Duâ
29 Mayıs 2018 Salı
21 Mayıs 2018 Pazartesi
İftar, Sahur ve Namaz Vakitleri Hakkında Uyarılar
İftar, Sahur ve Namaz Vakitleri Hakkında Uyarılar
Te'lif: Şeyh Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Kitabı okumak için tıklayın
Te'lif: Şeyh Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Kitabı okumak için tıklayın
Hilal’in Görülmesi Bütün Ülkelerdeki Müslümanları Bağlar
Şeyh el-Elbani’ye şöyle soruldu: “Asya’lıların hilali
görmeleriyle Afrika’lılar veya benzerleri de oruç tutabilir mi?”
Cevap:
Bu konuda asıl Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:
صُومُوا
لِرُؤْيَتِهِ وَأَفْطِرُوا لِرُؤْيَتِهِ
“(Ramazan
Hilal’ini) görünce oruç tutun, (Şevval Hilal’ini) görünce iftar edin”[1]
Bu
hitap, doğuda olsun, batıda olsun ümmetin tamamınadır. Lakin bu uygulama bugün
kolay değildir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bazı âlimlerin dedikleri gibi
her bölgede ayrı rü’yet olduğunu söylememiştir. Bu âlimler bunu ancak kendi
içtihatları olarak söylemişler ve bu Nebevi emri o günün şartlarına göre genel
anlamda gerçekleştirmek istemişlerdir. Bugün
ise bir anda dünyanın tamamında hilalin görüldüğünü ispat mümkündür. Nerede
hilalin görüldüğü sabit olursa, bu bilginin kendilerine ulaştığı kimseler oruç
tutarlar. Bu durum, bazı ülkelerde öncelik ve sonralık gibi birçok kargaşalara
düşmekten hayırlıdır. Lakin hakikatte mesele İslami hükümetlerle alakalıdır. Bu
hükümetlerin oruç vakitlerini birleyerek İslam toplumlarını bu kargaşaya
düşmekten kurtarmaları gerekir.”[2]
Hesaba Göre Oruç Tutulan Devletlerde Çoğunluğa Uymak Gerekir mi?
Ramazan ayının tespitinde Astronomik hesaplara
dayanmak icmaya aykırıdır. Bazı kimselerin Aişe radiyallahu anha’nın rivayet
ettiği:
الفِطْرُ يَوْمَ يُفْطِرُ النَّاسُ، وَالأَضْحَى يَوْمَ يُضَحِّي
النَّاسُ
“Ramazan bayramı, insanların bayram ettiği gündür.
Kurban bayramı, insanların kurban kestiği gündür”[3]
hadisini delil getirmelerine gelince şöyle denilir:
Hadis bu lafızla zayıf olup, Ebu Hureyre radiyallahu
anh’den gelen sahih rivayette şu lafızla rivayet etmiştir:
الصَّوْمُ يَوْمَ تَصُومُونَ، وَالفِطْرُ يَوْمَ تُفْطِرُونَ،
وَالأَضْحَى يَوْمَ تُضَحُّونَ
“Oruç, sizin oruç tuttuğunuz gündür, bayram da
sizin bayram ettiğiniz gündür. Kurban bayramı günü de sizin kurban kestiğiniz
gündür.”[4]
Buna göre, ramazan ve bayram tayininde, sonrakilerin
dayandığı astronomik hesaplara değil, sahabelerin üzerinde oldukları esasa
bağlı kalmak emredilmektedir.
Hadis insanların fırkalara bölüneceğini ve nebevî
uygulamaya muhalefet edeceklerini, bir topluluğun hesaba dayanarak amel
edeceğini haber vermektedir. Bir taife de orucu ve arafat vakfelerini öne
almayı şiar edinmişlerdir ki, onlar Bâtınîlerdir. Diğerleri ise nebevî uygulama
üzerinde devam edecektir. Onlar, kıyamet gününe kadar hak üzere bulunmaya devam
edecek olan fırkadır. Hadiste geçen “insanlar” ile kastedilen kimseler, sayıca
az dahi olsalar, nebevî sünnet üzerinde sebat eden sevadu’l-azamdır. Oruç, onların oruç tuttuğu gündedir ve bayram da onların bayram ettiği
gündedir. Şevkani rahimehullah Neylu’l-Evtar’a böylece zikretmiştir.
Ebu’l-Velid el-Bâci rahimehullah şöyle demiştir: “İbn
Nafi, el-Medine’de İmam Malik’ten şöyle rivayet etmiştir: “Yönetici hilalin
görülmesine göre oruca başlamıyor ve bayramı buna göre yapmıyorsa, hesaba göre
bunları belirliyorsa ona uyulmaz ve tabi olunmaz.”[5]
İmam Malik’in bu sözünü Malikî fakihleri kitaplarında
zikretmişlerdir. Bunlar arasında Hafız İbn Abdilber, İbnu’l-Arabî, el-Kurtubî,
el-Bacî, el-Karafî de vardır. Sonrakilerden er-Ruhunî, Haşiye’sinde
zikretmiştir.
İbn Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Burada; “Ayın
doğuşunu hesap yoluyla bilen kimsenin, bunu bilmeyenlerden ayrı olarak ramazana
veya bayrama başlayabileceğini” söyleyene reddiye vardır. Denildi ki: Hadisin
manası şudur: “Tek bir şahit hilali görse ve kadı onun şahitliğiyle hükmetmese,
bu şahit kendi başına oruç tutamaz.”[6]
İftar Vakti Hakkında Bazı Şüphelerin Giderilmesi
Buhârî Sahih’inde (no:1936) Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anha’dan
rivayet ediyor:
أفطَرْنا
على عهدِ النبي صلى الله عليه وسلم يومَ غيمٍ ثم طَلَعتِ الشمسُ، قيلَ لهشامٍ:
فأُمروا بالقضاءِ؟ قال: لاَ بُدٌّ من قَضاء وقال مَعْمَرٌ سمعتُ هشاماً يقولُ: لاأدري
أقضَوْا أم لا
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında bulutlu bir günde
iftar ettik, sonra güneş çıktı.” Ravilerden Ebu Usame dedi ki. “Hişam’a denildi
ki: “Kaza etmekle emrolundular mı?” Hişam b. Urve rahimehullah dedi ki: “Kaza
etmek kaçınılmaz.” Mamer ise şöyle dedi: “Hişam’ın şöyle dediğini işittim: “Kaza
ettiler mi, etmediler mi bilmiyorum.”
İbn Teymiyye rahimehullah Mecmuu’l-Fetava’da (25/231 vd.) şöyle
dedi: “Yine Buhârî’nin Sahih’inde Esma bt. Ebi Bekr radiyallahu anha’dan sabit
olduğuna göre o şöyle demiştir: “Ramazandan bulutlu bir günde Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iftar ettik, sonra güneş meydana çıktı.”
Bu hadis iki şeye delalet etmektedir:
Birincisi: (Havanın kapalı olduğu) bulutlu bir günde güneşin
battığından kesin emin oluncaya kadar iftarı ertelemek müstehap değildir. Zira
onlar bunu yapmamışlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bunu
emretmemiştir. Sahabe, nebileriyle beraber bunu en iyi bilen kimselerdir ve
Allaha ve rasulüne, kendilerinden sonrakilerden çok daha itaatkarlardır.
İkincisi: O orucu kaza etmeleri gerekmez. Çünkü Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şayet onlara kaza etmelerini emretmiş olsaydı, böyle bir günde
iftar etmeleri haberinin ulaştığı gibi, bu kaza emri de yayılırdı. Bize buna
delalet eden bir şey nakledilmediğine göre, onlara kaza emredilmemiştir.
Şayet: “Hişam b. Urve rahimehullah’a: “Kaza ile emrolundular mı?”
diye sorulunca o: “Kaza etmekten başka çıkar yol var mı ki?” demiyor mu?
denilirse, şöyle cevap verilir: Hişam rahimehullah bunu şahsi görüşüyle
söyledi. Hadisin metninde rivayet etmedi. Bu da onun bu konu hakkında bilgisi
olmadığını gösteriyor. Ma’mer ise, Hişam’dan
“Kaza ettiler mi, etmediler mi bilmiyorum” dediğini rivayet etmiştir. Her
ikisini de Buhârî rivayet etmiştir. Hişam, hadisi annesi Fatıma bt. El-Munzir’den,
o da Esma radiyallahu anha’dan rivayet etmiştir. Nitekim Hişam’ın, Babası Urve rahimehullah’tan
yaptığı rivayette kaza etmekle emrolunmadıkları geçmektedir. Urve ise oğlu
Hişam’dan daha bilgilidir. Bu (yani kaza gerekmediği görüşü) İshak b. Rahuye’nin
de görüşüdür ki o İmam Ahmed b. Hanbel’in akranıdır. Usul ve füru olarak mezhebi İmam Ahmed’e
uygundur. Birçok görüşlerinde ikisinin söz birliği vardır. el-Kevsec, Mesail’inde
İmam Ahmed’e ve İshak’a sorduğu fetvaları toplamıştır. Yine Harb el-Kirmani’nin
Mesail’i de Ahmed ve İshak’a sorduğu sorulardan ibarettir. Başkalarının da
böyle Mesail kitaplarında durum aynıdır. Bu yüzden Tirmizî, İmam Ahmed ile
İshak’ın görüşlerini bir zikretmiştir. Tirmizî, onların görüşlerini el-Kevsec’in
Mesail’inden rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebu Zur’a, Ebu Hatim, İbn Kuteybe ve
onlardan başka selef,sünnet ve hadis imamları İmam Ahmed ve İshak’ın mezhebinin
fıkhını öğrenmişler ve onların görüşünü başkarının görüşlerinden önde
tutmuşlardır. Buhârî, Muslim, Tirmizî, Nesâî ve başka hadis imamları da aynı
şekilde bu iki imama tabi olanlardan, o ikisinden ilim ve fıkıh alanlardandırlar.
Davud (ez-Zahiri) de İshak’ın ashabından idi. Nitekim Ahmed b. Hanbel’e İshak
(b. Rahuye) hakkında sorulduğu zaman şöyle demiştir: “İshak hakkında bana
sorulmaz, bilakis benim hakkımda İshak’a sorulmalıdır.”
Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr, Muhammed b.
Nasr el-Mervezi, Davud b. Ali (ez-Zahiri) ve benzerleri, bunların hepsi de
hadis fakihleridir. Allah onların hepsinden razı olsun.” İbn Teymiyye’den nakil
bitti.
Urve b. ez-Zubeyr, Mucahid b. Cebr, el-Hasen el-Basri ve İshak b.
Rahuye rahimehumullah’tan kaza gerekmediği görüşünde oldukları rivayet
edilmiştir. Yine Zeyd b. Vehb rahimehullah’tan gelen rivayette şöyle demiştir: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in mescidinde Ramazan ayında iken oturuyordum. Ömer
radiyallahu anh’ın hilafet zamanı idi. Hafsa radiyallahu anha’nın evinden bize
bekçi içecek getirdi ve içtik. Biz gecenin girdiğini düşünüyorduk. Sonra bulut
açıldı ve ne görelim! Güneş göründü! İnsanlar: “Bunun yerine bir gün kaza
ederiz” demeye başladılar. Bunun üzerine Ömer radiyallahu anh dedi ki: “Vallahi
kaza etmeyiz. Biz günahı kastetmedik.”
Çünkü bunu oruçlu iken yeme kastıyla yapmadılar. Oruçlu ilen
unutarak yiyen kimse de kasıtlı yemediği için ona kaza etmesi gerekmemiştir.
Yukarıda zikredilen hadis, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ve ashabının iftar vakti konusunda, bulutlu günde önceki gündeki vakte kıyas
yapmadıklarını göstermektedir. Çünkü böyle bir kıyas yapsalardı bulutlar güneşi
kapatınca iftar etmezler, önceki günlerde güneşin battığı vakitlere
kıyaslayacak bir metot icat ederlerdi.
Günümüzde saat cihazının kullanılması, bu konuda kıyasla amel
etmeyi meşru görenler için işi basitleştirmektedir belki, lakin din sahibi
iftar ve akşam namazı vakti için saati değil, güneşin beşer gözünden
kaybolmasını belirleyici kılmıştır. Güneşin kaybolması hakkında da “gurubu’ş-şems”,
“gıyabu’ş-şems”, “ihticab”, “vucubu’ş-şems” gibi umumi ifadelerle güneşin
gözden kaybolması zikredilmiştir. Bu kayboluşun düz arazide olmasını, deniz
ufkunda olmasını vs. şart koşmak sonrakilerin zorlamalarıdır. Bilakis dağ,
binalar, sık ağaçlıklar, hatta bulut güneşi perdeleyen şeylerdendir. Aynı
şehirde, hatta yüksek binalarda aynı binanın katları arasında farklı iftar
vakitleri söz konusu olabilmektedir. Herkes kendi bulunduğu noktada güneşin
gözden kaybolmasına itibar ederek orucunu açar, akşam namazını kılar. Birinci
katta oturanın onuncu kata çıkarak güneşi kontrol etmesi veya onuncu kattakinin
kendisine güneş hakkında şahitlik etmesini istemesi şart koşulmamıştır. Ömer b.
el-Hattab, Ebu Said el-Hudri, Abdullah b. Mes’ud, Enes b. Malik, İbn Ömer radiyallahu
anhum gibi sahabelerden, başkaları güneşi görmesine rağmen, kendilerinin
bulundukları noktada güneşin gözden kaybolmasına binaen iftarı yaptıkları
rivayet edilmiştir. Bu rivayetlerin kaynaklarını daha önceki yazılarda
zikretmiştim.
Bazı kimseler, “Gecenin şuradan (yani doğudan) geldiği, gündüzün şuradan
(yani batıdan) gittiği ve güneşin gurub ettiği (battığı) anda oruçlu iftar
etmiştir” hadisine dayanarak diyorlar ki: “Güneş binaların veya dağın arkasında
kaybolsa dahi, doğu ufkuna bakarak gecenin geldiğini görmemiz lazım.”
Maalesef hicri 6. Asırlardan itibaren ilim ehlinden bazıları dahi
bu şüpheye takılmışlardır. Bu sebeple avamın böyle bir şüpheyi dillendirmesi
yadırganmaz. Şüphenin giderilmesi gerekir.
Bu şüphe sahipleri iki konuda hata etmektedirler:
1. Arap dilinde “el-Leyl” (gece) tabiri; gündüzün bitmesi demektir,
bu da güneşin gurubu/batışı olarak açıklanmaktadır. Arap dili lügat
kaynaklarından ve tefsirlerden bununla ilgili açıklamayı da daha önce bu sitede
nakletmiştim. Yani doğu tarafında bir
karanlık beklemek gibi muammalı, tespiti neredeyse imkânsız olan bir şey, vakit
tayini için şart koşulmamıştır. Bu yüzden iftarda acele eden sahabelere öğrencilik
eden tabiin, bir siyahlaşma araştırmak için doğu ufkuna bakmamış, bilakis batı
ufkunda güneşe bakmışlardır.
2- Gecenin gelişi, gündüzün gidişi ve güneşin batışını üç ayrı şart
zannetmişlerdir. Halbuki bu üç şey, tek bir şeyin ifadesidir. Gece ancak
güneşin gözden kaybolmasıyla hasıl olur. Şayet güneş gözden kaybolmasına
rağmen, doğuda kararmayı da gözlemlemek şart koşulursa tenakuza düşülmüş olur. Şöyle
ki: Böyle bir iddia kabul edilirse, gündüzün batı ufkundan gidişini de
aydınlığın batıda kaybolması olarak anlamak gerekir. O zaman da şiilerin
yaptığı gibi ancak yatsı vaktinde şafağın kaybolmasıyla iftar etmek gerekirdi!
Halbuki iftar vakti ile akşam namazının vaktinin bir olduğu hususunda icma
vardır.
Sahabeler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber akşam
namazını kıldıktan sonra yaya olarak bir mil (yaklaşık 2 km.) yürüyorlar, sonra
ok atışı yapıyorlar ve oklarının düştüğü yeri görebiliyorlardı. Ok atış
mesafesi yaklaşık 300 metredir. Yani akşam namazı kılındıktan sonra bile epey
bir vakit sonra karanlıktan bir eser yok, görüş mesafesi de net idi.
Bir başka problem, havanın gün boyu kapalı olduğu zamanlar veyahut
Umman’daki Vekân köyü gibi yüksek dağlar arasında kalıp bize nispetle ikindi
vakti olan bir vakitte güneşin dağların arkasında kaybolduğu görülen
mekanlardaki durumdur.
Bu gibi zaman ve mekanlarda müslümanlar, tam olarak belirleyici bir
nas bulunmadığı için, ferdi ibadetleri hakkında içtihat ederler ve farklı
uygulamalar yapanlar, açık bir nassa muhalif düşmediği sürece kınanmazlar. Nitekim
teyemmüm hükmü meşru kılınmazdan önce Ammar ile Ömer radiyallahu anhuma her ikisi
de cünüp olmuşlar, Ammar radiyallahu anh toprakta yuvarlanmış ve namazını
kılmış, Ömer radiyallahu anh ise temizlik şartı bulunmadığı için namazı
kılmamıştı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ömer radiyallahu anh’ın
içtihat ettiğini, Ammar’ın ise isabet ettiğini söylemiştir. Yine toz bulutundan
dolayı yön tayin edemeyen bazı ashab her biri bir yöne dönerek namaz kılmışlar,
bunlar kınanmamıştır. Bu türden rivayetler çoktur. Kişi ancak kendisine ilmin yani vahiy delilinin ulaşmasıyla mesul olur.
Bize düşen oruç emrini gücümüzün yettiği kadarıyla eda etmemizdir.
İlmine ulaşamadığımız konuda hata ettiğimizde bunun affını Allah’tan umarız.
Lakin oruçta ve diğer bütün ibadetlerde belirleyici unsurun vahiy olduğu,
alimlerin görüşleri veya beşer mantığı olmadığını hatırlatmak gerekir. Daha
uzun süreler oruç tutmakla daha abid olmayız. Bilakis Allah, iftarda acele eden
kulunu sevdiğini bildirmiştir. Asrın getirdiği imkanlar sebebiyle saat
takıntısının manası yoktur. Nitekim kış aylarında daha kısa süreler oruç
tutulmakta, yaz aylarında bu süre uzamaktadır. Oruç saat miktarıyla farz
kılınan bir ibadet değildir. Yine bazı yerlerde bir, iki saat gibi erken vakit
girmesini yadırgamak da yersizdir. Diyanetin uçuk vakitlerine göre iftar eden
dahi, üzerinden geçen uçakta bulunanlara göre birkaç saat önce iftar açıyor
bulunmaktadır. Mesele güneşin görünüp görünmemesine bağlıdır. Saatle yada belli
bir vakitle kayıtlı değildir. Güneşi ne zaman bulutun perdeleyeceğini
bilmediğimiz gibi, günlük olarak güneşin dağ veya bina arkasında
kayboluşlarında da iki gün arasında bir ila on dakika kadar, hatta daha fazlası
kadar fark olabilmektedir. Yani konu iki gündeki vakitleri birbirine kıyas
yapacak bir mahal de değildir. Allah en iyi bilendir.
19 Mayıs 2018 Cumartesi
Gâvur Görünümlü Müslümanlık Anlayışına Reddiye
Bismillah
Müslümanlık iddiasında bulunan; Caner Tıslayan, Mehmet hevasından Okuyan, Abdulaziz Hayındır, Mustafa Özgavur, Mustafa İzlamoğlu ve onların papağanları olan gayri müslimler, (şeklen bunlarda hiçbir islam alameti yoktur, dilde müslümanlık iddiaları vardır ki, zifiri yalancı olan bu kimselerin “biz de müslümanız” demelerine ne kadar itibar edilir siz takdir edin), birçok münasebetle müslüman kılığında olan aramızdaki münafıklara (Mahmut Ustaosmanoğlu, Cübbeli Züppe, Ebu Bekir Sefil, İhsan Şerocak gibilerine) reddiye veriyorlar!
Müslümanların arasındaki bu münafıklara reddiye vermek,
İslam’a boyun eğmemiş zındıkların haddine değildir! Onlara reddiye verilecekse
ehli islam verir, vermiştir, reddiye vermeye de devam etmektedir.
Yüzündeki sakalı kesip karılara benzemiş, yahut kısaltarak
mecusilere benzemiş, teke sakalı bırakarak gavurlara aşağılık kompleksine
girmiş, pantolonlu, başı açık, hatta kravatlı gavur görünümlü fasık, facir ve
münafık tiplerin, şeklen islamın rengine bürünmüş fakat akidesinde bozukluk
olan kimselerin yanlışlarını eleştirmeye, bunları video yapıp yayınlamaya
kalkması ne büyük tuhaflıktır!
Bir diğer asalak kesim, giyiminde kafirlere benzeyen, video
sureti çekerek şirk koşan, güya bulaştığı bu şirkle tevhide davet ettiğini
zanneden, beyinsiz çakma selefi takımıdır. Bunların çakma selefi olduklarının,
hevâlarını din edindiklerinin en büyük göstergelerinden bir diğeri sigaraya
haram diyerek Allah’a ve rasulüne iftira etmeleridir!
Yine İslam kılığında görünen münafık sufilere reddiye
vermeye kalkan Deyyusiyye fırkası, oy kullanmaya davet eder, zındıklığını açık
açık ilan etmesine rağmen hala cumhurbaşkanına yalakalık için dinini satar, karılarla
karşılıklı sohbet ederler vs.
Haddinizi bilin, gölge etmeyin! Kaybolun gidin!
Bunlar İslam’a boyun eğmemek, İslam’ın şekline bürünmemek
için gerekçe olarak şöyle diyorlar: “Rasulullah sarık sardıysa müşrikler
de sarıyordu, sakal bıraktıysa müşriklerin de sakalı vardır, cübbe giydiyse
müşrikler de giyiyordu”
Bu gâvurca cümleyi tercüme edeyim, zira çoğu kimse yanlış
anlıyor. Tercümesi şudur: “Artık gâvurlar sarık sarmıyor, biz de sarmıyoruz,
artık gâvurlar sakalını kesiyor biz de kesiyoruz. Artık gâvurlar cübbe giymiyor
biz de giymiyoruz. Gerçi gâvurların avukatları, savcıları, hâkimleri, dekanları,
papaları, üniversitelileri giyiyor, biz de o alanlarda giyiyoruz.”
Evet, onların bu sözünün tercümesi budur, bu bir itiraftır!
Her halukarda gâvurların kuyruğunda olduklarını itiraf etmeleridir.
Bu aynı zamanda bir iftira cümlesidir! Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ve ashabı kâfirlere benzemekten yasaklanmış olmalarına rağmen,
onların kâfirlere benzemekte hiçbir sakınca görmedikleri iftirasını yaparlar.
Bazıları daha da ileri giderek Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta
olsa sakalını keser, pantolon giyerdi vs. der!
Bir itiraf ve bir iftira içeren yukarıda tercümesini
yaptığım gâvurca cümleyi, yukarıda saydığım zındık sınıfların hepsi
kullanırlar. Çünkü hepsinin ortak düşmanı gelenekçi sufiler sarık sarmakta,
cübbe giymekte, sakal salmakta, kadınları tesettürü yerine getirmektedir. Bu
yüzden hep bir ağızdan saldırırlar! Hâlbuki bugünkü bu sufilerin yaptıkları
neredeyse tek doğru şey sarıkları, sakalları, tesettürleridir!
Gayri müslim görünüşlü bu tarihselci ya da evrenselci sünnet
inkarcıları ile, şeytanın uydusu çakma selefiler hep bir ağızdan, geçmiş zındık
hulülcü sufilerin müstehcen hikayelerini, uçuk kaçık abartılarını meğer,
sufilerin tek isabetli oldukları bir konuyu – giyimde kafirlere benzememe
konusunu - imha etmek için alet ediyorlarmış!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
muhayyer bırakıldığı konularda Mekke’li müşriklere muhalefet edip, Ehl-i Kitaba
benzemeyi tercih ediyordu. Hatta saç tarama şeklinde bile böyle davrandığını
İbn Abbas radıyallahu anhuma açıklamıştır.
İbn Abbas radıyallahu
anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (vahiyle)
emrolunmadığı hususlarda ehl-i kitaba uyum göstermeyi severdi. Mesela ehl-i
kitap saçlarını sarkıtırlardı. (Kitapsız) Müşrikler ise saçlarını başlarının
ortasından ikiye ayırırlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de
(kitapsız müşriklere muhalefet için) ehl-i kitap gibi sarkıtırdı. Sonra
saçlarını ortadan ayırmaya başladı.” [1]
Sarık sarma konusunda Mekke’li müşriklere
muhalefet etmemesi, sarığın İslamda ikrar edilmiş olduğunun delilidir. Zira
sarık arapların âdeti idi. Bu yüzden İslam Tarihinde Zımmî’lerin Müslümanlara
benzememeleri için onlara sarık sarmak yasaklanmıştır.[2]
Bugünkü müşriklerin
sakal bırakıyor olmaları durumu değiştirmez. Bunun sebepleri şu şekildedir:
1- Sakalı kesmek müşriklerin çoğunluğunun
âdetidir. Hatta bu bid’at bize ancak onların yolundan bulaşmıştır.
2- Onların
sakal bırakanlarına gelince, bu erkeklik ve saygınlık için veya peygamberlerine
tabi olmalarındandır. Nitekim bu cüz’i meselelerde fıtratını koruyarak kendi
dinleriyle beraber bizim dinimize de uyum göstermiş olabilir. Bununla beraber
biz bıyıkları keserek onlara muhalefet ederiz ve dudakları aşan bıyıkları
alırız. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مَنْ لَمْ يَأْخُذْ مِنْ شَارِبِهِ، فَلَيْسَ
مِنَّا
“Bıyığından
almayan bizden değildir.”[3]
Yahudiler
gibi bazı kâfirler bugün sakal bıraksalar da, diğerleri sakalı kesmektedirler.
Bizim
emrolunduğumuz şey ise sakal bırakanlara değil, sakallarını kesenlere ve
kısaltanlara muhalefet etmemizdir. Şayet mutlak olarak kâfirlerin yaptıkları
her şeye muhalefet etmemiz gerekseydi, elbette sünnet olmayı da terk etmemiz gerekirdi.
Zira Yahudiler sünnet olmaktadırlar.
3- Yine
müşriklere muhalefet illetinin devam etmesi, bugün Müslümanların çoğunun
sakallarını kesiyor olması ile değişmez. Zira Kur’ân ve sünnet onların aleyhine
hüccettir. Nitekim Kur’an ve sünnet; Allah’ın yarattığını değiştirmenin ve
kadınlara benzemenin haram oluşuna delalet etmektedir.
Sünnet
sakalların serbest bırakılmasının zamanın değişmesiyle ve bazılarının
sapmasıyla değişmeyecek olan fıtrat hasletlerinden olduğuna delalet etmektedir.
Allah’ın bizim için din kıldığı şey ve bizi yaratmış olduğu fıtrat, sırf bize
dinde muhalif olanların karıştırması veya kendisini bu dine nispet edenlerin
ihmalkârlığı sebebiyle terk edilemez.
Hakikat şu ki, Allah Teâlâ kitabının birçok yerinde gerek
kalben, gerek fiilen gerekse görünüş olarak kâfirlere benzemeyi yasaklamış, zahiren
ve batınen gönderdiği peygamberlere uyulmasını emretmiştir.
Kâfirlere Benzemekten Yasaklanması
Allah Teâlâ kâfirleri şöyle anlatmıştır:
يَعْلَمُونَ
ظَاهِرًا مِنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنِ الْآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ
“Onlar; dünya hayatının açık olanını bilirler; âhiretten ise,
gafildirler.” (Rum 7)
وَالَّذِينَ
كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى
لَهُمْ
“İnkâr edenler ise, dünyada faydalanırlar, hayvanların yedikleri gibi
yerler; fakat ateş, onların meskenleridir.” (Muhammed 12)
أَمْ
تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ
بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا
“Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi
sanıyorsun? Oysa onlar hayvanlar gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha
sapıktırlar.” (Furkan 44)
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ
فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ
وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ
الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ
“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda,
sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi
ki: “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız.
Biz, sizi inkâr ediyoruz. Siz, Allah'ı birliğine îman etmedikçe, bizimle sizin
aranızda ebedî olarak kin ve düşmanlık belirmiştir.” (Mumtehine 4)
Dikkat edilecek olursa ayette önce
"düşmanlık" bunun ardından "öfke" zikredilmiştir. Zira
birinci durum ikincisinden çok daha önemlidir. İnsan kimi zaman müşriklere öfke
duyabilir; fakat onlara düşmanlık göstermez. Fakat kişinin müslüman olabilmesi
için müşriklere karşı öfke duymanın yanında onlara açık bir şekilde düşmanlık
da göstermesi gerekir. Böyle olmadığı takdirde üzerine düşeni yapmış olmaz.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي
رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ
وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
“And olsun ki, Allah’ın rasulünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.”
(Ahzab 21)
ثُمَّ
جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ
الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ
“Sonra sana dinden yeni bir şeriat verdik. Ona uy. Bilmeyenlerin
hevâlarına uyma.” (Câsiye 18)
Onlar; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dinine
muhalefet eden herkestir. Hevaları; müşriklerin üzerinde oldukları, dinlerinin
gereği olan zahirdeki ve batındaki yollarıdır. Onlar hevalarına tabi olurlar.
Onlara uyum göstermek de onların hevalarına uymaktır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
{أَلَمْ يَأْنِ
لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنْ تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ
الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ
الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ}
“İman edenlere, Allah'ın ve Hak’tan indirilenlerin zikri
için, kalblerinin titreme vakti henüz gelmedi mi? Sakın ola ki evvelce
kendilerine kitap verilip de aradan geçen zamanın uzaması dolayısıyle kalpleri
katılaşan ve çoğu da fâsık olan Yahudî ve hıristiyanlar gibi olmasınlar.”
(Hadîd 16)
Allah Teâlâ’nın: “Olmasınlar..” sözü, mutlak olarak onlara
benzemekten yasaklamadır.
İbn Kesîr şöyle demiştir: “Bu yüzden Allah, müminlerin aslî
ve ferî olan her meselede onlara benzemesini yasaklamıştır.”
Muhakkak ki amellerinde, sözlerinde ve hevalarında kâfirlere
benzemeyi terk etmek, Kur’ân-ı Kerim’in temel kıldığı maksat ve gayelerdendir.
Bunu ayrıntılarıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem açıklamış ve
Aynı şekilde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de
ayrıntılı bir şekilde kitap ehli veya kitapsız kafirlere, müşriklere,
münafıklara, fasıklara, şeytana, hayvanlara, karşı cinse benzemekten yasaklayan
ve bunların derecelerini açıklığa kavuşturan birçok yönlendirmede bulunmuştur. Dinin fürû’undan olan; namaz,
cenazeler, oruç, yeme içme, giyim, süslenme, edep, adetler ve bunlardan başka
birçok konularda bu muhalefeti gerçekleştirmiştir. Hatta Medine’de bulunan
Yahudiler bunu biliyorlar ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in her meselelerinde
kendilerine muhalefet ettiğini fark ediyorlardı. Özellikle onlar şöyle
demişlerdi:
مَا
يُرِيدُ هَذَا الرَّجُلُ أَنْ يَدَعَ شَيْئًا مِنْ أَمْرِنَا إِلَّا خَالَفَنَا فِيهِ
“Bu adam ne yapmak istiyor? Bize muhalefet etmedik bir şey
bırakmadı!”[4]
Bunları Bizden Olmayanlar adlı çalışmamda geniş bir şekilde
ele almıştım. Önemli ve genel ifadeli olanlardan bazılarını zikredeyim:
Ana hatlarıyla Kâfirlere Benzemeyi Men Eden Bazı Hadisler
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لتَتَّبِعُنَّ سَنَن مَنْ كان قبلكم شِبْرا بِشِبر، وَذِرَاعا
بِذِراع حتى لو دَخَلُوا جُحْرَ ضَبّ لَتَبِعْتُموهُمْ قَالَ أَبُو سَعِيدٍ الْخُدْرِيُّ
قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللهِ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى قَالَ: فَمَنْ
“Elbette sizden öncekilerin yoluna adım adım,
karış karış uyacaksınız. Hatta öyle ki, onlar bir kertenkele deliğine girseler
siz de onları takip edeceksiniz.” Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh dedi ki:
“Biz: Ey Allah’ın rasulü! Yahudi ve
Hıristiyanları mı (kastediyorsun)? Dedik. Buyurdu ki:
“(Başka) kimler olacaktı ki?”[5]
Şeddad b. Evs radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَيَحْمِلَنَّ
شِرَارُ هَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى سَنَنِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ أَهْلِ
الْكِتَابِ حَذْوَ الْقُذَّةِ بِالْقُذَّةِ
“Bu ümmetin kötüleri, daha önce yaşayan Ehl-i
Kitab’ın yaptıklarını eksiksiz bir şekilde, adım adım aynen yapacaktır.”[6]
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
بُعِثْتُ
بَيْنَ يَدَيِ السَّاعَةِ بِالسَّيْفِ حَتَّى يُعْبَدَ اللهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ
لَهُ، وَجُعِلَ رِزْقِي تَحْتَ ظِلِّ رُمْحِي، وَجُعِلَ الذِّلَّةُ وَالصَّغَارُ عَلَى
مَنْ خَالَفَ أَمْرِي، وَمَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kıyametin önünde, kılıçla gönderildim ki
hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın
gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve küçüklük yazıldı.
Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”[7]
Bu hadis birçok yoldan mütevatirdir. Tarikleri
ve tahkiki için Bizden Olmayanlar adlı kitabıma bakınız.
Huzeyfe radıyallahu anh’den: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ
تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
“Kim kendisini bir kavme benzetirse
onlardandır.”[8]
Diğer rivayette:
لَا يشبه
الزي بالزي حَتَّى يشبه الْخلق بالخلق وَمن تشبه بِقوم فَهُوَ مِنْهُم
“Huy, huya benzemedikçe, görünüş de görünüşe
benzemez. Kim kendisini bir kavme benzetirse
onlardandır.”[9]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ فِطْرَةَ الْإِسْلَامِ الْغُسْلُ
يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَالِاسْتِنَانُ وَأَخْذُ الشَّارِبِ وَإِعْفَاءُ اللِّحْيَةِ؛
فَإِنَّ الْمَجُوسَ تُعْفِي شَوَارِبَهَا، وَتُحْفِي لِحَاهَا، فَخَالِفُوهُمْ، فَخُذُوا
شَوَارِبَكُمْ وَأَعْفُوا لِحَاكُمْ
“Şüphesiz
Cuma günü gusletmek, misvaklanmak, bıyıkları almak ve sakalı serbest bırakmak
İslâm fıtratıdır. Muhakkak ki mecusîler bıyıklarını serbest bırakır ve
sakallarını kısaltırlar. Onlara muhalefet edin; bıyıklarınızı kesin ve
sakallarınızı serbest bırakın.”[10]
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ أَهْلَ الشِّرْكِ يُعِفُّونَ شَوَارِبَهُمْ
وَيُحِفُّونَ لِحَاهُمْ فَخَالِفُوهُمْ فَأَعِفُّوا اللِّحَى وَأَحِفُّوا الشَّوَارِبَ
“Şüphesiz
şirk ehli bıyıklarını uzatır, sakallarını kısaltırlar. Siz onlara muhalefet
edin, sakalları bırakın, bıyıkları kısaltın.”[11]
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
كَانَتِ الْمَجُوسُ تُعْفِي شَوَارِبَهَا
وَتُحْفِي لِحَاهَا، فَخَالِفُوهُمْ فَجُزُّوا شَوَارِبَكُمْ وَأَعْفُوا لِحَاكُمْ
“Mecusiler bıyıklarını serbest bırakır, sakallarını
kısaltırlardı. Siz onlara muhalefet edin: bıyıklarınızı kesin ve sakallarınızı
serbest bırakın.”[12]
Ebu Umame radıyallahu anh’den:
قُلْنَا:
يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ يَقُصُّونَ عَثَانِينَهُمْ وَيُوَفِّرُونَ
سِبَالَهُمْ. قَالَ: فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: "قُصُّوا
سِبَالَكُمْ وَوَفِّرُوا عَثَانِينَكُمْ وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ
“Dedik ki: “Ey Allah'ın Rasulu! Kitap ehli
sakallarını kısaltır, bıyıklarını gür yaparlar” Buyurdu ki:
“Siz de bıyıklarınızı kesin, sakallarınızı
bolca bırakın. Böylece Ehl-i Kitaba muhalefet edin.”[13]
Ebû Şâme rahimehullah şöyle demiştir: “Sakallarını traş eden
bir topluluk ortaya çıktı. Bu, Mecusiler’den nakledilenlerden daha beterdir.
Zira onlar sakallarını kısaltırlardı.”
İbn Ömer
radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
خَالِفُوا الْمُشْرِكِينَ أَحْفُوا الشَّوَارِبَ،
وَأَوْفُوا اللِّحَى
“Müşriklere
muhalefet edin, bıyıkları kısaltın, sakalları serbest bırakın.”[14]
Enes
radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
خالفوا علي المجوس جزوا الشوارب وأوفوا
اللحي
“Mecusilere
muhalefet edin, bıyıkları kesin, sakalları serbest bırakın.”[15]
Kisrâ, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e iki elçi
göndermişti. Onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girdiklerinde
sakalları traşlı ve bıyıkları uzamış idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem onlara bakmaktan tiksindi ve şöyle buyurdu:
“Size yazıklar olsun! Size bunu kim emretti?” Onlar:
“Bize bunu rabbimiz emretti” dediler. Bu sözleriyle Kisra’yı
kastediyorlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
ولكن
ربي أمرني بإعفاء لحيتي، وقص شاربي
“Lakin benim rabbim de sakalımı serbest bırakmamı ve
bıyığımı kesmemi emretti.”[16]
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu
لَيْسَ
مِنَّا مِنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا، لَا تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ وَلَا بِالنَّصَارَى،
فَإِنَّ تَسْلِيمَ الْيَهُودِ الْإِشَارَةُ بِالْأَصَابِعِ، وتَسْلِيم النَّصَارَى الإشارة
بِالْأَكُفِّ وَلَا
تَقُصُّوا النَّوَاصِي، وَأَحْفُوا الشَّوَارِبَ، وَأَعْفُوا اللِّحَى، وَلَا تَمْشُوا
فِي الْمَسَاجِدِ وَالْأَسْوَاقِ وَعَلَيْكُمُ الْقُمُصُ إِلَّا وتَحْتَها الْأُزُرُ
“Bizden başkalarına benzeyenler bizden
değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin. Şüphesiz Yahudilerin selamı
parmaklarla işarettir. Hristiyanların selamı ise avuç içiyledir. Perçemleri kesmeyin, bıyıkları kısaltın, sakalları serbest bırakın.
Üzerinizde altında izar bulunmayan entari/gömlek olduğu halde mescidlerde ve
çarşılarda yürümeyin.” [17]
Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu anhuma’dan:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem benim üzerimde asfur ile boyanmış (sarı
renkli) iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:
إِنَّ
هَذِهِ مِنْ ثِيَابِ الْكُفَّارِ فَلَا تَلْبَسْهَا
“O kâfirlerin giydiği elbisedir. Sen giyme
onları.”[18]
Ömer radıyallahu anh, Utbe b. Ferkad’a
gönderdiği mektupta: “Sizi aşırı nimetler içinde kendinizi kaybetmekten, müşriklere ait
kıyafetler giyinmekten ve ipek giysi giymekten menederim” diye yazmıştır.[19]
İbn Abbas
radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi feth
ettiği zaman şöyle buyurdu:
إن الله عز و جل ورسوله حرم عليكم الخمر
وثمنها وحرم عليكم الميتة وثمنها وحرم عليكم الخنازير وأكلها وثمنها وقال: قصوا الشوارب
واعفوا اللحى ولا تمشوا في الأسواق إلا وعليكم الأزر إنه ليس منا من عمل بسنة غيرنا
“Şüphesiz
Allah Azze ve Celle ve rasulü size sarhoş edici içkileri ve onun ücretini haram
kılmıştır. Ölü etini ve ücretini size haram kılmıştır. Domuzları, onu yemeyi ve
ücretini size haram kılmıştır.” Yine şöyle buyurdu: “Bıyıkları kısaltın,
sakalı serbest bırakın. Üzerinizde izar olmadıkça çarşılarda yürümeyin.
Muhakkak ki bizden başkasının sünnetiyle amel eden bizden değildir.”[20]
Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Dediler ki:
قَالُوا:
يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّ الْمُشْرِكِينَ يَتَسَرْبَلُونَ، وَلَا يَتَّزِرُونَ؟ قَالَ:
تَسَرْبَلُوا أَنْتُمْ، وَاتَّزِرُوا قَالُوا: يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّ الْمُشْرِكِينَ
يَحْتَفُونَ وَلَا يَنْتَعِلُونَ؟ قَالَ: فَاحْتَفُوا أَنْتُمْ، وَانْتَعِلُوا خَالِفُوا
أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ كُلَّمَا اسْتَطَعْتُمْ
“Ey Allah’ın rasulü! Müşrikler gömlek giyiniyor, izar giyinmiyorlar”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Siz gömlek de giyin, izar da giyin.” Dediler ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Müşrikler (namazda) mest giyiniyor, ayakkabı
giyinmiyorlar.” Buyurdu ki:
“Sizler mest de giyin, ayakkabı da giyin. Şeytanın dostlarına gücünüz
yettiği kadarıyla muhalefet edin.”[21]
Ebu Umame radıyalahu anh’den: “Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem sakalları beyazlaşmış Ensar’lı ihiyarların yanına gelip
buyurdu ki:
يا معشر
الأنصار حمروا وصفروا وخالفوا أهل الكتاب ، قيل يا رسول الله إن أهل الكتاب يتسرولون
ولا يأتزرون فقال رسول الله: تسرولوا وائتزروا وخالفوا أهل الكتاب قلنا: يا رسول الله
إن أهل الكتاب يتخففون ولا ينتعلون فقال: تخففوا وانتعلوا وخالفوا أهل الكتاب قلنا
يا رسول الله إن أهل الكتاب يقصون عثانينهم ويوفرون سبالهم فقال: قصوا سبالكم ووفروا
عثانينكم وخالفوا أهل الكتاب
“Ey Ensar topluluğu sakallarınızı
kırmızılaştırın veya sarılaştırın ve Ehl-i Kitaba muhalefet edin.” Denildi
ki:
“Ey Allah’ın rasulü! Onlar şalvar giyer, izar
giymezler.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Siz şalvar da giyin, izar da giyin, Kitap
ehline muhalefet edin.” Dedik ki:
“Ey Allah'ın Rasulu! Ehl-i kitap mest giyerler
de ayakkabı giymezler.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
“Mest de giyin ayakkabı da giyin ve Ehl-i
Kitaba muhalefet edin.” Dedik ki:
“Ey Allah'ın Rasulu! Kitap ehli sakallarını
kısaltır, bıyıklarını gür yaparlar” Buyurdu ki:
“Siz de bıyıklarınızı kesin, sakallarınızı
bolca bırakın. Böylece Ehl-i Kitaba muhalefet edin.”[22]
İbni Kayyım rahimehullah
şöyle demiştir; “Elbise ile kalp arasında zahir-batın (iç-dış) ilişkisi vardır.
Böyle bir ilişki olduğu için dışa giyilen elbise kişinin kalbini, halini
gösterir. Kalp ve elbise karşılıklı olarak birbirinden etkilenir.”[23]
[1]
Sahih. Buhari (3558, 3944, 5917) Muslim (2336)
[2]
Bu konuda bkz.: Ebu Abdillah Halid b. Muhammed el-Gırbanî, et-Tezkir Biba’di
Ahkami’l-Amame
[3]
Sahih. İbn Hibban (7/408) Ahmed
(4/366) Nesai (8/129) Tirmizi (2761) Bezzar (10/237)
[4]
Sahih. Muslim (302)
[5]
Sahih. Buhari (3456) Müslim (2669) benzerini Ebu
Hureyre radıyallahu anh’den Buhari (7319) rivayet etmiştir.
[6]
Hasen. Ahmed (4/125) Tayalisi (1217) Taberani (7/281)
[7]
Sahih. Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi
Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd
b. Humeyd (848). El-Elbani, el-İrva (1269) Ebu Davud ve Ahmed b. Hanbel’in
isnadlarında hakkında ihtilaf edilen Abdurrahman b. Sabit b. Sevban
bulunmasından dolayı Şuayb el-Arnaut zayıf demiştir. Lakin Ahmed b. Hazlem’in,
Hadisu’l-Evzai cüzünde (s.31 no:30) ve Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar adlı eserinde
(1/238) İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayetinde İbn Sabit yerinde el-Evzai
vardır. Bu mutabi ile hadis sahihtir.
Ayrıca hadisin şahitleri de vardır. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve
sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz.: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki
el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri
İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti
Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)
[8]
Hasen. Bezzar (7/368) Taberani Evsat (8/179) Musnedu’ş-Şamiyyin (1/135, 3/94 no: 1862)
Bkz.: İbn Hacer ed-Diraye (2/267) Zeylai Nasbu’r-Raye (4/347).
[9]
Hasen ligayrihi. Deylemi (7824, 7845) İbn Hacer,
Garaibu’l-Multekita (el yazma no: 3018) isnadında Ahmed b. Nasr meçhuldür.
Bkz.: Tenzihu’ş-Şeria (2/312)
[10]
Hasen. İbn Hibban (4/23) Mehâmilî, Emali (402)
Tarsusi, Musnedu Ebi Hureyre (59)
[11]
Sahih ligayrihi. Bezzar (14/390) Keşfu’l-Estar
(2970-2971) İbn Hacer, Muhtasaru Zevaidi’l-Bezzar (1222) İbn Hacer: “Hasen”
demiştir.
[12]
Hasen. Buhari, Tarihu’l-Kebir (1/140)
[13]
Sahih. Ahmed (5/264) Taberani (8/236) Beyhaki Şuab
(5/214)
[14]
Sahih. Buhari (5553) Muslim (259)
[15]
Hasen. Bezzar (13/90)
[16]
Hasen. İbn Sa‘d, (1/449); Sa‘îd b. Mansûr,
Musannef, (172); İbn Ebi Şeybe, (5/226); Ebû Nu‘aym, Delâ’il, (1/349); Muhammed b. İshak b.
Yahya, el-Emali Fi’l-Kıraat (304) Târîhu’t-Taberî, (2/654); İbn Bişran el-Emalî (128) Elbânî Difa‘un
‘Ani’l-Hadisi’n-Nebevî, (s.51) Tahrîcu Fikhı’s-Sîre, (s.359).
[17]
Hasen. Tirmizi (2695) Taberani Evsat (7/238) Kudai
(2/105) Deylemi (5270) Elbani es-Sahiha (2194) Sahihu’l-Cami (5434)
[18]
Sahih. Muslim (2077) Hakim (4/211) Nesai (5316) Ahmed
(2/207, 211)
[19]
Sahih mevkuf. Buhari,
(Libas: 25) Müslim, (Libas: 11, 21) Ahmed (1/16, 43)
[20]
Hasen ligayrihi. Taberani (11/158) Deylemi (5268)
el-Elbani Sahihu’l-Cami (5439)
[21]
Hasen. Taberani Evsat (4/253)
[22]
Sahih. Ahmed (5/264) Taberani (8/237) Beyhaki Şuab
(5/214)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)