Gizlenen Hakikatler
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî
Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret
dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a
sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da
kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak
ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki,
Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
“Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz
ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” (Al-i İmran; 103)
“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da
eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun.
Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık
bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir
gözetleyicidir.” (en-Nisâ; 1),
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz
söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da
mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla
kurtulmuş olur.” (el-Ahzâb; 70-71)
Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en
hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü
sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at
sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.
Dört Mezhep Nasıl Yayıldı?
İlim talebesi olduğunu iddia eden ve insanların ilim ve
alimlere ait lakaplar verdikleri, kendilerine “hatip” ve “davetçi” denilen birçok kimsenin zihinlerinde kökleşen
fitnelerden birisi, dört mezhebin İslâm’ın direklerinden olduğu, mezhebi
olmayanın dininin de olmayacağı, fırka ve ihtilafların dinin ruhu ve zirvesi
olduğu, hatta ihtilafın rahmet (!) olduğu gibi düşüncelerdir. Öyle ki, Kitap ve
sünnetten delil sormanın küfrün esaslarından olduğu iddia edilmiştir
es-Savî el-Malikî, Celaleyn haşiyesinde şu habis iddiaya
cüret etmiştir:
الأخذ بظاهر الكتاب والسنة من أصول الكفر
“Kitap ve sünnetin zahirini almak küfrün asıllarındandır”[1]
Bu çirkinliğin bir benzeri de Hanefilerden el-Kerhî’nin:
كل آية
أو حديث تخالف ما عليه أصحابنا فهو مؤول أو منسوخ
“Ashabımızın (Hanefilerin) muhalif oldukları her ayet veya
her hadis ya te’vil edilir, ya da nesh edilmiştir”[2]
sözüdür.
Halbuki Allah bu ümmete tek kitap indirmiş, tek peygamber
göndermiş ve şöyle buyurmuştur:
ولا
تكونوا كالذين تفرقوا واختلفوا
“Fırkalara bölünen ve ihtilaf edenler gibi olmayın”
(Al-i İmran 105)
ولا
يزالون مختلفين إلا من رحم ربك
“Rabbinin merhamet ettiklerinin dışındakiler ihtilaf
etmeye devam ederler” (Hud 118, 119)
فهدى
الله الذين آمنوا لما اختلفوا فيه من الحق بإذنه
“Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâf ettikleri hakka,
kendi izniyle hidayet etmiştir” (Bakara 213)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem geride bir ümmet bırakmış,
bu ümmet en hayırlı ümmet olmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
vefatının ardından, yerleri doldurulamayan kimseler de vefat etmişler, hayırdan
sonra şer gelmiş, şu mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır. Şeytan bu fitneyi
çeşitli kılıklarla süslemiş, hayatlarını Allaha ve rasulüne davetle geçiren
faziletli insanlar olan hadis alimlerinin isimlerini bu mezheplere takmıştır.
Sonra gelenler kör taklitten başkasını kabul etmemişler, bu
alimler adına yalancı şahitlik yaparak iftira etmiş, buhtanda bulunmuşlar,
hiçbir nesep bağları olmadığı halde kendilerini bu alimlere nispet etmişlerdir.
Böylece “İmam Malik’in mezhebi”, “İmam Şafii’nin mezhebi” ve “İmam Ahmed’in
mezhebi” gibi sözler işitilmeye başlanmıştır.
“İmam Ahmed şu meselede şu görüştedir, İmam Malik şu
görüşüyle ona muhalefet etmiştir” dediklerini işitiriz! Şayet meseleyi
araştıracak olursak, o imamların bu işle alakalarının olmadığını ve güzel
bulmadıklarını görürüz. Bilakis bunlar ancak fırka ve ihtilafa dayanmış, sonra
gözleri şaşmış ve oyalanıp durmakta olan sonrakilerin sözleridir. Bu ihtilaf ve
fırkalaşmalarına: “İmam Ahmed’e ait” veya “İmam Malik’e ait” diyerek kılıf
uydurmuşlar, böylece iblis bu ümmete fırkalaşmayı yerleştirmiş, bunun sonucu
olarak da ümmet başarısızlığa uğramıştır.
Ebu Şame
el-Makdisi rahimehullah, şöyle diyor:
ومنهم من قنع بزبالة أذهان الرجال وكناسة أفكارهم وبالنقل عن
أهل مذهبه وقد
سئل بعض العارفين عن معنى المذهب فأجاب أن معناه دين مبدل قال الله تعالى ( ولا تكونوا من
المشركين من الذين فرقوا دينهم وكانوا شيعا كل حزب بما لديهم فرحون )ألا
ومع هذا يخيل إليه أنه من رؤوس العلماء وهو عند الله وعند علماء الدين من أجهل الجهال بل
بمنزلة قسيس النصارى أو حبر اليهود لأن اليهود والنصارى ما كفروا إلا بابداعهم في الأصول والفروع وقد صح عن النبي صلى الله
عليه وسلم ( لتركبن سنن من كان قبلكم )
الحديث "
“Kimisi
insanların zihinlerinin kalıntısı ve fikirlerinin çöplüğü ile kanaat ederek
mezhebinin mensuplarından nakilde bulunmaktadır. Ariflerden birine mezhebin
anlamı sorulunca: “Değiştirilmiş din demektir” diye cevap vermiştir. Allah
Teâlâ: “Dinlerini parçalayan, gruplara bölünen ve her grubun kendilerinde
bulunanlarla sevindikleri müşrikler gibi olmayın” (Rum 31-32) buyurmuştur.
Dikkat edin! Buna rağmen alimlerin önderleri gibi görünen bazıları, Allah
katında ve hakiki din alimlerine göre cahillerden de cahildirler! Hatta onlar
hristiyanların rahipleri ve yahudi alimleri mesabesindedir! Çünkü Yahudiler ve
Hristiyanlar, kendilerinin bidat olarak çıkardıkları şeyler dışında usul ve
furu’yu inkar etmişlerdir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu
sahih olarak gelmiştir: “Sizden öncekilerin yollarına aynen uyacaksınız”[3]
İmam Ahmed’in Taklid, Mezhep, Re’y ve Kıyasa Karşı Tutumu
Burada bizzat
İmam Ahmed’in, bunların iftira olduğunu ortaya koyan ve kendisinin menhecinin
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba olduğunu, falan ve filanın
görüşlerini şiddetle çirkin gördüğünü açıklayan sözlerinden bazılarını zikredeceğiz:
Sünen sahibi
İmam Ebu Davud şöyle demiştir: “Ahmed’in şöyle dediğini işittim:
ليس أحد إلا ويؤخذ من رأيه ويترك ، ما خلا النبي - صلى الله عليه وسلم
“Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in dışında herkesin sözünu almak da, terk etmek de mümkündür.”[4]
Ebu Davud
dedi ki: “Ahmed’e şöyle dedim:
الأوزاعي هو أتبع من مالك ؟ قال : لا تقلد دينك أحدأ من هؤلاء ، ما جاء
عن النبي - صلى الله عليه وسلم - فخذ به
“el-Evzâî’ye
mi, yoksa Malik’e mi uyayım?” Dedi ki: “Dininde bunlardan hiçbirini taklid
etme! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelenleri al”[5]
Ebu Davud
dedi ki: “Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediğini işittim:
لا يعجبني رأي مالك ، ولا رأي أحد
“Ne Malik’in
ne de herhangi bir şahsın görüşü hoşuma gider.”[6]
İmam Ahmed
rahimehullah işte böyle sakındırmıştır. Lakin Allah’ın gurura düşürdüğü bu
kimseler Allah’ın kitabını ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetini arkalarına atmışlar, onun yerine re’y ve kıyası almışlardır. Daha
hayırlı olanı, düşük olanla değişmişlerdir.
İbn Hânî,
İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakletmiştir:
اترك رأي أبي حنيفة وأصحابه.
“Ebu Hanife ve ashabının görüşlerini terk et!”
Ebu Davud dedi ki:
سمعت
أحمد ذكر شيئاً من أمر أصحاب الرأي . فقال : يحتالون لنقض سنن رسول الله - صلى الله عليه وسلم
“İmam Ahmed’in re’y ashabının durumundan bahsettiğini
işittim. Şöyle dedi: “Onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
sünnetlerini eksiltmeye çalışıyorlar”
El-Meymûnî şöyle demiştir:
سمعت
أبا عبد الله أحمد بن حنبل ، وسئل عن أصحاب الرأي ، يكتب عنهم ؟ فقال : قال عبد الرحمان ، هو ابن مهدي ، :
إذا وضع الرجل كتابا ، من هذه الكتب ، أرى
أن لا يكتب عنه الحديث. قال
أحمد : وما تصنع بالرأي ، وفي الحديث ما يغنيك عنه ويقول : من دل على صاحب رأي ، فقد أعان
على هدم الإسلام
“Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel’e: “Re’y ashabı’ndan ilim
yazalım mı?” diye sorulunca şöyle dediğini işittim: “Abdurrahman b. Mehdî dedi
ki: “Kişi, şu kitaplardan (şahsi görüşlerine dair) bir kitap ortaya koyarsa
ondan hadis yazılmasını uygun görmem.” Ahmed dedi ki: “Re’yi/Görüşü ne
yapacaksın? Hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz.” Yine şöyle demiştir: “Kim re’y
sahibini (meselelere şahsi görüşüyle hüküm vereni) tavsiye ederse İslâm’ın
yıkılmasına yardım etmiş olur.”[7]
Ebu Mes’ud Ahmed b. Furat b. Halid er-Razi ed-Dubbî
el-Esbehanî, İmam Ahmed’in şu sözünü rivayet etmiştir:
قال
احمد من دل على صاحب رأي ليفتنه فقد أعان على هدم الإسلام
“Fitneye düşürmek için re’y ashabını tavsiye eden, İslâm’ın
yıkılmasına yardım etmiş olur.”
İmam Ahmed rahimehullah, hayatında dini re’y ile alanlar
hakkında bu gibi sözler söylemiş, böyle kimselerin İslâm’ı yıktıklarını
belirtmiştir. Bu yüzden İmam Ahmed rahimehullah hadisi şerifler içeren
kitapları tavsiye etmiştir. Sonra insanların görüşleriyle bu hadisleri
birbirine katan, habis ile tayyibi karıştıran kitaplar yazılmıştır. İmam Ahmed
bu görüşlerin atılmasını ve silinmesini, kitapta sadece hadislerin
bırakılmasını emrederdi. Kalbi olan için bu yeterlidir. Allah’ın basiretini
aydınlattığı kimseler için ayet ve hadislerden başkasına ihtiyaç yoktur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisiyle yetinmeyene cehennem yeter!
İbn Hânî şöyle demiştir:
سئل
أحمد بن حنبل ، عن أبي حنيفة ، يروى عنه ؟ قال : لا . قيل : فأبو يوسف (صاحب أبي حنيفة ) ؟
قال : كأنه أمثلهم . ثم قال : كل من وضع
الكتب ، فلا يعجبني ، ويجرد الحديث
“Ahmed b. Hanbel’e Ebu Hanife’den rivayet edilip
edilmeyeceği soruldu. “Hayır” dedi. “(Ebu Hanife’nin öğrencisi) Ebu Yusuf?” diye sorulunca: “O da onlar
gibidir” dedi. Sonra şöyle dedi: “(Görüşlerine dair) kitap yazan ve hadisleri
yazmayan kimselerden hoşlanmam.”[8]
İmam Ahmed rahimehullah şöyle demiştir:
لا
يعجبني شيء من وضع الكتب ، ومن وضع شيئًا فهو مبتدع. وقال
ابن هانى : سألت أحمد عن كتاب مالك والشافعي أحب إليك أو كتب أبي حنيفة وأبي يوسف ؟ فقال : الشافعي
أعجب الي ، هذا إن كان وضع كتابا ، فهؤلاء يفتون بالحديث (يعني مالكًا والشافعي)
وهذا يفتي بالرأي (يعني أبا حنيفة) فكم بين هذين
“(Şahsi görüşlere dair) yazılan kitapların hiçbirinden
hoşlanmam. Kim böyle bir kitap yazarsa o bir bidatçidir.” İbn Hani dedi ki:
“Ahmed’e; “Malik ve Şafii’nin kitaplarını mı yoksa Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’un
kitaplarını mı tercih edersin?” diye sordum. Dedi ki: “Şafii daha hoşuma gider.
(Malik ve Şafii) kitap yazmış olsalar da hadisle fetva veriyorlar. Şu ise (yani
Ebu Hanife) re’y ile fetva veriyor! Bu ikisi arasında ne kadar çok fark var!”[9]
İbn Hânî şöyle demiştir: “Erdebil’den birisi İmam Ahmed’e,
kitap yazmış olan Abdurrahman adlı birisi hakkında sordu. İmam Ahmed dedi ki:
قولوا
له : أحد من أصحاب النبي - صلى
الله عليه وسلم - فعل هذا ؟ أو أحد من التابعين ؟ فاغتاظ الإمام أحمد ، وشدد في أمره ،
ونهى عنه . وقال : انهوا الناس عنه ، وعليك بالحديث
“Ona Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden
birinin veya tabiinden birinin bunu yaptığını mı söylemişler?” İmam Ahmed
öfkelendi ve bu konuda sert konuşarak yasakladı. Dedi ki: “İnsanları ondan
sakındırın! Sana hadis yeter.”[10]
Abdulvehhab el-Verrak şöyle dedi:
ما
رأيت مثل احمد بن حنبل قالوا له وإيش الذي بان لك من علمه وفضله على سائر من رأيت قال رجل
سئل عن ستين ألف مسألة فأجاب فيها بأن قال أخبرنا وحدثنا
“Ahmed b. Hanbel gibisini görmedim.” Ona: “Ahmed’in ilmini
ve başkalarından üstünlüğünü anlamanı sağlayan husus nedir?” diye sorulunca
şöyle dedi: “Bir adam altmış bin mesele sordu, bunlara “ahberana: bize şöyle
haber verildi” ve “haddesena: bize şöyle hadis rivayet edildi” diyerek cevap
verdi.”[11]
Tabakatu’l-Hanabile’de; el-Mubarek – Ali b. Ömer el-Bermekî
– Ahmed b. Abdillah el-Maliki – babası – Muhammed b. İbrahim b. Abdillah b.
Yakub b. Zevran - Ebu’l-Abbas Ahmed b. Cafer b. Yakub b. Abdillah el-Farisi
el-Istahari isnadıyla şöyle rivayet edilmiştir: “Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed
b. Hanbel dedi ki
...... والدين إنما هو كتاب الله عز
وجل وآثار وسنن وروايات صحاح عن
الثقات بالأخبار الصحيحة القوية المعروفة يصدق بعضها بعضا حتى ينتهي ذلك إلى رسول الله صلى
الله عليه وسلم وأصحابه رضوان الله عليهم والتابعين وتابعي التابعين ومن بعدهم
من الأئمة المعروفين المقتدى بهم والمتمسكين بالسنة والمتعلقين بالآثار لا يعرفون
بدعة ولا يطعن فيهم بكذب ولا يرمون بخلاف وليسوا بأصحاب قياس ولا رأي لأن
القياس في الدين باطل والرأي كذلك أبطل منه وأصحاب الرأي والقياس في الدين مبتدعة ضلال ...... وأصحاب الرأي وهم مبتدعة ضلال أعداء للسنة والأثر يبطلون الحديث
ويردون على الرسول عليه الصلاة والسلام ويتخذون أبا حنيفة ومن قارب قوله إماما ويدينون
بدينهم وأي ضلالة أبين ممن قال بهذا وترك قول الرسول وأصحابه واتبع قول أبي حنيفة
وأصحابه فكفى بهذا غيا مرديا وطغيانا
..... وأما
أصحاب الرأي فإنهم يسمون أصحاب السنة نابتة وحشوية وكذب أصحاب الرأي أعداء الله بل هم النابتة والحشوية
تركوا آثار الرسول صلى الله عليه وسلم وحديثه وقالوا بالرأي وقاسوا الدين بالاستحسان
وحكموا بخلاف الكتاب والسنة وهم أصحاب بدعة جهلة ضلال وطلاب دنيا بالكذب والبهتان
“Din ancak Allah’ın kitabı, eserler, sünnetler, birbirini
tasdik eden, sahih ve kuvvetli haberleri nakleden güvenilir ravilerin
aktardıkları sahih rivayetlerden ibarettir. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e, sahabelerine – Allah onlardan razı olsun – tabiîne, tebau’t-tabiine
ve onlardan sonra kendilerine uyulan, sünnete sarılan, rivayetlere bağlanan,
bidatle bilinmeyen, yalanla eleştirilmeyen, muhalefetle suçlanmayan meşhur
imamlara kadar ulaşır. Bu imamlar kıyas ve re’y ashabı değillerdir. Zira dinde
kıyas batıldır. Re’y de aynı şekilde, ondan daha batıldır. Dinde re’y ve kıyas
ashabı sapık bidatçilerdir… Re’y ashabı sapık bidatçilerdir ve onlar sünnet ve
eser (rivayetler)in düşmanlarıdırlar. Hadisi iptal eder, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i reddederler, Ebu Hanife’yi ve ona yakın olanları imam
edinerek onların dinlerini din edinirler! Hangi sapıklık bundan daha açık
olabilir? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının sözlerini terk
ederler, Ebu Hanife ve ashabının sözlerine uyarlar! Alçak bir sapkınlık ve
tugyan olarak bu yeter!... Re’y ashabına gelince, onlar sünnet ashabına:
“Nabita ve Haşeviye” derler. Allah’In düşmanı olan re’y ashabı yalan
söylemişlerdir! Bilakis kendileri Nabita ve Haşeviyedirler. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in hadisini ve rivayetleri terk ederek şahsi görüşlerini
söylemişler, dinde kıyas ve ihtihsan yaparak Kitap ve sünnete aykırı hükümler
vermişlerdir. Onlar bidatçi, cahil, sapık, yalan ve iftira ederek dünya peşinde
koşan kimselerdir.”[12]
İmam Hafız Ebu Nasr el-Vâilî es-Secezî (v.444 hicrî) şöyle
diyor:
:"..،أيد الله سبحانه بمنه أبا عبدالله أحمد بن محمد بن حنبل
الشيباني رحمه الله ، حتى قام بإظهار المنهاج الأول ، وكان جامعا،قد تقدم في الفقه فنظر في مذهب
أبي حنيفة و سفيان أولا ، ثم نظر في مذهب مالك ، ثم نظر في مذهب الشافعي
،واختار لنفسه ما وجده في الحديث ،وكان في معرفته مبرزا ، وكان شديد الورع ، و متمسكا
بآثار السلف ، و متمكنا من العقل و الحلم ،فنشر ما كان عليه السلف ، و ثبت في المحنة
،و لم يات من عنده بشيء ،ولم يعول إلا على السنن الثابثة.
“…Allah Subhanehu onu Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b.
Hanbel eş-Şeybanî rahimehullah ile destekledi ve kapsayıcı olan ilk menheci
ortaya koydu. Fıkıhta öne geçti. Önce Ebu Hanife ve Sufyan’ın mezhebini
araştırdı. Sonra Malik’in mezhebini araştırdı. Sonra Şafii’nin mezhebini
araştırdı ve kendisi için hadis yolunu seçti. Bilgisi ileri boyutta idi.
Kuvvetli bir verâ’ı vardı. Seleften gelen rivayetlere sarılırdı. Sağlam bir
akıl ve hilim sahibi idi. Selefin üzerinde bulundukları yolu yaydı. Mihne’de
(Kur’an’ın mahluk olduğunun iddia edildiği fitne döneminde) sebat etti. Sadece
sabit sünnette gelenlere yöneldi.”[13]
Harb el-Kirmâni, İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakletmiştir:
ترك
القياس واتباع السنة أسلم
“Kıyası terk etmek ve sünnete uymak en selametli yoldur.”[14]
İmam Ahmed’in Tabi Olduğu Menhec
İmam Ahmed ile aynı asırda Davud b. Ali ez-Zahirî, Buhârî ve
Muslim gelmişler, dosdoğru bir yol olan aynı menhec üzerinde ilerlemişlerdir.
Onlardan sonra hicrî beşinci asrın övüncü İmam İbn Hazm gelmiş ve aynı menhece
tabi olmuştur. Bu menhec sahabe, tabiin ve onlara güzellikle uyanların
menhecidir. Bu yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde
bulundukları yoldur. Bu menhece uyanlar her asırda ve her ülkede şahsi görüş,
zan ve taklidi terk eden, ihtilafı ve fırkalaşmayı iptal eden kimselerdir. İşte
İmam Ahmed’in ashabından insaf sahipleri, bu menheci korumuşlar, kıyası ve re’yi
reddetmişler, bilakis İmam Davud’un da üzerinde bulunduğu İmam Ahmed’in menhecine
uyum göstermişlerdir.
Er-Resâilu’l-Kemâliye sahibi Allâme Şattî el-Hanbelî şöyle
diyor:
والإمام أحمد من أئمة الظاهر ولما كان الإمام أحمد من أئمة الظاهر
كداود بن علي الظاهري، وابن حزم، وغيرهما، إلتزم البعض من متقدمي فقهاء الحنابلة
نقل أحكام مذهب داود وغيره، ككتاب ( رؤوس المسائل ) لأبي الخطاب محفوظ بن أحمد
بن حسن الكلوذاني ، والرعايتين الصغرى والكبرى لابن حمدان، وغيرها من الكتب المعتمدة
في المذهب..أ.هـ
“İmam Ahmed, zahiri imamlardandır. İmam Ahmed; Davud b. Ali
ez-Zahirî, İbn Hazm ve başkaları gibi zahir imamlarından olduğu için, önceki
Hanbelî fakihlerinden bazısı Davud’un ve başkalarının mezhebinin hükümlerini de
nakletmeye özen göstermişlerdir. Mesela Ebu’l-Hattâb Mahfuz b. Ahmed b. Hasen
el-Kelvezanî’nin “Ruusu’l-Mesâil” kitabı, İbn Hamdan’ın “er-Riayetu’s-Sugra” ve
“er-Riayetu’l-Kubra” kitapları ve bunlardan başka mezhepte mutemed olan diğer
kitaplar böyledir.”
Burada allâme eş-Şattî’nin İmam Ahmed’i zahiriliğe nispet
ettiğini ve onu zahiri imamlarından saydığını görüyoruz. Bunun anlamı, tevil etmeksizin, hakiki zahir
anlamının dışına çıkmaksızın, kıyas ve re’yden uzak durarak, nasların zahirini
almaktır. İşte zahir ehlinin menheci budur. Hatta bu, hadis ve eser ashabının
tamamının menhecidir. Onların bundan başka bir menheci yoktur. İmam Ahmed’den
re’y ve kıyası zemmettiğine dair gelen rivayetler bunu pekiştirmektedir. Bu
rivayetleri bazı hanbeliler çeşitli yollarla tevil etmeye kalkışmışlardır. Ancak
bazıları da anayoldan ayrılmamışlar, re’y ve kıyası reddetmişlerdir. Allah
yardımcımız olsun.
İmam Ahmed’in Kıyas Hakkındaki Görüşü
İbn Teymiyye rahimehullah, el-Musvedde kitabının kıyas
bölümünde şöyle demiştir:
قال
أحمد فى رواية الميموني يجتنب المتكلم فى الفقه هذين الأصلين المجمل والقياس
“El-Meymûnî’nin rivayetinde İmam Ahmed dedi ki: “Fıkıh
hakkında konuşan kimse şu iki usulden; mücmel (kapalı lafızlardan) ve kıyastan
uzak durmalıdır.”[15]
فى رواية أبى الحارث فقال ما تصنع بالرأى والقياس وفى الحديث ما يغنيك
عنه
“Ebu’l-Haris’in rivayetinde şöyle demiştir: “Re’y ve kıyası
ne yapacaksın? Hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz.”[16]
وفى
رواية مهنا وقد سأله : هل نقيس بالرأى ؟ فقال : لا ، هو أن يسمع الرجل الحديث فيقيس
عليه
“Diğer bir rivayette İmam Ahmed’e: “Re’y ile kıyas yapabilir
miyiz?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Hayır. Aksi halde kişi hadisi işittiği
halde ona kıyas yapar.”[17]
وقال في رواية أبي طالب : أصحاب أبي حنيفة إذا قالوا شيئاً خلاف القياس : نستحسن هذا وندع
القياس فيدعون ما يزعمون أنه حق بالاستحسان ، وأنا أذهب إلى كل حديث جاء ولا أقيس عليه .
“Ebu Talib’in rivayetinde şöyle demiştir: “Ebu Hanife’nin
ashabı kıyasa aykırı bir şey söylediklerinde: “Bunu güzel gördük (istihsan
yaptık) ve kıyası terk ettik” derler. Böylece hak olduğunu iddia ettikleri
şeyi, istihsan sebebiyle terk ederler. Ben ise tamamen hadiste geldiği gibi
söylerim, kıyas yapmam.”[18]
وقال في رواية عبدوس : ليس في السنة قياس ولا تضرب لها الأمثال ولا تدرك
بالعقول إنما هو الاتباع
“Abdus’un rivayetinde ise şöyle demiştir: “Sünnette kıyas
yoktur. Ona misal getirilmez ve akıllarla idrak edilmez. Ona (sünnete) sadece
tabi olunur”[19]
İbn Teymiyye, el-Musvedde’de şöyle demiştir:
وذهبت الزيدية الى المنع منه عقلا وشرعا وكذلك صرح به أبو الخطاب عن
النظام وداود وأهل الظاهر كالقاشاني والمعري والنهرواني وغيرهما قال وقد أومأ إليه
أحمد فقال يجتنب المتكلم فى الفقه هذين الاصلين المجمل والقياس وقد تأوله شيخنا على استعمال القياس مع وجود
السنة والظاهر خلافه ... أ.هـ
“Zeydiyye, aklen ve dinen bunu (kıyası) yasak kabul
etmişlerdir. Aynı şekilde Ebu’l-Hattab, en-Nazzam ve Davud ile el-Kaşânî,
el-Mearrî, en-Nehravânî ve diğerleri gibi zahir ehlinden naklederek aynısını
tasrih etmiştir. Demiştir ki: “Ahmed de buna işaret etmiş ve şöyle demiştir: “Fıkıh
hakkında konuşan kimse şu iki usulden; mücmel ve kıyastan uzak durmalıdır.”
Nitekim şeyhimiz bunu sünnet bulunduğu ve zahire aykırı olduğu zaman kıyas
yapmanın yasaklanmasına yorumlamıştır…”[20]
İmam Ahmed rahimehullah’ın sözünün bu şekilde
yorumlanması bâtıldır. İmam Ahmed, Ebu’l-Haris’in rivayetinde: “Re’y ve kıyası
ne yapacaksın, hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz” dediği halde nasıl bu yorum
kabul edilebilir?
İmam Ahmed rahimehullah, Kitap ve sünnetin kıyamet gününe
kadar meydana gelecek bütün olayları kapsadığını söylemekte haklıdır. Olayların
yaratıcısı, Kur’ân ve sünneti indirmiştir. Bu ikisi, bu olayların hükümlerini
de içermektedir.
İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım, nasların bütün olayları
kapsadığını, bunları bilenin bildiğini, bilmeyenin bilmediğini itiraf
etmişlerdir. Hatta onlar, İmamu’l-Harameyn el-Cuveyni’nin:
النصوص
لا تفي بعشر معشار الشريعة
“Naslarla dinin ancak onda biri yerine getirilebilir”
şeklindeki çirkin sözüne şiddetle karşı çıkmışlardır.
İbn Teymiyye, Hanbelî’lerden kıyasın hüccet olmadığını
söyleyen ve bu konuda İmam Ahmed’den gelen rivayetleri delil getirenleri
zikretmiştir.[21]
Hak olan budur. İmam Ahmed rahimehullah’ın sözlerinin dinde
kıyası açıkça men etttiği hususunda hiçbir şüphemiz yoktur. Ancak Hanbelî’lerin
çoğunluğu, özellikle de sonradan gelenler, kıyasın hüccet olduğunu söylemişler,
zikretmiş olduğumuz, İmam Ahmed’den gelen rivayetleri reddetmeye güç
yetirememişlerdir. Ancak türlü yollarla te’vil etmeye kalkışmışlardır.
Şüpheleri şu şekildedir:
1- İmam Ahmed’in ancak nas bulunan konularda kıyası
reddettiğini iddia etmişlerdir. El-Musvedde’de şöyle denilmiştir:
وهذا
لا يدل على أنه ليس بحجة وانما يدل على
أنه لا يجوز استعماله مع النص
“Bu kıyasın hüccet olmadığını değil, ancak nas bulunan konuda
kıyas yapmanın caiz olmadığını gösterir..”
2- İmam Ahmed’den nakledilen şu gibi ifadeleri delil
getirmişlerdir:
سألت
الشافعى عن القياس فقال عند الضرورة
وأعجبه ذلك
“Şafiî’ye kıyas hakkında sordum, dedi ki: “Ancak zaruret
halinde yapılabilir” Bu cevabı beğendim.”
Yine Muhammed b. el-Hakem’in rivayetinde şöyle demiştir:
لا
يستغنى أحد عن القياس ، وعلى الإمام
يرد عليه الأمر أن يجمع له الناس ويقيس
“Herkes kıyasa mecburdur. İmama bir mesele geldiği zaman
insanları toplar ve kıyas yapar” Yine aynı şekilde Ahmed b. el-Kasım, İmam
Ahmed’den şöyle nakleder:
لا
يجوز بيع الحديد والرصاص متفاضلاً قياساً على الذهب والفضة
“Demir ve kurşunun, altın ve gümüşe kıyas olarak, aralarında
fazlalıkla satışı caiz olmaz.”
Bu son rivayetler, şu sebeplerden dolayı sahih değildir:
1- İmam Ahmed, “Fıkıh hakkında konuşan kimsenin mücmel ve
kıyastan sakınması gerektiğini” açıklamıştır. Bu rivayetler daha önce geçti.
Bunu Hanbelî mezhebine uyanlar zikretmektedirler ve bir şeyi
bir şeye kıyas ettiğine dair diğer rivayetlerle üstün gelmeye çalışmaktadırlar.
Bu, söze muhalefettir. Zira itibar bakımından bir kimsenin sözü, fiilinden
önceliklidir. Belki de bu görüşü kıyas olarak benimsememiştir. Aksi halde bir
sözü, diğer sözüne çelişik olur. İmam Ahmed ise bundan uzaktır.
2- İmam Ahmed’in; “Hadis
kıyasa ihtiyaç bırakmaz” sözü gayet açıktır. Yani naslar, mükelleflerin başına
gelecek olaylarda ihtiyaç duydukları her hükmü kapsamaktadır. İbn Teymiyye ve
İbnu’l-Kayyım da bunu itiraf etmişler ve İmamu’l-Harameyn el-Cuveynî gibi, nasların
olayları kuşatmadığını iddia edenlere şiddetle karşı çıkmışlardır.
İbnu’l-Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkiin’de şöyle der:
فرقة قالت : إن النصوص لا تحيط بأحكام الحوادث ، وغلا بعض هؤلاء حتى
قال : ولا بعشر معشارها ، قالوا : فالحاجة إلى القياس فوق الحاجة إلى النصوص ، ولعمر الله إن هذا مقدار النصوص في
فهمه وعلمه ومعرفته لا مقدارها في نفس
الأمر ، واحتج هذا القائل بأن النصوص متناهية ، وحوادث العباد غير متناهية ، وإحاطة المتناهي
بغير المتناهي ممتنع ، وهذا احتجاج فاسد جدا من وجوه : أحدها أن ما لا تتناهى
أفراده لا يمتنع أن يجعل أنواعا ، فيحكم لكل نوع منها بحكم واحد فتدخل الأفراد التي لا
تتناهى تحت ذلك النوع الثاني : أن أنواع الأفعال بل والأعراض كلها متناهية. الثالث : أنه لو قدر عدم
تناهيها فإن أفعال العباد الموجودة إلى يوم القيامة متناهية ، وهذا كما تجعل الأقارب نوعين : نوعا مباحا ، وهو بنات العم والعمة
وبنات الخال والخالة ، وما سوى ذلك حرام ، وكذلك يجعل ما ينقض الوضوء محصورا ، وما سوى ذلك
لا ينقضه ؛ وكذلك ما يفسد الصوم ، وما يوجب الغسل وما يوجب العدة ، وما يمنع منه
المحرم ، وأمثال ذلك ، وإذا كان أرباب المذاهب يضبطون مذاهبهم ويحصرونها بجوامع تحيط
بما يحل ويحرم عندهم مع قصور بيانهم فالله ورسوله المبعوث بجوامع الكلم أقدر على
ذلك ، فإنه صلى الله عليه وسلم يأتي بالكلمة الجامعة وهي قاعدة عامة وقضية كلية
تجمع أنواعا وأفرادا وتدل دلالتين دلالة طرد ودلالة عكس . وهذا كما سئل صلى الله عليه وسلم عن أنواع من
الأشربة كالبتع والمزر ، وكان قد أوتي جوامع الكلم فقال " { كل مسكر حرام } ، و
{ كل عمل ليس عليه أمرنا فهو رد } { وكل قرض جر نفعا فهو ربا } { وكل شرط ليس في كتاب
الله فهو باطل }
{ وكل
المسلم على المسلم حرام دمه وماله وعرضه } { وكل أحد أحق بماله من ولده ووالده والناس أجمعين } { وكل
محدثة بدعة وكل بدعة ضلالة } { وكل معروف صدقة } وسمى النبي صلى الله عليه وسلم هذه الآية
جامعة فاذة : { فمن يعمل مثقال ذرة خيرا يره ومن يعمل مثقال ذرة شرا يره } ....
Bir grup şöyle dedi: “Naslar, meydana gelen olayların
hepsini kuşatmaz.” Bunlardan bazısı ileri giderek: “Naslarla dinin ancak onda
biri yerine getirilir” dedi. Bunlar dediler ki: “Kıyasa olan ihtiyaç, naslara
olan ihtiyaçtan daha büyüktür. Allah’a yemin olsun, bu miktar nasları anlamak,
öğrenmek ve bilgisine ulaşmak, hakikatte bu kadar değildir. Bunu söyleyen
kimse, nasların sınırlı, kulların olaylarının ise sınırsız olduğunu ve sınırlı
olanın, sınırsız olanı kuşatamayacağını gerekçe gösteriyor. Bu gerekçe, birçok
açıdan gayet bozuktur:
Birincisi: Tek başına sınırlı olan şeyin türleri olabilir.
Bu türlerden her biriyle tek hükme varılır ve sınırsız olanlar bunun hükmünün
kapsamına girerler.
İkincisi: Fiillerin türleri ve hatta a’razların tamamı
sınırlıdır.
Üçüncüsü: Şayet bunların sınırsız olduğu varsayılsa bile
kulların kıyamete kadar olacak fiilleri sınırlı olarak mevcuttur. Bu tıpkı
akrabaların iki çeşit kılınması gibidir. Bir çeşidi (nikahlanması) mubahtır.
Bunlar amca ve teyze kızları, dayı ve hala kızlarıdır. Bunun dışındakiler
haramdır. Aynı şekilde abdesti bozan şeyler bellidir, bunun dışındakiler
bozmaz. Yine orucu bozanlar bellidir, guslü gerektiren şeyler, iddetin
gerektirdiği şeyler, ihramlıya yasak olan şeyler bellidir. Mezhep sahipleri,
mezheplerini kayıt altına almışlar ve beyanlarındaki eksiklikle beraber,
kendilerine göre helal ve haram olanları özetlemişlerdir. Allah ise, Rasulünü
bunlardan daha güçlü olan cevamiu’l-kelim (özlü ve kapsamlı ifadeler) ile
göndermiştir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kapsamlı bir cümle
söyler, bu genel bir kaide ve kullî bir hüküm olur. Bu cümler, kapsamına giren
türleri ve ferdleri kuşatarak, dışında kalma delaleti ve zıtlık delaleti ile
delil olur.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e arpa ve
benzeri maddelerden elde edilen içecek türleri sorulduğunda, özlü ve kapsamlı
cümle kullanarak: “Her sarhoşluk veren haramdır” buyurmuştur. Yine “Her
kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa o reddolunur”, “Faydalanma
içeren her borçlanma faizdir”, “Allah’ın kitabından bulunmayan her şart
bâtıldır”, “Her Müslümanın, diğer müslümana kanı, malı ve namusu
haramdır”, “Herkes kendi malına çocuğundan, babasından ve bütün
insanlardan daha çok hak sahibidir”, “(Dinde) her sonradan çıkarılan
yenilik bidattir ve her bid’at sapıklıktır”, “Her iyilik sadakadır”
gibi özlü cümlelerle ifadede bulunmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu
ayetin benzersiz şekilde kapsamlı olduğunu söylemiştir: “Kim zerre kadar
hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onun
karşılığını görür” (Zilzal 7-8)“[22] İbn
Kayyım rahimehullah, bu konuya dair birçok örnekler zikreder.
İbn Teymiyye rahimehullah, Mearicu’l-Vusul risalesinde şöyle
der:
وهذا
كقولهم : إن أكثر الحوادث يحتاج فيها إلى القياس لعدم دلالة النصوص عليها ؛ فإنما هذا قول من لا
معرفة له بالكتاب والسنة ودلالتهما على الأحكام...
“Bu tıpkı: “Hadiselerin çoğunda, naslar bunlara delil
olmadığı için kıyasa ihtiyaç vardır” demeleri gibidir. Bu ancak kitap ve sünnet
ile bu ikisinin hükümlere delaletlerini bilmeyen bir kimsenin sözüdür…”[23]
3- İmam Ahmed’e nispet edilen kıyas – eğer rivayet sahihse –
naslardan istinbat ile anlaşılan genel ifadedir. Bu yoruma delil getirebilecek bir
re’y değildir. İbn Teymiyye, İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakleder:
إنما
يقاس الشئ على الشئ إذا كان مثله في كل أحواله فأما إذا أشبهه في حال وخالفه في حال فليس
مثله
“Bir şeyi bir şeye kıyaslamak, ancak bütün hallerinde iki
şeyin aynı olması durumunda söz konusudur. Ama bir yönden benzerlik var, diğer
bir yönden farklılık varsa ikisi aynı değildir.”[24]
İmam Ahmed’in kıyası, ancak bütün hallerinde eşit ve aynı olan
şeylerde sınırladığını bu ifade açıkça göstermektedir. Bu da ancak naslardaki
genel ifadelerin veya genel kapsamlı fiillerin kapsamına giren şeyler hakkında
söz konusu olur. Bu re’y ile kıyas değil, nasların umumu ile delil getirmektir.
Hatta şayet İmam Ahmed’in sadece bazı hususlarda birbirine benzeyen şeylerin
kıyaslanmasını yasakladığı görüşünü kabul edersek, kıyasların çoğu ve hatta
sonrakilerin kıyaslarının tamamı iptal olurdu.
Öyleyse İmam Ahmed adına nispet edilerek uydurulan bu mezhep
nereden çıktı?!
İmam Ahmed’in fıkhî mezhebi denilen şeyin tedvini, Kadı Ebu
Ya’lâ el-Ferrâ tarafından hicrî dördüncü asırda yapılmıştır. Aradan uzun süre
geçtiği için rivayetler farklı ve çelişkili hale gelmiştir. Halbuki İmam Ahmed
kendisinin sözlerinin yazılmasını yasaklamış ve Kitap ve sünnette gelenin
alınmasını teşvik etmiştir.
Dördüncü asırdan sonra doğuda mezhebe nispet edilme
yayılmış, kendilerini İmam Ahmed’e nispet eden bir azınlık, O’nun tabi olunan
bir mezhep haline getirmeye kalkışarak, Şafiilerden ve Hanefilerden olan
düşmanlarına benzemişlerdir. Ancak Hanbelîler, re’y ve kıyasa tabi olma ve İmam
Ahmed rahimehullah’ı taklid etme konusunda diğer mezheplere yaklaşmışlar, diğer
mezheplerde olduğu gibi İmam Ahmed’in sözlerini sanki şer’î bir nas gibi,
mantuk ve mefhum olarak ele almışlardır. Kıyas ve re’yi reddeden ve naslara
sarılmakta devam eden halis grupları cumhura muhalefet etmekle suçlamışlardır.
Hicrî yedinci asırda İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım rahimehumallah
ve öğrencileri ortaya çıkmışlar, tecdid ruhunu ve delillere tabi olmayı canlandırmışlar,
akide ve fıkha dair birçok meselede delile tabi olarak cumhura muhalefet
etmişlerdir. Ancak bu kalkınma tamamlanamamıştır.
Islahatçı imam Muhammed b. Abdilvehhab’ın asrında, bu imam
delile tabi olmuş ve cahiller kendisine hücum etmişler, onun beşinci bir mezhep
çıkardığını iddia etmişlerdir. Kendisinden sonra O’nu siyaset olarak takip
edenler, hezimete uğramış söze dönüş yaparak: “Biz Hanbelileriz” demeye
başlamışlardır!!
Onları buna iten sebep, eski bir psikolojik düğüm olan: “Cumhura
muhalefetten kaçınmak” kompleksidir. Buna rağmen onlar akidede cumhura
muhalefet etmişler, fakat re’y ve kıyas konusunu hafife almışlar ve bunları
emretmişlerdir. Vahhabiyye davetine uyanların sonrakilerine farz olan şey, akide
ve ahlakta uydukları gibi, fıkıh ve fıkıh usulü konularında da naslara ittiba
menhecinden ayrılmamaları idi.
Suudilerin devleti kurulduktan sonra da selefiyyenin sonraki
mensupları aynı menhecde yürümüşler, lakin mezhebin görüşü delile aykırı olsa
dahi onları taklid etmeyi eklemişlerdir! İmamların mantuk ve mefhum olarak
sözlerini kabulleri, tıpkı şer’î bir nas gibi kabul edilir olmuştur!
Hatta ülkelerinde dinî üniversiteler kurulduktan sonra
el-Cuveynî ve el-Eşarî’nin kitaplarından fıkıh usulü okutmaya başlamışlardır!
İşte o zaman Abdullah b. Ahmed’in es-Sunne kitabını bastıklarında, Hanefilere
şirin gözükmek için orada geçen re’yin ve Ebu Hanife’nin metodunun kınanmasına dair bölümü çıkarmışlardır! Hatta
ve hatta içtihatla ve naslara bağlanmakla savaşarak re’y ehlinin bir ordusu
haline gelmişlerdir. Allah yardımcımız olsun.
Hanbeli Mezhebinin Tabakaları
Birinci tabaka: Hicrî 241-403 yılları arasındaki mutekaddimin
tabakasıdır. Bu merhale İmam Ahmed’in bazı öğrencilerinden başlar, İbn Hâmid’in
zamanına kadar devam eder. Burada Hanbeli mezhebinin oluşması hususunda hicrî
343 yılında vefat eden Ömer b. Huseyn el-Harakî ve Gulamu Hallal diye meşhur
Ebu Bekr Abdulaziz b. Cafer’e işaret etmeliyiz. Bilinmektedir ki bu ikisi
Hallal’ın el-Cami’ini özetlemişler, Hallal’ın el-Cami’inde her mesele hakkında zikrettiği
rivayetler arasında, her biri farklı rivayetleri tercihte bulunmuşlardır. Mezhep
olarak bunlara dayanmışlardır. İkisinin ittifak ettikleri tercihler ancak
seksen küsur meseledir ki, bunları İbn Ebi Ya’la, Tabakat’ında, Gulamu Hallal’ın
biyografisinde zikretmiştir. İbn Kudame, el-Mugnî’de genelde el-Harakî’nin
tercihlerine dayanmıştır. Zira el-Mugnî, Muhtasaru’l-Harakî’nin şerhidir. El-Harakî’nin
tercih ettiği rivayetten sonra en meşhur olan Ebu Bekir’in tercih ettiği
rivayetlerdir.
İkinci Tabaka: Hicri 403-884 yılları arasındaki orta
tabakadır. Bu merhale İbn Hamid’in öğrencilerinin zamanından başlar, ki onların
başında Kadı Ebu Ya’lâ gelir. Hanbeli fıkhının imamlarının çoğu bu tabakadandır.
Bu tabakanın en bariz etkisi, Kadı Ebu Ya’lâ’ya tecsim görüşüne meyletmek
suçlamasının yapılması ve İbn Akil’in Mutezile’ye meyledip, sonra bu görüşten
dönmesidir. Diğer bir önemli sima Ebu’l-Hattab el-Kelvezanî’dir. Onlar
çoğunlukla İmam Ahmed’den nakledilen meselelere dayanmışlardır. Lakin onlar
İmam Ahmed’in sözlerini tam bir istikra ile mülahaza eden kimseler değildirler.
Ashabı tahricden de değildirler. Bu yüzden Kadı Ebu Ya’lâ, gerek itikadi
meselelerde, gerekse fıkıh usulü ve fıkhî meselelerinde İmam Ahmed adına birçok
hatalar yapmıştır. Onun kitapları bu hatalarla birlikte yayılmış ve
sonrakilerin ellerine ulaşmıştır.
Hanbeli mezhebinin fıkıh usulüne bakıldığında, üç şahsa
dayandığı görülür:
Birincisi: Kadı Ebu Ya’lâ. En önemli kitabı el-Udde’dir.
İkincisi: İbn Akil el-Bağdadî (hicrî 431-513 yılları
arasında yaşamıştır) en önemli kitabı el-Vadıh’tır.
Üçüncüsü: Ebu’l-Hattab. En önemli kitabı et-Temhid’dir.
Onların metotlarına bakıldığı zaman, Hanbeli mezhebine
hizmet etmek istedikleri ve bunun için diğer mezheplerden alarak fıkıh usulü
kitapları yazdıkları görülür. Dolayısıyla bu kitaplar İmam Ahmed’in savaş
açtığı kelam ilmi merkezli kitaplar olmuştur. El-Udde kitabına bakan, bunu
bütün açıklığıyla anlar. Bu yüzden Kadı Ebu Ya’lâ’nın İmam Ahmed’e nispeten
söylediği şeyler ancak imâ yoluyladır. Hatta İmam Ahmed’in söylemesi kesinlikle
mümkün olmayan sözleri dahi O’na nispet etmiştir!
Diğer taraftan İbn Teymiyye ve İbn Receb, İmam Ahmed’in
usulünü insanların en iyi bilenleridirler. Kitapları buna delalet etmektedir.
Bunun en açık sebebi, her ikisinin de İmam Ahmed’in fıkıhta, hadiste, sahabe ve
imamların rivayetlerine özen gösterme ve kelam ilminin etksiinden uzaklığındaki
usulünü bildikleri gibi, O’nun sözlerine de hakim olmalarıdır.
Belki de Hanbeli mezhebine en güzel hizmeti yapanlar Kudame
ailesidir. Muvaffakuddin el-Makdisi, Ravzatu’n-Nazır’ı yazmıştır. Bundan sonra
Hanbelî fıkıh usulünde en önemli kitap sayılan eseri, ed-Dımeşki es-Salihî
(hicri 541-620) yazmıştır. Bu eser Şafiilerden el-Gazalî’nin el-Mustasfa kitabının
özetine benzemektedir. Lakin önceki üç kitabın kapsamı dışına çıkmamıştır. Bu
yüzden çoğunlukla “Bu Ahmedin mezhebidir” veya “Ondan rivayet edilmiştir” diye
kesin ifade kullanır. Halbuki o, bu konuda kendisinden öncekilere tabi olmuştur.
Onun İmam Ahmed’in meselelerini, usul kaideleri çıkarmak için araştırdığı
görülmez. Bununla beraber İbn Kudame, İbn Teymiyye’nin dediği gibi: “El-Evzâî’den
sonra Şam’a gelenlerin en fakihidir.” Aynı şekilde onun el-Mugni kitabı,
Hanbelilerden başkaları için dahi en önemli fıkıh kitaplarından biri haline
gelmiştir. İbn Kudame, diğer mezheplerin görüşlerini de toplamaya önem
vermiştir. Lakin daha önce söylediğimiz gibi, Hanbelî mezhebi genelde el-Harakî’nin
tercihlerine dayanır. Mezhebi ıslah etmek için en önemli çabaları harcayan
Takıyuddin İbn Teymiyye’dir. Çünkü o İmam Ahmed’in menheci ve sözlerine hakim
idi. Yine diğer mezhep fakihlerini taklid edenleri ve tercihlerini de iyi
biliyordu. İbnu’l-Kayyım ve İbn Receb de, İbn Muflih gelinceye kadar aynı
çizgide gitmişlerdir.
Üçüncü Tabaka: Hicrî 885 yılından başlayıp günümüze kadar
gelen muteahhirin tabakasıdır. Bu merhale mezhebin zamanındaki şeyhi el-Merdavî’den
başlayıp, günümüze kadar devam etmiştir. Necdiyye davetinin uyandırması ile diğer
mezheplerde olduğu gibi Hanbeli mezhebi de düşüşe geçmiş, önce Kitap ve sünnete
dönüş yapmaya çalışmışlardır. Yakın zamanlara kadar İmam Ahmed’in sözlerini
yeniden inceleme daveti başarılı olamamıştır. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab
şöyle demiştir:
فهؤلاء
الحنابلة: (على الرغم من أنهم) من أقل الناس بدعة، (فإن) وأكثر “الإقناع" و "المنتهى"
(وهما عمدة فقهائهم المتأخرين) مخالف لمذهب أحمد ونصه. يعرف ذلك من عرفه».
“Onlar Hanbelilerdir! Buna rağmen insanların bid’ati en az
olanları onlardır. El-İkna ve el-Munteha kitapları, sonraki fakihlerinin temel
dayanağı olsa da, bu kitaplar İmam Ahmed’in mezhebine ve sözlerine aykırıdır. Bunu
bilen bilir. “[25]
Peki ya diğer mezheplerin kitaplarını ne zannediyorsun?
Her tabaka, kendisinden önceki tabakadan devralarak Hanbelî
mezhebi merhaleler geçirmiş, tashih, içtihat, ittiba ve taklit hususlarında
halden hale girmiştir. Mesela aynı tabakadan olmalarına rağmen el-Hallal, İbn
Hâmid ile hiçbir durumda karşılaştırılamaz. Aynı şekilde orta tabakada o
zamanın alimleri arasında birçok ihtilaflar görürüz. Bu ince bir fayda ifade
etmektedir! O da şudur: Yazarların çoğu bu yaşanılan bütün tabakalardaki bu
devreleri örnek vermiyorlar! Bilakis onların tamamen mezhebi tashih için
çalıştıklarına dair örnekler veriyorlar. Merdâvî’nin yaptığı tashihler,
sonrakilerin mezhebi değildir. Bilakis muteahhirinin (sonraki Hanbelilerin) dayanağı
el-İknâ ve el-Munteha’dır.
El-Medhal kitabında şöyle geçer: “Bil ki, ashabımızın
oldukça meşhur olan üç metni vardır. Bunların birincisi Muhtasaru’l-Harakî’dir.
Öncekiler indinde bu kitabın şöhreti doğuya ve batıya ulaşmıştı. El-Muvaffak bu
kitap üzerine el-Mukni’yi yazdı. Dokuzuncu asra kadar alimler katında el-Harakî’nin
şöhretine yakın bir şöhrete ulaştı. Kadı Alauddin el-Merdavî, et-Tenkihu’l-Muşba’
kitabını yazdı. Ondan sonra el-Futuhî diye meşhur, Takıyuddin Ahmed b. Neccar (hicri
898-972) geldi ve el-Mukni’ ile et-Tenkih’i cem etti. Bu kitabına “Munteha’l-İradat
Fi Cem’il-Mukni Maa’t-Tenkih ve Ziyadat” adını verdi. İnsanlar
tembelliklerinden ve bu mezhebin az önce zikrettiğimiz alimlerin maksatlarını
unuttuklarından dolayı, bu kitaba bağlandılar ve öncelileri ait diğer kitapları
terk ettiler. Aynı şekilde Şeyh Musa el-Hicavî el-Makdisî (v.968) el-İkna
kitabını yazdı. Bu hususta es-Samiri’nin (hicri 535-616) el-Mustev’ib kitabını
örnek aldı. Hatta kitabının büyük kısmı, (İbn Teymiyye’nin dedesinin (v.652h.) el-Muharrar,
el-Furu’ ve el-Mukni’ kitaplarından oluşmaktadır. Bunları tek sözde
toplamıştır. Böylece sonrakiler bu iki kitaba ve şerhlerine yöneldiler.” [26]
İbn Teymiyye Hanbelî Mezhebini Taklid Etti mi?
İbn Teymiyye İmam Ahmed’in mezhebine ve görüşlerine
bağlanmamıştır. Hatta onun diğer mezheplerden ayrı bir mezhebi olduğunu
söylemek de mümkündür. Tercihlerinin çoğunda dört mezhebin ittifaklarına
muhalefet etmiştir. Yine onun, bazı insanların icma zannettikleri görüşlere
muhalif tercihleri vardır. Bundan dolayı İbn Teymiyye ve Hanbeli’lerden olan
İbn Muflih, İbn Kayyım, İbn Abdilhadi gibi öğrencilerini ayrı bir tabaka saymak
yerinde olur. Bu, başlangıcında Hanbeli mezhebinden farklı, yeni bir tabakadır.
İbn Teymiyye asla el-Harakî’nin ve Gulamu Hallal’ın tercihlerine
bağlanmamıştır. Buna rağmen İmam Ahmed’den gelen rivayetlere ve Hanbeli’lerin
görüşlerine geniş bir vukufiyeti vardı. Bunlara bağlanmamıştı. Bilakis bazen
mezhepte mutemet görüş haline gelmiş olan, İmam Ahmed’in sözlerine de muhalefet
etmiştir.
İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinde tercihte bulunmuş, bunları
İmam Ahmed’den gelen rivayetlere, hanbelilerin takrirlerine ve Harakî’nin tercihlerine
dayandırmamıştır. Bilakis, İmam Ahmed’in sözüne aykırı bile olsa, şahsi içtihatları
üzerine bina etmiştir. Burada kimsenin muhalefet etmeyeceği bir örnek
verebiliriz: İbn Teymiyye Fetava’sında şöyle der:
وأما
صلاة الرجل بادي الفخذين، مع القدرة على الأزار، فهذا لا يجوز. ولا ينبغي أن يكون فيه خلاف (!!).
ومن بنى ذلك على الروايتين في العورة -كما فعل طائفة- فقد غلطوا. ولم يقل أحمد ولا غيره: أن المصلي يصلي على هذه الحال!
كيف وأحمد يأمره بستر المنكبين؟ فكيف يبيح له كشف الفخذ؟
“İzar giymeye gücü yettiği halde dizleri açık olarak namaz
kılan kimsenin namazı caiz değildir. Bu hususta ihtilaf edilemez (!!) Bir
grubun yaptığı gibi, bu konuda uyluğun avret olması hakkında gelen iki rivayete
dayananlar hata etmişlerdir. Ne Ahmed , ne de başkaları “Kişi böyle bir durumda
namaz kılabilir” dememişlerdir! İmam Ahmed, omuzların örtülmesi gerektiğini
söylediği halde, uyluğun açılmasının mubah olduğunu nasıl söyleyebilir?”[27]
Hafız İbn Receb ise, Fethu’l-Bari adlı Sahihu Buhari
şerhinde onu reddederek şöyle demiştir:
فأما
الصلاة فمن متأخري أصحابنا من أنكر أن يكون في صحة الصلاة مع كشفها عن أحمد فيها خلاف. قال: لأن أحمد لا
تصح الصلاة مع كشف المنكب، فالفخذ أولى.
وقال: لا ينبغي أن يكون في هذا خلاف، فإن الصلاة المأمور فيها بأخذ الزينة (...) يكتفي فيها
بستر العورة. والمنصوص عن أحمد يخالف هذا. قال مهنا: سألت أحمد عن رجل صلى في ثوب
ليس بصفيق؟ قال: "إن بدت عورته يعيد، وإن كان الفخذ فلا". قلتُ لأحمد: ما
العورة؟ قال: "الفرج والدبر
“Namaza gelince, ashabımızın sonrakilerinden birisi, (uyluğun)
açık olması halinde bu namazın sahih sayılması hususunda İmam Ahmed’den farklı
rivayetler gelmesine karşı çıkmış ve şöyle demiştir: “Çünkü Ahmed, omuz açık
haldeyken namazı sahih görmemiştir. Uyluk, bu hususta önceliklidir. Bu konuda
ihtilaf olması uygun değildir. Zira namazda zineti kuşanmak emrolunmuştur…” Bu
hususta avretin örtülmesi yeterlidir. İmam Ahmed’den buna muhalif söz
gelmiştir. Muhenna dedi ki: “İmam Ahmed’e: “Sık dokunmuş olmayan bir kumaşla
namaz kılan kimse” hakkında sordum. Dedi ki: “Eğer avreti belli olursa namazı
iade eder. Şayet uyluğu görünürse iade etmez.” Ahmed’e dedim ki: “Avret neresidir?”
dedi ki: “Cinsel organ ve kalçadır”[28]
Muhammed b. Abdilvehhab’ın Hanbeli Mezhebini Islah Etmeye Çalışması
Şeyh Abdullatif rahimehullah’ın oğlu Şeyh Abdullah rahimehullah
şöyle der:
ولو
كان هنا عناية بما استقر عليه الحال، في زمن الدعوة الإسلامية، وعلمائنا ومشايخنا، رحمهم الله،
لكان بهم قدوة ولنا فيهم أسوة، خصوصاً بعدما
فهموا من تقريرات شيخهم محمد، رحمه الله، وقوله في رسائله :أكثر ما في الإقناع والمنتهى،
مخالف لنص أحمد، فضلاً عن نص رسول الله صلى الله عليه وسلم؛ يعرف ذلك من عرفه
“Şayet burada alimlerimizin ve şeyhlerimizin İslami davet
zamanında, özellikle de şeyhleri Muhammed (b. Abdilvehhab’ın) takrirlerini
anladıktan sonra, kararlaştırdıkları şeye özen gösterilseydi, onlar bize önder
ve örnek olurlardı. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah risalelerinde
şöyle demiştir: “el-İkna ve el-Munteha kitaplarında bulunanların çoğu, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleri bir yana, İmam Ahmed’in sözlerine de
aykırıdır. Bunu bilen bilir.”
Şeyh İbrahim b. Şeyh Abdillatif de (rahimehumallah) şöyle
demiştir:
واختيار
بعض المتأخرين لا يقضي بأولويته، ولا رجحانه؛ ولو ذهب المخالف إلى الأخذ بكل ما صححوه،
وإلزام الناس بجميع ما رجحوه لأوقعهم في شباك، وأفضى بهم إلى مفاوز الهلاك؛ وهذا على سبيل
التنبيه، والإشارة تكفي اللبيب
“Sonrakilerden bazıları, muhalifleri sahih olan herşeyi
kabul etseler dahi, öncelikli ve tercihe şayan olanla hüküm vermiyorlar. Bütün insanları
tercih ettikleri şeye bağlamak istiyor ve ağlarına düşürüyorlar. Onları helake
sürüklüyorlar.” Akıl sahipleri için uyarı olarak bu söz yeter.“[29]
Şeyh Mennâ’ el-Kattan rahimehullah, İmam Muhammed b.
Abdilvehhab’ın daveti hakkında bir kitap derlemiş, orada Muhammed b.
Abdilvehhab rahimehullah’ın davetinin kitap ve sünnete dayandığını
açıklamıştır. Şeyhin biyografisine dair bir kitap yazmış, orada Muhammed b.
Abdilvehhab’ın yetiştiği ortam ve asrı hakkında bilgi vermiş, sonra akide hususundaki
davetinin kitap ve sünnet merkezli olduğu gibi, fıkıh konusundaki menhecinin de
kitap ve sünnet delillerine dayalı olduğunu anlatmıştır. Sonraki Hanbeliler ise
Muhammed b. Abdilvehhab’ın Hanbeli mezhebini taklid ettiğini iddia etmektedirler!
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah delile tabi
olanlardan idi. Cahiller kendilerine hucum edip: “Bunlar mezheplerin dışına
çıkıyor” diye saldırdıklarında, maalesef Şeyhi takip edenlerin iddia ettikleri
gibi; Hanbeli mezhebini taklit etmiyordu!
İşte onların bu yalpalamalarının sebebi, eski bir psikolojik
kompleks olan cumhura muhalefet çekincesidir!
Allame Hasen el-Kettânî, - Allah onu esirlikten kurtarsın – “el-Ecvibetu’l-Vefiyye
An Es’ileti’z-Zekiyye ve Munakaşati’l-Hareketi’l-Vehhabiyye” adıyla bilinen “el-Uzru
bi’l-Cehl” adlı risalesinde şöyle demiştir:
“Bununla beraber Necdîler Hanbelî olmuşlardır. Ancak onlar
delil, mezhepte meşhur olana muhalif ise, mezhebi terk ederek delili almışlardır. Nitekim hicrî 1349 yılında vefat eden Sa’d b.
Hamd b. Atîk rahimehullah, fıkıhta Hanbeli’lerin mutemed kitabı olan Zadu’l-Mustakni
nazmında şöyle demiştir: “İbn Abdilvehhab, mezhep taklidi ve delili terk
hususunda aşırı giden taklitçileri uyarmıştır. Nitekim kendisi ve ashabı bu
meselede mutedildirler. Mezheplere hürmet eder, imamlarına saygı gösterirlerdi.
Onlar Hanbelilere, ancak delilinin sahih olduğu hususlarda uyarlardı…”
Yine şöyle demiştir: “el-Elbani’nin İbn Abdilvehhab’ı ve
ashabını eleştirme sebebi, onların Hanbeli mezhebine tutunmalarıdır. Hatta onları
mezhep mutaassıbı olmakla itham etmiştir. Nitekim öğrencisi Muhammed Iyd
el-Abbasi, “Bid’atit-Taassubu’l-Mezhebî” kitabında onlara karşı çıkmış, Necid’de
meşhur olan “Kim ez-Zâd’ı ezberlerse kullar arasında hüküm verebilir” sözünü
reddetmiştir. Bu sözle kastedilen, Şerafuddin Muhsa el-Hicavî’nin; Zadu’l-Mustakni
Fi İhtisari’l-Mukni kitabıdır…
Bütün bu nakledilenler, İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın
üzerinde yaşadığı ve üzerinde vefat ettiği menheci ve insanların onun adına
uydurdukları mezheple Ahmed’e söylettikleri şeylerden berî olduğunu açıkça
ifade etmektedir.
İmam Ahmed’in kıyası, re’yi veya şimdikilerin neredeyse hiç
anlamadıkları buna benzer şeyleri kabul ettiğine dair bütün söylenenler
bâtıldır.
İmam Ahmed, kör taklidi terk etmeye ve Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’e tabi olmaya davet ederek yaşamıştır. İmam Ahmed, isterse
Malik, Şafii, el-Evzai gibi büyüklerden gelmiş olsun, re’yler arasında fark
görmemiş, bütün re’ylerin (kişisel görüşlerin) İslam’ı yıktığını söylemiştir.
Elimizde mevcut olan karanlık mezheplerin fıkıh kitapları
insanların görüşleriyle doludur. Ahmed b. Hanbel, hidayetin Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinde olduğunu, bunun yeterli geleceğine,
bunun dışındakilerin ise, büyük alimlerden gelseler dahi sapıklık ve körlük
olduğuna inanıyordu.
Allah, İmam Ahmed’e rahmet etsin, onu kıyamet gününde
sevdiği ve tabi olduğuyla beraber haşreylesin.
İbn Receb’in Taassubunun İspatı
İbn Receb el-Hanbeli’nin, fıkıhta mezhep taassubu ve
şahısların görüşleri merkezli bir metodu olduğunu, selefin yolunu bu şekilde
göstermeye çalışıp naslara tutunanları – özellikle de zahir ehlini -
karaladığını insaf sahipleri bilmektedirler. Bununla birlikte İbn Receb’in dört
mezhepten başkasına bağlanmanın meşru olmadığına dair, sapık görüşlerle dolu
bir risalesi vardır ve bu risalenin kendisine ait oluşu halen tartışılmaktadır.
Fakat, İbn Receb’e ait oluşu kesin olan eserlerinde, onun mezhep taassubu
bilinmektedir.
Nitekim Ehl-i Hadisin metoduna olan kinciliğini şu kıssa
ortaya koyar: Hafız Buhari, İbnu’l-Medinî ve İbn Hazm gibi zahir ehli, imama
uyan kimsenin rekate yetişmesi halinde fatiha okumasını farz görürler. Lakin
İbn Receb, Buhari’nin bu görüşünü ve bunu İbnu’l-Medini’ye dayandırmasını
beğenmez ve Buhari’nin “Kıraatu Halfe’l-İmam” adlı cüzüne düştüğü notta, Buhari’nin,
hocası İbnu’l-Medini’den nakil yaptığı yerde İbn Receb şöyle der:
علي بن المديني ليس بفقيه، وفقهاء
الحديث -كالشافعي وأحمد- ردُّوا هذا، وأنكروه. ولو لزم البخاريُّ أحمدَ، وتفقَّه به؛ كان
خيرًا له من لزوم علي بن المديني مع تخبيطه
“Ali b. el-Medini fakih değildir. Şafii ve Ahmed gibi hadis
fakihleri bunu reddeder ve karşı çıkarlar. Şayet Buhari, Ahmed’in yanından
ayrılmasa ve ondan fıkıh öğrenseydi, kendisi için Ali b. el-Medini’nin yanında
devam ederek alçalmasından daha hayırlı olurdu.”
Bu not, İbn Receb’in el yazısıyla tespit edilmiştir. Yine
İbn Receb, Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir:
وكان
الحاملُ للبخاري على ما فعله: شدةَ إنكاره على فقهاء الكوفيين أن سورة الفاتحة
تصحُّ الصلاةُ بدونها في حقِّ كلِّ أحد، فبالغ في الرد عليهم ومخالفتهم؛ حتى التزم
ما التزمه مما شذَّ فيه عن العلماء، واتبع فيه شيخَه ابنَ المديني، ولم يكن ابن
المديني من فقهاء أهل الحديث، وإنما كان بارعًا في العلل والأسانيد
“Buhari’yi bu yaptığına iten şey, Kufe’li fakihlerin “Herkes
için Fatiha okunmaksızın da namaz sahih olur” demelerine karşı çıkmaktır. Onları
reddetmede ve onlara muhalefette aşırı gitmiş, hatta şaz kalan alimlerin
sarıldıkları şeye sarılmış, şeyhi İbnu’l-Medini’ye tabi olmuştur. İbnu’l-Medini
ise Ehl-i Hadisin fakihlerinden değildir. O sadece illetler ve isnadlar
konusunda uzmandır.”[30]
İbn Receb’in bu sözlerini reddetmek için, hadise nispet
edilen Şafi’lerden biri olan Hafız İbn Hacerin bizzat kendi elleriyle yazdığı
nüshada bulunan şu sözleri yeter:
الحواشي
التي فيه بخط الشيخ زين الدين ابن
رجب الحنبلي البغدادي نزيل دمشق، ولقد أظهر فيها من التعصُّب والتهوُّر ما كان ينبغي له
أن يتنزَّه عنه، ولكن من يبلغ به الغضب إلى أن يقول في علي بن المديني: إنه ليس
بفقيه- يسقط معه الكلام والسلام، كأنَّه ما طرق سمعَه قولُ البخاري: إنه ما رأى أعلمَ
من علي بن المديني، وقد رأى أحمدَ وتلك الطبقة وطبقةً قبلهم بقليل
“Haşiyeler (kitaba yazılan notlar) Dımeşk’e yerleşip orada kendisine
yakışmayacak şekilde taassubunu ve tehevvürünü ortaya koyan Şeyh Zeynuddin İbn
Receb el-Hanbelî el-Bağdadî’ye aittir. Lakin öfkesi, Ali b. el-Medini hakkında:
“O fakih değildir” demesine kadar varmıştır. Bununla beraber onunla konuşma da,
selam da kesilir. Sanki o, Buhari’nin: “Ali b. el-Medini’den daha iyi bilen
kimse görmedim” dediğini işitmemiş gibi davranıyor! Nitekim Buhari, o tabakada
Ahmed’i ve ondan kısa zaman önce yaşamış olanları da görmüştü.”
Yine bu da İbn Hacer’in el yazısı ile yazılıdır. Bu iki
dipnot, allame es-Sehavî tarafından görülmüş ve el-Cevahir ve’d-Durer’de İbn
Hacer’in biyografisinde bunu nakletmiştir.[31]
Şimdi soruyoruz. İbn Receb neden kesin bir ifadeyle böyle
dedi? Mesele, kitap ve sünnetten delille gelmiş olmasına rağmen, neden Ali b.
el-Medini ve el-Buhari’ye nispet edildi?
İbnu’l-Medini ile Buhari’nin yanlarında ihtilaf eden
arkadaşları da vardı, her ikisi de – İbn Hazm’ın mezhebini değil - naslara en
yakın olanı tercih ettiler. Hatta Takıyuddin es-Subki şöyle der: “Çünkü bu
delili en kuvvetli olan görüştür.”
İbnu’l-Medinî Fakih Değil miydi?
Bu sorunun cevabını, hocasını herkesten iyi bilen Buhari
verir. O, İbnu’l-Medini’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
التفقّه
في معاني الحديث نصف العلم؛ ومعرفة الرجال نصف العلم
“Hadisin manalarını anlamak (tefakkuh), ilmin yarısıdır. Diğer
yarısı da ricali bilmektir.” İbnu’l-Medini’nin kendisi için ilmin yarısına razı
olduğu ve diğer yarısını ihmal ettiği söylenebilir mi?
Ebu Ubeyd şöyle demiştir:
انتهى
الحديث إلى أربعة: فأبو بكر بن أبي شيبة أسردهم له، وأحمد بن حنبل أفقههم فيه، ويحيى بن معين: أجمعهم
له، وعلي بن المديني: أعلمهم به
“Hadiste son söz şu dört kişidedir: Ebu Bekr b. Ebi Şeybe en
çok rivayet edenleridir. Ahmed b. Hanbel, en iyi fıkhedenleridir. Yahya b. Main
en çok hadis toplayanlarıdır. Ali b. el-Medini ise en iyi bilenleridir.”
Yakub b. Sufyan el-Fesevî el-Marife’de naklediyor:
أنه
قيل لعليّ ابن المديني: (لو نظرت في شيء من الفقه – كأنه يريد الرأي – فقال إن اشتغلت بذاك
انسلخت مما أنا فيه
“ Ali b. el-Medini’ye re’y kastedilerek: “Fıkıhtan bir şeyi
araştırsan” denildi. O da dedi ki: “Onunla meşgul olsaydım, şimdi bulunduğum
halde olamazdım.”
Yine İbn Receb, Buhari’nin bu görüşü Kufe’lilere muhalefet
olsun diye tercih ettiğini iddia etmiştir! Yani ona göre Buhari, sırf Kufe’lilere
muhalefet etmek istediği için muhalefet etmiş! İbn Receb, şeyhlerini
görüşlerine taassubundan dolayı, hadis kitaplarının en sahihinin muellifi olan
Buhari’ye böyle bir zanda bulunmuştur. Subhanallah!
Buhari’nin Sahih’inde “Bazı insanlar iddia ettiler ki…”
diyerek işarette bulunduğu kimselerin re’y ehli ve Kufe’liler olduğunu herkes
bilir. Halbuki Buhari, imamın arkasında Fatiha okumak hakkında mustakil bir cüz
yazmıştır. Bu meselede Kufe ehli yalnız kalmamış, dört mezhep de bu görüştedir.
Böylece İbn Receb ve benzeri mutaassıpların bilmedikleri yönden görüşleri
çürütülmüştür. İbnu’l-Medini ve Buhari delili almışlar, Kitap, sünnet ve
sahabelerin amelinden delil getirmişlerdir.
[1]
Haşiyetu’s-Sâvî Ala Tefsiri’l-Celaleyn (3/10 – İhyau’t-Turasi’l-Arabi baskısı)
Türkiye’nin el-Bûtî’si Abdullah Yolcu adlı kelamcı hanefi mutaassıbının, bu söz hakkında
şöyle dediğini bizzat ben de, başkaları da işittik: “Bu nasıl bir söz diye önce biz de hayret
ederdik. Meğer es-Savi haklıymış(!)” Sonra mukallit avamın tepkilerinden
ürktükleri için şaklabanlık yaparak: “Kıyası kabul etmeyen ve mezheb taklid
etmeyen Ehl-i sünnet dışıdır” demeye başladılar! Halbuki seleften hiç kimse “Kıyası
kabul etmeyen ehl-i sünnet dışıdır” dememiş, bilakis kıyas ve kıyas ashabı
hakkında ağır sözler söylemişlerdir. Selefin üzerinde bulundukları menheci ters
yüz etmek için ellerinden geleni yapadursunlar, Allah onların zulmünü er yada
geç bertaraf edecektir!
Abdullah Yolcu ve onun peşine takılan diğer kelam ve
re’y ehli “Ebu Zerka” künyeli Yılmaz Şahin, şüpheye düşürdükleri Talha Bekret’i
de yanlarına alarak, basiretli müceddid alimlerin dama attıkları mezhepçilik
pabuçlarını aramak için damlarda gezinmektedirler! Bunların kendilerine pabuç
bulup getireceklerini çaresizce bekleyeduran İlim-der grubu ise, öylesine bir
acizlik içerisine girmişlerdir ki, tatil ticaretlerinin ve şovlarının
yürüyebilmesi için henüz yolun başında video fitnesine düşerek selefin menhecinden
istifa etmiş sebatsızları hatip olarak halkın karşısına çıkarmışlardır. Allah
ümmetimize fitneden uyanmayı nasip etsin.
[2]
Ebu’l-Hasen el-Kerhi, Usulu Fikh (s.38)
[3] Muhtasaru’l-Muemmel Fi’r-Reddi İle’l-Emri’l-Evvel kitabında
(Mektebetu’s-Sahveti’l-İslamiyye- Kuveyt baskısı, s.36)
[4]
El-Mesail (276)
[5]
El-Mesail (276)
[6]
El-Mesail (275)
[7] Bkz.:
İbn Abdilhadi, Fîmen Tekelleme Fihi’l-İmam Ahmed (5. Madde) Tabakatu’l-Hanabile
(1/53-54).
[8]
Mesailu İbn Hani (2368-2369)
[9]
Mesailu İbn Hani (1908-1909)
[10]
Mesailu İbn Hani (1911).
[11]
Tabakatu’l-Hanabile (1/6)
[12]
Tabakatu’l-Hanabile (1/24-35)
[13]
er-Reddu Ala Men Enkera’s-Savt ve’l-Harf (s.215 Daru’r-Raye baskısı)
[14] Harb
el-Kirmani, Mesail (s.40).
[15] El-Musvedde
(s.367)
[16] El-Musvedde
(s.404) bkz.: İbn Kasım’ın derlediği el-Mustedrek Al’e’l-Fetava İbn Teymiyye (s.185)
[17] El-Musvedde
(s.452)
[18] El-Musvedde
(s.452)
[19] El-Musvedde
(s.481)
[20] El-Musvedde
(s.368)
[21] El-Musvedde
(s.372-272)
[22] İ’lamu’l-Muvakkiin
(1/333)
[23]
Mecmuatu’r-Resâili’l-Kubrâ (s.209)
[24] El-Musvedde
(s.377)
[25] Ed-Dureru’s-Seniyye
(1/45)
[26] İbn
Bedran el-Medhal (s.434)
[27] El-Fetava
(22/116)
[28] İbn
Receb, Fethu’l-Bari (2/412)
[29] Ed-Dureru’s-Seniyye
(4/105-106)
[30]
Fethu’l-Bari (7/115-116)
[31] El-Cevahir
ve’d-Durer (s.381).