: “İkinci dirilişin, birinci dirilişe
kıyaslanması, imkanı gösterir. Birinci diriliş asıl, ikinci diriliş fer’dir.”
Derim ki: Buna daha önce cevap vermiştim. İbn Hazm, sizin kabul ettiğiniz benzetmenin
hükümlerde eşitlemeyi gerektirmediğini açıklar.
İbn Hazm, el-İhkam’da şöyle der: “Şayet Allah Teâlâ’nın
kemikleri ilk diriltmesi, ikinci diriltmesini gerektirdeysi, zorunlu olarak,
birincisinin fani olması gibi, ikincisinin de fani olması gerekirdi. Ancak ikinci
dirilişten sonra fani olmayacaktır. Müslümanlardan hiçkimse ikinci dirilişten
sonra fani olunacağını söylememiştir. Ancak sadece Cehm b. Safvan buna
muhalefet etmiştir. Şayet öyle olsaydı, birincisinde dünyada yaratıldıkları
gibi, ikincisinde de dünyaya iade edilmeleri gerekirdi. Bu açık bir küfürdür.
Bunu ancak reenkarnasyona inanan kafirler söyler.” İbn Hazm’dan nakil bitti.
Derim ki: kıyas ehline göre iki diriliş birbirine
benzemektedir. Lakin birincinin hükmü fani olmak, ikincisinin hükmü ise
ebedîliktir. Birincisinin hükmü dünyada diriliş, ikincisinin hükmü ahirette
diriliştir. İkinci dirilişten sonra da fani olunacağını söyleyen ve: “Delilin
nedir?” denildiğinde: “İlk dirilişten sonra fani olduk, buna kıyasla ikinci
dirilişten sonra da fani oluruz” diyen akıl sahibi değildir.
Böylece Allah Azze ve Celle’nin birbirinin benzeri olan iki
şeyin hükmünü eşit kılmasının da, hükümlerini farklı kılmasının da mümkün
olduğu ortaya çıkmıştır.
Sonra İbnu’l-Kayyım şöyle diyor: “Ölülerin, öldükten sonra
dirilmeleri, yeryüzünün ölümünden sonra bitkilerle diriltilmesine
kıyaslanmıştır.”
Derim ki: Kıyas ehli, ölülerin, öldükten sonra dirilmeleri
ile yeryüzünün ölümünden sonra dirilmesini birbirine benzeyen iki şey olarak
görüyorlar. İbn Hazm, bu iki şeyin hükmünü Allah Azze ve Celle’nin eşit
kılmadığını açıklamıştır.
İbn Hazm, el-İhkâm’da şöyle der: “Şayet bu bir kıyas olsadı,
bütün bitkilerde olduğu gibi, Allah Teâlâ’nın her sene baharın başında ölüleri
diriltmesi ve her kışın başında da öldürmesi gerekirdi.” İbn Hazm’dan nakil
bitti.
Ölülerin, ölümden
sonra dirilmeleri ile yeryüzünün ölümünden sonra dirilmesi arasındaki
benzerlik, Allah Azze ve Celle’nin bu ikisini farklı hükümlerde kılmasına mani
değildir. Böylece: “Allah insanların fıtratlarını ve akıllarını birbirinin aynı
olan iki şeyin arasını eşitlemek ve bu ikisinin ayrılmasına karşı çıkmak üzere
odaklamıştır” sözü iptal olmuştur.
Allah Azze ve Celle’nin; fıtratları birbirinden farklı olan
şeyleri ayırmak ve bu ikisinin birleştirilmesine karşı çıkmak üzere odakladığı
sözüne gelince, şüphe yok ki, bir şey, ondan başka olan şey ile aynı değildir. Ama
bir şeyin hükmü ve başka bir şeyin hükmü, bazen farklı olur, bazen de aynı
olur.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “İki deniz bir
değildir: Biri, suyu tatlı, doyurucu ve içimi kolaydır; diğeri tuzlu ve acıdır.
Fakat siz herbirinden de taze bir et yersiniz ve takınacağınız kolyelik süs
eşyası çıkarırsınız.” (Fâtır 12)
İki denizden biri tatlı, diğeri acıdır. Lakin her ikisinden
de taze etler yenir ve süs eşyası çıkarılır. Denizlerin tatlarının farklı
olması, onlardan çıkan et ve süs eşyalarının hükmünün eşit olmasına mani
olmamıştır.
Bu da gösteriyor ki, iki şeyde bundan daha fazla zıtlık da
bulunsa, hükümlerinde farklılığı gerektirmez.
Şayet birisi: “İkinci örnekte zikrettiğiniz şey, birbirinden
farklı iki şeyin ayrılmasını gerektiren ihtilaf değildir” derse, ona şöyle
denilir: “Bunun sizin birbirinden farklı iki şey olduğunu kabul ettiğiniz
türden olduğunu açıklayacağız:
İbnu’l-Kayyım şöyle der: “Nitekim Allah Teâlâ, hükmü ve
hikmetiyle, birbirinden farklı olan iki şeyi hükümde eşitlemeyi nefyetmiştir. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müslümanları o günahkârlarla bir mi tutacağız”
(Kalem 35)
Derim ki: Günahkar olmayan Müslümanı Allah Azze ve Celle,
karşılıkta eşit kılmamıştır. Bu ancak ahiret yurdunda olur. Bu inkar edilemez. Lakin
Allah Azze ve Celle bu ikisini ahiret yurdunda ve dünyadaki birçok şeyde eşit
kılmadığı gibi, yaratılışta eşit kılmıştır. Yaratılış bakımından günahkar ile
müslüman arasında farklılık yoktur. Mürted, dinden çıktığı anda gözleri
alınmaz, azaları eksilmez. Müslüman bu bakımdan, günahkardan farklı değildir.
Bir müslümanın yüzünü insanlar güzel bulmaz, yine bir günahkarın da yüzü çirkin
görülebilir. Güzel yüzlü müslüman olduğu gibi, güzel yüzlü günahkar da vardır. Sıhhat
bakımından müslüman ile günahkar eşit olabilir. Geçim bakımından da eşit
olabilirler. Müslüman zengin olabildiği gibi, günahkar da zengin olabilir. Bunun
aksi de böyledir. Peki bu durumlarda Allah Azze ve Celle, bu ikisini
birbirinden farklı kılmış mıdır? Bu şahit olunan bir gerçektir ve inatçıdan
başkası inkar etmez. Bütün bunlar, dünyada olan şeylerdir ve kıyasçılara göre
kıyasın icra edildiği dünyadır. Ahiret yurdu değildir. O halde Allah Azze ve
Celle’nin dünyada müslüman ile günahkarı farklı kıldığı şey nedir? Buna
karşılık, ahirete şarap ile süt hükümde birdir. Çünkü şarap, dünyada haramdır. Süt,
dünyada helaldir. Bu iki şey birbirinden farklıdır. Ancak Allah Azze ve Celle
ahirette ikisinin hükmünü kullarının içmeleri için bir kılmıştır!
Böylece dinin, birbirinin benzeri olan şeylerin hükmünü
eşitlediği ve birbirinden faklı olan şeylerin hükmünü ayırdığı iddiasının batıl
olduğuna dair hüccet ikame olmuştur. Hamd ve minnet Allah’adır.